Sağlıklı Bir Yaşam İçin Beslenmenin Önemi / Diyetisyen Fatma Arslan

Sağlıklı bir yaşam için kişinin kendisine özel beslenme alışkanlığı kazandırması lazım en başta. İlk önce o kişide herhangi bir rahatsızlık var mı onların tespit edilmesi lazım. Diyelim ki bize gelenlerden örnek verecek olursak gelen kişi kaç yaşında? 30 yaşında, 50 yaşında veya 10 yaşında… Her birinin ayrı beslenme tarzı vardır. Kişide herhangi bir rahatsızlık varsa ve o rahatsızlık tespit edilirse o rahatsızlığın tespiti ve tedavisine yönelik bir beslenme uygularsınız. Diyelim ki hastada şeker hastalığı var veya kolesterol yüksek veya tansiyonu yüksek; o zaman onların düzenlenmesine yönelik diyetler verirsiniz. Sağlıklı beslenmesini sağlarsınız. Aslında sağlıklı beslenme bir çeşitten beslenme değil, yaratılmış bütün besinlerden kişinin ihtiyacı kadar almasıdır; ne fazla ne de eksik. Sağlıklı beslenme dediğimiz zaman, televizyonlarda, dergilerde, medyada vs. görürsünüz; işte sabah şunu içeceksiniz, öğlen bunu yiyeceksiniz, bundan şu kadar gram etkiliymiş gibi, yok öyle değil. Birincisi, kişinin sizin de söylediğiniz gibi sosyo-kültürel alışkanlıkları önemlidir. Kültürünüzde neye yatkınsınız, vücut alışkanlığınız nedir? Bunun yanında biraz önce de söylediğiniz gibi, herhangi bir rahatsızlığınız var mı veya gelişimde problemler var mı? Zayıflık, şişmanlık vs. hepsini değerlendirirsiniz. Kişinin alması gereken besinler tespit edilip bunlar vücuda yeterince alınıyor mu diye bir bakılmalıdır. Nasıl? Mesela 30 yaşındaki bir beyden bahsedelim; şekeri, kolestrolü vs. hiçbir şeyi yok, yani sağlıklı. O kişide eğer kilo fazlası varsa kilo fazlası azaltılacak şekilde ama herhangi bir light ürün kullanılmadan, yeme alışkanlıkları çok fazla düşürülmeden diyet yapılmadır. Yani çok düşük kalorili diyetler, sağlıklı beslenmenin en reddettiği konulardan birisidir. Kişinin boyuna, yaşına, hormonal özelliklerine, tahlil sonuçlarına, psikolojik durumuna vs. her şeyine göre değerlendirirsiniz. Dolayısıyla bütün bunlar değerlendirilir, kendisine en uygun beslenme şekli oluşturulur. Ama dediğim gibi sosyo-kültürel alışkanlıklar da önemli. Diyet belirlenirken de mesela hastamızın geldiği zaman tahlillerini ölçeriz. Arkasından, sabah kaçta kalkıyorsa uyku düzeni bir kere ayarlanır ki çok fazla uyku da kilo almaya meyli artırıyor; aşırı şişmanlığın sebeplerinden birisidir.

Nedir şişmanlık? Neden bu rahatsızlığa yakalanırız?

En sık görülen bir rahatsızlıktır. Zaten onun üstüne biraz da yoğunlaşırsak eğer, şişmanlığın sebeplerinin başında hareketsizlik olabilir. Fiziksel aktiviteyi yetersiz yapıyoruz. Atıl yaşam, sedanter yaşam, sanal ortamın çok fazla insan yaşamına girmesi, arabayla her yere gidilmesi gibi fiziksel aktivite yetersizliği. Yanı sıra kalıtımsal da olabilir. Anne babada veya akrabalarda kilo fazlalığı varsa çocukta da kilo fazlalığı olma ihtimali fazladır. Hormonal bir problem de olabilir. Mesela şeker hastalığı varsa tiroid problemi varsa bu ve buna benzer sebepler kişinin kilo alım hızını artırır. Bunun yanında ilaç kullanmış olabilir. Bazı ilaçlar mesela anti deprasanlar gibi, kortizonlu ilaçlar gibi kişinin kilo alım hızını artırırlar. Bunun yanında anne sık gebelik geçirmiş biri olabilir. Biz bize gelen hastalarımızın öncelikle kilo alımındaki sebepleri araştırırız. Bu sebebi tespit edip sonra tespit ettiklerimizi tedavi etmeye yönelik müdahaleler yaparız. Laboratuar tetkiklerinde bir problem çıkmışsa mesela kişin metabolizması çalışmıyor, diyelim ki tiroidleri çalışmıyor, o zaman ilk önce tiroidlerini çalıştıracak ilaç müdahalesi yapılır. Şeker hastalarında olduğu gibi insülin direnci varsa insülin direncini ortadan kaldıracak medikal müdahaleler yapılır. Eğer kişide böyle bir problem varsa hastaya sadece “diyet yap, az ye, hareket et” demek en büyük haksızlık olur. Çünkü hani bazen derler ya; ‘Bir lokma alsam kilo alıyorum.’ O zaman çok fazla inanmazdık, ama şimdi ne yazık ki böyle problemlerin görülme ihtimali de arttı. Hem hareketsizlik hem bu beslenme şekillerinin çok bozulması da olabilir. Fast-foot gıdaların çok fazla olması vs. sebepler, bu tür problemlerin de artmasına sebep oldu ne yazık ki… Problem tespit edildikten sonra tedavisi daha kolay oluyor. Dediğim gibi bir sıkıntısı varsa hastanın bir hastalığı varsa tek başına diyet, tek başına egzersiz hiç fayda sağlamıyor. Bazı hastalar geliyor, mesela beylerde de çok sıklaştı… “Günlerdir spor yapıyorum; bir aydır, bir buçuk aydır spora gidiyorum. E… Ne oldu? Hatta bir iki kilo bile aldım.” diyor. Başka bir zaman olsa inanamazsınız. Ama gerçekten bakıyorsunuz ki hasta güzel spor yapmış, ama kilo verme olmamış… Dediğim gibi bir problem vardır altında. Ya metabolizması çalışmıyordur, şeker gibi, kolesterol gibi bir rahatsızlığı vardır; ya da bize geldiği zaman hastamızın yediklerini inceliyoruz, dinliyoruz, neler yiyor, neler içiyor, ona göre hareket ediyoruz…

Sadece yağlardan olsa tamam ama öyle değil. Kaslar eridiği zaman, kasların tekrar tedavisi, geri dönüşümü çok zor değil mi?

Düşük kalorili ve hatalı diyetler kişide metabolizmayı yavaşlattığı gibi, ne yazık ki vücut ve damar yağlanmalarını artırır. Hatta hormonal problemlerin oluşması için zemin de hazırlar. Görünüş açısından da saç dökülmesi, tırnak kırılması, diş ve diş eti rahatsızlıkları, hatta kansızlık veya vitamin yetersizliğine bağlı bütün rahatsızlıkların oluşumunda ne yazık ki bu tür diyet hataları var. Çocuklar veya gençler çok küçük yaşlardan itibaren bu tür sıkıntılarla, diyetlerle baş başa kaldıkları için, ileri yaşlarda diyet yapsalar bile bir fayda sağlamaz hale geliyor. En önemlisi de şu ki metabolizma yavaşladığı için ileri yaşlarda diyet yapsa bile fayda sağlamıyor. Bu en büyük problem ve o kadar çok diyet deniyorlar ki düşük kalorilere alıştırıyor hastalar kendisini, sonra direncini azaltıyor. Hiçbir faydası yok. O zaman biz bu hastalara önce yemek yemeyi öğretiyoruz. Yani az yemek marifet değildir, az yemekle kilo vermek marifet değildir, yemeğin düzenli yenmesi lazım. Bir kere yemek düzenini oluşturmak lazım… Biz hastalarımıza kesinlikle bir kağıt verip iki dilim ekmek sabah, iki dilim ekmek öğlen yiyeceksin, şunun suyunu sıkacaksın demeyiz. İlk önce uykunu düzenle deriz; sonra azar azar, sık sık yemeyi bir alışkanlık haline getir. Çünkü saatlerce yemek yemeyip bir anda oturup yediğiniz zaman kişide kilo alım hızı da artar…

İki defa yemek yiyin demek hiç doğru değil o zaman… Bu konuda da algıda bir sıkıntı var değil mi?

Uzun süre aç kalmak söylediğiniz gibi doğru değil. Uzun süreli açlıklar, kişinin mineral ve vitamin kaybını arttırır. Biraz önce de söylediğiniz gibi kas ve su kaybına neden olur. Eğer yağ kaybetmek istiyorsanız, tekrar söylüyorum, beslenme düzeninizi oturtmalısınız. Bu sizin alışkanlığınız haline gelmeli. Beslenme bir süreç değildir. Bir buçuk, iki ayda zayıflama gibi ya da herhangi bir maksatla olsun oluşturulmuş bir süreç değildir. Bu bir hayat düzenidir. Hayat düzeninizi oturtacaksınız. Birçok örnekler verebiliriz. Ne diyeti yaparsan yap, alışkanlıklarımız bizim verdiğimiz kiloları tekrar almamıza neden olacaktır maalesef. Mesela etrafınıza da çok dikkat edin: Yok efendim mucizevi diyetler olsaydı etrafımızda hiç kilolu insan kalmazdı. Keşke faydası olsa da herkes sağlıklı olsa…

Peki o altın kurallar nelerdir? Diyet yapmanın olmazsa olmazları nelerdir?

Birincisi fazla uyku yasak, bu bir realite. Yani 6-7 saat, maksimum 8 saat yeter. Her bir saat fazladan uyku, inanın her gün bir dilim pasta yemişsiniz gibi kilo aldırır. ikincisi, hep söyleriz; azar azar yiyin. Azar azar ve özellikle sık sık. Ama tutup da her iki saatte bir sağlam öğün değil!.. Elimizin altında iki tane kayısı mı var, hurma mı var, onlardan atıştırın. Azar azar yiyin. Bunun yanında ne yazık ki hazır gıda alışkanlığımız çok fazla, elimizden geldiği kadar doğal gıdaya alışmamız lazım. Posalı ürünleri çok yememiz lazım. Mesela bayanlara diyorum ki: Kuru fasulyeyi ne sıklıkta yiyorsunuz? Posalı yiyecekler kuru fasulye, nohut, mercimek, sebze, meyve mutlaka sık tüketilmesi lazım. Eğer siz sebzeyi, meyveyi çok fazla tüketmezseniz açlık hissiniz daha fazla artar.

Peki meyve yerine, meyve sularını nasıl görüyorsunuz?

Hazır meyve sularını zaten istemiyoruz doğal olmadığı için. Doğal olması için uzun süreli yaşamaması lazım o besinin. Doğal besin kısa ömürlüdür. Raf ömrü uzadıkça doğal olma ihtimali düşer zaten. Ben hep söylüyorum, illa ki taze meyve suyunu sıkamıyor olabilirsiniz. Ama meyveleri haşlayın, mesela dondurulmuş vişne olabilir veya erik olabilir. Haşlayın, suyundan çok güzel meyve suları, kompostolar yapılabilir. Eğer bu alışkanlık haline getirilmediyse sonradan bunu oturtmak gerçekten zor. Bakın, anne baba eğer bunu içerken veya doğal besinleri biraz önce de söylediğim gibi bezelyeyi, yoğurdu, sebzeyi, meyveyi tadıyla yemiyorsa çocuktan da onu tadıyla yemesi beklenmez. Eğer anne baba televizyonda mesela maç seyrederken, film seyrederken vs. elinde cips, çocuklarıyla yiyorsa çocuktan da daha ötesi beklenmez. Ya da ödül olarak, “Haydi çocuklar! Bugün güzel bir günümdeyim, sizi hamburger yemeye götürüyorum.” diyorsa çocuklarda da en güzel zamanların hamburgerle geçirilmesi gerektiği gibi bir intiba oluşur. Dolayısıyla hani o altın kurallar diyorsunuz ya; her öğünde salata yemeğe alışması lazım, bireyin her öğünde yoğurt gibi besinler tüketmeye alışması lazım…

Yoğurt ama hangi yoğurt? Bakterileri öldürülmüş yoğurtların faydası olur mu?

Hiç yoktan iyidir diyoruz işte. Tabi sizin söylediğiniz çok doğru aslında. Eskiden annelerimiz sütü mayalardı, tabi hala mayalayanlar var. Mayalanmış sütün yeşilimsi bir suyu olurdu bilirsiniz. Aslında o yeşil su tedavide kullanılırdı. Birçok mantar tedavisinde kullanılırdı. Çünkü içinde, hayırlı diyorum ben onlara, “hayırlı bakteriler” vardır; Laktabasilus, Bulgariskus, Bifilus vs. diye. O yeşil su, insanı zinde tutan ve probiyotik dediğimiz bağırsakları çalıştıran maddeleri taşır. Şimdi yoğurtları yiyorsunuz, mesela hazır bir yoğurt alıyorsunuz; o yeşilimsi, doğal kalitedeki rengi yok. Ama hiç yoktan iyidir; en azından hayırlı bakterileri alamıyorsak bile kalsiyum alıyor, diğer vitamin ve minerallerden biraz destek alıyoruz vs. Ama tabi ki eğer bir süt bulabiliyorsa temiz ve hijyenik ortamlarda kişinin kendisinin mayalayarak yemesi her zaman daha iyidir. Süt içerisine süt tozu vs. katılıyor. Hatta bazı yerlerde kireç tozu bile söyleniyor, ama duymak bile istemiyoruz.

Kurutulmuş meyve, mutlaka alışkanlık haline getirilmesi lazım. Kuru kayısılar, kuru erikler, kuru üzümler, incirler, her evde pekmez… Anemi, yani kansızlık o kadar yayıldı ki toplumda, bunun en başta sebebi düzensiz beslenme ve özellikle pekmez gibi, yumurta gibi besinlerin tüketilmemesi… Soluk benizli çocuklar geziyor ortalıkta diyorum ben; gerçekten soluk benizli çocuklar, kansızlık o kadar çok ki… Bulgur ve buğday ürünlerini fazlasıyla tüketmemiz gerekiyor. Şu bir düstur olmalı: Bir ürün ne kadar rafine edildiyse kalitesi o kadar düşer. Yani biz ne yapıyoruz? Mesela unlu kekler veya biraz daha üstünü düşünelim, makarnalar tüketiyoruz. Ama onun daha üstü irmiktir, daha üstü buğdaydır, bulgurdur.

Peki, pek çoğumuz merak ediyor, ekmek ve su dengesi… Yani bir insanın bir günde alması gereken ekmek ve su miktarı nedir? Şimdi, iki litre su için diyenler var, çok su içince esasında o kadar da faydalı değil zararlı diye söyleyenler de var…

Su, gerçekten insan vücudunda illa olması gereken bir besin. Su illaki düzenli içilmesi lazım, ama etraftan söylenildiği gibi “Dört litrenin üzerinde için zayıflarsınız veya ne kadar çok içerseniz o kadar iyidir.”, böyle bir intiba yanlıştır kesinlikle. Suyun fazlası böbrekleri zorlar. Bu o kadar büyük bir gerçek ki zayıflamayla birlikte -kişi hızlı zayıflıyorsa- karaciğeri ve böbrekleri de sürekli çalışır halde olması lazım. Aksi halde bu onları yormaktan öteye geçmez. Ama belli bir miktarın altında da doğru değil. Çünkü bizim vücudumuzdaki fazla elektrolitler böbrekten süzülüp atılacaklar. Biz şöyle yaparız: Eğer kişide kilo fazlası varsa hele hele yemekten önce iki bardak suyunuzu için deriz; sabah, öğle, akşam… Arkasından salatanızı yiyin ki mideniz biraz dolsun. Dolayısıyla her yemekten önce iki bardak su kişi için yeterlidir. Eğer ihtiyaç hissediyorsa biraz daha üstüne çıkabilir, ama vücudu zorluyorsa, vücut kendi ihtiyacını daha iyi bilir. Zorlamayla yapılacak her şey doğru değildir. İki litre su, olmadı üç litre yeterli. Bir litrenin altı da doğru değil; üç, dört litrenin üstü de doğru değil… Ekmekte de en büyük hata bu. Bize gelen hanımlar, beyler derler ki: “Ya Fatma Hanım! Ekmeği sıfırladım, pirinç, makarna yemiyorum. Niye hiç zayıflamıyorum?” İlk şuçlu ekmek seçilir ve ekmek diyetten çıkarılır. Bir de şu var: Toplum olarak ekmeği çok fazla tükettiğimiz için, suçlular grubuna giriyor. Ama ekmek kaliteli bir vitamin deposudur. Özellikle B vitamini açısından. Ekmeği tüketmeyenlerde hem B vitamini yetersizliği olur, hem de -bakın burası çok önemli- insan vücudunda suyu tutan “karbonhidratlar” vücuda alınmamış olur. Eğer karbonhidratları çıkarırsanız, vücudunuzda su tutulamaz ve hasta kilo verdiğini zanneder. Özellikle beslenme uzmanı diye geçinen, gerçekten beslenme uzmanı olmayan birçok hekim arkadaşın da yaptığı şey -akupunktur diyetlerinde de böyledir- hastaların hemen ekmeğini, pilavını, makarnasını keserler. Yoğurt, salata ye; yoğurt, salata ye!.. Bir ay boyunca yoğurt salata verirler hastaya. Vücut karbonhidrat alamadığı için su tutulamaz, kilolar akar gider. Çünkü ciddi bir su kaybı olur, hatta kas kaybına kadar gider. Hasta su tutamadığı için, kilo kaybettiği için de memnun olur. 10 kiloyu bir ay içerisinde rahatça verebilir ama bu, bir su kaybıdır. İnsan vücudunda suyu tutan ekmek ve karbonhidrat olduğu için, bunu kesmeniz kişinin vücut suyunu düşürmenizden başka hiçbir şeye yaramaz. Peki ne olur? Tabi ki fazlası kilo olarak geri döner ama bunun ölçülü tutulması lazım. Mesela bir bayan, günde ortalama ikişer dilim sabah, öğle, akşam ekmek yiyorsa bir erkeğin bunun en az iki, üç katı kadar yemesi lazım. Yani en az üçer, dörder, beşer dilim ekmek yemesi lazım ki bu da çalıştığı ortama göre değişiyor… Bir maden işçisi, bir çiftçi, oturur pozisyonda kalan birisiyle aynı değildir. Bizim şöyle bir hatamız var: Bir kişi hem dört beş dilim ekmek hem çorba hem de pilav yerse olmaz, ölçülü yemesi lazım. Pilav da makarna da ekmektir; kuru fasulye, nohut da ekmek grubudur, çorba da ekmektir. O gün pilav, çorba, makarna yiyorsa ekmeğini yemeyiversin. Bir tabak bulgur yanında ekmek olmaz. Harcadığınız enerji ne kadarsa aldığınız da o kadar olmalı. Eğer fazla harcarsanız zayıflarsınız.

Zayıflamanın psikolojik yönü de var değil mi? Çünkü bazıları; “Ekmek yemeyince doymuyorum.” diyor.

Doğru söylüyor gerçekten de… Alışkanlık genetik yapımızda var. Zaten beslenme, genetik yapıya uygun olması lazım. Ama şuna inanın, biz diyet verdiğimiz zaman beyler de bayanlar da diyorlar ki: “Ya biz bu kadar yemiyoruz ki!..” Gerçekten yemiyorlar, yani bizim verdiğimiz kadar yemiyorlar. Onların problemi şu oluyor: Ben kişiye diyorum ki önce suyunu iç, sonra koca bir kase salatanı ye, arkasından da bir kase çorba, işte sebze yemeği, yanına yoğurt ye, yanına da mesela dört köfte kadar et yiyorsan üç veya dört dilim de ekmek ye diyorum, öğlen öğünü için bunlar yeter. Fazla değil mi diyor, yok diyorum. Zaten belki de yediği bu kadar, ama kişilerin hataları arada kaçırdıklarından oluyor. Mesela bir paket cips yemeniz, bir litre kola içmeniz, koca bir çikolata yemeniz o günü harap eder size. Bazı kişilerde sadece o yasakları çıkarmamız bile yetiyor. Yani düzenli beslenme diyorduk ya; azar azar, sık sık yemek, uyku dedik. Yemekten önce salata yemek çok önemlidir, suyla başlamak çok önemlidir. Yemekten sonra mümkün olduğunca su vermeyiz biz. Yemekten önce içilir, aralarda içilir. Mide zaten büyümüştür, üzerine tekrar su koymak midenin daha fazla büyümesine sebep olur.

Tabi ki mide, kendisini yavaş yavaş toparlar, çeker, büzüşür, küçülmeye başlar. O zaman da doyuyor. Mideyi aşamalı olarak mı küçültüyorsunuz?

Evet, biz o doyma süresince önce salata veririz, sonra diğer yemekleri. Bir de yemekleri yavaş yemek de çok önemlidir. Doygunluk hissi gelene kadar eğer çok hızlı yemek yiyorsanız fazla yersiniz…

Doygunluk hissi 20 dakika sürüyor, değil mi?

Evet, kişiden kişiye değişse de 15-20 dakika… O sürede yirmi tabak baklava yiyin, çok hızlı yiyorsanız yine aynı doygunluk hissini verir. İster salata yesin, ister baklava. Zaten çok zayıf olanları takip edin; birincisi, yavaş yiyorlardır. İkincisi, sürekli su içiyorlardır. Üçüncüsü, çok hareketlilerdir. Dördüncüsü de gider gelir bir şeyler atıştırırlar. Tabi bunun yanında akşamları çok geç saatte yemek yer bizim beyler de, bu konuda çok büyük hatalar oluyor. Hanımlar, beyler çok geç saatte yemek yedikten sonra hiç hareket etmezler; oturdukları yerden sadece kumanda elde televizyon karşısında, arkasından da uyuyup kalırlar…

Gece sabaha kadar saatlerce çalışanlar bir şekilde acıkıyorlar. Açlıktan kan şekeri düşüyor. O zaman ne yapmalılar?

Bu gibi durumlarda şöyle bir intiba var, o da yanlış onu da söyleyeyim: “Efendim beşten sonra, yediden sonra yemek yemeyin!..” Bu yanlış, öyle şey yok.  Kişi kaçta uyuyorsa ona göre son yemeğini ayarlar. Adam diyelim ki gece bekçisi, dörtte, beşte uyuyor. Ona,  akşam yediden sonra yemeyin demek olmaz. Yatmadan dört saat, beş saat kadar öncesinde ana yemek veriyoruz. Tabi 1-2 saat öncesine kadar da bir meyve falan atıştırılabilir, onda bir mahsur yok. Mesela bugün sabahlama ihtimaliniz var, dörtte beşte yatacaksınız gece. Tabi ki akşam onda, on birde yemek yiyebilirsiniz. Çünkü aralarda kaçırdıklarınız çok daha kalorili olacağı için, daha hızlı depolanır. Yatmadan önce çok fazla geç saate yemek bırakmamak lazım, yatıştan 4-5 saat öncesinde ana yemeği yemek lazım. İki saat öncesinden de ara kahvaltı olabilir. Azar azar, sık sık, bu çok önemli. Gerçekten biraz üzerinde durulması gereken bir şey, iki saat arayla meyve yemek. O gün taze meyve yoksa bile, kurutulmuş meyve, bir iki tane tabi, ölçülü olacak yani. Yanında koca bir kase durmadan atıştırmak, o da hiç doğru değil. Yani iki üç tane kurutulmuş meyve de olsa -o da kişinin günlük o andaki şeker ihtiyacını karşılayacağı için – şekere ihtiyacı azaltır. Eğer yemez, aç durursanız gözünüzde tatlılar uçuşur. Çok tatlı yiyen birine sorun, kesinlikle meyve tüketmiyordur. Belli aralıklarla o kişi meyve tüketiyorsa şeker ihtiyacını karşıladığı için tatlıya olan zaaf azalır. Mesela çok çay içenlere de sorun, su içmezler. Çünkü su ihtiyacıyla, çay ihtiyacını da birbirine karıştırır hastalar. Canınız çok çay istediğinde gidin bir bardak su için, o ihtiyacınızın gittiğini anlarsınız…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir