Yeni Türk Dış Politikası ve Afrika açılımı / Prof. Dr. Ahmet Kavas

Afrika Türkiye için neden önemli bir yere sahip?

Afrika, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü tüm imkânları dolayısıyla kıta dışından her ülke gibi Türkiye için de çok önemlidir. Fakat her bir kıta ile irtibata geçmek ve onu sürdürebilmek de karşıdaki ülkenin imkânlarına bağlıdır. Geçmişte Osmanlılar bu kıta üzerinde etki kurabilecek imkânları elde ettiler, donanmalar hazırladılar, on binlerce gencini sömürgeciliği önlemek için seferber ettiler. Eğer bugün Türkiye Afrika’ya ilgi duymazsa bunun acısını en fazla iki nesil sonra çok acı şekilde öderiz. Müslüman kıtanın nasıl Hristiyanlaştırıldığını, zengin kaynaklarının dışarıdan gelen ülkelerce tamamen istila edilip oraya gelip etkinlik kuramayan ülkelere çok aşırı fiyatlarla satıldığını öğrendikçe nefretleri artıyor. Bugün atalarımızın yadigârı Sevâkin adasında taş taş üzerinde bırakılmamış oradaki iki tarihi binayı yeniden ayağa kaldırdık diye sömürge kalıntısı devletler ne kadar kin ve nefretlerini kustular. Afrika elbette ki Türkiye için önemli, Türkiye de Afrika için çok daha önemli, bunu zaman gösterecek.

Ecdadımız tüm güçlüklere rağmen Afrika’ya da gitmişler. Uzak dememişler… Bu bölge ecdadımıza uzak gelmemişken, yüzyıllar öncesine uzanan bağlarımız olmasına rağmen Afrika pek çok anlamda uzak bir bölge olarak algılanıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Öncelikle Afrika kelimesi bizim için 20. yüzyıla kadar Mısır kadar yakın gelmiyordu, Garp Ocakları deyince içimizde bir şeylerin hareketlendiğini hissederdik. Büyük Sahra deyince, Fizan deyince tarihimiz bir anda cisme bürünür ufukta bizi bekliyor gibi olurdu. Bize sömürgecilerin koyduğu isimler sıcak gelmedi. Kıta insanları da sevmedi o isimlendirmeleri. Yukarı Volta adı tutmadı, Burkina Faso oldu. Çad’ın başkenti Fort Lamy sıcak gelmedi o insanlara Encemine dediler. Fransız Batı Afrikası yerine Mali, Senegal, Gine tercih edildi. Afrika adı bizim için Habeş kadar, Sudan, Zengibar kadar edebiyatımıza işlemedi. Fizan çölleri bile atasözlerine konu oldu. Bildiğimiz coğrafya Afrika kelimesinin ardında balta girmemiş ormanlar, uçsuz bucaksız çöller, daha nice bilinmezlere büründü. Kısaca “ne işimiz var Afrika’da” adeta atasözü olacak kadar dillerimizde yer etti. Ama şimdi her muhitine uğradığımız ülkelerde yine sömürgeci zihniyetin ektiği fitne tohumları gördüğün her açık tenli insandan korkulması ön yargısı onları da ürkütecek boyuta ulaştı. Alacak çok mesafemiz var, henüz kafamızda adına kısaca “Afrikalı” dediğimiz insanları bağrına basacak kişilerin sayısını artırmamız gerekiyor. Değil 50 yıl, 25 yıl öncesine göre çok iyi durumdayız, hepimizin insan olduğumuzu herkese kuracağımız kardeşlik bağlarıyla ispat etmek durumundayız.

Türkiye savunmacı dış politika refleksinin yerine Afrika’nın da içinde olduğu pek çok yerde açılımlar yapmaya başladı. Dış politikamıza ait projeksiyonlar açısından değerlendirir misiniz? Türkiye’nin Afrika’daki açılımı bölgemizdeki dengelerde ne gibi değişikliklere yol açabilir?

Tam 30 yıl önce Afrika konularında araştırma yapmak yerine genç akademisyenlerimiz, diplomatlarımız, gazetecilerimiz Habeş, Sahra, Tunus, Mısır, Libya ve Cezayir ülkeleri üzerine sınırlı eserler vermişlerdi. Uzmanlık sanki hiç mümkün değilmiş gibi bir durumdu. Dış siyasetimizde Afrika bir bütün olarak 2005 yılında ciddi anlamda gündemimize girdi. Henüz 12 yıllık bir süreç. Ama sefaret sayımız 12’den 40’a yükseldi. Bugün tüm dünya ülkesinde toplam 40 büyükelçisi olan kaç ülke var. Biz sadece Afrika’da açmışız. Ankara’da 2000’li yılların başında Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan dışında sefareti olan Güney Afrika vardı. Bugün Afrika ülkeleri için de Ankara’da sefaret açmak bir zaruret halini aldı. Bazı üniversitelerimizde toplam sayısı iki elin parmağını geçmeyen Afrikalı öğrenci vardı. Bugün binlerce Afrikalı öğrenciden bahsediyoruz. Genç Afrikalı diplomatlar Ankara’da eğitim alıyorlar. Kıta üzerinde çok büyük adaletsizlikler var. Çin bir taraftan Doğu Türkistan’a kan kustururken, Afrika’da adeta eski sömürgecilerin tahribatını gideren, insanlık adına her türlü katkıyı sağlayan ülke olarak kendini takdim ediyor. Çin aldığı her mesafe gelecek için Afrikalılara büyük sıkıntılar çıkaracak. Avrupa’nın eski sömürgecileri Çin’in bu etkinliğinden her ne kadar medya üzerinden veryansın etseler de aslında perdenin arkasında birlikte çalışmak için işbirliğinden kaçmıyorlar. Afrikalıların uyanması lazım. Kaynaklarını üç günlük dünya menfaatine, iktidar hırsına feda etmemeleri gerekiyor. Herkes Afrika’ya muhtaç, Afrika kimseye muhtaç değil aslında. Türkiye bu noktada Afrika’nın yanında durmalı, kıta ülkelerini uluslararası toplantılarda ezdirmemeli, Libya ve Somali örneğinde olduğu gibi daima etkin olmalı. Yoksa kıtayı yutmak isteyenler sağlam iradeli Türkiye’den dün çok çektiler, yarınlar için de aynı korkuya kapılmaları gerekmektedir.

Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın son Afrika ziyaretlerini nasıl okumak gerekli ve yaptığı konuşmalarda ne mesaj verdi? Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkileri canlandırması için neler yapılmalı?

Bu gezi ilk defa çok yankı uyandırdı. Sudan, adeta ikinci vatanımıza gitmişiz gibi karşıladı. Çad çok kısa süreli ziyareti adeta yüzyıl önce kuzeyinde 100 kadar Osmanlı askerinin sömürgeci Fransız askerlerini durdurdukları seneleri hafızalarda canlandırdı. Türk Cumhurbaşkanının Afrika gezisi ne Çin, ne Alman, ne Rus hiçbir devlet başkanının gezisine benzemedi. Kurulan bu ikili diplomatik bağların sağlamlığı hayatın tüm alanlarında yankı bulmasına bağlıdır. Avrupalıların, uluslararası kuruluşların Afrika hakkındaki karalayıcı yayınlarını bir tarafa bırakmak gerekir. Büyük projeleri takip edip kıta ülkelerinin elini bir an evvel rahatlatmak gerekir. Zaten bazı firmalarımız, THY, TİKA ve STK’larımız alanı tanıdılar. Gelecek için çok ümitvarız. Aracılar yerine doğrudan temas, buradan ziyade yerinde üretim ve istihdam alanları oluşturmak önemlidir.

Sayın Erdoğan’ın bu denli coşkulu karşılanmasının Türkiye’nin İslam Dünyasındaki yerini değerlendirmek açısından önemi sizce nedir?

Batılı güçler kurdukları tuzak örgütlerle onlarca ülkede istikrarı bozdular. Onlarca milyon Müslüman sürgün, yüz binlercesi acımasızca öldürülüyor. Sesi en gür çıkan ülke Türkiye, eskiden sesi çıksa da kimse duymazdı. Şimdi hem TRT ve Anadolu Ajansı, hem de el-Cezire gibi kanallar Türkiye’nin Afganistan, Bosna, Myanmar, Irak ve Suriye’de ne kadar cefakâr çalıştığını görmektedir. İster istemez Cumhurbaşkanımız onların gözünde bir kahraman, son yüzyılda bir türlü cesur ses beklentisinin temsilcisi olarak görüyorlar. Müslümanların dertleriyle sadece kendisi ilgilenmiyor, tüm resmi ve sivil kurumları seferber ediyor. Bunlar Afrika’nın, Asya’nın en zor noktalarındaki ihtiyaç sahiplerine ulaşıyor.

Türkiye 100 yıl sonra Sevâkin adasına dönüş yaptı. Türkiye için Sudan’daki Sevâkin adasının önemine değinir misiniz? Ziyaret sonrasında bölgeden ve dünyadan nasıl geri dönüşler oldu?

Sevâkin, küçük bir ada, Kızıldeniz’e açılan bir koyun dibinde 30 dönümlük adeta yapaymış gibi bir adacık. Osmanlı denizcileri burayı her türlü saldırıya karşı çok korunaklı olduğu için Kanuni Sultan Süleyman zamanında kurulan Habeş eyaletinin merkez sancağı yaptılar. Bazen Eritre’deki Masava adası ile eyalet merkezlikleri değişti. Burası Osmanlılar için Kızıldeniz havzasına eski tabirle tebelleş, yani musallat olan başta Portekiz, İngilizler, Fransızlar ve Hollandalıları daha sonra İtalyanları Cidde karşısında bir mevki olan Sevâkin’den uzak tutmak istediler. Eğer buraya güçlü şekilde yerleşselerdi Hicaz’ın güvenliği ciddi şekilde tehlike hattına girer ve birçok defa saldırıya uğrardı. 1517’de Cidde açıklarında gemilerini demirleyen Portekiz donanmasını bölgenin hâkimi konumundaki Memlûkler önleyemeyince Yavuz Sultan Selim bunu kolayca başardı ve Kızıldeniz’deki tehlikeyi bertaraf etti. Bunu kalıcı hale getiren ise oğlu Kanuni Sultan Süleyman oldu. Cumhurbaşkanımız adayı görünce buranın derhal geçmişteki ihtişamlı günlerini aratmayacak şekilde ayağa kaldırılması için ne gerekiyorsa yapılacağını söyledi. Hem Hicaz’a gidecek umreciler için güvenli bir liman, hem de bölge insanlarına gelir getirecek turizm yatırımlarına açılması için gerekli talimatlarını verdi. Bu ziyaretten en fazla rahatsız olanlar yıllardır Sudan’ın çektiği sıkıntılara seyirci kalan komşuları oldu. Adeta orada askeri tesis kurulup kendi güvenlikleri tehlike hattına gireceklermiş gibi anladılar. Müslüman Müslümana zarar vermez, bilakis faydalı olur, söz konusu Türkiye olunca ise bu iyi niyetlerin gerçekleşmesi mümkün olur.

Afrika uzmanısınız… Afrika’nın sizde uyandırdığı duygu nedir? Afrika’nın geçmişi ve orada yaşanan kültürler itibarıyla insanî açıdan Afrika size neler çağrıştırıyor?

Ben Afrika insanını çok içten ve samimi bulurum. Elinde neyi varsa onu paylaşmak ister. Fakat o kadar zor durumda kalmış ki bazen kendini bile unuttuğu olur. Vefakârlık sadece kelimede değil, yüreklerde yer etmiş. Hep beraber geleceğe yürüyecek dostlar arıyorlar. Allah onlara akıl ve beden sağlığı vermiş, bunları dünyanın gelişmiş imkânları ile birleştirmek lazım. Özellikle de Müslüman olanlar, asla kimseyi arkadan vurmaz. Hain değillerdir. Değerlerine, örf ve adetlerine çok bağlılar. Onlar sömürgecileri örnek almadıklarını onların kıyafetlerini giymeyerek gösterdiler. Afrikalının en sevdiğim tarafı Osmanlı Devleti’nin kendilerine gönderdiği kaftanları imkânlarının elverdiğince kıyafet olarak tutmaları ve bilhassa özel günlerinde mutlaka giymeleridir. Yani onlar sömürgeciliği hiç sevmediler, onlara benzememek için de yerel kıyafetlerini adeta bayraklaştırdılar. Dünkü devlet adamları her gün bir askeri darbe ile hunharca devrilmekten çekindikleri için Avrupalılarla iyi geçiniyor göründüler. Asla karşı oldukları gerçek niyetlerini açığa çıkarmadan ve sabırla bağımsızlık süreçlerini hazırladılar. Yalnızdılar genelde, ama kazandılar. Çünkü onlar asli unsur iken Avrupalı sömürgeciler ise sadece elde edecekleri ganimetlerin peşindeydiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.