Vücudumuzun Dış Dünyaya Açılan Kapısı: Cildimiz / Dr. Ahmet Günay

gonul-27-ahmet-gunayCilt hastalıkları nedensel açıdan çok bilinmeyenli denklem gibi ve deri, ağırlık alan ve hacim olarak adeta “Ben varım, bana daha çok değer ve önem verin” diyor. Sayısal açıdan ortalama hangi sayıda cilt hastalığı var. Bunların ne kadarı tedavi edilebilir? Sizce deri, hâla tıbben bir gizem alanı mıdır?
Deri, vücudun en büyük organı ve dış dünyaya açılan en büyük kapısıdır. Savunma, ısı düzenleme, tehlikeyi algılama, uyarı, alışveriş ve kendini uyarlama sistemlerini barındırır. 200.000 sinir ucu sayesinde dokunma duyusu organıdır. En geniş (2m2) ve en ağır (4 kg) organımızdır. Deri, bütünlüğünü bozabilecek bir dış müdahaleyi öğrendiğinde hücrelerin olağanüstü iletişim ve işbirliği sayesinde kendini yeniler. Deri basit bir sıyrığa bile yangı (inflamasyon) ile cevap verir. Bu tepkinin amacı saldırgan ögeyi ortadan kaldırmak olmakla beraber, savunma saflarını da sıklaştırmaktadır. Bu normal iyileşme dışında, alt derideki bağ dokusu fazla gelince nedbe dokusu oluşturabilir. Duyu organı olan deri, sıyrılma, temas, baskı, soğuk, kuruluk ve ıslaklık gibi duyumları iletir. Bunlar, deri tarafından dış kaynaklı bilgiler olarak algılanır. Sinir lifleri ve zincirlerden oluşan derinin sinir sistemince kodlanır ve işlenir. Bu akımlar, sinirsel akımlar halinde beyne ulaştırılır. Orada biçimlenirler ve duyu ortaya çıkar. Bu bilgilerin sinir sisteminde nasıl entegre edildiği gizemini korumaktadır. Deri böylece duyu görevini yapar, ancak çok da gevezedir. Neşe, arzu ve korkuyu belli eder. Kan damarlarının genişlemesiyle ısınıp kızarır, öfke ve korku anında ise damarlar daralır, bet-beniz atar. Korku ve öfke anında kıl kasları kasılarak “tüyler diken diken” olur.
Deri olağanüstü bir organımızdır. Vücudumuzun iç organlarını çeşitli hasarlardan korur ve 1,5-2m2’lik bir koruyucu tabakadır. “Epidermis” olarak adlandırılan “üst deri” avuç içi ve ayak tabanlarında daha kalındır. Melanin denilen ve deri rengini veren pigment’ler bu tabakada yer alır. İlginç olan, melanin pigmenti içeren hücreler her ırkta aynı sayıdadır. Farklı rengi veren pigmentasyon oranıdır. Yine üst deride yer alan Langerhans adı verilen hücreler deriye gelen yabancı maddeleri tutar ve koruyucu hücrelerin bunları tanımasına olanak sağlar. “Dermis” adı alan ikinci tabaka ise elastiki dokudur. Canlı kan damarları, sinirler ve kıl kökleri bu tabakadadır. Canlı tabaka budur. Gerginlik sağlayan elastik lifler de burada bulunur. Ter bezleri de bu tabakada olup ısı dengesi, atıkların uzaklaştırılması, yara iyileşmesi dermisin görevidir. “Deri altı dokusu” ise üüncü tabakadır. Organizmanın enerji rezervi ve vücut biçiminin belirleyicisidir. Çoğunluğu yağ tabakasıdır.

CİLT HASTALIKLARININ SEBEPLERİ
İnsana dair konuşmak istediğimizde her geçen gün cilt hastalıklarına dair problemlerin artarak devam ettiğini söyleyebilir miyiz? Sebepler üzerinde neler söyleyebiliriz? Beslenme ve çevresel etkenlerde neler var? Koruyucu hekimlik adına neler söylenebilir? Modernizm ve teknolojinin getirdiği yeni sıkıntılar var mı?
Tabi ki cilt hastalıklarına dair problemler artıyor. Beslenme alışkanlıkları, fast-food’lara yönelme, sağlıksız beslenme, çevresel etkenler; özellikle güneş, sanayi kir ve tozları, bir de insanların kendi yaptıkları yanlışlar; makyaj, kozmetikler, solaryum, deriyi tırnaklama, deri problemlerinin giderek artmasına neden oluyor. Hatalı beslenme deri kalitesini bozuyor, yeterli su içilmemesi kuruma, yaşlanma, kırışma gibi durumları tetikliyor, ciltte renk değişimlerine yol açıyor, gıda alerjileri besinlerle oluyor.
Çevresel etkenleri açacak olursak, özellikle ozon sorunu yaşadığımız günümüzde, güneşin zararları herkesçe biliniyor. Ancak sırf bronzlaşma uğruna sağlığımızı tehlikeye atmaktan da kaçınmıyoruz. Güneşteki mor ötesi (ultraviyole) ışınları; yanıkları, deri yaşlanmasını, lekelenmeyi, alerjileri ve en önemlisi cilt kanserlerini ortaya çıkarır. Dalga boylarına göre UVA ve UVB olarak adlandırılan bu ışınlar, DNA’lardaki uyarı ve kontrol sistemini devre dışı bırakarak cilt kanserinin gelişmesinde büyük rol oynarlar. Sanayi kirlenmesi de cildimizde önemli hasarlara, özellikle cilt yaşlanması, meslek alerjileri, iltihaplanma gibi durumlara yol açarlar. Makyaj, kozmetikler ve ciltte oynama ise derinin hava almasını engelleyerek yine alerjilere, yıpranmaya, yaşlanmaya ve iltihaplanmalara, koyu renk lekelere ve travma izlerine neden olurlar.

CİLT SAĞLIĞI İÇİN GÜNDE 2 LT SU İÇİLMELİ
Bütün bunlardan korunmak için öncelikle sağlıklı beslenmeliyiz. Artık sağlıklı beslenme herkesçe biliniyor ama ihmal ettiğimiz şey su içmek. Su yeteri kadar (günde 2 lt) tüketilmesi gerekiyor. Ancak sadece su, çay, kahve, meşrubat değil. Bunun dışında sanayide çalışanların gerekli korunma tedbirlerini alması, makyajı azaltması, solaryum ve özellikle de güneşten korunması gerekiyor. 11-16 arası güneşe çıkmamak, bunun dışında ise mutlaka güneş koruyucu kullanmak, açık renk ve beni olanların bir dermatoloğa sorarak güneş koruyucu kullanmaları gerekiyor. Özellikle dikkat edilmesi gereken, koruyucunun faktörü değildir. Hem UVA hem UVB’den korumasıdır. İşte bütün bu koruma tedbirlerine dikkat edersek hem cilt kanserine tutulma riskimiz azalır, hem de cildimiz geç yaşlanır, genç kalır. Tabi allerji, akne gibi hastalıklardan da korunmuş oluruz.

ESTETİK ARAYIŞLARLA GELEN HASTA SAYISINDA ARTIŞ VAR
Estetik arayışlarda; hastalardaki benlik algısının, kendine dair anlam dünyasının problemli oluşunda, sizleri psikiyatrist ya da psikolojik danışmanlarla ortak çalışmaya iten durumlar var mı? Cildiye, başka disiplinlerle beraber çalışır mı? Özellikle psikiyatrik nedenlerle oluşan cilt hastalıkları var mı?
Estetik arayışlar nedeniyle özellikle son yıllarda çok fazla başvuru alıyorum. Önceleri bu konuya hiç sıcak bakmıyor, insanların doğal yaşlanma süreçlerini yaşamaları gerektiğini düşünüyordum. Ancak son yıllarda özellikle yapılan yanlış müdahaleler, hem estetik hem sağlık boşluklarına yol açmaya başladı. Kalıcı maddelerin kullanılması, kansere kadar varabilen bir dizi bozukluğa (şişlikler, deri altında şekil bozuklukları gibi) diğer maddelerin de asimetrilere, şekil bozukluklarına yol açması beni bu konuda çalışmaya mecbur bıraktı. Yine önceki fikrim değişmemekle beraber, kalıcı olmayan, vücuttan atılan, birikme yapmayan organik maddeleri kullanarak, ufak dokunuşlarla, “gençleşmeyi değil, genç kalmayı sağlamak” amacıyla birtakım uygulamalar yapıyorum. Özellikle kırışıklık giderme (şekil bozmadan), cildin genç kalmasını sağlayan vitamin enjeksiyonları, lekeleri geçiren soyma işlemleri bunlar arasında.
Diğer branşlarla çalışma konusuna gelince… Tabi ki, bütün diğer branşlarla olduğu gibi Dahiliye, Psikiyatri, Jinekoloji, Endokrinoloji, Kulak Burun Boğaz, Patoloji ve Plastik Cerrahi başta olmak üzere tüm branşlarla ortak uygulamalarımız oluyor.

PSİKOLOJİK KAYNAKLI CİLT HASTALIKLARI
Dermatoloji kitaplarımızda çok geniş bir “Psikosomatik Deri Hastalıkları” bölümümüz var. Başta Neurodermatit, Sedef hastalığı (Psoriasis), Liken gibi hastalıklar olmak üzere, birçok cilt hastalığında psikolojik etkenler tetikleyici rol oynuyor. Bunlardan en sık gördüğümüz Psoriasis (Sedef Hastalığı) en önemli çalışma konularım arasında yer alıyor. Sedef, vücudun her yerinde (saçlı deri ve tırnaklar dahil) görülebilen, kırmızı zeminde, sedef rengi kabuklarla kendini gösteren, bir kısmından başlayıp tüm vücudu kaplayabilen, eklemlere yayılıp eklem ağrıları yapabilen bir hastalık. Gözlemlediğim ise şöyle: Hasta, belirtiler arttıkça psikolojisi bozuluyor, psikoloji bozuldukça bağışıklık sistemi etkilenip belirtileri artıyor. Bu fasit daire böyle devam ederken biz dermatologların mutlaka devreye girmesi gerekiyor. Bu amaçla eskiden uyguladığımız kremler, merhemler, losyonlara ilaveten, günümüzde bağışıklık sistemini etkileyen ilaçları hap, iğne ya da serum şeklinde vücuda verip uzun süren iyileşme dönemleri sağlayabiliyorum. Bunlar uzun süren yöntemler olup güvenli tedavi için uygun yollarla testler yapılması gerekiyor.

ALLERJİK HASTALIKLAR VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
İnsanlar cilt hastalıklarında genellikle allerji konusunda çok muzdarip durumdalar. Antiallerjik ilaç grupları, yerine göre de kortizon uygulamaları var. Tecrübeli bir hekim olarak neler tavsiye edersiniz? Bu konu alternatif uygulamalara gebe ya da açık mıdır?
Allerji bir aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Bir maddeye, yenen bir yemeğe, alınan bir ilaca, sürülen bir makyaj malzemesi ya da saç boyalarına, solunan bir toz ya da polene karşı gelişebiliyor. Deride çok görülebildiği gibi birçok sistemi de tutabiliyor. Deri kabarma ve kaşıntıları, nezle, astım, nefes darlığı şeklinde kendini gösterebiliyor. Çok sık gördüğümüz egzamalar da allerjik hastalıklar arasında.
Allerji tedavisi için en kolay yol allerji yapan maddeyi veya nedeni bulup ortadan kaldırmak. Ancak bu her zaman mümkün olmayabiliyor. Bu amaçla çeşitli testler uygulanabiliyor. Deri testleri, alerjen maddeleri deriye enjekte edip veya bir flaster ile deriyi temas ettirerek vereceği reaksiyonu izleme yöntemiyle yapılır. Böylece reaksiyon veren madde saptanıp ortadan kaldırılabiliyor veya bu madde deri altına enjekte edilip organizmanın buna alıştırılması sağlanıyor. Bu yöntem günümüzde kan testleri ile de yapılabiliyor.
Akut Allerjik reaksiyonlarda ise anti allerjik, anti histaminik ilaçlar, sistemik ya da lokal olarak uygulanabiliyor. Başarısızlık halinde gerekli önlemler alınarak kortizon, adrenalin gibi ilaçlar da kullanılabiliyor.
Bir de doğuştan allerjiler var. İrsiyetle anne, baba veya daha eski kuşaklardan miras alınan bu allerjilere “Atopik Allerji” deniyor. Bu hastaların bebeklik çağından tedavileri gerekiyor. Eğer ileri yaşlara tedavi edilmeden geçerse astım gibi kronik hastalıklara neden olabiliyorlar. Astımlı hastalarda benim tecrübelerime göre, alerjeni bulup uzaklaştırmaktan çok, antiallerjik ilaçları uzun süre kullanıp allerjiyi baskılayarak vücudun buna karşı antikor üretmesine olanak sağlamak daha yüz güldürücü. Deri allerjilerinin tedavisi şart. Aksi halde allerji belirtisi olan şişme, (ödem) solunum yolunu tutarak nefessiz kalmaya dahi neden olabiliyor.

CİNSEL ORGANLARA AİT CİLT HASTALIKLARINDA ÇİFTLER DOKTORA BERABER BAŞVURMALILAR
Cinsel organlara ait cilt rahatsızlıklarında artış var mı? Modernizm ya da günümüzün problemleri bunu ne denli tetikliyor?
Hem de nasıl! Özellikle bel soğukluğu (gonore), frengi, genital herpes ve en sık gördüğüm HPV yani genital siğil…
Teşhis edildiğinde tedavileri çok kolay olan bu hastalıklarda bize başvuru, utanma ya da bilinçsizlik yüzünden geç oluyor ve tedavi zorlaşıyor. Gerekli testler yapılarak kolayca tanı koyulabilen ve tedavi edilebilen bu hastalıklarda erken başvuru önemli. Bu hastalıklar bulaşıcı olduğundan doktora muhakkak çift olarak başvurmak gerekiyor. Aksi takdirde çiftlerden biri tedavi oluyor ancak diğerinden hastalık tekrar bulaşabiliyor, çift başvurulduğunda tedavi tam oluyor. Akıntı, genital bölgede yaralar, uçuklar ve siğillerle kendini gösterebilen hastalıklarda antibiyotikler, kremler, elektrokoter ve lazer uygulamaları ile kesin sonuçlar alabiliyorum.
Burada vermek istediğim en önemli mesaj, son yıllarda çok artan HPV denilen genital siğil ile ilgili. Bu hastalığın, tanı koyulduğu zaman tedavisi çok kolay. Lazer veya koter ile 10-15 dakikalık bir müdahale ile tedavi edilebiliyor.
Ancak erkekte kolayca tedavi edilebilen bu hastalık kadında geç tanı konduğu zaman “Rahim ağzı kanseri”ne neden olabiliyor. Bu nedenle belirti gören çiftlerin vakit kaybetmeden başvurmaları önemli. Erken başvuruda lazer veya koter tedavisi ile kısa zamanda tedavi mümkün.
Bundan korunmak için kadınların jinekologlarına Smear testini periyodik yaptırmaları da koruyucu tedbirler arasında. Yine koruma tedbirleri arasında güvenli cinsel ilişki ve tek eşlilik sayılabilir.

BENLERİNİZ RENK VE ŞEKİL DEĞİŞTİRİYORSA
Cilt kanserinden korunmak için neler yapılabilir?
Hemen herkesin vücudunda ben vardır. Özellikle yaz aylarında güneş nedeniyle bedenimizdeki benlerin sayısı artıyor. Aslında sağlık için zararları olmayan benler renk ve şekil değiştiriyorsa tehlike sinyalleri çalıyor demektir. Bazı ben tipleri zamanla deri kanserine dönüşebiliyor. Bu yüzden benleri düzenli olarak takip etmek çok önemlidir. Güneşin ultraviyole ışınları A ve D vitaminlerini açığa çıkardığından özelikle çocukların kemik gelişimi için gereklidir. Ayrıca sedef hastalığı, egzama ve akne tedavisi için de güneşin faydalı olduğu biliniyor. Ancak artık güneşin zararları, yararlarından çok daha fazla görülüyor. Yerleştikleri tabakalara göre bazo cellular veya spino cellular diye adlandırılan iki cilt kanseri tipi, yüzde 90 oranında güneşe fazla maruz kalanlarda görülüyor. Belki de bu yüzden en çok balıkçı ve çiftçilerde görülüyor. Yuvarlak, zeminleri kabarık ve iyileşmeyen yaralar seklinde kendini gösteren bu tür kanser tiplerinde erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcı olabilir. Bir de yine güneşin tetiklediği, genelde koyu renk benler üzerinden gelişebilen malign melanom adı verilen kanser türü vücudun en hızlı yayılan kanserleri arasındadır. Genellikle güneşin tetiklemesiyle ortaya çıkan bu cilt kanseri türünde yine cerrahi tedavi ve kemoterapi, kullanılan yöntemler arasındadır. Bir benin kansere dönüşebilmesi için bir travmaya uğraması gerekli ve bu travmaların başında güneş gelmekte. Bu nedenle yazın kansere dönüşme riski artmakta. Güneş dışında avuç içi, ayak tabanı, sütyen tokası, iç çamaşırı lastiği gibi yerlere denk gelen benler sıklıkla sürtünme ya da kopmalara bağlı olarak travmaya uğrar. Bu tip benlerin aldırılması gerekir. Güneş ışınları benlerin kansere dönüşebilme riskini artırır. Özellikle ani ve yüksek dozdaki güneş çok önemlidir. Özellikle yanık yapacak boyutta kızarma, soyulma gibi durumlar, deri kanserine dönüşme riskini artırır. Hücre tipini bozarak atip yaratır. Özellikle koyu renk melanin içeren benlerde daha fazla risk bulunur. Hücre yapısı bozulunca kanser riski de artar. Güneş ışınlarından özellikle ultraviyole A ışınları daha riskli ışınlardır. Ne yazık ki kullandığımız güneş koruyucularda ultraviyole B ışınlarına göre belirlenmiş faktörler yer alır. Güneş koruyucu kullanırken üzerinde ‘Ultraviyole A ve B’den korur.’ yazması gerekir.

DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Öncelikle saat 11.00 ile 16.00 arası güneşe çıkmamak gerekiyor. Bu saatler dışında da dermatoloğun önerdiği güneş koruyucular kullanılmalı. Açık renkli cildi olanlar ya da ailesinde melanom öyküsü olanlar senede bir defa kontrolden geçmeli. Ayak tabanı, el ayası ve iç çamaşır lastiği ya da sütyen tokası temas eden yerlerdeki koyu renk benler aldırılmalı. Hangi ciltlerin tehlike altında olduğu konusunda ise, koyu renk beni olanlar, ailesinde melanom öyküsü olanlar, yoğun şekilde güneşe maruz kalanlar, geçirilmiş güneş yanığı öyküsü olanlar, açık tenlileri sayabiliriz. Tanı ise çıplak gözle ya da dermatoskop isimli cihazla yapılır. Sonra da benin çıkartılmasına ya da biyopsi alınıp alınmaması gerektiğine karar verilir. Risk faktörü saptanır. Risk olsa da benin erken dönemde çıkartılması hastalığın tedavisi için yeterlidir. Şu belirtiler varsa hemen doktora gidilmelidir: Ben aniden büyüdüyse, konturları düzensizleştiyse, şekli bozulduysa, rengi kuzguni siyah yani koyu siyaha döndüyse, yanma, kaşınma ve ağrı gibi subjektif belirtiler eşlik ediyorsa…

DOĞUŞTAN VERİLEN KİMLİK NUMARASI: PARMAK İZİ
Yaratılış açısından baktığımızda -ki insan kendinden menkul bir canlı değil- insanın da varoluşsal ontolojik temelleri var. Bir hekim gözüyle derinin mükemmel özellikleri ve mucizevi yönlerinden bahseder misiniz?
Parmak izleri genetik olarak belirlenir, değiştirilmesi mümkün değildir (hastalık ve kişinin istemi dahil), yanık ve yıpranmadan sonra dahi yeniden ve aynı şekilde oluşur. Kişiyi teşhis etmede, DNA çözümlemesi kadar güvenlidir. İki parmak izinde 9. noktanın aynı olmasını, ikisinin de aynı kişiden geldiğini kesin olarak gösteren (1896’da) antropometrinin babası Alphonso Bertillon; İngiliz bilim adamı Sir Francis Galton ve Arjantinli polis Juan Vucetich’in geliştirdiği kayıt ve sınıflandırma tekniğini kendi sistemine entegre etti ve 1902’de bir suçlu “parmak izi” yöntemiyle yakalandı. Benim görüşüm “parmak izleri”nin doğuştan verilen bir “kimlik numarası” olduğudur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.