Öncelikle engellilik nedir? Engellilik kavramına nasıl bakmalıyız?
Aslında engellilik olgusu, bütün toplumlarda aynı biçimde tanımlanmamıştır. Her toplum içinde yaşadığı koşullar ve anlayışlar ekseninde engelliliği tanımlama yoluna gitmiştir. Bu durum aynı zamanda çağlara göre de değişmiştir. Tabii ki bu durumu etkileyen hususlardan biri engellilik olgusunun dinamik olması ve statik olmamasıdır. Bir de tek bir engellilik grubu yok, birden çok engelli grubu var ve bunların hem yeti yitimlerinin dereceleri farklı hem de engelin ortaya çıkış zamanı farklı. Bütün bu durumlar engelliliğin ortak bir paydada tanımlanmasını güçleştirmektedir. Ancak son yıllarda neredeyse bütün dünyada engellilik birtakım bedensel, zihinsel ve duygusal yeti yitimleri olan bireylerin çeşitli toplumsal, ekonomik ve siyasal engellerden dolayı topluma etkin biçimde katılamaması durumu olarak görülmektedir. Burada bireyler, yeti kayıpları olduğundan dezavantajlı olmakla birlikte, onları eve kapatan asıl sorun toplumsal bağlamda inşa edilen engelleyici bariyerlerdir.
Engellilik deneyimi açısından bakıldığında engelliliğin anlamlandırılma biçimlerine dair neler söylenebilir? Toplumsal perspektif, bize neler söylüyor?
Engelliliği deneyimleyen bireylerin engelliliği anlamlandırma biçimi ne kadar önemliyse, toplumun engelliliği nasıl anlamlandırdığı da bir o kadar önemlidir. Aslında bu sorunuzu yaptığım bir alan araştırmasının bulgularından yola çıkarak cevaplamak istiyorum. Birincisi, engellilerin anlamlandırması açısından bakacak olursak; engelli bireylerin hepsi elbette ki engelliliği aynı biçimde anlamlandırmıyor. Elde ettiğim bulgulara göre engellilerin büyük çoğunluğu, manevi yönden engelliliğe bakmakta, bu dünyanın bir imtihan olduğunu düşünmekteler ve bu dünyada yaşadıkları dezavantajlardan dolayı öteki dünyada mükâfatlandırılacaklarını düşünmekteler. Ayrıca bazı bireyler engelliliği farklılık olarak görürken, bazıları kısıtlılık olarak görmektedir. İkincisi, engellilerin bakışından toplumsal perspektife bakacak olursak; engellilere göre toplumun engelliliği anlamlandırma biçimi genelde sorunlu. Zaten engelli bireylerin yaşadıkları sorunların büyük bir kısmının asıl nedenini toplumsal bağlamdaki olumsuz tutum ve davranışlar oluşturmaktadır. Yine araştırmanın bulgularından hareketle devam edecek olursak, engellilerin büyük çoğunluğuna göre toplum engellilere farklı davranmaktadır. Bu kapsamda bireyler; toplumun ön yargılı olduğunu, ayrımcılık yaptığını, acıyarak baktığını, onları küçümsediğini ve bağımsız birey olarak görmediğini düşünmektedirler.
Engelli bireylere yönelik sosyal dışlanmanın nedenleri nelerdir?
Bu sorunuzu, engelliliğin tarihsel arka planına kısaca bakarak yanıtlamak istiyorum. Bir kere engellilik olgusu, insanlık tarihiyle paralellik göstermektedir. Yani insanların yaşadığı her çağda ve toplumda çeşitli nedenlerden dolayı insanlar bazı yetilerini kaybetmiş ve bazı kısıtlılıklar yaşamıştır. Ancak bu durum, onların dezavantajlarını süreklileştirdiği gibi yaşamlarını da güçleştirmiştir. Engelliler aslında hep zorlu bir yaşam sürecinden geçmiştir. Özellikle Batı tarihinde engellilere ilişkin söylem ve eylemler genellikle olumsuz olmuştur. Örneğin Antik Çağ’da engelli doğan bebekler ve çocuklar öldürülüyordu. Orta Çağ’da ise engelliler cadı olarak görülmüş, engizisyon mahkemelerinde yargılanmış ve çoğunun yaşam hakkı elinden alınmış. Yine 19. ve 20. yüzyılda Sosyal Darvinizm ve Öjenizm öğretileri kapsamında yüz binlerce engelli bireyin yaşamına son verilmiştir.
Sosyal dışlanmanın nedenleri kapsamında insanlık tarihinin ilk dönemlerinden itibaren uzun bir dönem engellilik, bireyin ya da ailesinin yaptığı “kötü” ve ahlaki olmayan bir şeyin cezası olarak görülmüştür. Dolayısıyla hem bireyin kendisi hem de ailesi toplumdan dışlanmıştır. Genel olarak bu anlayış, özellikle Rönesans ve Aydınlanma döneminden sonra bilimsel düşüncenin ve rasyonalitenin gelişmesine kadar devam etmiştir. Peki, bilimsel anlayışın gelişmesiyle bu sorunlar sona erdi mi? Tabii ki hayır. Bu sefer engellilik, biyolojik anlamda bir hastalık ve patoloji olarak görülmüş. Engelliler, tıp ve rehabilitasyon gibi disiplinler tarafından tedavi edilerek “normalleştirilmeye” çalışılmıştır. Bu bağlamda engelli bireyler birtakım kurumlara kapatılmış ve toplumdan izole edilmiştir. Bahse konu bu bakış açısı, engelliliği bireysel anlamdaki bir trajedi olarak görmüş ve işin toplumsal boyutunu ihmal etmiştir. Bu tıbbi anlayış, her ne kadar engelliliğin önlenmesi ve bazı acıların dindirilmesi gibi hususlarda bazı olumlu katkılar sunsa da, toplumda oluşturulan engel ve sorunları dikkate almadığı için engelli bireylerin toplumun dışında kalmasına neden olmuştur. Ancak daha sonra özellikle 1960’lı yıllardan itibaren bu anlayış değişmeye başlamış. Artık engelliliği bireysel bir patoloji olarak görmeyen yeni ve alternatif bir anlayış gelişmeye başlamıştır. Bu yeni anlayış, engelliliğin asıl sebebinin toplumdaki bariyerler olduğunu savunmuş. Başka bir ifadeyle, engelliliğin nedeni olarak toplumdaki ön yargılar, ayrımcılıklar, eşitsizlikler ve damgalamalar görülmüştür. Toplumdaki bu sorun ve engellerden dolayı bireylerin, eşit biçimde sosyal katılım sağlayamadığını savunmuştur. Bu alternatif sosyal anlayış, günümüzde birçok ülke ve uluslararası örgüt tarafından kabul görmekte ve yasal düzenlemelerde dikkate alınmaktadır.
Engelli bireylerin sosyal dışlanma alanlarında neler var?
Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü engelliler, toplumsal yaşamlarında birçok alanda sosyal dışlanmaya maruz kalmaktadır. Bu alanların başında erişilebilirlik, ekonomi, eğitim, sağlık, siyaset, bürokratik, ibadet merkezleri, sosyal ve kültürel yaşam gibi kamusal alanlar gelmektedir. Dolayısıyla engelliler, neredeyse yaşamın hiçbir alanında engelli olmayan bireyler gibi bağımsız ve özgür bir biçimde hareket edememekte. Bireylerin bazı yeti kayıpları ve hareket kısıtları var, ama onları toplumsal yaşamın dışında tutan şey bu durum değil, toplumsal olarak onların önlerine konulan engelleyici bariyerler dışlanma yaratmaktadır. Bu duruma erişilebilirlik standartlarının düşüklüğünü örnek verebiliriz. Tekerlekli sandalye veya akülü araba kullanan ortopedik engelli biri, çeşitli fiziksel tasarım problemlerinden dolayı toplumsal yaşama bağımsız ve etkin şekilde katılım sağlayamamaktadır. Şayet bina girişleri, engelli rampaları, asansörler, toplu taşıma araçları vb. yerler engellilere uygun olarak dizayn edilmezse bu bireylerin toplumsal yaşama katılması mümkün değildir. Bireylerin en çok dışlandıkları alanlardan biri de çalışma yaşamıdır. Çünkü fiziki tasarımların standart biçimde düzenlenmesi ve toplumsal ön yargılar söz konusudur. Ayrıca bireylerin, hem kariyerleri için hem de ekonomik durumlarının iyileşmesi için önemli bir kurum olan eğitim sisteminden de eşit ve sorunsuz bir biçimde faydalanamamaktadır. Kısaca kamusal ve gündelik sosyal hayatın neredeyse her alanında birtakım sorunlar yaşanmaktadır. Ülkemizde son yıllarda engelliler açısından birtakım yasal, mimari, sosyal politika vb. alanlarda önemli gelişmeler kaydedilmekle birlikte, engellilerin halen yukarıda saydığımız alanlarda çeşitli sorunlar yaşadıklarını kolaylıkla söyleyebiliriz.
En önemlisi, engellilerin dışlanması durumunda, bizzat engelli bireylerin “başa çıkma stratejileri” neler olmaktadır ya da olmalıdır?
Dediğimiz gibi engelli bireyler, neredeyse yaşamın her alanında sorun yaşamakta. Ancak bireyler, şayet bu sorunlarla mücadele etmezlerse yaşamları daha da güçleşecektir. Bu bağlamda bireylerin yaşadıkları önemli sorunlardan biri de sosyal dışlanmadır. Bireylerin, bu konuda nasıl mücadele ettikleri önemlidir, çünkü yaşadıkları sorunlarla başa çıkmazlarsa belli bir noktadan sonra birçok şey anlamını yitirebilir ve yaşamları daha da güçleşebilir. Başa çıkma stratejileri, her ne kadar duygusal, düşünsel ve davranışsal alanlara tekabül etse de bunlara ilaveten bireylerin bazı sosyal mücadele biçimlerini de geliştirmesi gerekiyor. Bu sorunuza da yaptığımız alan çalışmasının bulgularından yola çıkarak yanıt vermeye çalışalım. Bulgulara göre, bireylerin önemli bir kısmı problem odaklı başa çıkma stratejisini kullanmakta, yani bu bireyler, karşılaştıkları sorunlara odaklanmakta ve sorunu çözmek için mücadele etmektedir. Bazı bireyler ise sosyal destek alma stratejisini kullanmakta, bunlar sorunlarını daha çok güvendikleri ve sevdikleri kişilerle paylaşımda bulunarak hem rahatlamakta hem de sorunun çözümü için çeşitli tavsiyeler almaktadır. Önemli bir engelli grubu da yaşadıkları sorunlar karşısında dinî başa çıkma stratejisini kullanarak sorunun üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Bu bireyler, dinin huzur verme ve kaygılardan arınma işlevini kullanarak, yaşadıklarını imtihanın bir parçası olarak, hatta bazen mükâfat olarak görmektedir. Engelli bireylerin bir kısmı da başta sosyal dışlanma olmak üzere karşılaştıkları sorunları görmezden gelmekte; bunu sevdiği bir aktiviteye yönelerek, akışına bırakarak, pasif kalarak veya içe kapanarak yapabilmektedir. Son olarak sosyal ve ekonomik bazı stratejilerin kullanıldığını görüyoruz. Bunu genellikle bir sivil toplum örgütüne üye olma, sosyalleşme, çalışma yaşamına katılma gibi yöntemlerle yapmaktadırlar.
Son olarak şunu ilave edebiliriz: Engelli bireylerin sosyal anlamda dışlanmadan eşit vatandaşlık haklarına sahip olmaları için devletlerin sadece çeşitli yasal düzenlemeler yapması yeterli değil, bu düzenlemelerin uygulamada işlevsel kılınması önemlidir. Bununla birlikte engellilerin, her şeyi devletin yapmasını beklemeleri değil de, kendi sorunları ekseninde çeşitli taleplerde bulunmaları ve bu konuda yasal çerçeve içerisinde hakları için mücadele etmeleri gerekmektedir.