Hac kartpostallarını toplayıp bir kitap haline getirdiniz. Hac kartpostallarını ne zaman toplamaya başladınız, ilk fotoğrafı ve kartpostalı hangi tarihte aldınız?
96 yılında yaklaşık 18 sene önce kutsal toprakları ziyaret ettim ve müthiş bir manevi haz duydum, ama o tarihi doku eksikti. Sürekli yapılan yenileme çalışmaları sonucu son 60 senede o kutsal topraklar büyük bir değişim geçirmiş. Ben de bu konuda ilgi alanımla alakalı bir şeyler yapmaya karar verdim ve Mekke ve Medine ile ilgili eski gravürleri, fotoğrafları, kartpostalları toplamaya başladım.
Hazreti Peygamber’in, üzerine çıkıp insanları İslam’a davet ettiği Ebu Kubeys Dağı bile şu anda yerinde değil. Evet, dağın üzerinde binalar mevcut. Daha çok şey yoktu, ama 96’dan bugüne bir o kadar daha yok oldu. O merak da bizleri toplamaya yöneltti. İşte seyahatnameler, gravürler, fotoğraflar, ama özellikle kartpostallar. İçinde müthiş bir incelik, zarafet ve hiçbir albümde bulunmayan detaylar vardı. Hakikaten bir dönemin hafızası sayılabilecek kartpostallar var ve bu manada fotoğraftan da önemli bir kaynak. Evet, çünkü Mekke-Medine fotoğrafları çok kısıtlı. Genelde şehir panoramalarıdır, insansızdır, detay yoktur. Genel olarak Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî’nin fotoğrafını çekerler. Bir Babü’s-Selam Kapısı’nın ya da bir Babü’r Rahme Kapısı’nın detaylarını bulamayız. O yüzden kartpostal, bizim için çok önemli ve kartpostalların içinde insan görüntüleri de mevcut. Ezvacın, Peygamber Efendimiz’in kızlarının, çocuklarının, Hazreti Osman’ın, Zeynel Abidin’in vb. 30 bin sahabenin mekânı olan, İslam’ın en önemli kabristanı Cennetü’l Baki’nin eski fotoğrafları mevcut. Elbette onların yerleri biliniyor ama o kubbeli yapıların, kitabelerin hiçbiri maalesef şu anda yok. 2 tane kart bulduk ve onları yan yana getirdiğimizde tam bir panorama çıktı. İlk defa yayınlanıyor. Hazreti Osman’dan Ehl-i Beyt’e kadar bütün Cennetü’l Baki kabristanını görme imkânını bulduk.
Kartpostal koleksiyonunuz, birçok insanın bu işin arka planını, tarihi ve medeniyet yönünü araştırmasına da vesile olacaktır. Siz bu konuda neler dersiniz?
Bugün bir hacı, evinden saat 8’de çıkarsa 5-6 saat sonra Mekke’de en kutsal mekân Kâbe’ye ulaşıyor. Geçmişte bu yolculuk minimum altı aydı. Batı Afrika’dan gelen hacılar için ise 2 yıl. Bu kitapta o zahmetli yolculuğu, o meşakkati, oraya ulaşmanın verdiği arzuyu, o hisleri göstermek istedik. Günümüz insanı bir baksın, dedesinin dedesi hacca nasıl gidiyordu!
Mesela Mahfil-i Şerif’i çok az insan biliyordur. Bundan biraz bahseder miyiz?
Sürre alayıyla; Mekke ve Medine’deki görevlilere, fakirlere, temizlikçisinden imamına kadar devletin gönderdiği hediyeler, kumaşlar, haremde kullanılacak eşyalar, belki keselerle paralar… Bu sürre alayının sembolü de Mahfil-i Şerif. Tahtadan yapılmış piramit şeklinde bir çatma ve bu çatmanın üzerinde Kâbe örtüsü kalitesinde, çok güzel, ince işçiliklerle işlenmiş bir örtü var. Bu Mahfil-i Şerif de Hazreti Peygamber’in devesini sembolize eden bir devenin üzerinde bulunuyor. Bu deve Mısır’dan, Şam’dan yola çıkıyor. Bir zamanlar Yemen’den de çıkmış. İstanbul’dan yola çıkan bir sürre alayı var.
Evet, ama Osmanlı’nın resmî hac kervanı Şam kervanıdır.
Üsküdar’dan mı yola çıkıyordu?
Son zamanları Kabataş’tan. Bizim kitabımıza koyduğumuz Dolmabahçe’den çıkışıdır. Çünkü kartpostallar ancak o dönemi yakalıyor. Sürre emiri, bizim buradan alır, Şam beylerbeyine teslim eder. Şam’da kervan alınır Medine’ye kadar götürülür. Dolayısıyla Şam kervanının önünde giden o üçgen çatma mahfil Osmanlı’yı temsil eder. Ayrıca Kahire’den yola çıkan kervanın önünde de Mısır mahfili vardır. Bu tören şu an günümüzde yok. Ama kitabımızda bunu yaşatıyoruz. Hem Şam’da hem İstanbul’da hem de Kahire’de.
Bu kartpostal, gravür, fotoğraf… Bugün bir insan isterse bunları kolayca bulabilir mi? Özellikle Mekke, Medine. Sizin yaptığınız gibi bir koleksiyon için ne kadar zaman ve para gerekir?
Bunların maddi değeri yok. Eğer benim karşıma çıktıysa ve bizim kitabımıza layık bir kart ve mutlaka girmeli diyorsam bunun bir üst sınırı yok. Onu muhakkak almak için her şeyi yaparız. Mesela bu kitapta iki üç bin dolara da on dolara da alınmış kartlar var. Benim için hepsinin değeri bir. Çünkü onlar bu kitabın bir sayfasını oluşturuyor ve tarihe geçiyor. Toplanması konusunda tabi Türkiye’deki sahaflarımız da çok yardımcı oldular. Ama asıl kaynak % 90 yurtdışındaki müzayedeler, kartpostal fuarları ve en önemlisi internet. Kitapta Yeni Zelanda’dan bile gönderilmiş bir kart mevcut.
Yalnız sizin topladığınız koleksiyonlarda değil, hemen hemen bütün İslam eserleriyle ilgili kaynak yine yurtdışı maalesef.
Kitabımın, oraya 4 asır hizmet etmiş bir imparatorluğun başkenti olan İstanbul’dan çıkmış olmasından dolayı çok gururluyum. Çünkü bu, bize layık bir şeydi. Bu, İngiltere’den de çıkabilirdi. Biz bu kitapla bütün Batı’ya orada neler yaptığımızı anlatıyoruz. Çünkü İngilizce-Türkçe olarak basıldı.
Acaba bundan 100 sene önce hacca giden insanlar neleri düşünüyordu, nasıl bir halet-i ruhiye ile gidiyordu?
Bir kere yol, haccın en büyük kısmını kaplıyordu, minimum 6 ay. Orada geçirilen süre ise toplasanız bir buçuk ay. Bir hacı ömründe 1 kere hac yapıyordu. Memleketine döndüğünde Hacı Efendi idi artık. Herkesin ağzına baktığı, herkesin ona bir şeyler danıştığı, ahlak sembolü, toplumun içindeki statüsü çok yüksek bir insan. Zaten geçmişteki kabir taşlarında da görüyorsunuz hep Hacı Efendi yazar. Hacı titri muhakkak kullanılırdı. Mesela Uzakdoğu’da, Endonezya’da sömürge yönetimleri haccı engellemek için ellerinden geleni yapmışlardır. Hollanda, Fransa sömürge yönetimi de aynı şekilde. Çünkü Hacı Efendi topluma döndüğünde artık bir liderdir. Bilinçlenmiştir ve İslam’ın bütün o birleştirici ruhunu hacda yaşamıştır. O yüzden geçmişteki hacının bugünkü manasıyla karşılaştırıldığında çok daha mühim olduğunu düşünüyorum.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

