Her şey siyah beyaz, her şey renksiz; yaz gününde serinletmeyen bir soğuk. Rengi çekilmiş bütün dünyanın… Her şey ağır çekimde hareket ediyor. Sesler anlamsız, harfler anlamsız, rüzgâr anlamsız, oynayan perde anlamsız, kurulan bütün bağlar anlamsız… Derim ceset torbası altında bir kan duvarı; birbirinden habersiz niye çalıştığını bilmeyen organlar. İflas etmek üzere olan bir kalp, benim bedenimde ama gerçek sahibinin hatırına atan bir kalp. Durmaya hazır, yok olmaya hazır. Renksizliğe tahammül edemiyor. Ruh kendi dünyasını istiyor, gerçek alemini. Ne tutabilir ki onu burada ne mutlu edebilir? Bu ne acımasız bir acı. Neyimi kaybettim ben? Boğazım düğümleniyor.
Neyi bahane etsem bu acıyı yok etmek için, neyden çıkarsam acısını? Yakınlarımdan mı çıkarsam, arkadaşlarımdan mı ya da âşık olup her şey oymuş gibi bütün sıkıntımı saçma sapan bahanelerle sevdiğimden mi çıkarsam… Bağırsam, çağırsam, ağlasam hepsinin bahaneleri hazır olurdu. İlahlaştırıp sevdiklerimi, alamadığım gönül huzuru için debelenip dursam. Unutmuş olarak sancımın gerçek sebebini yaptığım küçük putlarla bir neşelenir bir kararırdı dünyam. Böylece oyalanırdım. Her şey mükemmel olduğunda mutlu olacağıma inanırdım. Vitrindeki kırmızı ayakkabıları aldığımda, işimde zirve yaptığımda, çok beğendiğim adam beni sevdiğinde, ailem beni takdir ettiğinde, insanlar bana imrendiğinde de de de… Tabi nereye kadar götürürdü bu anlık hazlar bilmiyorum… Gerçek mutluluğu bulamadıkça kölesi mi olurdum acaba?
Kırmızı ayakkabılarımla renklendiremediğim gri dünyamın fakına ne zaman varırdım bilmiyorum? Ama eninde sonunda varırdım; ya her şeyin mükemmel olduğunu sandığım zamanlarda ruhum bu bayağı mükemmelliği fark eder ve tarif edilmez acım ortaya çıkardı ya da her şey berbat gidip dibe vurduğumda, putlarım bir bir yıkıldığında fark ederdim. Çünkü onların artık bir darbeyle parçalanıp gideceğini, gözümde büyütmemeyi öğrenirdim ve içine düştüğüm boşluk geri gelirdi. Sancılar yeniden başlardı. Evrimciler asıl bunu açıklamalı; savaşanın ve güçlü olanın hayatta kalacağına inandıkları bu dünyada savaşıp da her şeyi elde eden insanların mutsuzluğunu, ruhunun çöküşünü ve hatta intiharını. Her şeyi olan bir insanın neden her şeyinden vazgeçtiğini anlatmalılar. Her şeyi varken yok eden bu acının sebebi neydi? Neydi kalabalık bir cadde içinde yürürken, birçok gidecek yer varken hiçbir yer kalmamış gibi öylece sokak ortasında donmana sebep olan? Ruhunu yitirdi madde ve şimdi kâinat bir çöp yığını; nefsim memnun bu çöplükten, ruhum imdat çığlığında… Ruhum, evet, ruhum, peki, onun derdi neydi?
Sorup sorgulamış, aramış ve bulmuş olan rahmetli Şair Erdem Bayazıt’ın “Bulmak” şiirindeki mısralarıyla anlattıkları bütün sorulara cevap oluyordu aslında;
Bir an kayboldun gibi! Yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya Peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Evet. Ben gerçekte neyi sevdiğimi unuttum. Ne için yaşadığımı, ne için var edildiğimi unuttum. Ne için mücadele ettiğimi… Her hücrem Sen diye zikrederken, kalbim Sen diye atarken nefsime uyup zulmettim kendime, kıvrandırdım ruhumu… Küçücük kapların, küçücük bir dünyanın içine sıkıştırmak istedim onu. O öteler diye haykırırken, Sana varmasın diye engeller çıkardım; küçük oyunlar oluşturup başrolü oynadım, oynamaya çalıştım. Olmadı, olmazdı da zaten… Çünkü ben Seni özledim. Sensizliğin hasretiyle kıvranırken hırslarıma sarıldım. Tanımlayamadım derdimi… Kendi nefsimle, haset dolu gönüllerin oyunlarıyla oyalandım. Oysaki ben Senle vardım. Sende vardım… Gerisi yokluktu. Kendimden geçercesine sevmeye ihtiyacım var Seni. Sevdiğimi hatırlamaya ihtiyacım var. Her şeyde Senin olduğunu görmeye, kendimi Senin rüzgârına bırakmaya ihtiyacım var. Uyuşturup ucuz nedenlere takılan aklımı, sadece gönlümle sevmek istiyorum Seni… Ruhumu boğan bu madde yığını Senin manevi cereyanınla yok olsun. Hiçbir şey, hiç kimse kalmasın aramızda… Bütün madde, kâinat anlama bürünsün. Her an seninle dolsun ki canım sıkılıyor demek gafletim olsun. Gafletle baktığım renksizlikten sıyrılıp rengini bulsun âlem; dört bir yanı nurun ve rahmetin sarsın… Ve ruhum artık nefes alsın…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

