Modern dünyada değerler eğitiminin önem kazanmasının temel sebepleri nelerdir? Özellikle Batı toplumlarında 1990’lardan sonra bu konuya artan ilginin arkasındaki sosyal ve kültürel dinamikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzde küreselleşme ve postmodern süreçlerin değerler eğitimi üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her proje, bir veya birden çok problemin çözümü adına atılan adımların mahsulüdür. Bu boyutuyla bakıldığında 1990’larda dünyada ses getirmeye başlayan değerler eğitimi olarak bildiğimiz çabaların 1950’lerden başlayan ortalama 30-40 yıllık bir problem yumağının çözümü adına atılan adımlardan oluştuğu görülmektedir. Bireysel, toplumsal ve küresel ölçekte ortaya çıkan şiddet, saygı eksikliği, kişinin kendisine zarar verici mahiyetteki arzu edilmeyen davranışlarının neticesi olarak bu tür çalışmalara ihtiyaç duyulmuştur. Bu bağlamda şunu da belirtmek isterim ki aile de bir değer olarak görülmüş ve ailenin korunması için çeşitli adımlar atılmıştır. Ailenin koruması adına 1994 aile yılı da bu etkinliklerden biridir.
Günümüzde küreselleşme ve postmodern süreçlerin etkisini ifade edecek olursak da bilginin ve popüler kültürlerin küresel ölçekte yayılmasının etkisini görebiliyoruz. Teknolojinin yaygınlaşması ve bilginin yayıldığı en büyük mecranın teknolojik araçlar olmasının da bu noktada etkisi olmuştur. Başka kültürlerden haberdar olmamız elbette ki zenginlik oluşturmakta ancak bu tarz popüler kültür unsurları yerel kültürler ve kültürün alt bileşenlerinden olan değerleri de tehdit etmeye başlamıştır. Tek doğru olarak belli değerlerin medya yoluyla empoze edilmesi ile birlikte kültürel açıdan sorunlar ortaya çıkmıştır. Çok basit bir örnek olarak Amerika’da başlayan “slap a teacher” veya “smack a teacher” meydan okuması (challenge) bir Tik-Tok akımı haline gelmiş ve sınıflardan çekilmiş, öğretmenlerin öğrenciler tarafından tokatlandığı ve sosyal medyada paylaşıldığı görüntüler hızlıca yayılmaya başlamıştır. Bu meydan okumanın ülkemizde de nispeten benzer örneklerinin olduğunu görebiliyoruz. Haliyle öğretmene saygı değerinin tam karşısında yer alan bu olay, istemediğimiz halde tüm dünyaya yayılabilmektedir. Bu da değerler açısından bir risk faktörüdür.
Son olarak şunu da ifade etmek lazım ki global kültürün yerel kültürler için risk olduğunu düşünen toplumlar da glokalleşme diye tabir edilen ve yerelleşme diyebileceğimiz bir akımı savunmaktadırlar. Bu da yerel olan değerlerin güçlendirilmesini önemsemektedirler.
Sizin “Eğitim, insanı yalnızca meslek sahibi yapmak için değil, insan olmanın anlamını öğretmek için yapılmalıdır.” görüşünüzden hareketle, modern eğitim sisteminde değerler eğitiminin nasıl konumlandırılması gerektiğini açıklar mısınız? Değerler eğitiminde aile, okul ve toplumun rolleri nasıl dengelenmelidir? Modern eğitim sistemlerinde bu üç unsurun koordinasyonunda yaşanan temel sorunlar nelerdir? Ya da eğitimin her kademesinde ve toplumun her alanında sistemli bir değerler eğitimi için neler önerirsiniz?
Eğitim, iyi insan yetiştirmenin en ideal yollarından biri olarak görülebilir. Eğitim, meslek kazandırmayı da içine alan çok daha geniş bir kavram ve eğitimi kültür aktarımı süreci olarak görebiliriz. Haliyle eğitim sistemi içerisinde mevcut kültürel birikimin bir sonraki nesle aktarılması da hedeflenmektedir. Bu boyutuyla toplum ve toplumsal ihtiyaçlar eğitim sisteminin en önemli ögelerinden biridir. Değerler de kültürün bir alt unsuru olduğu için kültürel değerlerin aktarımı da eğitim sisteminin ana unsurlarından biri haline gelmektedir.
Toplumun en temel yapısı olan aile de değerlerin edinimi için çok önemli bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta ailede alınan eğitim zaten toplumsal kaliteyi ortaya koyacağı gibi okuldaki eğitimlerin de niteliğini çok yakından etkilemektedir. Bu haliyle aile toplumun temel unsuru eğitim sisteminin de en önemli paydaşı mesabesindedir.
Çocuğun ailede başlayan eğitim veya terbiye serüveni, okulda da daha kurumsal bir şekilde devam etmektedir. Okulda eğitim sistemindeki programların etkin olarak uygulandığı ve bu programlarla değer ediniminin devam ettiğini görmekteyiz. Ders kitapları, öğretmenin rol modelliği, sınıf içi etkileşim veya iletişimin de değerler açısından önemli olduğunu görmekteyiz.
Sadece günümüz eğitim sistemleri değil, eğitimin olduğu her zaman diliminde toplumun temel yapı taşı olan aile büyük bir önem taşımıştır. Kurumsal olarak okullar ortaya çıkana kadar da eğitimi sürdürmüşlerdir. Günümüzde ise toplumsal kurallar, ailede kazandırılmaya başlanır ve okullarda devam eder. Bir de bir husus var ki toplum, aile ve okulun eğitim ile ilgili hedef ve çabaları ne kadar örtüşürse eğitimin nitelik ve kalitesi de o ölçüde artar ve öğrencinin zihni duru, fikir sistemi de tutarlı bir şekilde oluşur.
Değerler eğitimi söz konusu olduğu zaman her yerde ve herkesin katılımıyla değerler eğitimi diyebileceğimiz bir yaklaşımdan bahsedebiliriz. Bir ferdi düşündüğümüzde aileden başlayarak devam ettiği eğitim kurumları, sokakta karşılaştığı manzara, medyada gördüğü veya muhatap olduğu içerikler gibi hayatın her alanında değerlerin bütüncül bir biçimde yer alması önemlidir. Bu durum değerlere aykırı herhangi bir unsurun olmayacağı anlamına gelmemelidir. Nihayetinde yanlış olmadan doğrunun değeri bilinemez. “Güzelin güzelliğini ortaya çıkaran, çirkinin çirkinliğidir.” sözünden hareketle değerin anlamını iyice bilebilmemiz için yanlış olan davranış kalıplarının da farkında olmamız gerekir. Ancak bunun için önce değerlerin ve değer sisteminin kişide oturması ve bir kıstas halini alması önemlidir. Yani değerleri oturmuş bir kişi yanlış bir durumu gördüğünde bu durumun yanlış olduğunu hem fark etmeli hem de ifade edebilmelidir. Doğrunun iyice yerleşebilmesi için aile temel bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü çocuk gözlerini dünyaya bir ailenin içinde açar ve doğru yanlışa ait ölçütleri ilk olarak hem de yaşantısal bir biçimde aileden öğrenir. Sonrasında herhangi bir eğitim kurumuna gittiğinde bu eğitim kurumunda da eğitim sisteminin bir gerekliliği olarak çeşitli değerleri edinmeye çalışır.
Modern toplumda yaşanan ahlaki krizin temelinde yatan sorunları değerler eğitimi perspektifinden nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle maddi değerlerin ön plana çıkması, kolay kazanç arzusu ve pragmatist yaklaşımların yaygınlaşması gibi eğilimlerin gençler üzerindeki etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Değerler eğitiminin bu sorunların çözümündeki rolü ve önemi hakkında neler söylersiniz?
Modern toplumda yaşanan ahlaki krizlerin temelinde elbette ki değerlerin tam yaşanmaması aranabilir. Mesela, günümüzde gençlerin kısa yoldan, çok çaba harcamadan zengin olma hedefi ve ideali beraberinde pek çok değerin de yıpranmasını getirmektedir. Sorumluluk değeri bir kenara bırakılır, bunun yerine hırs devreye girer ve kanaat ortadan kalkar. Bu saydığım değerler geleneksel olarak bizim kültür hayatımız içinde önemli bir yer tutmakta iken günümüzde kısa yoldan zengin olma, köşeyi dönme hayali, hayatı haz içinde yaşama gibi öncelikler bu değerleri ikinci, üçüncü hatta daha geri plana itmektedir. Bu da maddi değerlerin ön plana çıkmış olduğunu göstermektedir ki bu durumun en belirgin sonuçlarından birisi kolay para kazanma hırsının insanları doyumsuz bir hale getirmesidir. Kolay yoldan kazanıldığında, o zaman kazandıkça kazanmak lazım, bu da doyumsuzluğu ve bir manada şükürsüzlüğü de beraberinde getirmektedir. Bundan daha vahimi ise tam olarak ne istediğini bilmeyen ve bulduğuyla memnun olmayan bir kitle meydana gelmektedir. Değerler eğitimi bu noktada tasarruf ve kanaat gibi değerleri, hayatın hedeflere göre yaşanmasının karar vermenin temelinde çeşitli ilkelerin bulunmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Yani bir insan karar vermeden önce yapacağı işin değerlerine uygun olup olmadığını, kültürünü yansıtıp yansıtmadığını, kendisine katacağı bir değerin olup olmadığını ya da kendisine zararının olup olmadığını detaylıca düşünmek durumunda kalmaktadır. Bu da sorumluluk temelli bir karar verme sürecini doğurmaktadır.
Diğer bir hususu da şöyle ifade etmek gerekir ki yaşamı tamamen haz çerçevesinde ele alan bir yaklaşım toplumsal çoğu değer için bir tehdidi de doğurmaktadır. Örneğin; başkasına saygı, sevgi, merhamet, helal, haram gibi kavramlar ve değerler haz karşısında bir anlam ifade etmemeye başlar. Bu da toplumsal anlamda düzeni tehdit eden bir unsur olarak karşımıza çıkar. Zengin olmak daha çok gelir elde etmek, daha çok menfaat sağlamak adına var olan kendi değerlerinden vazgeçmeyi de doğurabilir. Değerler eğitimi de bu konuda devreye girerek kişinin yaşamında bazı hazları da ertelemesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Değerler eğitiminde “maneviyat” boyutunun önemi nedir? Seküler eğitim sistemlerinde manevi gelişimin ihmal edilmesinin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değerler eğitiminde bizim anladığımız şekliyle maneviyat boyutunun ihmal edildiğini görebiliyoruz. Aslında Avrupa ülkelerinde değerler eğitimi kapsamında daha seküler, daha din dışı diyebileceğimiz bir yaklaşım sergileniyor. Bunun temel nedenlerinden birisi de temele alınan ideolojiler ve yaklaşımların tamamen seküler yani dünyaya ait bir bakış açısıyla şekillenmiş olmasıdır. Tarihsel sürece bakıldığında ise aslında bilim ve din tartışmalarının aynı zamanda değer ve olgu tartışmasına da yansıdığını ya da birbirine paralel gittiğini söylemek yanlış olmaz. Bu noktadan 1900’lerin başlarından itibaren değerler eğitiminin daha seküler bir şekilde yapılandığını ve bu çerçevede de dinden bağımsız bir ahlak anlayışının benimsendiğini görebiliyoruz.
Maneviyat kavramı ise sadece din veya dindarlıkla değil, çok daha geniş bir şekilde izah edilebilir. Örneğin; insanların fala, astrolojiye inanması, aradan kara kedi geçtiğinde tedirgin olması gibi inanışlar da aslında manevi bir zemin gerektirmektedir. Ancak biz maneviyat kavramından doğrudan dindarlığı anlıyoruz. Değerler eğitiminde maneviyat boyutunun önemli olmasının temel nedenlerinden birisi insanı bütüncül bir bakış açısıyla ele alma ihtiyacıdır. Şayet insanı sadece maddeden ve maddiyattan ibaret görürsek o zaman yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi daha rahat yaşayacağı bir hayat için çaba gösteren, amacı haz almak olan, sadece madde boyutuyla düşünen toplumlar ortaya çıkar. Ancak biz şunu görüyoruz ki insan hem maddi hem manevi boyutu olan; hem beden hem ruhtan ibaret, hatta inancımıza göre halifeyi arz olan kutsal bir varlıktır. Bu çerçeveden bakınca insanın maddi yönüyle gelişimini esas aldığımız gibi manevi boyutuyla da gelişimini, ilerlemesini esas almak durumundayız. Değerler eğitiminin bu boyutunu daha çok merkeze millî ve manevi değerleri alan değerler eğitimi türü karşılamaktadır. Zira merkeze aldığınız değer aynı zamanda sizin nasıl bir değerler eğitimini yürüteceğinizi de belirlemektedir. Temele tamamen seküler, dünya hayatını ve lezzetlerini esas alan maddi değerleri koyduğunuzda yürütülen değerler eğitimi faaliyetleri de bu amaçlara dönük olacaktır. Şöyle düşünebiliriz: Bir insan sadece madde boyutuyla düşündüğünde bunun ne zararı olabilir ki? Buna da şöyle cevap verebiliriz: Merkeze seküler değerleri alan yaklaşımların en temel esaslarından biri, sadece dünya hayatını esas alması olarak gösterilebilir. Ancak bu noktada dinî, ahlaki, manevi değerleri esas alan bir yaklaşım, insanın sadece dünya hayatı değil, ahiret hayatının da farkında olarak hedeflerini ve yaşamını bu şekilde oluşturmasını sağlayacaktır.
Tasavvufi gelenekte karakter eğitimi ile modern değerler eğitimi arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Tasavvufun insan-ı kamil anlayışı günümüz değerler eğitimine nasıl katkı sağlayabilir?
Bu konuya seküler değerler eğitimi ile dinî referanslarla yürütülen değerler eğitimi arasındaki fark gibi bakılabilir. İkisinin de temelinde ve hedefinde iyi insan yetiştirme veya insanın iyi olma süreci yer almaktadır. Ancak bu iyilik serüveninin nasıl olacağı, hangi referanslarla yürütüleceği de farklılaşmaktadır. Mesela, tasavvufun esas aldığı insan-ı kamil modeli aslında âlemlere rahmet olarak gönderilen ve kamil insan olan Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) benzeme sürecidir. Dinî anlamdaki değer eğitimi, ahirete imanı temel referanslardan biri olarak almaktadır. Farkı bir örnek üzerinden şöyle açıklayabiliriz: Misafirleri güzel bir şekilde karşılamak, misafirperver olmak toplumlar tarafından arzu edilen iyi davranış kalıplarıdır. Seküler sistemler de kendi kültür sistemleri içinde misafirperverliği över ve misafirperver olmanın toplumsal faydalarını sıralar. Dinî referanslar ise misafirperverliği ifade ederken “iman” ile ilişkilendirir. Mesela, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde “…Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirlerine ikramda bulunsun…” (Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, 85, Rikâk 23) buyurmaktadır. Bu da değerin uygulanabilirlik ihtimalini oldukça yükseltmektedir. Sonuç olarak seküler değerler eğitimi, değerleri sadece dünya sınırları içinde ele alırken dinî açıdan değerler eğitimi ise özellikle iman ile ilişkilendirerek değerin temelini ve dayanağını daha sağlam ele almaktadır. İnsan-ı kâmil modelinin modern eğitim sistemlerine entegresinin, her toplumun dinî referansları kabul etmemesi açısından genellenebilirliği tartışılabilir. Ancak özünde insan-ı kâmil modeli iyi insan modeli olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan karakterindeki olumlu ve olumsuz duyguların eğitim sürecine etkisi nasıl yönetilmelidir? Özellikle modernite ile birlikte artan bireyselcilik ve benmerkezcilik eğilimlerinin değerler eğitiminde oluşturduğu zorlukları nasıl aşabiliriz?
İnsanın yapısına baktığımız zaman insanı doğuştan iyi kabul eden veya kötü kabul eden yaklaşımların olduğunu görmekteyiz. Bu noktada insanın doğuştan hem iyi hem de kötü davranışları sergileyebilecek potansiyelinin olduğunu söyleyebiliriz. Bir benzetme yapacak olursak, bir tarlanın içinde farklı türlerde tohumların olduğunu düşünelim. Hangi tohumun uygun şartlar görürse toprak üstüne çıkacağını varsayalım. Bu durumu insanoğluna uyarladığımızda insanın da doğuştan hem iyiyi hem kötüyü yapabilecek potansiyelde olduğunu görüyoruz. Eğer iyi beslenirse iyi ürün, kötü beslenirse kötü ürün çıktığını görürüz. Bunu anlamak için etrafımıza, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakmamız yeterlidir. O halde yapmamız gereken şey şudur: Eğitim yoluyla insanda var olan iyi potansiyelin ortaya çıkarılması ve geliştirilmesine odaklanmamız gerekiyor. Burada aynı zamanda sadece kabiliyetler değil; olumsuz duyguların da terbiye edilmesi, iyiye kanalize edilmesi gerekli ve zaruridir. Aileden başlayarak eğitim sistemimizin buna odaklanması çocuklarımızın iyi bir geleceğe sahip olmaları için, iyi bir karakter sahibi olmaları için anne, baba ve eğitimciler tarafından gerekli bir çaba olarak görülmelidir.
Bu noktadan değerlendirdiğimizde özellikle modern yaşam tarzının insanı yalnızlığa ittiği ve çeşitli toplumsal değerlerin erozyona uğradığını görebilmekteyiz. Bu da değerlerin yaşanabilmesi insanın kâmil noktaya ulaşması ve toplumla önemli ölçüde uyum sağlamasının önünde engel olarak durmaktadır. Bunu aşabilmek için çocukların toplumsal değerlerini güçlendirecek kişiler arası münasebetlerini düzenleyecek çeşitli değerlerin güçlendirilmesine önem vermek gerekiyor.
Günümüzde çocuklar sosyal medya, internet ve dijital platformlar aracılığıyla sürekli farklı değer sistemlerine maruz kalıyor. Bu bağlamda, ‘tarafsızlık’ adı altında çocukların değer sistemlerini kendilerinin oluşturmasını beklemek ne kadar doğru? Bu ‘kendi değerlerini kendisi oluştursun’ yaklaşımının arkasında yatan tehlikeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda dijitalleşme ve küreselleşmenin değerler üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarafsızlık kulağa çok hoş gelen ama insanları belli bir yere yöneltme adına kullanılan taraflı bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela, medya tarafsız mıdır? Bir örnek üzerinden ifade edecek olursak, yakın zamanda Gazze’de yaşanan bir olayda hepimizin telefonunda kurulu olan bir haberleşme ve sosyal medya programının Gazzelilere ait konumlarını canlı bir şekilde İsrail ordusuna aktardığı ve yapay zekâ desteğiyle Gazzelilerin hedef olarak belirlenerek ateş açıldığı görülmektedir. Merak edenler internetten bunu araştırabilirler. Ya da tarafsızlık adı altında her gün tırnak içinde birilerinin değerleri, yaşam tarzı bizim çocuklarımıza veya doğrudan bizlere empoze edilmektedir. Bu tarafsızlık değil, tarafsızlık adı altında baskın olan görüşün medya aracılığıyla kendi değerlerini baskın kılması, diğer adıyla kendi tarafına çekmesi olarak nitelendirilebilir.
Diğer bir hususa gelince insanın kendi değerlerini kendi oluşturması çok ütopik kalmaktadır. Zira kültür içinde yaşayan insan kültürel hayat içinde değerleri edinir. Kendi değerini oluşturma yerine kendisi değerlerini seçsin denilse akla bir derece daha makul geliyor. Ancak kendi değerlerini oluştursun dediğimizde şöyle düşünebiliriz: Uzaydan gelen birisinin dünyaya ait hiçbir şey bilmediği, yaşantısıyla çeşitli kültürlerden gördüğü bilgileri, tecrübeleri bir araya getirerek doğruyu bulmaya çalışması ve bu noktada kendi değerlerini oluşturması şeklinde düşünebiliriz. Realiteye baktığımızda bunun çok mümkün olmadığını görebiliriz. Çünkü biz gözümüzü herhangi bir kültürün içerisinde açmaya başlıyoruz. Bu kültürü yaşıyor ve ailemizin bize öncelikli olarak belirlemiş olduğu değerleri geçen zaman dilimi içerisinde benimsiyoruz. O halde kendi değerini oluşturma veya tarafsızlık adı altında ifade edilen şey aslında bir nevi geleneksel olan ya da aileden, dinden, manevi unsurlardan gelen değerlerin bir kenara bırakılarak, medya aracılığıyla empoze eden değerlerin baskın bir hale getirilerek insanlara kazandırılması hedeflenmektedir. Bu da en kısa vadeden uzun vadeye kadar hem kişinin kendi içinde çelişkiler yaşamasını hem de toplumun değerlerini benimsemesi neticesinde toplumla zıtlaşması yani değer çatışmasını doğurmaktadır. Burada aileler ve eğitimciler olarak bize düşen en önemli hususu belirtmeden bitiremeyeceğim. Çocuklarımıza dışarıdan gelen ve bizim kültürümüze aykırı olduğunu düşündüğümüz değerleri değerler üzerinden konuşmamız gerekir.