Niçin “Yapay Et” Üretiyorlar? / Diyetisyen Samet Koçyiğit

İnsan fıtratına uygun beslenme deyince ne anlamalıyız? Kriterlerimiz neler olmalı? Yapay et konusu bu kriterleri karşılıyor mu sizce? Bu anlamda, “Kötü beslenen birinin kötü davranışlarda bulunması tesadüf değildir.” düşüncenizi, temellendirmek gerekirse, mefhumu tersinden okuduğumuzda da güzel bir alan açılıyor. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Fıtrata uygun beslenme, beslenmede tevhid ilkelerine uygun yeme davranışında bulunmak demektir. Beslenmede tevhid ilkelerinin ilk şartı ise yediklerimizin helallik ve tayyiblik ilkesini taşımasıdır. Hâlihazırda üretilen yapay et, iki ilkeyi de taşımamaktadır. Öncelikle helallik şartını sağlıyor mu bakmalıyız. Bütün üretim aşamalarının tek tek değerlendirilmesi gerekir. Bugün üretilen yapay et daha ilk aşamada sınıfta kalmaktadır. Yapay eti üretmek için kullanılan ilk hücrenin İslami usule göre kesilmiş, normalde eti helal kılınan inek, koyun gibi bir canlıdan alınması gerekiyor. Bu şartı sağlamadığı sürece daha ilk aşamada Müslümanların tüketmesi uygun olmayan bir ürün halini alıyor. Bütün safhalarda helallik şartını sağlasa dahi, tayyiblik ilkesine uygun olmayacaktır çünkü doğal ete göre daha sağlıksız bir konumda olacaktır.
Haramlarla beslenen birinin, kötü işlerle ilgilenmesi tesadüf değildir. Bugün bir olay karşısında aldığımız tavırlar dahi genetik olarak sonraki neslimize aktarılıyor. Besinler konusundaki tercihlerimiz de hem davranışlarımızı hem de gelecek nesillerimizi etkiliyor. Ruh halimize ve davranışlarımıza etki eden hormonlar çoğu zaman yediğimiz içtiğimiz besinlere göre salgılanıyor. O halde güzel beslenen birinin davranışları da güzel olacaktır. Kötü beslenen birinin hastalıklara yakalanma olasılığı yüksektir. Hasta olan biri kulluk vazifelerini yerine getirmekte zorlanacaktır. Bizlere emanet olan bedenine güzel bakan, güzel beslenen biri ise ibadetlerini yerine getirmek için sağlığını korumuş olacaktır. Rabbimiz Müminûn suresi 51. ayette “Temiz ve helal olan şeylerden yiyin, güzel iş ve hareketlerde bulunun.” buyuruyor. Cümlelerin geliş sırasına bakacak olursak, güzel iş ve hareketlerde bulunmadan önce temiz ve helal olan şeylerden yememiz gerektiği vurgulanıyor.
Niçin yapay et üretiyorlar?” sorusu, bu problemin kendisinden daha önemli. Sizce niçin? Bu tartışmanın bir geçmişi var mı? Niçin bugün hayata geçirilmeye çalışılıyor? Bu arada yapay eti kimler üretiyor?
Farklı ülkelerden bilim insanları yaklaşık yüz yıldır bu konuyla ilgili çalışmalar yürütüyor. Kirli amaçlar olsun ya da olmasın biz Müslümanlar olarak bu konuyu yeni konuşmaya başladıysak burada bir sorun var demektir. Öncelikle iğneyi biraz kendimize batırmalıyız.
Yapay eti ilk olarak Frederick Edwin Smith 1930 yılında dillendiriyor. Daha sonra “Sırf göğsünü ya da kanadını yemek için tavuğun bütününü yetiştirme absürtlüğünden, uygun ortamlarda yalnızca bu parçaları üreterek kaçınmamız lazım.” diyen İngiliz siyasetçi Winston Churchill meseleyi gündeme getiriyor. Daha sonra çeşitli bilim adamları bu konular üzerinde çalışıyor. Aslında ilk olarak NASA, 2002 yılında bir akvaryum balığından aldığı hücreyi çoğaltarak et üretmeyi başarıyor. Fakat burada amaç biraz farklı. NASA, uzay misyonları çerçevesinde uzaya giden astronotların uzun süre orada kalması gerekirse protein ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar sorusunun cevabını arıyor.
Dünyanın ilk laboratuvar etli hamburgerini 2013 yılında Dr. Mark Post üretiyor. Ancak üretilen hamburgerin maliyeti çok yüksek oluyor. 2013’ten beri ise maliyeti düşürüp, seri şekilde üretme konusuyla ilgili çalışmalar yürütüyor. Doğal ete göre daha ucuz olmadığı sürece kimse bu ürünü bu haliyle almayacaktır çünkü. Yapay etle ilgilenen çok fazla ülke ve yatırımcı var. En ciddi yatırımcılardan biri Bill Gates’tir. İsrail menşeli şirketlerin de çok ciddi çalışmaları var. Ruslar da bu alanda çalışmaya yeni başladılar diyebiliriz.
Neden üretiliyor sorusunu anlamak için ilk olarak, üreten firmaların ya da üzerinde çalışan bilim insanlarının sözlerine bakmak gerekiyor. Karşımıza birkaç farklı neden çıkıyor. Ciddiye alınması gereken en önemli sebep dünya nüfusunun hızla artması olacaktır. 19. yüzyıla geldiğimizde dünya nüfusunun 2 milyar olduğunu tespit etmişiz, 2100’lü yıllara geldiğimizde bu rakamın 10 milyarı geçeceği tahmin ediliyor. Hal böyle olunca mevcut kaynakların yetersiz kalacağı düşünülüyor. İkinci olarak, ineklerin küresel ısınmaya olan etkisini araştırıp bunların doğaya zarar verdiği gibi bir sonuç çıkarıyorlar ki bunun hiç tutarlı olmadığını belirtmeliyim. Son olarak bu yolla hayvan refahının sağlanacağını düşünüyorlar. Üretim metotlarına baktığımızda şu an için böyle bir sorunu ortadan kaldırmadığını söyleyebiliriz.
Buzdağının görünmeyen kısmına gelecek olursak, eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin!” sözlerine dikkat etmek gerekiyor. Firmaların bu alana yönelmesinin ciddi ekonomik boyutları var. Çünkü bir gıda yetersizliği durumu olursa gıdayı elinde tutan söz sahibi olacak.
Bugün baktığımızda dünyada 868 milyon insan açlık sorunu yaşıyor. Yani zaten gıda sorunu yaşanmaya başlandı. Ancak dünyada üretilen toplam gıdanın %25-%33’ü israf ediliyor. Ülkemizde ise yılda yaklaşık 18 milyon ton gıda israf oluyor. Çöplükten bahsetmiyorum, yenilebilir gıdalardan bahsediyorum. Bunun en çok Ramazan ayında gerçekleştiğini de ayrıca üzülerek belirtmem gerekiyor. Dünya bu şekilde giderse gıda yetersizliği yaşayacağımız muhakkak fakat sorunun çözümünü ahlaki olmayan yaklaşımlarda aramak yerine önce gıda israfı önlenmeli. G20 ülkelerinin çevre ve küresel ısınmaya olan etkisi üzerinde çalışmalar yapılmalı. Çünkü rakamlara göre şu an dünyadaki sera gazı emisyonunun %83’ünü G20 ülkeleri oluşturuyor.
Yapay etin üretim metodlarıyla ilgili çekincelerimiz olmalı mı?
Yapay et farklı şekillerde üretilmeye çalışılıyor fakat “Hücre Kültürü Temelli Metod” en sık kullanılan yöntem. Bu konuya her zaman için gerçekçiliğimizi kaybetmeden şüpheci bir şekilde yaklaşmalıyız. Çünkü bu metotla ilk hücre herhangi bir canlıdan alınabilir. Bu bir insan ya da domuz olabilir. Gelecekte bir restorana gittiğimizde farkında olmadan insan etinden ya da domuzdan üretilen hamburger yiyebiliriz.
Bir başka sorunu ise alınan ilk hücrenin büyümesini ve çoğalmasını sağlayan ortam yani fetal sığır serumu teşkil ediyor. Fetal sığır serumu, kesilmiş veya ölmüş gebe ineklerin fetüsünden elde ediliyor. Başka şekilde ifade edecek olursak hamile inekten alınıyor ve yavru bunun sonucunda ölüyor. Hayvan refahını sağlayacağı iddia edilen yapay et henüz böyle bir sorunu çözmüyor.
Yapay etin insan vücudundaki etkilerine dair neler söylenebilir? Neden proteinler üzerinden yürütülüyor bu çalışma?
Şu an için yapay etin insan vücuduna olan etkisine yönelik bir çalışma yok fakat doğal ete göre kıyaslayarak etkileri hakkında konuşabiliriz. Doğal ete göre daha kalitesiz protein içereceğini, aynı renk ve görünümün sağlanması için çok çeşitli katkı maddelerinin kullanılacağını biliyoruz. Demir, B12 gibi mikro ihtiyaçlarımızı karşılayıp karşılamayacağı da bir soru işareti olarak kalacaktır. Üstelik doğal etin, hayvanın hangi bölümünden alındığına, kesildikten sonra gerçekleşen rigor mortis gibi kimyasal olaylara, pişirme sırasında gerçekleşen reaksiyonlara göre tadı, dokusu ve kıvamı değişiklik gösterir. Laboratuvar eti ise daha renksiz sarımtırak bir renktedir, ilave maddeler ile kırmızı görünüm verilir. Şimdilik kas iplikçikleri şeklinde tek tip bir görünümdedir.
Proteinler üzerinden yürütülmesinin sebebi, dünya nüfusunun hızla artmasıyla mevcut hayvansal kaynakların yetersiz kalacağı düşüncesidir. Proteinler, insan vücudu için elzemdir. Onların yapıtaşı olan aminoasitleri genetiğimiz, bağışıklığımız ve bütün yaşamsal faaliyetlerimiz için dışarıdan karşılamamız gerekiyor. Kaynaklarımız tükenirse bu insanlığın sonu olur.
Yapay et konusunun Türkiye’deki yansımalarına dair neler söz konusu acaba?
Ülkemizde yapay etle ilgili iki grup bulunuyor. Bir yanda bilimciliği benimsemiş epistemik köleler, diğer yanda her şeyi küreselcilere atfedip, araştırmayan başına ne geleceğini bilmeyen gruplar. “Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, başına ne geldiğini bilememesidir. Daha da kötüsü bilemediğini de bilememesidir.” Yani laboratuvar eti, aslında magazinleştirilmiş vaziyette. Ülkemizde laboratuvar eti üretildiğine dair haberler bile yapıldı fakat bu doğru değil. Şu an için yalnızca fetal sığır serumu yerine ne kullanılabilir bunun üzerinde çalışan bazı araştırmacılar var.
“Davranışlarımıza sinen yabancılaşmayı”, beslenme ile irtibatlandırdığımızda, varoluşsal olarak bir anlam kayması yaşadığımız sonucuna ulaşabilir miyiz? Konunun gelecek nesilleri etkileyen bir boyutu var mı?
Yediğimiz her besinle vücudumuza doğru ya da yanlış bazı yönlendirmelerde bulunuruz. Yediklerimiz ve davranışlarımız arasında çok derin bir ilişki var. Dahası yediğimiz gıdalar genetiğimizin değişmesine yol açıyor. Bu da insan fıtratının bozulmasına, insanın kendine yabancılaşmasına neden oluyor. Bugün yediğimiz besinler topraktan değil kimya laboratuvarından çıkmaya başladı. İnsanlar haz eksenli beslenmeye yöneliyor. Haz eksenli beslenmek ise hakikatin üstünü bir perde gibi örtüyor. Bu perdenin kalkması için yapılması gereken ilk şey yapay besinleri hayatımızdan çıkarmak olmalıdır.
Bilimin geldiği nokta, “yapay et” örneğinde olduğu gibi, bizi her geçen gün daha distopik bir alana kaydırıyor? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bilimin yapay et meselesinde olduğu gibi sorunları çözme şekli daha çok epistemolojik boyutta oluyor. Doğal et gelecekte sadece zengin aristokratların yiyebileceği bir yiyecek olurken, yapay et yoksul insanların besini halini alabilir. İşin sosyolojik boyutu ve insanlığı kapsayıcılığı dikkate alınmıyor. Sorunların tespitinde ya da bilimin geleceğe yönelik öngörülerinde değil, çözüm üretirken kullanılan metotlarda sorunlar var. İnsanlığın yaşadığı sorunlara bilgiyle bir şekilde doğaya ve evrene hükmetme çabasıyla yanıt veriliyor. Oysa bu ilerleyiş çok tehlikelidir. Ontolojisini kaybetmiş, varlık sorusundan uzaklaştırılmış, ahlak ve estetikten ayrıştırılmış bir bilim, insanlığı kapsayıcı ve ihya edici çözümler üretemez. Şunu ifade etmeliyim ki insanlık olarak iyi ya da kötü hayal ettiğimiz ne varsa bu bir gün gerçekleşebilir. Çünkü ameller niyetlere göredir. İyi, doğru ve güzel olana yönelmek mecburiyetindeyiz. O halde sorunların çözümü için yeni bir medeniyet söylemine ve bilim düşüncesine başka bir deyişle bilim felsefesine ihtiyaç doğuyor. Bilimi tek boyutlu olmaktan çıkarabilir, yeniden kadimle irtibatlandırabilir, ahlak ve estetik ile taçlandırabilirsek insanlığı ihya edici çözümler üretebiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir