Spor; bedensel, ruhsal ve zihinsel bir aktivitedir: İçinde görsellik, ritim ve estetik olan bir aktivite.
İşlevsel olarak ele alındığında ise bedeni, zihni, duyguları denetmeyi ve yönetmeyi içerir. Başka bir deyişle spor; bir terbiye ve disiplin sistemidir.
Gençlik için ise beden, kişilik, zihin ve duygu gelişiminde çok iyi bir araçtır. Enerjinin doğru kullanımı, zihinsel süreçlerde hızlanma, iskelet ve kas gelişiminde düzgünlük ve güçlülük, duygularda kontrol gibi çok önemli kazanımlarda doğrudan etkilidir. Kısacası genç beyinler için çok önemli işlevsel bir gelişim ve eğitim enstrümanıdır.
Spor bir yarıştır. Rekabetin doğru yaşandığı, sporcunun sınırlarını tanıdığı ve kendini aşması yönünde isteyerek çaba harcayabileceği bir yarıştır. Sosyal etkileşimin yoğun olduğu bir yaşantıdır. Hem sporu yapan hem de sporu takip eden için de keyif sürecidir aslında. Kazanmak ve kaybetmek doğasında vardır ve herkes buna göre davranır. Kazanan sevinir, sevincini paylaşır. Kaybeden üzülür ve teselliyi yandaşlarında bulur. Ancak hep bir doyum vardır. Elinden geleni yapmanın huzurudur bu. Sonrası yeni hedefler, yeni yarışmalar…
Yukarıda bahsedilenler hepimizin zaman zaman duyduğu amatör ruhun tanımıdır. Beklentiler ve davranışlar bu ruha göre şekillenir. Bu, sporun ve spor ile ilgili herkesin ruhudur, özüdür.
TARAF OLMAK VE TARAFTARLIK
Futbol basit olduğu kadar etkileyici bir oyundur. Her an her sürprize açık olması da albenisini artıran, heyecanı sürekli canlı tutan en önemli yönüdür. Bir de buna rekabete dayalı bir şov olması eklenince -ki bu yönü devinimini kaybetmemesini sağlar- çabucak bir tutku haline dönüşür.
Yapısı itibariyle maskülen bir oyundur. Atletik ve güçlü olmak avantajdır. Hırslıdır futbol. Zorluk dinlemez. Karda, yağmurda, çamurda, soğukta, sıcakta her türlü koşulda oynanır. Biraz da serttir. Belki de bu yüzden ortaya çıkışından beri kadınların pek ilgisini çekmemiştir. Buradan çıkan sonuç, taraftarların daha doğrusu futbolu sürekli izleyen grubun daha çok erkek olduğudur. Erkeklerin yoğun olarak takip ettiği bir şey de sonuç olarak onların beklediği ve istediği gibi şekillenmiştir. Her şeye rağmen son yıllarda bayanlar da futbol sahalarında sıkça görünür olmuşlardır. Bunda kadın duyarlılığının tırmanan şiddet olaylarına bir kalkan olmasını amaçlayan politikalar ve üst düzey futbolcuların ve takımların medya, moda ve reklam yıldızı olarak lanse ediliyor olmalarının büyük rolü vardır.
FUTBOL İZLEYİCİSİ NE ZAMAN TARAFTAR OLUR?
İzlediği takımı içselleştirmiş, bünyesine katmış olduğu zaman izleyici taraftar olmuştur artık. Aidiyet duygusu ile artıları ve eksileri ile beraber, kazandığında ya da kaybettiğinde sevmeye ve desteklemeye devam ettiği zaman izleyici değil artık taraftardır futbolsever.
Taraftar olmayı biraz da öğreniriz aslında. Yaşadığımız mahallenin takımını tutarız önce, çünkü biz de o da oraya ait bir şeylerizdir. Özdeşleşiriz. Okul takımını seyretmeye gidip de rakip okulu destekleyenini gördüğünüzü tahmin etmiyorum. Hepimiz bir kere Milli Takımı tutarız. Kimi zaman kendimizi gezegen üzerinde ait hissettiğimiz en geniş sosyal grup olduğu için, kimi zaman da gelen soruya genelleştirilmiş bir cevap adına. Hepsinde de bir aidiyet duygusu temeli vardır. Sorgulamayız bile; kendimizden olduğunu hissettiğimiz, bildiğimiz için tutarız.
Çocuklukta öğretilir hangi takımı tutmamız gerektiği, hatta doğar doğmaz fanatik ilan ediliriz. Azıcık kafamız karışsa cevap hazırdır, “Beşiktaşlı babanın Beşiktaşlı oğlu olur.” diye. Bu dönemde kızlara dokunmazlar pek, futbol erkek sporu ya. Bazen bu yükleme tutmaz, çocuk baba ile özdeşim modelini kuramadığında babasından farklı olduğu mesajını başka takımı tutarak hatta ezeli rakibi tutarak verir.
Bazı babalar da futbolla bu kadar ilgilenmez. Onlar kimliklerini tuttukları takıma yatırmamışlardır. Çocukları da onlarla paylaşım adına futbolu önerdiklerinde keyif almazlar ve belli ederler. Bu durumda babadan farklı kimlik tanımlamasını taraftarlıkla beslemeye zemin hazırlar.
Hele bizim ülkemizde çocuklarla ya da gençlerle ilişki kurmada veya başlatmada “Dersler nasıl gidiyor?” sorusu ile at başı gider hangi takımı tuttuğunu sormak.
Kendimizi bir yere ait hissetmemiz gerektiği yaşlarda hangi takımı tutacağımızı bazen de kendimiz seçeriz. Renkleri hoşumuza gider önce, sonra da başka özellikleri. Kendimize yakın bulduğumuz, özdeşleşebildiğimiz özellikleri, bir şeyleri cezbeder bizi.
Taraftarım diyen insanlara baktığımızda belki hepsi aynı takımı tutar ama nedenleri değişiktir. O takımın kendileri için taşıdığı anlamdır farkı oluşturan. Kendi kişiliklerinde doldurduğu yerdir belki de farkın kendisi.
Kimi, tarihindeki eşsiz başarıları için tutar ve onunla gurur duyar. Kendi de sahiplenir o geçmişi ve dolayısıyla kendisi ile de gurur duyar. Kimi popülaritesi için tutar kendisi de o popülarite ile özdeşir. Kimi sadakat ister: Bir söylem duyar “Pazara kadar değil mezara kadar.” diye. Hoşuna gider etkilenir ve “Aradığım işte bu!” der.
Kimi zayıfın yanındadır kimi güçlünün. Bunu da tuttuğu takımla gösterir. Kısacası ne nedenle takım tutarsa tutsun bir gencin kafasındaki kimliği somutlamasıdır. Bunu dillendirmekte başkalarına aslında kendisinin ne olduğunu gösterme çabasıdır. Güçlü mü, sadık mı, renkli mi, muhafazakâr mı olduğunun mesajını vermektir genç insanlar için.
TEK HARFTE MUAZZAM FARK; SORUMLU TARAFTAR SORUNLU TARAFTAR
“Sorunlu taraftar” şuursuzca takım tutar. Çok sever belki ama yanlış sever. Onun için spor, öfkesini kanalize edebileceği sıradan bir ortam halini alır. Kişiliğindeki yanlışlıkları da taşır oraya. Bir yerde bunlara “spor magandaları” demek de yanlış olmaz hani. Tuttukları takımı hayatlarının merkezine oturturlar. Futbol haricinde konuşacak çok fazla konuları yoktur ve son derece taraflıdırlar. Objektif kriterleri hiçe sayarlar. Futbolun bir spor olduğunu da unuturlar. Taraftarlıklarını yaşam biçimi haline getirirler. Tuttukları takımın elemi ile dertlenir, neşesi ile coşarlar. Oyuncuların özel hayatları, form ve sakatlık durumları bile onlar için çok önemlidir. Başkalarından daha büyük taraftar olduklarını göstermedeki malzemeleridir. Aşırı fanatikler ya da holiganlar daha çok bunlar arasından çıkar. Birçoğu klinik derecede anlamlı vaka haline dönüşebilir. Bilinçli spor izleyicisi olmadıklarından her an sorun çıkarmaya müsait, alıngan tiplerdir. Bilinçli izleyicinin aksine davranırlar.
“Sorumlu taraftar (bilinçli izleyici)” takım tutmayı bir iletişim biçimi olarak kullanır. Günlük hayatlarındaki akış içerisinde bir renktir takım tutmak. Arkadaşını kızdırmak, gülmek, şakalaşmak için iyi bir gerekçedir. Böyle bir taraftarlık anlayışı “gevşeme-rahatlama terapisi” yerine geçer. Ruhu terbiye eder. Olumsuzluklara karşı insanın toleransını yükseltir.
FANATİZM DEDİKLERİ!
Fanatizm sadece spora ve özellikle futbola özgü değildir. Hayatın her alanında görülebilir. Temelinde marjinalite, abartı ve ölçüsüzlük vardır. Bu özellikleri nedeniyle de gençler açısından fanatizm cazip bir pastadır. Çünkü gençler de duygu ve düşüncelerini uç noktalarda yaşamayı severler. Hayalleri hedefleri olur. Kazanmayı çok ister, kaybetmeye tepki gösterirler. Arzuları tutkuludur.
Fanatiklerin çoğu gençlerdir zaten, tuttukları takımın renklerini, kimliklerini, arkadaş çevrelerini, alışveriş yaptıkları yerleri, yaşam standartlarını fanatiklik derecelerine göre belirlerler, yani o renklere başka ve yüce anlamlar yüklerler. Hayatı takımlarının renklerinden ibaret görür, futbolu ise hayatlarının merkezine koyarlar. Sevdikleri renkler için her şeyi yapmayı göze alırlar. Bunu bir tutku, yeri geldiğinde de savaş olarak görürler.
Tam burada, temelde yatan abartı ve ölçüsüzlük öne çıkıyor ve hayatı belirleyen unsura duyulan sevgi, gösterilen ilgi fanatizm adını alıyor.
Günümüzde birçok bilim adamı fanatizmin insan beyninin bir eğilimi olduğunu öne sürmekte. Üstelik bunun sadece spora ya da cinslere özgü olmadığını da gösteren örnekler göstermekte.
Bu fikri savunan bilim adamlarına göre; insan beyninde fanatizme yatkınlık geni vardır. Bütün fanatikleri yok etseniz bile, bir kuşak sonra yeni fanatikler çıkar. Fanatizm futbolda, sanatta, bilimde, müzikte, politikada olabilir. Her alanda fanatizm vardır. Fanatik olma türünü kişi kültürel olarak öğrenir; ama bazı kişilerde fanatik olma eğilimi fazladır.
FANATİZMDEN HOLİGANİZME GİDEN YOL
Fanatizm, sevgide ölçüsüz olduğu gibi nefrette de ölçü tanımamaktadır. Bu yüzden fanatizm sağlıklı bir ruhsal durum değildir. İnsan, fanatizminin dozunu ayarlayamazsa istenmeyen durumlar olabilir. Şiddet unsuru kurmadan fanatizmi ifade etmenin yolunu bulmak gerekmektedir. Ölçüsüzlük ve şiddet buluştuklarında ise sonuç hüzün, ismi ise “Holiganizm” olur.
Holiganizm, en çok bilindiği şekli ile bir tür bağımlılığın ve alternatifsizliğin kolayca şiddete dökülebilen halini simgeler.
Sporla şiddet arasında olumlu veya olumsuz ilişki vardır. Buradan hareketle 1980’lerden itibaren insanlardaki saldırganlık eğiliminin sporda, özellikle futbolda ifade bulması, İngiltere’deki holiganların çıkardıkları gibi sosyal şiddet olaylarına dönüştü. Yaşanan aslında sürü psikolojisi ile yarı organize ve beklendik bir şiddet gösterisiydi. Uluslararası turnuvalar ile de giderek ülkeler arası bir durum halini bile aldı. 90’lara gelindiğinde ise holiganizm futboldan daha çok konuşulur hale gelmişti artık. Bu da insanları yaklaşık seksen yıl sonra yeniden tribünlerden çekilmeye zorluyordu. Beklenenin aksine bu kez futbol, albenisini ve çekiciliğini yitirmedi. Futbol seyrini daha zevkli kılma adına alınan kurallarla ilgili yeni kararlar ve televizyon, futbolu izlenilir kılmaya yetti. Özellikle yeni kurallar saha içindeki ve tribünlerdeki şiddet unsurlarına yönelikti. Ayrıca futboldaki şiddet unsurunun azaltılması ile ilgili politikalar gençleri ve bayanları da futbolun içine çekmeye yaradı.
SPORDA ŞİDDETLE MÜCADELE
Futbolu yönetenler sadece şiddeti engellemeye yönelik politikalarla uğraşmadılar tabi ki. Bunu bir gün televizyon izlerken daha iyi anladım: Ünlü Fransız futbol adamı Michael Platini’nin konuk olduğu bir programdı. Konu ise holiganizm. Dünya üzerinde holiganizmi nasıl yendiklerini anlatıyordu. Ülkemizdeki uygulamalara ışık tutması amacıyla o konuşmadan çıkarımlarımı paylaşmak isterim.
Fanatizmle mücadelede günlük politikaların ya da cezalandırmanın yeterli olmadığı aşikârdır. Bizim de öncelikle holiganizm ile savaşta galip gelenler gibi neyle karşı karşıya olduğumuzun detaylı bir portresini çıkarmamız gerekir. Çünkü sadece genel perspektiften bakmak kısır ve verimsiz bir anlayıştır. Örneğin birçok kişinin söylediğinin aksine, aşırı fanatik ya da holigan olarak tanımlayabileceğimiz gruplar varoşların fakir, öfkeli ve eğitimsiz gençlerinden oluşmamaktadır. Aralarında maddi kaygıları olmayan zengin ailelerin çocukları, eğitim seviyesi yüksek insanlar da vardır. Şüphesiz ki öfkenin şiddete dönüşmesinde sosyoekonomik yetersizlikler ve eğitimsizlik çok önemli rol oynamaktadır. Bunun yanında herkesin farkında olduğu bir başka önemli etken de şiddete yatkın kişilik özellikleridir. Bunlara örnek olarak antisosyal (psikopat), narsistik (özsever) ve border-line (sınır) kişilikler öne çıkmaktadır.
Antisosyal (Psikopat) Kişilikler: Bunlar suça çok yatkındır. Döner bıçağı gibi türden aletler ile gelenler daha çok bu kişilerdir. Bunlar toplumsal normlara saygısı olmayan, küfür eden, yalan söyleyen, kuralları sevmeyen, jiletle kendisini kesen, başkalarına saygı-sevgi beslemeyen, acıma duygusundan yoksun kişilerdir.
Narsistik (Özsever) Kişilikler: Bunlar daha çok maganda olmaya eğilimli, kalite meraklısı, herkesi küçük gören, eleştiriye tahammül edemeyen kişilerdir. Takımlarına yönelik en ufak eleştiriye tahammülleri yoktur ancak en olumsuz eleştirileri de kendileri getirirler.
Border-Line (Sınırda) Kişilikler: En büyük özellikleri tutarsız olmalarıdır. Bir gün takımlarını göklere çıkartırlar, bir gün yerin dibine batırırlar. Sevgileri de nefretleri de hep uçtadır. Bu kişiler de şiddete yatkındırlar. Dürtülerini kontrol edemedikleri için küfür ve yasa dışı eylemlere çok başvururlar. En gürültücü taraftarlar daha çok bu gruptandır.
Ayrıca, rekabetin olduğu yerde hırs vardır, hırsın olduğu yerde de şiddet kolayca ortaya çıkmaktadır. Sporun da bir rekabet ortamı olduğunu düşünürsek şiddetle ilişkisini de basitçe anlatmış oluruz. Hele hırsla gençliği bir araya getirdiğinizde diğer bir çıkarım da fanatizm olarak karşımıza çıkar. İnsanların gençliğin bir getirisi olarak fanatik eğilimler göstermesi doğaldır. Doğal olmayan ise holigan gruplar içinde lider pozisyonda olanların yetişkin yaşlarda olmaları ve fanatik eğilim göstermeleridir.
Doğal olmamasını şu gerekçe ile açıklayabiliriz:
Fanatizm, gençlikte doğal bir kural olarak işlerlik gösterirken yetişkin hayatta bir istisnadır. Otuzlu yaşlarla birlikte azalması gerekir. Eğer bu yaşlardan sonra fanatik eğilimler devam ediyorsa bırakın spor sahalarındakilerin dikkatli olmasını, bu kişilerin en yakınındakilerin dahi dikkat etmesi gerekir. Çünkü fanatizm “Hem fanatizmimi hem de hayatımı yaşarım.” diyebilecek kadar basit ve masum bir olgu değildir. Rehabilite edilmesi ve doğru yönlendirilmesi gerekir.
Gündelik hayatında yeterli tatmini elde etmediğini düşünen bir taraftar, tuttuğu takıma bir kimlik atfı yükler ve kendisi gibi düşünen başkaları ile bir araya geldiğinde anneye babaya, ekonomiye, devlete, kısaca otoriteye olan öfkesini, en zararsız gördüğü ortam olan spor alanlarına yansıtır. Bağırır çağırır ve rahatladığını düşünür. Bunu da dirençle savunur. Fakat öfke öyle tatlı bir duygudur ki ifade ettikçe azalacak yerde alışkanlık haline gelir. Takımı ile ilişkilerde “ben” değil biz diye hareket eden bir fanatik, yenilgiyi yaşam sebebinin ortadan kalkması gibi algılar. Ya depresyona girer ya da düşmanca duyguları ile suç işler.
Saldırganlık eğilimlerinin güçlenmesinde öğrenmenin büyük rolü vardır. Saldırganlık eğilimindeki taraftarlar virüs girmiş network ağına benzerler. Virüsün negatif aktarımını bütün ağa yayarlar. Engellenmeye çalışıldığında ya da beslendiğinde artarlar. Asıl olan önlemek ve kontrol altında tutabilmektir. Bunun için de negatif aktarımı pozitife çevirecek yeni yazılımları bulmak ve negatif aktarımdan korunacak önlemleri almak gereğidir. İşte başarıdaki detay da burada gizlidir. Eğer şiddet öğrenilebiliyorsa şiddeti önleme ya da kontrol etme de öğrenilebilir. Fanatizm, kurallar, sistemler ve istatistiklerle ilgili yaygın eğitim amaçları kullanılarak daha çok bağırmadan daha çok bilmeye yönlendirilebilir.
Sonuç olarak ortaya çıkan, spordaki şiddetin politik, sosyokültürel, eğitimsel, gelişimsel ve iletişime dayalı biçimde disipline edilmesinden ve spor etiğine dayanan bir yapı haline getirilerek engellenmesinden geçmektedir. Toplumun tabanına yayılmış; politikacısı, spor yöneticisi, kulüp yöneticisi, eğitimciler, sosyologlar, psikologlar, spor yorumcuları, sporcular, öğretmenler, anne babalar ve medyadan oluşan geniş bir koalisyonun senkronize çalışmasıdır.
Kısacası spor etiği içinde herkesin üzerine düşeni yapması zorunluluğu vardır. En basit anlatımla;
– Sporu yönetenlerin objektif olarak ve spor etiğini her şeyin üzerinde tutarak disiplinli ve tutarlı kural uygulamaları ile yönetmeleri,
– Okullarda beden eğitimi derslerinin daha işlevsel hale getirilerek, top oynanan uzun teneffüsler olmaktan çıkarılması, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi eğitimin örgün yapısı içinde spor burslarının yaygınlaştırılması,
– Globalleşen dünyada spor müsabakalarının ülke vizyonunun sahnesi olduğu bilincinden hareketle spor ile ilgili yasaların itina ile düzenlenmesi,
– Medyanın sadece eleştiren ya da reyting uğruna hararetli tartışmaların yapıldığı bir yapıdan uzaklaşarak yaygın eğitime katkı olacak projelere de yer vermesi,
– Anne babaların gelecek kaygısıyla çocuklarına sadece akademik eğitim pompalamak yerine, onları küçük yaşlardan itibaren sporla tanıştırarak sağlıklı rekabet ortamında kendilerini tanıma ve kontrol etme becerilerine daha motive olmuş ve donanımlı bir şekilde ulaşmalarını sağlamaları,
– Bilim adamlarının sporun bireysel ve toplumsal katkılarını daha aktif çalışmalarla ortaya koymaları,
– Sporcuların ise bu işin uygulayıcıları ve vitrini olarak fair play ilkelerini mutlaka gözetmeleri ve buna göre oynamaları gibi genel bir çerçeve çıkarabiliriz.
Ayrıca bu çevrenin bir şekilde ülkemizde yaygınlaşmaya başladığını da görmek, bir sporsever özellikle futbol sever olarak mutluluk vericidir.
Unutmayalım ki; “Spor, Dostluk ve Kardeşliktir…”
LÜTFEN!!!
Genciz Biz, Uzm. Psk. Orhan Gümüşel, Timaş Yayınları
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

