Etkili konuşmanın öneminden bahseder misiniz?
Cenabı-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur: “Allah, Adem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti.” (Bakara, 2/31) İşte konuşmanın başlangıcı budur. Allah esmaları öğretti, ardından da tekrar ettirdi.
Hz. Aişe validemize Efendimiz’in (sav) hitabı sorulduğunda, Aişe validemiz: “O tane tane konuşurdu, mübarek dudaklarından her kelime inci güher gibi dökülürdü, dinleyenler asla kafalarında bir soru işreti oluşturmadan O’nun her dediğini anlardı.” buyurmuştur.
Cenab-ı Hakk, Hz. Musa’yı Firavuna gönderdiğinde Hz. Musa: “Ya Rabbi Harun’u da yanıma ver onun hitabı daha kuvvetli.” dedi. Cenabı-ı Hakk: “Firavun’a gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar.” (Tâ-Hâ, 20/43-44) buyurdu.
Güler yüzlü olmak, tatlı dilli olmak Cenab-ı Hakk’ın emridir. Ramazanlarda ayni ve nakdi yardımların arttığını görüyoruz. Peki insanın cebinde parası yoksa gücü kuvveti yoksa yardım yapmayı da arzu ediyorsa nasıl yapacak? İşte bir çift tatlı söz, bir tebessüm, bunlar da sadaka yerine geçiyor. Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı / Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz” Yani öyle bir söz söyle ki zehirden pişen aşı bal ile yağ haline getirsin, öyle bir söz söyle ki savaşı kessin, bitirsin…
Öyle bir dönem ki Hz. Mevlânâ, Hz. Yunus, Hz. Hacı Bektaşî Velî, Hz. Taptuk, Hz. Şems hepsi aynı dönemde yaşamışlar. Hz. Mevlânâ “Sesini yükseltme, sözünü yükselt.” buyurmuştur. Bugün biz maalesef sesimizi yükseltiyoruz, sözümüzün değeri de her geçen gün düşüyor. Oysa sözün daha değerli, daha kıymetli, daha yüksek olması lazım; sesin de -mecazi olarak söylüyorum- aşağıda olması lazım. Kıymetli olan sözdür, fakat biz bu değerlerimizi her geçen gün kaybediyoruz. Malum bu, dünyada da böyledir bizde de böyledir. Aynalama diye bir teknik var; siz aynaya baktığınızda kimi görürsünüz? Elbette kendinizi görürsünüz, beni görebilir misiniz? Hayır göremezsiniz. Ama kişi karşısındakini bir ayna olarak görürse ona baktığında kendini görme ihtimali artar. İşte biz karşımızdaki insana baktığımızda aslında kendimizi görmüyoruz. O insanın hoşa gitmeyen davranış ve konuşmalarını görüp de yapmazsak uygulamazsak doğru olanı yaparsak mesafe almış oluruz.
Diğer taraftan, kötü çirkin örnek arttıkça toplum birbirini aynalamaya başlıyor, iyi yanlarını değil de kötü yanlarını almaya başlıyor. Bir yerde bir idareci bağıra bağıra konuşursa, diğer tarafta bir öğretmen de talebelerine bağırarak konuşmaya başlar; diğer tarafta bir baba, bir anne çocuğuna o şekilde davranmaya başlar. Okulda sokakta iş yerinde insanlar birbirine aynı şekilde muamele etmeye başlar. Hz. Mevlânâ’ya edebi kimden öğrendin diye sorulduğunda, “Edebi, edepsizden öğrendim.” cevabını verir. Dolayısıyla güzel konuşmak, karşımızdaki insana güzel sözle muamele etmek, onun gönlünü almak o insanı yüceltecektir. Rahmetli Barış Manço’nun güzel bir sözü var, der ki: “Öğrenilmesi gereken ilk dil tatlı dildir.” Önce tatlı dilli olmayı öğrenmemiz gerekir. Hakaretle, kavgayla, şiddetle bizim bir yere varmamız mümkün değildir, varamayız da ve hiçbir toplum bu şekilde bir yere varamamıştır.
Bizim üzerinde durmamız gereken; ahlak, bilgi ve samimiyettir. Maalesef son zamanlarda toplum bu değerleri de kaybetti. Bu değerleri tekrar kazanmanın yolu var mı? Elbette var, geçmişle köprü kurmak. Douglas MacArthur’un bir sözü var der ki: “Ölmüşleriyle, doğacakları arasında köprü kuramayan milletlerin yaşamaya hakkı yoktur. Hayatta kalabilmek ancak geçmişle köprüyü kurmakla mümkündür.” Bu köprünün muhakkak en kısa zamanda tesis edilmesi lazım. Biz çocuklarımıza tarihimizdeki kahramanlarımızı, büyüklerimizi anlatmalıyız.
İnsanlarımız bir şiirde geçen kelime ve kavramı anlamakta zorlanıyorlar. Edebiyatın kökü “edep”ten gelir. Bizim edepli olmaya ihtiyacımız var, bunu çocuklarımıza anlatmaya, geleceğin harcı olan çocuklarımızı bu şekilde yetiştirmeye ihtiyacımız var. Bunu yapmazsak mesafe almamız çok daha güçleşecektir.
“Ne olacak canım güzel konuşup da ne yapacağım, işte konuşuyorum, bunun eğitimini alıp da ne yapacağım, ben spiker mi olacağım, ben sunucu mu olacağım…” demeden güzel konuşmaya, iyi bir şekilde hitap etmeye hepimizin ihtiyacı var. Bu, aradaki ünsiyeti de artıracaktır, o bağı kuvvetlendirecektir.
Güzel ve etkili konuşmanın olmazsa olmazlarından bahseder misiniz?
Etkili konuşmanın sacayaklarından biri sestir, bir diğeri sözdür, bir diğeri histir, bir diğeri de süstür. Bu dört ayağın muhakkak olması lazım. Sesin pürüzsüz olması ve sesini iyi kullanabilme yeteneğine sahip olması lazım. Bugün Türkiye’de hatip sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az. İkinci olarak söz gelir, Yahya Kemal der ki: “Kelime dağarcığınız ne kadar zenginse aklınızı o oranda kullanırsınız.” Dolayısıyla kelime dağarcığının zengin olması gerekir. Farkındaysanız insanlar meramını anlatmakta zorlanır. Yapılan hatalar: asalaklara sık başvurulur “aaaa, eeee vb.” bunlar asalaktır. O an aklına cümle içine ikame edeceği kelime gelmediğinden asalaklara başvurur ve bunu zaman kazanma aracı olarak görür. Oysa kelime dağarcığı zengin olsa bunların hiçbirine gerek duymayacaktır. Bir de aklına kelime gelmediği için çok gereksiz uzun duraklar vermek zorunda kalır.
Sözün çok büyük önemi var ve o sözün söyleniş biçimi de önemli. Âlim konuşur çünkü söyleyecekleri var; ahmak da konuşur çünkü söylemek zorunda olduğunu zanneder. Söylemiş olduğumuz sözün bir defa altının dolu olması lazım. Kişinin kemâli kelâmından bellidir, söz bu kadar kıymetli…
Diğer tarafta his, duygu… Söylemiş olduğumuz söze bir defa inanmamız gerekir. Duygulu olması lazım, sözün bir hakikati var. Demosten’in güzel bir sözü var: “Bir fıçının çatlak mı yoksa dolumu olduğu nasıl ki çıkarttığı sesten anlaşılırsa; bir insanında ahmak mı yoksa akıllı mı olduğu konuştuğu kelimelerden anlaşılır.” Duygunun, hissin ortaya konması gerekir.
Son sacayağı da “süs”tür. “Kişide dilince değişir kader, ya yurda baş olur ya da başı gider.” Bu sözü Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’te bin yıl önce söylemiş. Bir sözü ağzımıza geldiği gibi sarf etmek bir fayda sağlamayacağı gibi, tahmin dahi edemeyeceğimiz zararlar verebilir. Atalarımız “Büyük lokma yut ama büyük söz söyleme.” demişler. Dolayısıyla sözün bir defa güzel olmasına, naif olmasına dikkat etmemiz gerekiyor, süsten kasıt budur.
“Kişi bile söz demini / Demeye sözün kemini / Bu cihân cehennemini / Sekiz uçmağ ede bir söz” (Yunus Emre)
İnsan bir defa sözünü demlemeli, sözün kötüsünü asla söylememeli. Hazreti Yunus diyor ki, öyle bir söyle ki iki cihan cehennemini sekiz cennet eylesin. İşte bunun için ağzından çıkan söze özen göster, dikkat et…
Bir hatipte olması gereken iki haslet var, bunlardan biri ahlaktır. Konuşmacı yalan söylemeyecek, toplumu kandırmayacak. Hazreti Mevlana diyor ki: “Soru da cevap da bilgiden doğar.” Bilgi temeli oluşturur. Ahlakla bilgiyi bütünleştirirsek mesafe almak daha da kolaylaşır. Bu yüzden bu iki kuralın muhakkak ama muhakkak insanımıza, çocuklarımıza öğretilmesi gerekir.
İyi bir konuşmacı olmanın kültürlü olmakla bir bağı var diyebilir miyiz?
Tabi ki, işte bu yüzden ahlak temeli oluşturur, kişinin ahlaklı ve bilgili olması gerekir. İkisinden birinin olmadığını varsayarsak bu, Hz. Mevlânâ’nın benzetmesiyle tek kanatlı kuş gibidir. Tek kanatlı kuş ne uçabilir ne de yaşayabilir.
Tabi kitap okumak bizi geliştirir, kelime dağarcığını artırır. Zaten insan duyarak öğrenir, yüksek ilimlerin giriş kapısı belleyici kulaktır. Bu yüzden kulağımızı güzel şeylerle doldurmak zorundayız. Kayda açık o pırıl pırıl kulakları ve dimağları kirletmeye kimsenin hakkı yok. Biz çocuklarımızın kulağına güzel şeyleri fısıldamalıyız. Eğitim bilimlerinde anlatılır: görerek öğrenme, duyarak öğrenme, dokunarak öğrenme. Bu, her insanın öğrenme yeteneğiyle ilgili farklı farklı durumlardır. Kimi hem görerek hem duyarak öğrenir, kiminde duyarak öğrenme baskındır, kiminin öğrenebilmesi için muhakkak dokunması, uygulaması gerekir. Ama büyüklerin de söylediği şey kulağın daha hassas olduğudur, kulakla öğrenmenin daha kolay olduğudur. Bunun yanında okuyacağız, kendimizi geliştireceğiz… Zaten ilk emir “İkra (oku)” değil midir? “…Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?…” (Zümer, 39/9) Elbette bilenin bilmeyene karşı bir üstünlüğü vardır. Bu üstünlük onu hakir görmek anlamında değildir ama bilen insanlarla sohbet etmek, onun yanında olmak keyif verir.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

