Ramazan’da İrade ve Nefs Terbiyesi / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

Tehlikeli hayvanlarla dolu bir ormanda yaşamak zorunda kaldığınızı hayal edin. Hem ormanın zorlu yaşam şartları hem de vahşi hayvanlardan gelebilecek zararlar, büyük bir korku yaşamanıza ve sürekli teyakkuzda olmanıza neden olur. En ufak bir tedbirsizlik ise canınıza mal olabilir. Ormandaki en güçlü, vahşi, bir o kadar da en faydalı olabilecek hayvanı zincir altına aldığınızı düşünün. O hayvan yanınızdayken size diğer hayvanlar yaklaşamaz ve emniyet içinde ormanda gezinebilir, kolayca yiyecek bulabilir, hatta rahat bir uyku çekebilirsiniz. Ancak bunları yapabilmeniz için öncelikle bu hayvanı ehlileştirmeniz gerekir. Kendiliğinden size alışmasını beklerseniz, ömrü boyunca onu zincir altında tutmak zorunda kalırsınız. Bir gün zincirinden kurtulursa ağır bir yara alabilir, hatta canınızdan olabilirsiniz. Ormandaki zorlu yaşamı kolaylaştırmak için yapmanız gereken şey bu hayvanı ehlileştirmek ise, sadece buna odaklanırsınız.
Şimdi gerçek hayata dönelim. Dünyaya geldiğimizde, bize yüksek düzeyde yarar sağlayabilecek bir varlık emanet edilmiştir. Bu varlık, doğru yönlendirildiğinde bize fayda sağlayan, aksi takdirde bizi zarara sürükleyen bir güçtür. İnsan, bu emaneti doğru bir şekilde kullanmayı öğrendiğinde, hayat yolculuğunda güven içinde ilerleyebilir ve büyük kazanımlar elde edebilir. Ancak onu kendi hâline bırakıp başıboş bir şekilde hareket etmesine izin verirse, bu güç kontrolsüz bir hal alarak kişiyi çıkmazlara sürükleyebilir.
İşte bahsettiğimiz bu varlık, nefsimizdir. Nefs, insanın içinde yer alan ve ona çeşitli arzular, istekler ve eğilimler sunan bir yönüdür. Kimi zaman insanı hayırlı işlere yönlendirirken, kimi zaman da onu bencilce tutkulara, geçici hazlara ve yanlış yollara sürükleyebilir. Nefsin kontrol edilmesi, eğitilmesi ve doğru bir biçimde yönlendirilmesi, insanın ruhsal ve ahlaki gelişimi açısından büyük önem taşır.
Peygamberler ve onların yolundan giden Allah dostları nefsin terbiye edilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Bu terbiyenin yolu, kişinin kendini tanımasından, nefsinin zayıf ve güçlü yönlerini bilmesinden geçer. Çünkü nefsin doğası gereği insanı anlık hazlara ve kısa vadeli kazançlara yönlendirme eğilimi vardır. Ancak bilinçli bir şekilde yönlendirildiğinde, nefs kişiyi yüksek erdemlere ve iç huzura ulaştırabilir.
Nefs, sınırları aşma eğilimi gösterebilir. İşte bu noktada, nefsin hevâ ile olan ilişkisi devreye girer. Hevâ, nefsin olumsuz yönünü oluşturan, insanı geçici hazlara, bencil tutkulara ve kontrolsüz arzulara sürükleyen yönüdür. Hevâ, insanın aklını ve vicdanını devre dışı bırakıp yalnızca anlık tatminler peşinde koşmasına sebep olabilir. Bu durum, bireyi ahlaki zafiyetlere sürükleyerek iç huzurunu kaybetmesine ve toplumsal düzeni bozmasına neden olabilir. Bu yüzden, hevânın esaretinden kurtulmak, insanın ruhsal dengesini bulması ve huzurlu bir hayat sürmesi için büyük önem taşır.
Nefsi terbiye etmenin yolu, hevâya teslim olmamak ve onu bilinçli bir şekilde yönetmektir. Hevâ, kısa vadeli çıkarları ön plana koyarak insanı uzun vadede pişman olacağı hatalara sürükleyebilir. Ancak nefs, hevânın baskısından kurtulup iradenin, aklın ve kalbin yönlendirdiği bir hâle geldiğinde insan, ruhsal anlamda olgunlaşır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Tebük Seferi’nden dönerken ashabına küçük cihattan büyük cihada döndüklerini ifade etmiştir. Ashab-ı kiram efendilerimiz büyük cihadın ne olduğunu sorduklarında da “Büyük cihad, nefisin heva ve hevesine karşı yapılan cihaddır.” cevabını vermiştir. (Beyhaki, ez-Zühd, Beyrut, 1996, 1/165; Hatip Bağdadî, Tarihu’l Bağdad, 3/523-524; Zehebî, Siyer-ü Alamü’n Nübela, 56/324; Keşfu’l-Hafa, 1/511.)
Nefs, tıpkı küçük bir çocuk gibi, kontrol edilmediğinde sınırsız istekler peşinde koşan, anlık hazlara odaklanan bir yapıya sahiptir. Nasıl ki bir çocuğun sağlıklı büyüyebilmesi için uygun gıdalarla beslenmesi, ona zarar verebilecek yiyeceklerden korunması gerekiyorsa, nefsimizin de sağlıklı bir şekilde gelişmesi için ruhumuzu besleyen doğru kaynaklara yöneltilmesi gerekir. Bir çocuğu aşırı şeker ve zararlı gıdalarla beslersek onun gelişimi bozulur, sağlığı zarar görür; aynı şekilde nefsimizi de sürekli haz peşinde koşmaya, kontrolsüz arzulara ve sorumsuzca davranışlara alıştırırsak, ruhsal dengemiz bozulur ve ahlaki anlamda zayıflarız.
Ancak bir çocuğu sadece doğru besinlerle büyütmek yeterli değildir. Onu yanlış alışkanlıklardan, tehlikelerden ve zararlı insanlardan koruyabilmek için sınırlar koymamız gerekir. Çocuk oyun oynarken farkında olmadan tehlikeye atılabilir. Örneğin, bir bıçağı oyuncak zannedip eline alabilir veya bilinçsizce yola fırlayabilir. Biz ebeveyn olarak onu korumak için sınırlar belirler, tehlikelere karşı uyarır, bazen nasihat eder, bazen de küçük cezalarla doğruyu öğretmeye çalışırız. Aynı şekilde, nefsimizin de zararlı yönelimlerden korunması için irade ile dizginlenmesi ve ahlaki kurallar çerçevesinde eğitilmesi gerekir. Çünkü kontrol edilmeyen bir nefs, tıpkı şımarık bir çocuk gibi sınır tanımaz, yanlışları alışkanlık haline getirir ve giderek daha tehlikeli bir hale gelir.
Bir çocuk her uyarıyı ilk duyduğunda anlayamaz. Bazen defalarca aynı hatayı yapar, bazen merakından sınırları zorlar, bazen de neyin doğru olduğunu anladığı halde içindeki isteklerine yenik düşer. İşte nefsimiz de böyledir. Bir hatadan ders alıp tövbe etsek bile, benzer durumlarla karşılaştığımızda tekrar aynı yanlışlara düşebiliyoruz. Tekrar tövbe edip bir daha aynı yanlışı yapmamak için irademizi sağlam tutmalı, nefsimizi eğitirken sabırlı olmalı, sürekli olarak kendimizi kontrol etmeli ve farkındalığımızı diri tutmalıyız.
Ayrıca, çocukları eğitirken sadece yasak koymak veya ceza vermek yeterli değildir. Onlara sevgi ve şefkat göstererek, doğruyu ve güzeli benimsemelerini sağlayarak eğitiriz. Aynı şekilde nefsimizi de sevgi, merhamet ve bilinçle terbiye etmeliyiz. Kendimize karşı çok sert olup her hatamızda umutsuzluğa düşmek yerine, hatalarımızdan ders çıkararak ve kendimizi geliştirerek ilerlemeliyiz. Çünkü nefs baskıyla değil, bilinçle ve iradeyle eğitildiğinde kontrol altına alınabilir.
Nefsimize tıpkı bir çocuk gibi yaklaşmalıyız. Onu beslemeli ama zararlı şeylerden korumalı, ona sınırlar koymalı ama baskı yaparak isyan ettirmemeli, hataları karşısında hemen pes etmek yerine sabırla eğitmeliyiz. Aksi halde, tıpkı şımarık bir çocuğun kontrolsüzce hareket etmesi gibi, dizginlenmemiş bir nefis de insanı felakete sürükleyebilir.
Nefs, eğer terbiye edilmez ve kontrol altında tutulmazsa, şeytanın fısıltılarına kapılarak kötülüğe meyledebilir. Şeytanın insan üzerinde doğrudan bir yaptırım gücü yoktur, ancak vesvese vererek, süslü göstererek ve aldatıcı yollarla insanı günaha çekmeye çalışır.
Şeytan insanın düşmanıdır ve onun çağrısına kapılanlar büyük bir zarara uğrayacaktır. Şeytan, insana doğrudan zorla bir şey yaptırmaz; fakat güzel göstererek, çeşitli bahaneler sunarak ve aldatıcı yollarla kandırarak kötülüğe sevk eder. Şeytanın en büyük hilesi, günahları süsleyip masum göstererek nefsi kandırmasıdır.
Resûlullah (s.a.v.), şeytanın insan üzerindeki etkisini şöyle açıklamıştır: “Şüphesiz şeytan, insanın damarlarında kanın dolaştığı gibi dolaşır.” (Buhârî, Ahkâm, 21; Müslim, Selâm, 23)
Şeytan, insanın iç dünyasına nüfuz edebilmekte ve vesveselerini sinsice yerleştirmektedir. Ancak bu, insanın çaresiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü şeytanın etkisinden kurtulmanın yolu bellidir: Allah’a sığınmak, nefsi terbiye etmek ve iradeyi güçlendirmek.
“Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.” (A’râf, 7/200)
“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-8-9-10)
Ramazan Ayı, sadece aç kalınan bir dönem değil, aynı zamanda iradenin güçlendirilip nefsin terbiye edildiği en değerli zaman dilimlerinden biridir. Bu ay, bireyin fiziksel ihtiyaçlarını sınırlayarak ruhunu beslediği, iradesini sağlamlaştırdığı ve kendini daha iyi tanıdığı bir fırsattır.
İnsan doğası gereği, yeme, içme ve çeşitli dünyevi hazlara karşı güçlü bir eğilim taşır. Ancak bu eğilimler bilinçli bir şekilde kontrol altına alınmazsa, kişi arzularının esiri olabilir. İşte Ramazan, bu noktada insanın iradesini sınayan ve onu eğiten özel bir aydır. Oruç tutarak, sadece yemek ve içmekten değil; kötü sözden, yanlış davranışlardan ve nefsin aşırı isteklerinden de uzak durmaya çalışırız. Bu süreç, insana sabrı, kanaatkârlığı ve irade gücünü öğretir. Aynı zamanda Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etme yollarından birinin de oruç tutmak olduğu belirtilmiştir.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara, 2/183)
Oruç yalnızca fiziksel bir ibadet değil, aynı zamanda manevi bir eğitim sürecidir. Takvâ, kişinin günahlardan sakınmasını, iradesini güçlendirmesini ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci geliştirmesini ifade eder. Ramazan ayında oruç tutan bir kişi, açlık ve susuzluğa karşı sabrederek, nefsin isteklerine dur demeyi öğrenir. Nefs, sadece açlıkla değil; kötü huyları terk etmekle de terbiye edilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Oruç bir zırhtır / bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve cahillik yapmasın. Eğer herhangi bir kimse kendisiyle dövüşmeye yâhut sövüşmeye girişirse, ona iki defa ‘Ben oruçluyum’ desin. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlu ağzın kokusu, Yüce Allah katında misk kokusundan daha temizdir. Yüce Allah: Oruçlu kimse benim için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, yalnız benim içindir / doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir.” (Buharî, Savm, 2) buyurmuştur.
Ramazan, insanın iç dünyasına yönelmesini sağlayarak Allah’la duygusal bağının kuvvetlenmesine vesile olur. İnsan, gündelik telaşlardan uzaklaşır, kendi nefsini ve zaaflarını daha iyi gözlemleme imkânı bulur. Bununla birlikte, Ramazan ayı bireysel bir mücadele ayı olmanın ötesinde, toplumsal bir dayanışma ayıdır. Sadaka, infak ve paylaşım gibi değerlerin ön plana çıkması, bencillikten uzaklaşmayı ve nefsin cimriliğini kırmayı sağlar. Heyecanla beklediğimiz ve gönüllerin coştuğu, bin aydan daha hayırlı bu ayı ve içerisinde gizlenen mübarek Kadir Gecesi’ni Allah’ın hoşnut olacağı şekilde değerlendirebilmeyi ve Ramazan ayı ile birlikte günahlarından arınıp da gerçek anlamda bir bayram yaşayabilmeyi Rabbim hepimize nasip eylesin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir