Genel olarak insanların hallerine bakınca sevgisizlik diye ifade edilen şeyin haset ve kibirle olan ilişkisini düşündüm. Hepsi de kıyaslamaya dayalı tavırlardı. Sevgisizlik, bu davranışsal ve içsel temelli haset ve kibir gibi hastalıkların dışa vurumu idi aslında. Yani seven böyle yapmaz, sevseydi yapmazdı gibi bir değerlendirme. Dışarıya davranış olarak kibir ya da haset şeklinde yansıyordu. Daha doğrusu sevgisizlik temelli ama haset ya da kibir yönü değerlendirme dışı bırakılamayacak bir bütünlük arzediyordu. Tüm bunların “kendilik” dediğimiz reel varoluş çabalarımızla ilgisi gerçekten çok düşündürücü… Bir şeyler yapmak için bir araya gelmiş insanların önünde aslında bir “kendilik” engeli de var diyebiliriz buna. Çünkü bu tür nefis hastalıklarının “farkındalık” boyutu, üzerinde durulmaya değer bir olay. Farkında olmakla başlıyor tedavi süreci. Çünkü kendilik de büyük bir farkındalık demek… Bu farkındalık yani aslında kendilik engelini tasavvufçular “zikirle” ve “sohbetle” aşıyorlar. Çünkü “iyi insan” olmak istiyorlar. Sohbetle aşıyorlar çünkü konuyu bu vesileyle konuşulur kılıyorlar. Suçlamadan, incitmeden, “biz bunu bir düşünelim” diyerek… Aslında temel olarak “Allah’ı tanımak” keyfiyetiyle “Allah’a karşı sorumluluk duygusuyla” Allah’ın (c.c.) büyüklüğünü, azametini, kudretini ve O’nun karşısında kendi acziyetlerini hissederek “kulluğa dayalı” bir “şuur” temeli oluşturuyorlar. Yani “kendi” ve “kendilik” arasında bir bağ kuruyorlar. Aklın erdemiyle kalbe bir mesaj gönderiyorlar. “Yap” ya da “Yapma” demeyi bir irade eylemine taşıyorlar. Bu arada zikirden destek alıyorlar. Yaratıcı ve kul bağlamında içsel bir duruş sergiliyorlar. Birbirinin reel varoluş alanlarına yani aslında saygınlık alanlarına müdahale eden insanlar, sevgi yerine gaddarlığı, sevgi yerine üstün olmak tatminini önceledikleri için kendilikle yani aslında birey olma yolunda tamamlanmamışlıkla ilgili zaaflarını psikolojik bir yordamla ortaya koyuyorlar. Konu ile ilgili düşünmek ve konuyu sahiplenmek adına herkesin “muhasebe” adı altında kendini masaya yatırması, konuya kendinden bağımsız bir realite yüklemesi kaçınılmaz görünüyor. Aksi halde kıyaslama ihtiyacı tüm gerçekliklerin üstünde bir etkiyle insanı kuşatıyor.
İnsan, ahlaklı olmadan “mış gibi” yaparak ahlaklı olamıyor. Sevgi nasıl bir iksir ki, tüm bu negatif düşüncelerin negatif çekim alanından insanı sıyırıp alıyor, tüm olumsuzlukların üzerine sünger çekiyordu. Sevgisizlik yerine ikame edilecek güzel duygulara ise nezih bir davetiye çıkartıyordu.
Sevgi Nedir?
Sevgiyi tanımlamak, anlamlandırmak sevgi dolu kalplerin dilinden dökülünce, daha anlaşılır olur, daha güçlü manalara bürünür… İfadeler yetersiz değil görünür bir hal alır… Çünkü sevmeyi, kalbi aşkla çarpan marifet ehlinin dilinden dinlemek daha bir anlamlı olur… Şenel İlhan Beyefendi ki sevginin ustası, hakka marifette özel bir şahsiyet… O, sevgiyi şöyle tarif eder:
“Sevgi, gönlün iyilik gördüğü şeye kendiliğinden meylidir. İnsan kendini ve kendine ait olan şeyleri sever. Kendine ait olmasa da güzelliği ve kendine yapılan iyiliği sever. Sevgi, kişiyi güzel ahlaka götürür ve aynı zamanda manevi makamını belirler…”
İmam-ı Gazâlî’de ise sevgi: “İnsan tabiatının haz veren şeye duyduğu ilgi.” demektir. İnsan sevgiyle mutlu olur, sevgiyle huzur bulur… Fransız yazar Madame De Scudery “İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar.” der. Sevgi, kurumuş ağacı dahi yeşertecek sihirli bir dokunuştur. Barışın, huzurun, iyiliğin, güzelliğin, mutluluğun ortak adıdır… Nitekim Amerikalı yazar Willa Cather “Büyük sevginin olduğu yerde her zaman mucizeler vardır.” diyerek sevginin aşamayacağı hiçbir engel olmadığını belirtir. İnsanların sayıca artışına rağmen, fert olarak yalnızlaştığı ve yalnızlığın artık kâbusa döndüğü bir zaman dilimindeyiz… Sevgi yalnızlığın da ilacı… İnsan bu dünyada yalnızlık duygusundan ve yalnızlık duygusunun verdiği kaygı ve korkulardan ancak sevgiyle kurtulur. Günümüzün olumsuz şartları, insanların bu duygusunu çok hırpaladı, çok köreltti… Bu nedenle insanlar içlerinde olan sevgiye rağmen sevgisiz kişi tepkisi veriyor… Belki de sevgisiz olduğuna inanıyor ki burası çok büyük bir tehlike… O nedenle bu zamanda sevgiyi hatırlatmak, insanlık adına çok büyük bir hizmet ve çok önemli bir ibadettir.
Bizler de sevgiyi, sevgi sultanı Şenel İlhan Beyefendi’nin dilinden ve gönlünden siz değerli okuyucularımızın istifadesine sunmayı bir hizmet edindik… Sevginin kaynağı Allah’tır… Gönül, Allah’ı sevmek için yaratılmıştır… Kulak duymak, göz görmek, el tutmak, ayak yürümek için yaratılmış ise gönül de önce Rabbini sevmek için yaratılmıştır. İnsan başka bir organı ile sevemez… İlla gönül ille de gönül… İnsanoğlu maalesef asli görevi Allah’ı sevmek olan gönlünü anlamsız sevgilerle doldurmuştur… Allah’ın kulunu nasıl sevdiğini de unutmuştur… Gönlün bu yeteneğini ve yaratılış amacını Şenel İlhan Beyefendi şöyle özetler:
“Gönül dediğimiz manevi yapımız, Allah’ı (c.c.) sevmek, O’na âşık olmak yeteneğiyle yaratılmıştır. Fakat içimizdeki bu sevginin varlığını keşfetmek veya bunu ortaya çıkarıp derinleştirmek, irademizin de devreye girmesini gerektiren bir imtihan alanımızdır. Kim ki bu ulvî amacın peşine düşer ve onu kendine dert edinirse bu hakikatle gün gelir yüzleşir ve bu sözümüze şahit olur… Ancak sevgi yeteneği ile yaratılmış olan bu gönül, gerçek sevgilisini bulamazsa bu defa onun yerine sahte ilahları sevgili edinerek onları sever, onlara âşık olur. Neticede Allah’ı (c.c.) sevebilmek gibi ulvî bir amaç ve büyük bir potansiyelle yaratılmış insanoğlu Rabbini sevmek yerine, o güzel sevgilinin yarattığı, gelip geçici fâni şeyleri severse kıymetli ömrünü boş yere heder etmiş olur… İşte maalesef hem dünyamız hem de ahiretimiz için bu çok şerefli ve itibarlı durum, insanoğlunun çok azının, farkına vardığı büyük bir fırsattır. Bu nedenle sevgi duygusunun ve özellikle Allah (c.c.) sevgisinin kazanılması bizler için kıymeti takdir edilemeyecek derecede önemlidir. Evet, üstüne basarak bir daha söyleyelim ki sevgi duygusu çok önemli bir duygudur ve sağlıklı olarak hayatımıza yön verirse dünya nimetlerinin en güzelidir.” Şenel İlhan Beyefendi bu önemli ölçülerle sevgi duygusunu Allah ile ilişkilendirmenin kaçınılmaz olduğunu söyler. Ona göre sevgi, ihlas ve samimiyetle, ruhun izinde yürümektir. Yaratılışı gereği sevgi yeteneğine sahip olan bir insan, önce içindeki Allah sevgisini keşfe çıkmalıdır. Ancak bu şekilde süfli emellerin çekiminden kurtulup yüksek bir amaca doğru yol alabilir. İşte bu aşkı yakalayan kişi, dünyayı kendine amaç değil araç edinir. Gerçek sevgiliye, en çok sevilmesi gerekene bu anlayışla gidilir. Kendisi sevgi ile alakalı şu açıklamalarda bulunur: “Sevginin asıl kaynağı yalnız Allah’tır (c.c.). O’nu sevip itaat etmek de şükran borcumuzdur. Yaradan’a karşı sevgi ve bağlılık tüm canlılarda fıtraten mevcuttur. Bu nedenle bütün semavi dinler ve aynı kaynaktan gelen İslam dini, Allah sevgisi ile beraber tüm mahlûkatı sevmeyi en önemli ibadet olarak bildirir. Tüm canlıların birbirlerine ve yavrularına karşı olan sevgisi, Allah’ın ‘Vedûd’ isminin bir tecellisidir. Peygamberler de tevhidle beraber daha çok sevgi, şefkat, merhamet gibi güzel hasletleri öne çıkarmak ve toplumlara bu duyguları yeniden kazandırmak için gönderilmişlerdir. Allah (c.c.) deyince gönlümüze önce korku değil; sevgi, şefkat ve merhamet hisleri dolmalıdır. Ama Müslüman nesillere bunu kazandıramadık. Bugün, İslam dini sevgi ile anılması gerekirken şiddetle anılan bir din haline geldi. Din düşmanlarının bu algıda çok katkısı olsa da Müslümanların katkısı da azımsanamaz. Bu yanlış algıyı düzeltmek Müslümanların üzerinde önemli bir görev ve hesabı verilmesi gereken büyük bir vebaldir.”
Kur’ân-ı Kerîm’de sevgiyi, şefkati, merhameti ibadet olarak emreden ayetler ve aynı gerçeğe işaret eden hadisler öyle çoktur ki, bu gerçeği görmezden gelmek mümkün değildir. Nitekim: “…Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler…” (Mâide, 5/54) “(Resûlüm) De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.’ Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân, 3/31) “Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfâl, 8/63) “Ben kendisine; ailesinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça hiçbir kul (kâmil) iman etmiş olmaz.” (Müslim) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”(Müslim, İman) mealindeki ayet ve hadisler, sevginin dinimizde ne denli kıymetli olduğunu açıkça gösterir.
“Güzel Olan Şeyleri Sana Menfaati Olmasa da Sevmek Kemâlâttır.”
Sevginin en kıymetli olanı şüphesiz insana hiçbir getirisi, menfaati bulunmayanı sevmesidir. Şenel İlhan Beyefendi’nin bu konudaki sözleri çok çarpıcıdır:
“İyi bir insan, düşmanlarında bile sevecek taraflar, özellikler bulur. Buna rağmen en yakınlarını bile sevemeyen, onların dahi iyiliğini isteyemeyen adamlardan kime ne hayır gelir? Hiçbir menfaat gözetmeden, bir güzelliği veya bir değeri sadece o değerli olduğu için sevebilen adamın sevgisi kıymetlidir. Güzel bir çocuğu, güzel bir resmi, güzel ahlaklı bir adamı sana menfaati olmasa da sevmek kemâlâttır. Onun sana ait olması, sana faydası olması gerekmez. Güzel ahlak, iyilik gibi erdemler sebepsiz sevilir. Çevremizde gerek sanatsal ve estetik olarak gerek etik ve ahlaki olarak görebildiğimiz güzellikleri ve bu güzelliği taşıyan kişi ve nesneleri sevmek, neticede bizi en güzel olan ve her türlü güzelliğin, kemâlâtın bizatihi yaratıcısı ve kaynağı olan Yüce Allah’ı sevmeye taşıyacaktır.”
Allah Sevgisini Kazanmak Her Şeyden Önde Gelir
İçin ağlasa da kim duyar seni
Kim duyar dışarıda, olup biteni.
Leyla’nın yüzünü görenler bilir,
Mecnun’un kalbine batan dikeni.
(Hafız Şirazi)
Bu şiirde çok güzel anlattığı gibi, aşk, dışarıdan bakan için ne tam olarak anlaşılabilir ne de anlatılabilir. Zira aşkının büyüklüğünü, zevkini veya gönlüne batan dikenlerini ancak maşukun güzelliğini gören âşığın kendisi bilir. Şenel İlhan Beyefendi’nin de Allah aşkının büyüklüğü, Rabbi ile olan ünsiyeti, pek çok yönüyle bize kapalıdır. Bizim bu konuda bahsedebileceğimiz şeyler ancak bu aşkı yaşayan âşığın sevgisini aşikâr eden halleri, ağzından dökülen aşk dolu sözleridir. “Aşk; sandığın kadar değil, yandığın kadardır. Aşk, ebedi olan sevgiden gayrı her şeyi yakmaktır.” diyen Hz. Mevlânâ gibi… Aşk ehli büyükler derler ki: “Gönlünde aşk istidadı olmayan kimse, Allah’a (c.c.) âşık olamaz…”
Bin yılın yenileyicisi unvanına sahip ve kendisi de bir Murâd olan İmam-ı Rabbanî (k.s.) ise Murâd’ların vasıflarını şöyle anlatır:
“Murâd, irade edilen ve istenen şey veya kimse demektir. Bunlar, Allah Teâlâ’nın mutlak bir lütuf yoluyla, kendine doğru cezbederek, ilerlettiği insanlardır. Onların bu yolla ilerlemelerine, seçilip toplanma manasına gelen, ‘ictibâ yolu’ da denir. Bir yere kendi kendine yürümek ile olağanüstü ilahî bir kudretle götürülme arasında büyük bir fark vardır. Onlar, kendi ihtiyarları olmadan incizâb yoluyla çekilerek en âlî gayeye vardırılırlar. Kendilerine lazım olan her edep, vasıtalı veya vasıtasız olarak öğretilir. Onlardan bir zelle (hata) sâdır olsa, hemen uyarılır ve bu yüzden muaheze edilmezler. Zâhirde bir şeyhe ihtiyaçları olursa, kendileri herhangi bir gayret göstermeden bile ulaştırılırlar. Kısacası; ilâhî inâyet, onların hallerine mütekeffildir. Sebepli veya sebepsiz, işleri rast gider. ‘Allah, dilediğini, kendine seçer.’ (Şûrâ, 42/13)” (İmam-ı Rabbanî, Mebde’ ve Me’ad, Mustafa Özgen, Sf. 84-85)
İslam tarihinde Allah aşkıyla öne çıkan Hz. Mevlânâ, Şems gibi büyükler âşıklık hallerini iyi anlatırlar. Hz. Mevlânâ aşktan bahsedince der ki: “Aşk; ateşten bir denizi, mumdan kayıkla geçmektir. Yanıp kül olmadan asla geçemezsin.”
“Ey canımın sahibi Yâr! Sen benim olduktan sonra, kaybettiklerimin ne önemi var. Aşk davaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki…”
Şems-i Tebrizî de aşkın hallerinden şöyle bahseder:
“Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne kadar güzeldir.”
“Şaşarım, seven insan nasıl uyur? Âşıka her türlü uyku haramdır.”
Bütün bunlardan anlaşılan o ki, ilahî aşk, sevgilinin aşkıyla yanıp kül olmadır. Hem kendinden geçme hem kendini bulma ve hem de hakikatle buluşmadır. Sevgisiz, aşksız yaşayamama, sevdiği uğruna her şeyi feda etme, türlü cefaya göğüs germedir. Aşk yüzünden uykulara veda etmedir. Sevgiliyi incitmemek için her adımına dikkat etme, her emrine koşulsuz teslim olmadır. Duaların, zikirlerin, münacatların ve namazların aşk ile tatlanması ve uzamasıdır…
Şenel İlhan Beyefendi’de çocukluğundan başlayarak, aşk ehlinin bu ve benzeri halleri layıkıyla vardır… İnsan sevgisi ve Allah aşkıyla taçlandırdığı ahlakı ise bunun en büyük delilidir. Şu gerçeğin de alabildiğine farkındayız; Şenel İlhan Beyefendi’nin Allah aşkı hakkında söyleyebileceğimiz şeyler, O’nun özel halleri yanında ancak bir kırıntıdır vesselam…