Dünyayı Algılayamayan Bir Narsisist Olmak / Klinik Psikolog Dr. Ahmet Emin Acar

İnsan ilişkileri ve sosyallik açısından, kişi başkalarıyla arkadaşlık kurabiliyorsa, bunu derecelerine göre nasıl değerlendirebiliriz? Çünkü alternatifi, kuramamak. Bu anlamda, arkadaşlıklar kurmaya yüklenen anlam ve normallik ilişkisi doğal. Ama arkadaşlık kuramamak nasıl bir şey?
Arkadaşlık kuramamak… Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Önemli sebeplerden bir tanesi şizoidler. Niye arkadaşlık kuramaz şizoidler? Çünkü insanlık âlemiyle irtibatları zayıftır, insanlık âleminin bir ferdi gibi tam hissedemezler, en azından bizim kadar yoğun hissedemezler. İnsanlarla bağlantısı zayıftır, dünyayla bağlantısı zayıftır, bu yüzden kendi içlerinde yaşamayı tercih ederler. Mesela dışarıda bir şey yapmaktansa, onun hayalini kurmak daha keyifli gelir onlara. “İçeride hayalini kurayım, bu daha güzel.” Bodrum’a gideceğine, Bodrum’a gitmeyi düşünmek gibi yani. Çünkü Bodrum’a gitsen, orada birçok insanla muhatap olacaksın… İnsanlarla muhatap olmak onlara acı verir. Çünkü daha çocukluktan bir irtibat kuramamışlar. Bu, yine anneden kaynaklanan bir şey. Öncelikle anneyle bağlantı kurulamamıştır. Zaten onunla bağlantı kurabilse, herkesle de kurar. Çünkü anne, çocuk için prototiptir, ilk örnektir. Tüm denemelerini, deneyimlerini bu güvenli ortamda gerçekleştirip, sonra da dünyaya uygulamak demektir çocukluk. Bu isimde bir evremiz var zaten. 10-18 ay arası uygulama evresi olarak bilinir. Çocuk dünyaya bayılır ve her saniye onun keyfini çıkarır. Anne ile kurduğu ilişki kipini, dünyaya aktarır.
Ama anne çocuğuna bir eşya gibi muamele etmişse, o zaman bu bağlantıyı kuramaz çocuk; diğer insanlarla da insani bir bağlantı kuramaz. Çünkü annesiyle kuramamış. İlk örnek bozuk olunca, bu bozuk örneği dünyaya uygulayacak. Anne ona bir eşya gibi muamele etmiş derken, illa ki kötü davranmış manasında değil. Bazıları saksıdaki bir çiçek gibi davranır çocuğuna, güzel bir çiçek gibi davranır, çok değerli bir şey gibi davranır; ama çiçektir sonuçta, onun ne düşündüğü, ne istediği önemli değildir. Suyunu verme zamanı geldiği zaman suyunu verir, sormaz ki ona “susadın mı, susamadın mı” diye. Bu tür anneler hemen “hiçbir şeyini eksik etmedim çocuğumun” cümlesini bir bayrak gibi çıkarırlar. Ama zihninde gerçek bir çocuk imgesi yoktur onun. O da şizoid çünkü. Normal anneden bahsetmiyoruz. Zihninde bizdeki gibi bir çocuk imgesi yok. Karşısındakinin öznelliğine saygı duymuyor yani. Öyle olunca öznellikler arası ilişki kuramaz şizoid. Arkadaş edinememede en önemli sebeplerden biri şizoid olmak.
Bir de kırılgan narsisistler var, tedirgin narsisistler. Onlar da her an “aşağılanacağım”, her an “yargılanacağım” korkusuyla insan içine çıkmak istemezler. Korkak ve sosyal fobik davranırlar. Bazıları korkudan evden dışarı dahi çıkamaz. Bunların narsisist olabileceğini insanlar pek aklına getirmezler.
Kırılgan narsistler kalın derili mi oluyor, ince derili mi?
İnce derili. Kırılgan olduğunu hissetmeyenlere kalın derili diyoruz. Bunlar grandiyöz, yani büyüklenmeci, kabaran narsisistler. Bunlar içeriden kırılgan olduklarını hiç bilmezler. Dışarıdaki adam da hiç tahmin edemez onların kırılgan olduğunu. Hâlbuki bütün o kişilik, içerideki kırılganlığı hissetmemek üzere inşa edilmiş. Genellikle hiç kimse grandiyöz bir narsisistin içindeki kırılganlığı tahmin edemez, hayal bile edemez. Kişilik öyle yapılanmıştır ki, içerideki değersizlik duygusunun zerresi bile dışarıya sızamaz. Narsisistin kendi gündemine bile sızamaz.
Ama kırılgandır.
Gerçekte kırılgandır, ama kalın deriliye ulaşıp, onu kırmak zordur. Yani acı sözler, onun dışındaki bir çepere çarpıp dökülürler, onun idrakine erişemezler. Bazıları öyle zanneder ama aslında bu başarılı bir savunma değil. Çünkü “dışarının farkında olma pahasına” geliştirilmiş bir savunmadır bu. Hatta kendi kırılganlığının farkında olma pahasına… O yüzden ona kalın derili diyoruz. Eleştirel gerçek onun derisinden nüfuz edemez. İçindeki değersizlik hissinden o kadar uzak ki adam, bir hayal dünyasında yaşıyor adeta. Çünkü buna mecbur, kırılmamak için. Karşısındakinin alaycı bakışını fark edemiyor, derisinden içeri geçmiyor ve devam ediyor hayatına.
Ama ince derili olan öyle değil. Dışarının daha fazla farkında. Küçümseyen bakış, ironik sözler vs. onun derisinden hemen içeri geçip onun canını acıtıyor. Derisi çok ince çünkü. O yüzden korkuyor hatta belki insan içine bile çıkamıyor. Bazıları okula gidemez mesela. Ama o da içindeki değersizlik hissinin farkında değildir, kalın derili gibi. O da narsisist ne de olsa. İnce de olsa, kalın da olsa derileri, narsisistlerin kişilikleri, kendi değersizlik hislerine temas etmemek üzere inşa edilmiştir. İnce derili güya çok üstün ve değerli olduğu halde bunu gösteremediğini düşünür. Sözde bu kadar üstün olduğu halde, kendisini sıkmayıp diğerleri kadar çalışmadığı için kendisinin değerinin bilinmemesinden dolayı kendisine kızar. Kendisine kızdığı için narsisizmi hiç üzerine almaz. Kendisini eleştirebildiğini, hatta aşağıladığını düşünür çünkü. Hâlbuki narsisistlerin çoğu bu sebeplerle kendisine kızar.
Diğerleri 5 birim çalışıp 3-5 birim başarı gösterirken, kendisi 1 birim çalışsa 8-10 birim başarı gösterebilecekken, bunu bir türlü yapamadığı için kendisine öfkelidir. Öfke her zaman değersizlik hissini bastırmak için bir örtü olarak kullanılır; narsisistlerin önemli bir özelliğidir; kendisine veya başkasına veya her ikisine birden.
Narsisistin içinde, aslında neyin ne olduğunu anlayan bir parça vardır. Çalıştığı ve ürün verdiği zaman zannettiği kadar başarılı olamayacağını, dünyayı sallayamayacağını sezer o parça. İşte o parça, ömrünün sonuna kadar onun çalışmasına izin vermeyecektir ki bu hayal ölünceye kadar devam etsin. Üstün ama değeri anlaşılamamış bir zat-ı muhterem olarak son nefesini verecektir. Dünya onun ışıldamasına izin vermemiştir. Heyhat. İnsanlık çok şey kaybetmiştir, ama hak etmişlerdir. Çünkü onun değerini kimse anlayamamıştır.
Yani, toparlayalım; ikisi de değersizlik hissinden uzaktır, ama kalın derili kırılganlıktan da uzak tutulur.
Kırılganlıktan uzak derken, kendisinden uzak anlamında mı?
İkisi de kendisinden uzak. Kalın derili hem değersizlik hissinden hem de kırılganlıktan uzak olduğu için kendisini hissetmekten daha uzak; dünyayı algılaması da o ölçüde başarısız.
Dışarıda çok büyük tevazu görüntüleriyle yaşayan bir kalın derili narsist olabilir mi?
Olabilir. Fakat onlar daha çok ince derili olurlar. “Ben çok kırılganım, lütfen beni kırmayın.” dercesine başkalarına karşı aşırı nazik ve çoğu zaman da fedakâr davranırlar. Başkalarının sevgisini kazanarak kendilerini güvence altına alırlar, kırılmamak için. Ameller niyetlere göredir. Kırılgan narsisistin bu sözde iyi insanlığı aslında kendisini korumaya yöneliktir. Dünyada da karşılığını alır zaten. Bu kişiliği nedeniyle kendisine güvenilir, kapılar ona açılır vs. Ama ahiret hayatında bir beklentisi varsa sukut-ı hayale uğraması kuvvetle muhtemeldir. Gerçi Rabbimiz cömerttir. Bize hak ettiğimizden ziyade, lütfu keremi ile hak etmediğimizi verir. Ama amellere güvenmemek gerektiği zaten bu örnekle de ortaya çıkıyor. Allah’ın (c.c.) verdiği merhamet duygusu, bir fakir karşısında bizi rahatsız hissettiriyor, biz de bu huzursuzluktan kurtulmak ve kendimizi iyi hissetmek için sadaka veriyoruz; üstüne bir de sevap bekliyoruz. Babası bir çocuğun eline 10 lira verip “git şu fakire ver” diyor. Çocuk parayı uzatıyor ve bir fedakârlık yapmışçasına karşılığında bir ödül bekliyor. Bizim durumumuz bundan hiç farklı değil.
Bu mütevazı narsisistlerden bizim toplumda bolca bulunur. Batıda horoz gibi kabarmak prim yapar, tabi boy pos ve mal mülkün üzerine. Bizde ise bu nefret uyandırır. Bizde tevazu prim yapar. Japonlarda da böyledir. Prim için mi tevazu yapıyor, yoksa gerçekten mi? Kritik dönemeçlerde bu anlaşılır. Çünkü bu dönemeçlerde bu kişiler açık verirler. Nihai gaye kendisini korumak olduğundan, bu dönemeçlerde durum ortaya çıkar. Böyle durumlarda bu kişiler gayri ahlaki tutumlarını daha üst bir gaye ile açıklamaya kalkarlar. Bazı topluluklardaki temel dinamiğin böyle olduğunu görüyoruz.
O zaman ince derili narsistler kolay kırılır ve patlar demek istiyorsunuz.
Evet. O yüzden evden çıkamaz, okula gidemez hale geliyorlar ya. Bu durumları yaşamamak için.
Kalın derililer patlamaz diyorsunuz, kendisi de bunun farkında değildir. Peki, pratik hayat ve davranışsal boyutta?
Kolay kolay patlamaz. Çünkü attığınız ok onun içine işlemez, derisi kalın olduğu için. Bu, dışarıdan bakıldığında olgunluğa benzer ama aslında gerçeklik karşısındaki bir bariyerden ibarettir. Olgunluk o oku yani acı gerçeği içeri almak ama onu içeride dönüştürmek demektir. Böyle bir kişide o ok tesiri etmez. Yani dışarıdan çok benzese de, olgun kişideki mekanizma aslında çok farklıdır. Olgun kişi onu içeri alır, kalın derili almaz. Olgun kişi onu içeride yeniden değerlendirir ve bir anlama büründürür. Bu anlama gerçeğe ters değildir; kendini kandırma değildir. Kalın derili narsisistte ise o okun içeride bir yeri yoktur. Bu yüzden o oku yok saymak üzerine mekanizmalar geliştirilmiştir. Narsisistte işin içine “inkâr” karışır. İnkâr ilkel bir savunma düzeneğidir.
Kalın derili narsisitlerdeki bu gerçeklik bariyeri, başkalarına verdikleri zararı da anlamamalarına yol açar. Zaten karşıdakilerin kanıyla beslenir onlar. Ne çoluk ne çocuk, ne iş arkadaşı, ne eş, onların zararından kendisini kurtarabilir. Fakat verdiği zararı anlamaz. Adam kovidi önemsemeyip 80 yaşındaki kanserli babasına bulaştırıyor, umurunda değil. Kovidli olduğu için kendisi ve eşi gidip ihtiyar babanın ihtiyacını görmesi gerekirken, kovidli olmayan kız kardeşini taciz ediyor, gidip babasına bakması için. Sonra baba hastaneye kaldırılıyor ama zerre miskal vicdan azabı duymaz bunlar. Kader der, takdir der, tevekkül der, onu der, bunu der; böyleleri için diyecek söz çok. Her şey onun emrinde, başkalarının kanını emmek için.
Kalın derili bir narsistin davranış örüntüsünde bunlar mı var?
Tabii. Kalın derili narsist, bu yüzden terapiye de gelmez kolay kolay; çevresindekilere yaptığı eziyetten ötürü bir şeyler patlar, bir şeyler yıkılır. Ancak bunun neticesinde ortaya çıkan tâli şikâyetlerle gelirler.
Ama çevresindeki onun narsist olduğunu fark eder.
Maalesef millet kan bağışı yapıyor sürekli narsisistlere; bütün ömrünü o şekilde geçiriyor. Bu sömürüyü gizleyen bazı kalıplar var; örfi, kültürel kalıplar. “Kocanın şuna hakkı vardır, babanın buna hakkı vardır” vesaire. Bu o kadar büyütülüyor ve çarpıtılıyor ki, karşıdakinin hiçbir hakkı yokmuş, gık bile demeye hakkı yokmuş gibi; kadın olsun, çocuk olsun. Adam bu kültürel ögeleri öyle kullanıyor ki, nefes bile aldırmıyor karşısındakine; onun ayrı bir hayatı yokmuş, ona hizmet etmek için yaratılmış, nefes alması bile bir lütufmuş gibi. Bir abi düşünün, babasının mirasına komple çörekleniyor. Kız kardeşine zamanında alınmış yegâne evi bile satıp kendisine araba almaya kalkıyor. Karşısındaki gık diyecek olsa “Ne paragözmüşsün sen öyle, aman Yarabbim!” diyor. Biz buradaki çarpıklığı, istismarı çok net görüyoruz ama çocuklar küçüklükten formatlanınca, büyüyünce bu istismarı göremiyorlar. İstismardan çok öte bir istismar, yani adam çevresindekileri eşek yerine kullanıyor. Çevresindekiler, canlarına tak edince “gık” diyorlar sadece. Sonra da “ben neden gık dedim, ben neden bu kadar kötü, vefasız, hayırsızım” diye 24 saat azap çekiyorlar. Korku filmi gibi ama böyle çok kişi var.
Kültürel ögeleri tam bir silah gibi çekiyorlar bunlar. Burada suç, kültürel ögelerde değil, onların silah gibi kullanılmasında yani suistimalinde elbet. Abinin iki hizmetçisi var, bunlardan birini anne babanın hizmetine göndermiyor. Kız kardeşi 4 çocuğunu bıraksın, işini de bıraksın, gelsin sabah akşam ana-babasına hizmet etsin, hatta orada yatsın kalksın diyor. “Çocuklar kendi kendisine büyür nasılsa” diyor. Kendisi de bu arada babasının on binlerini götürüyor her ay. Konuştuğun zaman da çok mübarek insanlar bunlar. Kendileri de inanıyorlar çok mübarek olduklarına. Başka ihtimal var mı ki? Onlar mübarek olmayacak da sen mi olacaksın. Tevazu paçalarından akıyor. Bizde çok böyle kan emiciler. Maalesef kültürel ögeleri kullanıyorlar. Hemen “hayırsız oldu bu kız” diyorlar. Kızı çocukluktan işledikleri için, kızcağızın bu laflar karşısında eli ayağı kesiliyor, dizleri titriyor, ne denirse yapıyor hemen. Ama bunun maliyeti büyük. Tabi bu korku filmine tahammül etmek mümkün olmadığı için, kızın nefsi parçalanıyor bu zulüm karşısında. Bundan kendi çocukları da zarar görüyor tabi. Bir narsisistin kaç nesle zararı dokunur.
“Din”in kelime anlamı “borç” demektir. O yüzden bizim dinimizde hukuk (haklar) yani şeriat olmadan olmaz. O yüzden bizim medeniyetimizin en temelinde yatan kavram adalettir, karşıtı da zulümdür. Herkesin hakkı ve sınırları vardır, ana-baba da olsa; adalet bunlara riayet etmek demektir. Din bu hak ve hudutları tespit etmiştir, yani bunlar artık sabit olmuştur. Ana, baba, abi vs. “hakkımı helal etmem” deyip karşı tarafın bütün haklarını gasp etmeye kalkar, ona aile saadetini çok görür, zulmederse, belki bu dünyada işini görür ama öte tarafta o mağdurun bin parçaya ayrılmış nefsini ve bundan zarar görmüş diğerlerini görünce bakalım ne olacak!
Bunu doğal görmeye başlamanın bir geçmiş temeli vardır.
Kişi narsisist ise dinin, kültürün, törenin kendisine yarayan kısımlarını dibine kadar kullanıyor. Aleyhindeki maddeleri ise görmezden, bilmezden geliyor. Mesela annenin hakkını helal etme meselesi anneler tarafından muazzam suistimal edilir. “Cennet anaların ayağı altındadır.” hadis-i şerifini duyan herkes zannediyor ki o ayağın sahibi cennettedir. O zaman anaların yüzde yüzünün cennette olması gerekirdi. Bazıları çocuklarını öyle kötü sakatlıyor ki! O kırdıkları şeyin acısı 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl sonra ortaya çıkıyor. O kırılan şeyi çocuğun yüzünde göremezsin. Empati fukarası bir narsisistsen hiç sezemezsin bile. O yüzden diyorlar ki, “çocuğum bu olanlardan zarar görmedi”. Çocuklar maalesef parçalandıkları için yüzlerinde etkilendiklerini göremezsiniz.
Ve ne tür çocuklar çıkar ortaya?
Bazı çocukları mahvediyor anneler. Düzeltmek yıllar sürüyor. Annenin “hakkımı helal etmeyeceğim” demesi bir koşullu sevgi örneğidir. Anneler bazen aşırı durumlarda bunu söylemek zorunda kalabilirler. Bir felakete mani olmak için belki ağızlarından çıkabilir. Ama çoğu anne bunu resmen kendi çıkarları için suistimal ediyor ve çocuğu perişan ediyor. Bizim memleketten daha fazla yaşanan bir yer var mıdır bilmiyorum.
Bir danışan mesela, alanında Türkiye’deki en önemli firmanın sahibi; annesi onun köye gelmesini istiyor, hakkını helal etmiyor, aşağılıyor, hakaret ediyor. Arkadaş da Müslüman bir adam ve çok yaralanıyor. Morali, performansı bozuluyor. Bu durum kendi ailesine, çocuklarına yansıyor. Çocukların göz çevresinde stres lekeleri oluşmuş. Köye çağırıyor annesi; köyde ne yapacak bu adam yahu! Bunun şundan ne farkı var; Fatih Sultan Mehmet’in zamanında cep telefonu olduğunu düşün; annesi telefon ediyor kuşatmanın tam ortasında ve onu azarlıyor: “Mehmet, çabuk eve gel”.
Bu işte annenin “benim hakkım nerede başlıyor, nerede bitiyor” bilmemesinden kaynaklanıyor. “Kendi bencilliğim için yavruma zarar mı veriyorum” diye düşünmemesinden…
Düşüncesiz ana-babanın çocuklarının nefsi kolay parçalanır, çocuk zihninde çözülme kolay olur ve çoklu kendilik patolojileri ortaya çıkabilir. Bunlar ego durumları patolojileri olabileceği gibi, çoğul kişilik de olabilir. Çocuk zihninde çözülme olmazsa, bu sefer de geleceğin kişilik bozuklukları adayları ortaya çıkar. Kızlarda daha çok borderline, erkekte daha çok narsisist kişilik bozuklukları, şizoid vs.
Öfkelenmek günümüzde sıradanlaşmaya başlasa da, altında çok farklı durumlar olabiliyor. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Yüksek bir kültür her şeyden önce öfke ve cinselliği rahatlıkla ve işlevsel olarak bastırır. Bunun için elinde bir hayli enstrüman vardır. Kültürün zayıflığı oranında, kişi öfkesini ve cinselliğini kontrol edemez. Bu kültürel ögelerin bizim prefrontal lobumuzda karşılıkları var. Kültürel müeyyideler büyük oranda bizim prefrontal lobumuzdaki baskılayıcı devrelerde temsil edilirler. Bu devreler, saldırgan (agresif) ve şehevi (libidinal) dürtüleri inhibe ederler yani bastırırlar. Duygu ve motivasyonların kaynaklandığı beyin bölgesini yani limbik sistemi baskılayarak bunu yaparlar. İnsanın yapısı buna dayanıyor. Prefrontal lobumuz var ve limbik sistemimiz var. Limbik sistem sürekli seks, seks, seks diyor; vur, kır, öldür diyor. Prefrontal lob ise sürekli onun üzerinde baskılayıcı devreler oluşturuyor. Kültür bu devreleri güçlendirir. Eğer kültür zayıfsa, bu devreler gelişmez ve kolaylıkla öfkesini, cinselliğini eyleme vuran kişilerle karşılaşırız. Adam kendisini kontrol edemiyor ve asansördeki kıza saldırıyor. Baskılayıcı devreleri hiç gelişmemiş.
Fizyolojik olarak ifade ettiğim bu mekanizma, psikolojide ego gücü olarak geçer. Yani baskılayıcı devreler zayıfsa, bir ego zafiyetinden bahsederiz. Ego güçlendirici teknikler psikolojide çok yaygın olarak kullanılır. Ego kuvvetinin en önemli göstergesi bu bastırma kuvvetidir. Yani psikolojide egoyu daha farklı bir manada kullanıyoruz. Egoist denen kişilerde gerçekte ego zayıftır. Zayıf ego, gerçeklerle başa çıkamaz; kısmen hayal dünyasında yaşar. Bu hayal dünyasında kendisini şişirdikçe şişirir, önemli görür, vazgeçilmez addeder vs. Zayıf egosunun, zihinde çizdiği kendi portresi şişkindir yoksa egosu değil. Tersine egosu çelimsiz ve acizdir.
Öfkesini dizginleyemeyen, en basit olayda karşıdakini öldüren insanlar var. O zaman, kültürel zafiyet mi, nedir bu? Neden şimdi, bu dönemde bu agresyonlar çok arttı? İnsanların bağlı oldukları kültürel sistemler zayıfladı çünkü. İnsanların bu kültürel sistemlere karşı inancı zayıfladı. Bu kültürel sistemler güçlü olacak ki, insanı etkileyerek, prefrontaldeki baskılayıcı devrelerde antrenman yapılabilsin, bu devrelerin güçlenmesi sağlanabilsin.
İyiliğe, doğruluğa, güzelliğe öykündüren kültürleri zayıfladı.
Evet.
Farklı bir kültür gelişti.
Kültürün, iyilik, doğruluk, güzellik kavramlarını desteklemesi gerekir, bunları beslemesi gerekir. Bu desteğini inandırıcı temeller üzerine inşa etmesi gerekir. İnandırıcı deyince burada en önemli kurum olarak din devreye giriyor. Ondan daha inandırıcı ne olabilir? Cari olan inanç ve ahlak sistemi, bizdeki iman dolayısıyla bizi ikna eder, bu da beynimize etki eder demektir. Böylece toplum kolaylıkla iyilik, doğruluk ve güzellik yollarına sevk edilir. Cari olan inanç ve ahlak sistemi kültürün büyük bir kısmını oluşturur. İnsanlar farklı inanç sistemlerine de tabi olabilirler. Nihayetinde insanlık ortak bir noktada buluşuyorlar.
Bizde geleneksel kültür zayıfladı ve yerine bir şey ikame edilmedi. Eski nesillerdeki katıksız iman, çocukların da böyle bir iklimde büyümelerini sağlıyordu. Böylece çocuklar sıkı bir kültürel antrenmandan geçiyor, prefrontal lobdaki beyin devreleri buna uygun olarak gelişiyordu. İnancı zayıflayan her neslin çocukları daha da zayıf bir inanca sahip olur. Çünkü çocuk belirsiz ve şüpheci bir atmosferde büyüyor, hâlbuki çocuk netlik ister, çelişki sevmez. Hatırla, çocuklar nasıl yakalar hemen çelişkileri, büyükleri hep zorlarlar.
Kültür, en başta hissiyatımızı kontrol eder. Zaten fiillerimizi de daha çok bu sayede dizginler. Hayatımızdaki bu kültürel öge zayıflamışsa, o zaman, iyi, doğru, güzel bizim hayatımızda yeterince etkin olmaz; eskisi kadar müessir olamaz. Trafikte kolayca adam öldürürsün; asansördeki kıza saldırırsın…
Limbik sistemin fonksiyonu nedir?
Limbik sistem duyguların ve motivasyonların üretildiği yer: Duygu, duygulanım ve harekete geçiren hissiyatımız. Her türlü şehvet. Eskiler öyle der, okumanın da bir şehveti vardır. Her şeyin bir şehveti vardır; şimdi motivasyon dediğimiz şey bu. Şehvet sadece cinsellik değil. İştiha ve iştah kelimeleri de aynı kökenden geliyor. Yemeğe karşı da şehvet vardır. Limbik sistemden kaynaklanır bu şehvet. Freud ona libido diyor; sadece cinsel manada değil. Amigdala, hipokampüs, hipotalamus gibi iyi bilinen beyin yapıları bu sistemin birkaç üyesidir. Limbik sistem beyinde oldukça geniş ve yaygın bir yer kaplar.
“Terapist, bir yarayı deşerken kendi yarasını da kanatırmış” dersek, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu, istemediğimiz bir şey. Yani bu olmamalı. Eğer terapistin o konuda iyileşmemiş bir yarası varsa karşıdakine faydası olmaz. Neden? Çünkü kendi yarası nedeniyle bir şartlanmışlığı var ve daha iyileşmemiş. Kendi yarası neden oluştu, niye öyle oldu, neler oldu vesaire, ondan dolayı danışanın da öyle olduğunu zannedebilir. Kendi tecrübesi, danışanın yaşantısını şekillendirebilir. Çünkü kanayan yara söz konusuysa kişi nesnel olamaz. O yüzden, karşıdakine objektif bir şekilde yaklaşamaz.
Herkesin yarası bir olmaz anlamında diyorsunuz bunu…
Tabii, herkesin yarası, yaralanması farklı; bunların iç dünyada yankılanması tamamen özneldir. Yaralı terapist, yaralı danışanına tarafsız bir şekilde bakamaz. Çok iyi empati yapar gibi gelir ama, o empati midir, sempati midir, hatta füzyon mudur, bilinmez, çünkü danışanın yarası, kendi yarasına karışır. Bu ise tehlikeli. Önce kendi yarasını anlaması gerekir. Objektif olunması zor bu konuda, zanneder ki danışan da kendi hissettiğini hissediyor. Çünkü bu sıcak bir konu, insan dingin olamaz; kendi yarası varsa, sakin, dingin ve objektif olamaz. Oysa hastayı kendi öznelliği içinde anlamalıyız. Psikoterapide en önem verdiğimiz konu budur.
Bankonun bu tarafında nötral duruşta bu da anlamlı, değil mi?
Mesela tacize uğramışsın, bunu halletmeden, yaranı iyileştirmeden taciz hastalarına bakmaman gerekir. Bir konuda senin yaran varsa, o konu açıldığı zaman, tarafsızlığını kaybedersin, sükûnetini de kaybedersin. Terapi için de bunlar elzem.
Terapist olarak insanların yaralarını sarmak nasıl bir duygu? Bu konuya düşünsel, felsefi, ahlaki, duygusal olarak nasıl bakıyorsunuz?
İyi bir duygu. Başarılı bir tedavi, elbette ki terapisti iyi hissettirir. Adam 5 senedir sana geliyor ve faydalı olamıyorsun; bu, terapiste kötü hissettirir. Teorik olarak gerçi bilir ki iyileşme hastanın elindedir ve her hastanın da bir kapasitesi var. Bir hastayı ona rağmen iyileştiremezsiniz. Bu cerrahi bir müdahale gibi değil. Bazı hastalar iyileşmek için gayret göstermezler. Terapist bunları bilse de, yine de “faydalı olamıyorum, işe yaramıyorum” şeklinde hissedebilir. Deneyimsiz terapistler bunu daha sık ve daha derin hissederler. “Mesleki tatminsizlik” dediğimiz şey. Bu, terapisti üzer. Ama karşıdakinin hayatı değişmişse, sorunları hallolmuşsa, çok dramatik bir sıçrama yapmışsa, bu, terapisti iyi hissettirir. Sadece insaniyet anlamında değil, kendisini başarılı da hissettirir. Fakat bu hislerin profesyonelce olmadığını bilmek gerekir. Bu hisler terapiyi iyiye götürmez, tersine kötü etkiler. Tecrübeli terapistlerin bu duyguları hep kontrol altındadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.