Türkiye Eğitim Politikalarının Analizi / Yrd. Doç. Dr. Cem Topsakal

gonul-27-egitim-politikalariEğitim sisteminin temeli öncelikle eğitim politikaları ve sonrasında bu politikaların gereğini okullarda uygulayacak yöneticiler ve öğretmenler. Öncelikle eğitim politikalarımızdan bahsedebilir misiniz? Eğitim politikalarımızın eksik olan yönleri nelerdir? Eğitim politikalarımız dünya standartlarına göre ne seviyede? Politikalarımızı uygulama noktasında eksiklerimiz neler? Eksiklerimizi tamamlama noktasında öncelikle neler yapılmalı?
Türk Eğitim Sistemi’nin yasal dayanaklarına baktığımızda anayasa, eğitimle ilgili yasa, kanun hükmünde kararname, uluslararası antlaşmalar, tüzük, yönetmelik, yönerge, genelgeler ile birlikte kalkınma planları, milli eğitim şuraları, hükümet programları, Avrupa Birliğine uyum programları eğitim politikalarımızı belirler. Eğitim politikalarını devlet politikaları ve hükümet politikaları olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Devlet politikaları daha uzun süreli olurken, hükümet politikaları hükümetten hükümete değişebilmektedir.
Eğitim politikalarımızın eksik yönlerinden ilk göze çarpan, politikalarda istikrar olmaması diyebilirim. Örnek vermek gerekirse, geçen öğretim yılı başında okula başlama yaşı ve ay aralıkları değiştirildi. Çocuklarını birinci sınıfa göndermek istemeyen velilere rapor alma şartı getirildi. Bu yıl vazgeçildi. Şimdi sormak gerekiyor: Ne oldu da ne değişti de değişikliğe gidildi? Milli Eğitim Sistemimiz deneme-yanılma yöntemini kaldıramayacak kadar büyüktür ve bu yöntem pahalı, bizim için lüks, ayrıca zararlıdır. O halde ne yapılmalı idi? Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda önce araştırma yapmalı, eğitimcilerin, velilerin, sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini almalıydı. En doğru seçeneği tespit edip pilot uygulamaya geçmeli, bir yıl boyuca bu uygulamayı takip edip sonunda rapor almalıydı. Raporlarda belirtilen aksaklıkları, eksiklikleri, yanlışlıkları giderip eğer normal uygulamaya geçilmek gerekiyorsa Türkiye geneline uygulanmalı, mümkün değilse vazgeçilmeliydi.
Milli Eğitim Bakanlığı eğitimle ilgili politikalarda çok aceleci olmamalı, çok dikkatli olmalı, bir adım atacağı, bir açıklama yapacağı vakit iki kez düşünmeli. Bu arada danışmanları ve yakınındaki eğitimcilere de iş düşmektedir. Fikrimiz alınsaydı şunu önerirdim: İlkokula başlama yaşı ile uğraşmayalım. Okul öncesi dönem eğitiminin önemini hepimiz biliyoruz. Milli Eğitim Bakanlığı iki-üç sene önce anasınıfını zorunlu hale getirme çalışması başlatmıştı. İlk önce yaklaşık 35 ilde pilot uygulama başlamış, sonra 57 ile çıkarılmıştı. Pilot uygulamada eksiklikler, fazlalıklar görülmüştü. İşte anasınıfı, zorunluluk kapsamına alınsa idi bence çok daha doğru olacaktı. Birkaç yıl içinde sistem kendini yenileyerek oturacaktı.
Bu arada zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılması çok başarılı ve önemli bir eğitim politikasıdır. Bu politika bildiğim kadarıyla devlet politikası haline gelmişti. Birçok Milli Eğitim Şurası kararlarında yer almaktaydı. Ancak yukarıda belirttiğim gibi eğitim sisteminde radikal/köklü karar alıp uygulamak yerine, burada da pilot uygulama yapılsa, ondan sonra asıl uygulamaya geçilse daha doğru olacaktı.
Ben doktora çalışmamda Avrupa Birliği eğitim politikalarını inceledim. Orada çok daha dikkatli, titiz, birçok paydaşın katılımı ile politikaların belirlendiğini, politikaların sık sık değiştirilmediğini, istikrarlı olduğunu, adım adım planlı programlı gidildiğini, sürekli izleme ve değerlendirme yapıldığını gördüm. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde genelde böyle. Bunlar aslında bilimsel olarak bizde de bilinen hususlar; yapılması gereken bilimsel esaslara uygun hareket etmek olacaktır.
Bir de bizde şimdiye kadar 18 kez yapılan Milli Eğitim Şuraları var. Yaklaşık 3-4 yılda bir yapılıyor. Her ne kadar seçim ve davet konusunda eksikleri bulunsa da eğitimle ilgili tüm paydaşları bir araya getirdiği için, bu toplantılarda alınan kararlar bence çok önemli. Bu kararlar hükümeti bağlayıcı değil ama yol gösterici. İşte hükümet, eğitim politikası belirlerken bu kararları öncelemeli. Milli Eğitim Şuraları ile hem karara katılım artıyor hem sorumluluk paylaşılmış oluyor, kararlar daha demokratik oluyor.
Şu an 9. Beş Yıllık Kalkınma Planının sonundayız. 10. Plan yapılacak. Kalkınma Planlarını incelediğimde başlangıçta şöyle deniyor: Şu şu nedenlerle geçen plan dönemindeki hedeflere ulaşılamamıştır. Böyle olmaz, demek ki doğru planlama yapılamamış. Gerçekçi hedefler konulması gerekir.
Ayrıca, siz eğitim sisteminde bir reform/yenilik yapacaksanız, bunun fiziki şartlarının olup olmadığına bakmalısınız. Örneğin, 12 yıllık zorunlu eğitime geçildi. Liseler yeterli mi? Yeni lise binalarına ihtiyaç var mı? Yeterli öğretmeniniz var mı? Veliler buna hazırlıklı mı? Ülkemizin çeşitli bölgelerinde kız çocukları bazı nedenlerle okula gönderilmiyor. Bu nedenler acaba çözüldü mü? Bütün bunlar bir bütün halinde göz önünde bulundurularak eyleme dönüştürülmeli.

ÖĞRETMENLERİN İSTİHDAM SORUNU
Türkiye’de öğretmen sayısı ihtiyacın üzerinde bir rakama ulaştı. Öğretmen enflasyonunun sebepleri nelerdir? Neler yapılması gerekir? Üniversite eğitimi öğretmen olmak için yeterli değil mi? Öğretmen adaylarının KPSS sınavına tabi tutulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öğretmenler bilindiği gibi eğitim fakültelerinde yetişiyor. Her ile üniversite açılma politikası sonucu eğitim fakültelerinin sayısı da arttı. Öğrenci kontenjanları yükseltildi. Öğrencilerin eğitim eşitliği, eğitim hakkı, imkân ve fırsat eşitliği gibi ilkelerden yararlanması açısından olumlu gibi görünmektedir. Ancak çok öğrenci, daha sonra istihdamda sorun yaşayacaktı. Kontenjan olarak, örneğin 2007 yılında ortaöğretim kontenjanları 30, okulöncesi ve sınıf öğretmenliği kontenjanları 40 öğrenci idi. Yüksek Öğretim Kurumu üniversitelerden kontenjan hakkında her yıl görüş istiyordu. Biz branş öğretmenliklerinin yine 30, okulöncesi ve sınıf öğretmenliği kontenjanlarının da 30 olmasını önermiştik. Sonra kontenjan sayıları geldi: Branş öğretmenlikleri 50, okulöncesi ve sınıf öğretmenliği kontenjanları ise 60! YÖK kontenjanları % 50’den fazla arttırmıştı. Bir de üstüne üstlük çeşitli nedenlerle ve gerekçelerle gece bölümleri açıldı. Öğretmen adaylarının sayısı kısa sürede 3-4 katına çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın her yıl öğretmen ihtiyacı ilanı ve öğretmen alımı yaklaşık 40-50 bin civarındadır. Peki, KPSS’ye giren öğretmen adayı sayısı 350 binin üzerindedir. 50 bini atanacak, diğerleri özelde iş bulamayanlar bekleyecek. Kendileri sıkıntıda, aileleri sıkıntıda. Elbette hükümetin tüm mezunları atama imkânı yok, zaten böyle bir vaadi de yok. Öğrenci aslında bu hususları bilerek üniversiteye geliyor, ancak yine de ümit ediyor, atanırım diye.
Siz, askeri okullardan mezun olup atanmayan öğrenci gördünüz mü? Aynı durum emniyet teşkilatı için de geçerli. Neden? Çünkü ihtiyaçları kadar öğrenci alıyor ve mezun olan öğrenci atanacağını biliyor. Bunu Milli Eğitim’e uygulamak çok zor.
Bir başka durum, Fen-Edebiyat Fakültelerine pedagojik formasyon verilmesi. YÖK’ün çeşitli dönemlerdeki kararları gereği, bu fakülte öğrencilerine pedagojik formasyon veriliyor ve KPSS sonucu öğretmen olarak atanıyorlardı. Burada ikili bir sistem doğmuştu. Hem eğitim fakülteleri hem de fen-edebiyat fakülteleri ortaöğretim öğretmeni yetiştiren kurumlar olmuştu. Aslında, eğitim fakültelerinin kuruluş amacı öğretmen yetiştirmek, fen-edebiyat fakültelerinin amacı ise uzman yetiştirmekti. Ancak bir arkadaşımla yaptığımız araştırmada (1), fen-edebiyat öğrencilerinin öğretmen olmak için bu fakültelere geldikleri sonucu ortaya çıktı. Eğitim öğrencileri ile görüşmemizde ise onlar bu durumda haksızlığa uğradıklarını, çünkü kendilerinin fakülteye girerken yaklaşık 24-30 puan daha fazla aldıklarını, önceliğin kendilerinin olduğunu belirtmişlerdir. Bu yıl YÖK, eğitim fakültelerinin ortaöğretim bölümlerinin bazılarını örneğin Türk Dili ve Edebiyatı programını açmadı ve öğrenci almadı. Bu son derece yanlış bir karardır. Yeni nesilde yetenekli öğrencilerin önünü kesmektir.
Ayrıca 4+4+4 sisteminde, 5.sınıf öğretmenleri açıkta kaldı, çünkü 5.sınıf branş sınıfı oldu. Bu öğretmenlerin istihdamı ile iki yıldır sınıf öğretmenliği mezunları çok az atanıyor. Mezun öğrencilerimiz mağdur oluyor.

EĞİTİM FAKÜLTELERİ KONTENJANLARI İHTİYACA GÖRE BELİRLENMELİ
Ciddi bir planlama gerekmektedir. Benim ne kadar nüfusum var? Kaç yaşında? Bu yıl ne kadar öğrencim var? Seneye ne kadar öğrencim okula başlayacak? Ne kadar binaya, sınıfa, öğretmene ihtiyacım olacak? Yıllık, beş yıllık, 10 yıllık geriye ve ileriye doğru planlarım nelerdi, neler olmalı?.. gibi. Bu plan çerçevesinde üniversitelere ihtiyacın iki katı kontenjan verilmeli diye düşünüyorum.
Üniversite eğitiminin öğretmen adayları için yeterli ya da yetersiz olduğunu kesin olarak söylemek kolay değil. Genelde programlar güzel, teorik yeterli, ancak uygulama az. Öğrenciler okul deneyimi ve öğretmenlik uygulaması derslerinde uygulamayı görüyor, ancak yeterli değil. Bunu atanınca adaylığı boyunca aldığı eğitimlerle-derslerle-kurslarla tamamlamaya çalışıyor. Ayrıca öğrenciye kalmış, ilgili öğrenci kendini iyi yetiştiriyor, ilgisiz öğrenci eksik kalıyor. Geçme notu 50, 50 alan öğrenci de mezun oluyor (50’nin diğer kısımlarını bilmeden), 90-100 alıp mezun olanlar da var.
KPSS olmadan önce de sınav vardı. Kosova’da her okul sınavını kendi yapıyor, öğretmeni yeterli bulursa alıyor. Şimdi yaklaşık 400 bin adayın olduğu ve yaklaşık 50 bin öğretmenin atandığı bir ülkede sınav kesinlikle olmalı. Öğretmen yeterlilik alanları 3’e ayrılıyor. %50 branş, %30 eğitim bilimleri ve %20 genel kültür bilgisi ve becerisi. KPSS’de eğitim bilimleri ve genel kültür bilgisi yani %50 soruluyordu. Şimdi branş sorulmaya başlandı, bence doğrusu da budur. Ancak sınav kuralları başta belirlenmeli ve değiştirilmemelidir. Bu yıl son aylarda sınav için bir-iki ders eklendi, öğrenciler tedirgin oldu.
Eğitim-öğretim hayatına başlayan bir öğrenci bilgi-beceri-yatkınlıklarına göre sınıflandırılıp kendisine en uygun alanda eğitim görmesi sağlanmalı. Eğitim sistemimizde bunu ne kadar başarabiliyoruz, bu yöndeki çalışmalarımız neler?
Eğitim sisteminde yöneltme ve yönlendirme konusunda yasal temeller mevcut. Konu hem Milli Eğitim Temel Kanunu’nda, hem de yönergede (2) yer almış. Ben bu yasal düzenlemeleri okudum, gerçekten güzel. Uygulamada çalışmalar var, ancak bu çalışmaların yeterli olduğu söylenemez.
Okullarda rehberlik servisleri ve rehber/öğretmenlerimiz var. Ancak yeterli değil. Bir okula bir-iki rehber öğretmen yetmemektedir. Öncelikle rehber öğretmenlerimizin sayısı arttırılmalı, rehber öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azaltılmalı. Aynı şekilde rehberlik araştırma merkezi elemanlarının sayısı da artmalı ve daha fonksiyonel hale getirilmeli.
Bilim ve Sanat Merkezleri bu konuda önemli bir görevi yerine getirmektedir. Bu merkezlerin sayısı ve kontenjanı arttırılmalıdır.
Öğrenciler daha çok ortaokul son sınıfta ve liselerde yöneltiliyor. Buna göre lise programları önem arz ediyor. Ortaöğretim programlarının çok çeşitli olması güzel. Ancak bu programların güçlendirilmesi gerekir. Mesleki liselerin güçlü olması, mezunlarının yeterli bilgi ve beceri ile donanımlı olması, mezunlarının ara eleman ihtiyacını gidermesi, istihdam olanaklarının artması, bu okullara yönelik olumsuz düşüncenin/zihniyetin değişmesine neden olacaktır. Bu günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir çalışmasının olması sevindirici.
Eğitim sistemimizde üstün yetenekli öğrencilerin seçilmesi ve özel öğrenim görmesi çok önemlidir. Bu konuda yapılan bazı çalışmaların olumlu iken bir kısmının verimsiz olması düşündürücüdür. Ortak çalışma sonucu bu konuda politikaların geliştirilmesi, yeni politikaların oluşturulması ve yeni uygulamalara geçilmesi gerekmektedir.

SINAV SİSTEMİNİN SÜREKLİ DEĞİŞMESİ ÖĞRENCİLERİ TEDİRGİN EDİYOR
Sınav sistemlerinin sürekli değişmesi neyin göstergesi? Maalesef sınav sistemlerimiz neredeyse her yıl değişiyor, sınav sistemi konusunda “aklın yolu bir” diyebileceğimiz bir yöntem yok mu? Sizce ideal olan bir sistem nasıl olmalı ya da sınavsız bir sistem nasıl olur? Verimlilik açısından ilerliyor muyuz, yoksa yerimizde mi sayıyoruz? Öğrencilerimizin ve velilerimizin değişen sistemlerden etkilenişini nasıl okuyorsunuz?
Eğitim programının dört ögesi bulunmaktadır: Hedef, içerik, öğretme-öğrenme süreci ve değerlendirme. Dört öge bir bütündür, biri olmadan yapılan eğitim-öğretim eksik kalacaktır. Ölçme ve değerlendirme tabi olacaktır, bunun çeşitli yolları vardır. Eğitim sistemimizde değerlendirme sonuç odaklı yani sınav sonuçlarına bağlı iken, son yıllarda süreç yani öğrencinin öğrenimleri boyunca yaptıkları-ettikleri de artık değerlendirme içinde yer almaktadır. Bu gelişme de memnuniyet vericidir.
Ancak sizin de belirttiğiniz gibi sınav sisteminin sürekli değişmesi, öğrencileri, velileri tedirgin etmektedir. Her nesil öğrencileri kendilerini “kobay”, “kurban” ve “mağdur” olarak görmektedirler. Örneğin sanal ortamda bu sene son kez yapılan SBS için bazı öğrenciler “SBS mağduru”, bir başkası ise “son SBS kurbanı” diye yazmışlardı.
Yeni yapılan değişiklik ise bir sınav yerine sınavlar şeklindedir, oranlar farklıdır. Altı dersten (Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, İngilizce, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, İnkılap Tarihi) kasım ve nisan aylarında olmak üzere iki merkezî sınav yapılacaktır. Merkezî sınav okulda uygulanan üç klasik sınavın bir tanesinin yerine geçecek ve merkezî sınavın ağırlığı %70 olacaktır. Mesela Türkçe dersinden öğrencinin okulda olduğu iki sınav toplamının %30’u, merkezi sınavın %70’i ile öğrencinin ders geçme notu belirlenecektir. Çok sınav öğrencilerin lehine gibi görünmektedir. Bir sınav bilgisinin her dersten ayrı sınava paylaştırılması olumludur. Ancak bu politikanın pilot uygulaması olmuş mudur? Uygulamada çıkacak sorunlara çözümler hazır mıdır? Bu konuda eğitimcilere danışılmış, sivil toplum kuruluşlarının görüşü alınmış mıdır? Velilere yeteri kadar açıklanmış, veliler tatmin olmuş mudur? Demokrasi diyoruz… Bu karardan en çok etkilenen gruplar olarak öğrencilerin, velilerin görüşleri alınmış mıdır? Ben bu sorulara bir çırpıda olumlu cevap veremiyorum. Bir yıl sonra, okula başlama yaşında ve öğrenci kıyafeti konusunda olduğu gibi, eski sisteme dönülmeyeceğini kim garanti edebilir?
Biraz değişik olmakla birlikte, benzer konuda hocam Prof. Dr. Necmettin Tozlu ve arkadaşlarının 1992 yılında bir çalışması var. “Ortaöğretimde öğrenci başarısının değerlendirilmesi, yükseköğretime geçişte yeni bir model” (3) Burada, o zamanki ÖSS-ÖYS’nin yerine lise 1, 2 ve 3. sınıflarında (o zaman liseler 3 yıldı) yapılacak sınavlarla öğrenci başarısının değerlendirilmesi öneriliyordu. Bu çalışma o dönemin Milli Eğitim Bakanlığı’na da gönderilmişti. Aradan 20 sene geçmiş, bu çalışmaya mülhem bir yeni uygulamaya geçiliyor. Ancak dediğim gibi, yukarıdaki sorulara cevap verildikten ve pilot uygulama yapıldıktan sonra bu uygulamaya geçilmeli.
Öğrenci sayımıza, eğitim sistemimize bakarak şimdilik sınavsız sistemi düşünmek hayal. Avrupa ve ABD gibi Batı ülkelerinin bazılarında bazı okullar ve sınavlar “cehennem” olarak adlandırılır ve oldukça zordur.

ÇOCUKLARIMIZ DERS ARASI KAÇAK OLARAK ÇOCUKLUĞUNU YAŞAMAYA ÇALIŞIYOR
Son değişiklikle ortaöğretim öğrencileri tek merkezî sınav yerine, temel derslerden birçok merkezî sınavla liselere giriş yapacak. Başarıyı objektif ölçme açısından temel derslerden birçok merkezî sınav doğru görünüyor ama öğrencinin sınav stresi açısından bakıldığında daha yeni filizlenen çiçeklerimizi olumsuz mu etkiliyoruz? Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, hayatımız sınav. Çocuk, çocukluğunu yaşayamıyor, biz bırakmıyoruz, sistem bırakmıyor. Sonra iletişim kuramcısı Amerikalı Neil Postman buna “çocukluğun yokoluşu” (4) diyor. Çocuklarımız ders arası, dershane arası sanki kaçak olarak çocukluğunu yaşamaya çalışıyor. Ben de “çocukluğun kaçak yaşanması/kaçak çocukluk” desem yeridir. Elbette güzel şeyler yapılıyor, ama yeterli olduğunu söylemek zor. Bir de şimdi sınavların çoğalması… Bence sınavların çok olması öğrenci lehine olabilir, öğrencinin stresini bölebilir, telafi sağlayabilir. Tersi düşünülürse bir stres, sınav sayısı ile çarpılabilir… Doğrusu ne? Bu konuyu rehber öğretmenlere, RAM çalışanlarına ve üniversitelerin psikolojik danışma ve rehberlik öğretim elemanlarına sormak gerekir. Öğrenciler hakkında bir kişinin, bir kurumun karar alması doğru değil. Kararı bütün toplum-paydaşlar görüşerek, tartışarak almalı. Tabi burada gelin bu konuyu bu sistemin uygulanacağı “çoğunluk” olan öğrencilere soralım, onlar ne diyor? Onların isteği ne? Ben bunun bu şekilde daha doğru olacağını düşünüyorum.

 

Dipnotlar:
1- Hasan Basri MEMDUHOĞLU-Cem TOPSAKAL, “Öğrenci ve Öğretim Elemanlarının Görüşlerine Göre Ortaöğretim Alan Öğretmenliği Tezsiz Yükseklisans Programlarının Niteliği ve Programlarda Yaşanan Sorunlar”, Ege Eğitim Dergisi Yıl: 2008 Sayı: 9 Dönem: 1 Sayfa Numaraları: 95-129
2- İlköğretimde Yöneltme Yönergesi, http://mevzuat.meb.gov.tr/html/2552_0.html, adresinden 27.9.2013 tarihinde alınmıştır.
3- Necmettin TOZLU ve Arkadaşları, “Ortaöğretimde Öğrenci Başarısının Değerlendirilmesi, Yükseköğretime Geçişte Yeni Bir Model”. Van, 1992.
4- Neil POSTMAN, Çocukluğun Yokoluşu, Çeviren Kemal İnal, İmge Kitabevi, Ankara 1995.

1 yorum

  1. Sevde Nur Eyicil

    çok başarılı bir çalışma ve güzel konulara temas edilmiş ben psikolojik danışmanlık ve rehberlik 1. sınıf öğrencisiyim Türk eğitimine baktığımızda geçmişte çok iyi alimler yetişmiş ve sistemli bir politika işlenmiştir. günümüz eğitim sorunlarını azaltmak, eğitim seviyesini yükseltmek adına bir öğretmen adayı olarak proje geliştirmek istiyorum. fikir ve önerileriniz için bekleyeceğim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir