Şüphe ve Kaçılan Gerçek / Kenan Kurban

38-suphe-ve-kacilan-gercekSoğuktan insanların evlerine hapsolduğu sessiz ve sakin pazar gününün sisini ve pusunu, çalan ambulans ve polis sirenleri dağıtıyordu. Site sakinlerinin bazıları meraklı bakışlarla camlardan bakarken, kimileri tatlı uykularından uyandırılmanın öfkesi gözlerinde perdeleri araladılar. Olayın iç yüzünü öğrenmeye daha hevesli olanları ise çoktan telefona sarılmış güvenliği arıyordu. Gerçekten dedikoduyu çok sevenler ise tahminlerini pervasızca konuşmaktan geri durmuyordu. “Cinayetmiş” “Z bloktaki psikopat yine karısını dövmüş…” “Yaşlının birisi kalp krizi geçirmiş!” Aslında bu tahminler tamamen de sallama değildi. Bir ay önce ki o korkunç olay hala zihinler de tazeliğini koruyordu. Sitenin havuzunda kadın, çocuk demeden insanların en kalabalık olduğu saatte silahların çekilip mafyanın hesaplaşması yaşanmış. Su havuzu kan gölüne dönmüştü. Zaten, bu bir artı bir dairelerin bulunduğu silindir bloklara hep şüpheyle bakılıyordu.
Sitenin müdürü, olay yeri inceleme, cinayet büro polisleri ve savcı dairedeydi. Ve siyah renkli, üzerinde çakarı sivil bir ekip arabası geldi. Otuz beşli yaşlarda, bir seksenbeş boylarında kumral saçlı, sarı tenli, mavi gözlü genç bir memur önce indi. Sonrasında kırk beşli yaşlarda, orta boylu, esmer tenli, saçlarının dökülmüşlüğünü tepesindeki birkaç telle kapatan, göbekli olan birkaç saniye sonra indi. Ortama, bunda şeytan tüyü var, dedirten bir hava veriyordu. Birkaç adım atmışlardı ki başka bir sivil araç durdu ve ondan da iki polis indi. Takım elbiseli çekik gözlü olan “Sami!” diye seslendi. Tanıdık gelen bu tınıya yönelen kumral polis sevinçle; “Vay! Devrem Kerem” diye karşılık verdi. Sonra da içten bir şekilde kucaklaştılar. “Tanıştırayım komiser Serkan” “Memnun oldum. Ben de Sami.” Yüz mimiklerinden esprili bir kişiliği olduğu belli olan Sami: “Bu da bizim ihtiyar Vahid komiser.” Küçük bir tebessümle, alaca deri hastalığı düşmüş elleriyle Kerem ve Serkan’ın ellerini sıkan Vahid’in yüzünden yılların tecrübesi akıyordu. Gözleri; “Ben adamın ne mal olduğunu bir bakışta anlarım.” dercesine bakıyordu. Sert ve otoriter görünmek adına tebessümü hayatından çıkartan bu adama, Allah, cebinde binlerce hazır espriyle dolaşan Sami’yi bela olsun diye yanına vermişti. Böylece kayadan toz kopartan fırtına misali biraz yumuşamıştı.
Tanışma faslından sonra dörtlü, binaya doğru yol alırken muhabbete devam ediyorlardı. “Demek devrem ahlak bürodasın.” “Evet Sami.” “Bu olay bizim cinayet büronun işi. Sizin ne işiniz var?” Eski bir dostu bulmanın neşesi olan Kerem’in yüzü birden endişeli ve acılı bir hal aldı. “Devrem eskiden her bir pisliğin semti, mekânı belliydi. Ahlaksızlığın bile belli ahlaki kuralları vardı. İnsanların imkanları artıkça ve şehirler büyüdükçe hastalıklı hücrelerin bütün vücuda yayılması gibi bu pislikler kural tanımaz bir halde şehrin herbir yanına yayıldı.” Sami, kısa cevabı olan bir soruydu ne uzattın be kardeşim dercesine bakarken Kerem devam etti. “Sonradan görmeler, azmış yaşlı zenginler, baba parası yiyen züppeler ve her türlü ahlaksızlığı ahlak edinmiş hasta ruhlu adamlar, gördüğün bildiğin ve aklına gelebilecek her türlü hayâsızlığı fütursuzca işliyorlar. Aha biz de onların pisliklerini temizliyoruz.” Yılların birikmişliğini içinde taşıyan Vahid en ciddi duruşuyla söze başladı. “Evlad, bizim meslek dışarıdan millete çok forslu gözüküyor. Ama gerçekte biz şehirlerin lağımlarını, tıkanan kanalizasyonlarının pis kokusunu koklaya koklaya alışmış, böylece rahatça temizleyen insanlarız. Gün boyu hırsız, yalancı, dolandırıcı, mafya… Her toplumun en pis mensuplarıyla muhatap oluyoruz. İşte, komiser bey kardeşim, nerede pislik biz oradayız.” Dayanamayan Sami; “Sözün kısası, bu ölüm olayının fuhuşla bir alakası var mı yok mu?” “Olma ihtimali üzerinden hareketle inceleyeceğiz.” Neyse ki asansör otuzuncu kata gelmişti. Kattaki iki dairenin kapısı açık, biri kapalıydı. Olay mahalli memur kaynıyordu. Daireye girdiler. Burası bir otel odasına benziyordu. Sağ girişte banyo tuvalet beraber. On metre kareye salon ve mutfak sığdırılmış. Küçük bir yatak odası da onlara eşlik ediyordu. Hepsinden daha kötüsü, çürümeye başlayan tiksindirici ceset kokusu küçük dairenin her tarafını kaplamıştı. Soluk almak ciddi bir işti. Cinayet masasından memurlar cesedi incelemişlerdi. Boğuşma, darp, kesici ve delici alet izi yoktu. Olay normal bir ölüm vakasıydı.
Sami, üniformalı memura sordu: “Maktulle ilgili bilgimiz nedir?” “Tuberk Uzman. Yirmi beş yaşında, bir yetmiş yedi boyunda, üniversite de öğrenci, altı aydır burada yaşıyor.” “Peki, G.B.T’de bir şeyler çıktı mı?” “Otobanda hız sınır ihlali.” Bornozu üzerinde banyodan çıktıktan sonra öldüğü anlaşılan cesede bakarak: “Ne dersin abi?” Deneyimli komiser kısık gözlerle ortamı süzüyor, sanki kimsenin göremediğini görmeye çalışıyordu. Sessiz kaldı. Sami: “Yakışıklı çocukmuş. Jön tipi var. Boyu posu, o tatlı mavi gözlere uyumlu güzel sarı kaşlar, kahverengimsi saçlar. Yazık olmuş. Görülen o ki banyoda yüksek ısıdan ani bir tansiyon fırlaması sonra kalp krizi ve ölüm.” Vahid komiserin yüz ifadesinden aynı kanaatte olmadığı belliydi. “Seninle her bir iddiasına varım. Bu pisliğin hayatı, cesedinden daha iğrençti.” “Yapma abi!” “Şunun gözlerine baksana sen, hala ihanet saçıp hinlikle bakıyorlar.” Olay mahallinde yetkililer dışında aynı katın sakinleri de vardı. Onların içinde de ellili yaşlarda, kısa kahverengi saçlı kadın içeriden gelen kokuyu hissedip polise haber vermişti. Gariptir, bunun anlamsız tatminini yaşıyorken bir insanın ölmüşlüğünün ya da zorda kalmasının bir anlamı kalmıyordu.
Vahid ve Sami resmî memura yaklaşıp: “Bunlar kim?” “Komşular.” Eliyle işaret ederek: “Bu hanımefendi de olayı bize haber veren vatandaşımız.” Sami: “İsminiz?” “Nebahat Gözübüyük.” “Rahmetliyi tanır mıydınız?” “Sadece merhabalığımız vardı. O da asansörde ya da apartman boşluğunda karşılaştığımızdaydı.” “Tanıdığınız kadarıyla biraz anlatın.” “Buraya taşınalı tahmini altı veya yedi ay oldu. Üniversite de talebeymiş. Çok konuşmazdı, ismini bile sormaya çekinirdiniz.” “Yalnız mı yaşardı?” “Evet” “Peki, eve arkadaşları gelir miydi.?” “Hiç görmedim.” “Dindar mıydı?” “Dindarlıktan tam neyi kasdettiğinizi anlayamadım ama birkaç kez çakır keyif modunda rastladım. Yine alışveriş poşetlerinde alkol de vardı.” “Sağolun Nebahat Hanım.” Sami: “Ne dersin abi normal bir ölüm vakası.” “Öyle gözüküyor. Sen yine de site yönetiminden, okulundan araştır. Telefon, bilgisayar, internet görüşmelerini tetkik et ve adli tıp raporunu mutlaka iste.”
Tutanak tutan savcıyla ve diğer meslektaşlarıyla selamlaşıp en korkunç ve pis olaylar karşısında bile tepki vermeyen bir yüreğe ve sakinliğini koruyan akıllarıyla olay yerini terk ettiler.
İstanbul, İstanbul… Evliyası da çoktur eşkiyası da çoktur derler bu efsaneler şehri için. Şimdilerde de her an sıradışılık yaşayabilir ya da acayipliklere tanık olabiliyordunuz. Gecenin bir yarısında çalan telefon cinayet büro amirinden geliyordu. “Vahid! Ünlü iş adamı Günay Altıncı. Arnavutköy sahilinde trafik kazasında ölmüş. Hemen olay yerine intikal edin.” “Tamam amirim.” Tecrübeli, güvenilir olmak, saygı duyulmak iyi hoştu da böyle joker gibi her açmazda koşturulmak artık gına veriyordu. Bütün yakınmalara rağmen emir demiri keserdi. Sami’yi alıp kaza yerine ulaştı. Yine bildik sahne; ambulanslar, ekipler, sağa sola telefon açan akrabalar ve meraklı vatandaşlar. Hele bir de olaya karışan, tanınmış zengin bir insan olunca kalabalık dahada artmıştı. Araç virajı alamayıp bariyerlere çarpmış. Çelik bariyerin bir parçası ise ön camdan girip bir kılıç gibi sürücüye saplanmıştı. “Durum nedir memur bey?” “Komiserim, şahıs alkollü ve yüksek hızlıymış. İzlerden anlaşılan virajı alamayıp bariyerlere çarpmış. Ölüm sebebi trafik kazası gözüküyor.” O ise kısık bakışlarıyla olması gerekip de olmayan bir eksiği aradı. Ve sonra: “Sami! Bu bölgedeki kamera kayıtlarını incele, adamı sıkıştırmışlar mı? Bu adamın şoförü nerede, niye işinin başında değilmiş araştır. Sonra, eğer eleman izinliyse eşi, çocukları ve şirket çalışanlarının ifadelerini dikkatlice al ve incele.” “Komiserim bir trafik kazası için fazla emek harcamıyor muyuz? Her şey ortada.” “Şüphe, akıllı bir adamın aklıyla birleşirse hakikate götürür. Ben gerçeğin üstünün örtülmesini istemem.”
Gece mesaisi yapınca ertesi gün işe gitmek için kuşluk vakti yola çıktı. Arabadan Sami’yi aradı. “Evlad! Şu dün ölen çocuk Tuberk’in adli tıptan raporunu ve diğer bilgilerini masamda görmek istiyorum.” “Yoldayım abi hepsini hallolmuş bil.”
Vatan caddesindeki Emniyet binasına girerken, son iki ölüm vakası kafasının içinde dolaşırken, buna bir de aile mensuplarının manevi ve maddi beklentileri eklenip bazen çaresiz kalınca yük biraz daha katmerleşiyor. Bazen istifa edip köye geri dönmek istiyordu. “Beni burada tutan ne, sırf geçim derdi mi? Yoksa iyi ile kötünün savaşında kötüye karşı durmak mıydı? Hak ve adalet duygusu muydu?” O bu fikir ve duygu karmaşasıyla masasına yeni oturmuştu ki elinde poğaça ve çay, koltuğunun altında dosyalar Sami içeri girdi. Belli ki o da evdeki içişleri bakanıyla kavgalıydı. “Ne o evlad, evde kriz var ha?” “Abi bizde kriz bitmez. Bizim işin gecesi gündüzü yok. Hanım hep evde istiyor. Ne bileyim abi, gün geçtikçe bir şeyler birikip daha da keskin virajlara giriyoruz. Allah sonumuzu hayır eylesin.” “Sakin, sakin… Öfkene ve sinirlerine hâkim ol. Rapor tamam mı?” “Elimde, ölüm sebebi; yüksek tansiyona bağlı damarlarda kan pıhtılaşması sonucu ani felç ve sonucunda kalp krizine bağlı ölüm.” “Kan değerleri?” “Herşey normal, sadece alkol ve sildenafil sitrat belirlenmiş.” Vahid’in gözleri birden büyüdü.” Sildenafil sitrat mı dedin?” “Evet.” “Peki daha önceden herhangi bir rahatsızlığı var mı?” “Kayıtlarda yok.” Sanki bir kucak sakalı varmış gibi yüzünü sıvazladı. Üç beş saniye sonra da “Sildenafil sitrat, takviye cinsellik ilaçlarının etken maddesidir. Şimdi bu genç adamın böyle bir şeye ihtiyacı var mıdır? Ayrıca herhangi bir sperm kalıntısına da rastlanmamış. Bu da şu demek; kasıtlı olarak birisi tarafından yüksek dozda verildi mi?” Gülümseyen Sami dayanamadı: “Ya da kendini ispat adına öldü gitti mi?” Karşılıklı gülüştüler. Sonra Vahid ayağa kalktı, içinde ki şüpheyi somutlaştırmak istercesine asetonlu kalemle tahtaya “Tuberk Uzman” yazdı ve yanına bir soru işareti koydu. “Cinayet olma ihtimali yükseliyor değil mi komiserim?” “Şüphe evladım, şüphe…” “İyi ama kim ve niye? Çocuğun her şeyi düzgün gözüküyor.” “Telefon, bilgisayar ve internetten birşey var mı?” “İnanmazsın ama komiserim öyle zengin gözüken çocuğun telefonu doksanların teknolojisi. Bilgisayarında sadece okulla ilgili çalışmaları var. İnternet ortamında bir küfür bile yok. Çok steril bir hayatı varmış.” Söz biterken telefonu çaldı.” “Alo, tamam mı? Oldu ben hemen geliyorum.” Vahid komiser onunla hala aynı fikirde değildi. “Saklamak istediğin birşey varsa her şeyi pis ve dağınık bırakırsın ki arada kaybolsun, bu varoş tipidir. Ya da beyaz bir sayfa gibi ter temiz görünür. Süprüntülerini halının altına toplar gizlersin. Bu herifin evi, arabası titizlikle arandı mı?” “Çocuklar baktı.” “Sen ilgilendin mi?” “Hayır.” “Araba nerede?” “Emniyet otoparkta.” “Bir de beraber bakalım.” “Ben de oradan adli tıpa giderim. Şu işadamı neydi? Günay Altıncı’nın otopsi raporu çıkmış.” Alışıla geldik emniyet manzaraları içinden geçerek otoparka indiler. Spor, iki kapılı oldukça lüks siyah otomobilin önünde durdular. Vahid gayri ihtiyari: “Lan! Bunun anası, babası kim? Ne iş yapar? Talebe adam nasıl böyle lüks hayat yaşar?” Cevabını arayan sorular eşliğinde her bir deliğe baktılar. Sadece bir otopark fişi vardı. Ondan da ne çıkardı muhaldi. “Bagajı aç.” “Ben baktım içi bomboş hiçbir şey yok.” “Olsun tekrar bakalım.” Kapı yukarı doğru otomatik olarak yavaşça açıldı. Genç komiser haklıydı. Sağa sola baktı, döşemeleri zorladı gerçekten de ele gelir hiçbir şey yoktu. Arkasına dönüp “Kapat!” dedi. Canı bayağı sıkılmıştı. Ani bir dönüşle “Dur!” dedi. “Fenerini ver.” Bagajın içine girdi. Kapağını tekrar kapattırdı. Uzandı fenerle dikkatlice baktı. Nihayet kapı açıldığında yüzü gülüyordu. Çıktı. “Biz hep sağa sola, döşeme altına baktık. Ama hiç bagaj kapısına dikkat etmedik.” dedi. Kilit mekanizmasının yanında normal parça gibi duran düğmeye bastı ve küçük bir kapakçık açıldı. Kapaktaki küçük gizli bölmeydi bu. Şık bir el çantası çıktı. Fermuarını açınca da teknoloji harikası bir telefon ve tablet vardı. Hazine bulmuşçasına sevindiler. İtina ile delil torbasına koydular. “Sami! Bunu kriminale bırak. Bakalım içinden ne çıkacak?” “Tamam abi. Hatta ilk verileri, adli tıptan dönünce Günay Altıncı’nın raporuyla beraber getiririm.”
Saat on beş civarı Sami elinde dosyalarla odaya girdi. Çok heyecanlıydı. Komiserim iş adamı kalp krizinden ölmüş. Ama ne tesadüftür onun da kanında sildenafil sitrat ve alkol tespit edilmiş.” Vahid yine beyaz tahta önüne geldi. Bu kez “Günay Altıncı” yazdı ve “Tuberk Uzman” ismiyle aralarına bir çizgi çekti. Üzerine de büyükçe bir soru işareti koydu. Ölüm sebepleri birbirine benzeyen alakasız bu iki şahsın bir ortak noktası var mıydı? Varsa bile neydi? “Sami, Günay beyin telefon kayıtlarını ivedi bir şekilde çıkart. Son on beş günlük randevularına da ulaşalım. Son olarak da şoförünü çağırt.” “Abi Tuberk’in telefon ve tablet kayıtları.” “Onları masaya bırak ben incelerim.” Sami, aç bir adamın yeni başladığı yemekten kaldırılması gibi heyecanı kursağında dosyaları bırakıp verilen görevi yerine getirmeye gitti.
Düşünmek, aklın ve beynin sınırlarını zorlamak dünyanın en büyük ve en zor hamallığıydı. Bu yorgunluğu bütün bedeninde ve ruhunda hisseden Vahid bir sigara molası için bahçeye çıktı. O, ne kadar kafayı dağıtmaya çalışsa da aklı ve beyni bildiğini okumaya devam ediyor, yüreği ise gerçeği bulmanın veya bulacak olmanın heyecanını yaşıyordu. Sigarayı yarıda söndürüp masanın başına hızlı adımlarla geri döndü. Her şeye rağmen içinde bir yerlerde menfi ses: “Fazla kurcalama, vaktini boşa harcıyorsun.” Aslında her insanın içinde bu sesin nidası her zaman duyulurdu. Gittiğin yönün “aksine git” diyen o rahatsız eden fısıltı.
Kırmızı dosyalarda önce telefon kayıtlarına baktı. Fazla kişi kayıtlı değildi. Numaraların karşısında kız isimleri vardı. Birkaç erkek ismi. Onlarla da sık sık görüşülmüştü. “Ateş Dalgıç” “Güçlü Kolcu”… Sami’yi aradı: “Evlad, sana göndereceğim iki ismi kontrol ettir. Bizde kayıtları var mı, kimlerdir?” Sami çoktan binaya gelmişti. “Abi odaya geliyorum, hemen hallederim.” Bu Sami çok becerikli, enerjik, gelecek vadeden bir gençti, bir iş ver arkana yaslan. Varlığı rahatlatıyordu. O böyle düşünürken Sami hızlı adımlarla içeri girdi. Telefon kayıtlarının bulunduğu dosyayı beraber incelemeye başladılar. Önce son on beş günün kayıtları. Çoğu tanıdık ünlü iş adamlarıydı. Ve bir isim Günay Altıncı’nın rehberinde çok garip kaçıyordu: Ateş Dalgıç “İşte oğlum adamımız. İşi hızlandıralım. Kim bu adam?” Sanki saniyelerle yarışıyorlar, bulmacanın karelerini doldurdukça boş kalan bölümleri çözme zevki ve isteği artıyordu. Selim hemen G.B.T. büroyu aradı. “Devrem, acil bir işimiz var şu adama bir bakar mısın.” Karşıdan gelen ses biraz dostluğun verdiği naz makamında “Senin güzel hatırına yaparım. Kim?” “Ateş Dalgıç” “Bir dakika bekle bakıyorum.” Vahid komiser kısık gözleriyle kimmiş bakışı attı. Sami birkaç “Hııı” dan sonra dönüp: “Abi bu adam Babasız Suat lakaplı kadın satıcısının köpeğiymiş.”
Tekrardan tahtanın önüne geldi. Tuberk ile Günay’ın arasına “Babasız Suat” yazdı. Sami’ye dönerek “Suat, bu işin yüklemi, diğer ikisi sıfat ve tamlaması. Ancak asıl önemli olan öznesi kim?” “Evet, eksik parça ve soruların cevabı o.” Kapı çaldı. “Komiserim şoförü getirdiler, sorgu odasında.”
“Özneye biraz daha yaklaşmak için şu şoförü sorgulayalım bakalım, neyi ne kadar biliyor.”
Devamı Gelecek Ay

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir