Çağımızın İmtihanı: Zulme Karşı Duruş / Yasemin Keskin

Dünya; insanın surete aldanması, aldandığı şeyin iç yüzünü görememesi ve onun kabuğu ile oyalanmasıdır. Dünya; acıların, zulmün, sevinçlerin, mücadelelerin bir araya geldiği bir arena, varoluşun geçici bir sahnesi, bir sınav alanıdır. İnsanın gerçekleştirdiği, gerçekleştirmek istediği yani yapıp edemedikleri her şeye tanıklık ettiği geçici bir mekândır. Dünya, insanların kendi güçlerini ve bilgisini tanrılaştırarak inşa ettikleri bir ego, her türlü kötülüğün, zulmün başrol oynadığı bir tapınaktır. İnsanın kendi kurguladığı tanrılara, hayallere, ideallere tapındığı bir mekândır. Evet, dünya geçici bir zaman aralığı! Ve bizleri ebediyyen kalacağımız ahiret yurduna taşıyan bir yolculuk kervanı… Bu dünyada doğan, büyüyen, yaşayan insan en eski tarihlerden itibaren, yaradılış kodlarına inatla savaşmayı tercih eden bir konumda hâlâ yerini alıyor. İçindeki kötülükle mücadele etmeyen, onu susturmayan insan şeytanlaşmış bir vaziyette dünyaya meydan okuyor. Yarın bir gün yok olacak küçücük bedeni, acziyeti ile kafa tutuyor. Daha değerli olan ahireti dünyaya tercih ediyor. Sonuç olarak dünya birçok tanımın yapılacağı bir âlemdir. Çünkü insan sahip olduğu zihniyet yapısıyla kendi dünyasını oluşturuyor. İnsanın zihniyet yapısı, inançlar, değerler, geçmiş tecrübeler, eğitim ve yaşadığı çevresel etkilerle oluşur. Kişinin düşünce yapısı ne ise bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde o amaç uğrunda yaşar gider.
Gelip geçici bir hayatın içindeyken seçtiklerimiz, anlam ve değer bakımından eylemlerimize sirayet eden kalplere her biri ayrı bir iz bırakan desen gibidir. Kötülüğü seçenler şeytanlaşmış kalpleriyle artık onun askeri olarak hayatını devam ettiriyor. Şeytanlaşmış insanların varlığı ve çokluğu artık şeytanı bile geride bırakacak kadar ileri düzeyde devam ediyor. Her geçen gün bu gerçeği bir kez daha gören sağduyulu, iyilik mücadelesi içinde olan insanların varlığı nitelik ve nicelik bakımından değerini bir kez daha gösteriyor. Çünkü onlar için mazlum ve zulme uğrayan insanların varlığını bilmek, onların çektikleri insanlık dışı zulümlere şahit olmak dünyanın en acı çilesi olarak, kötülükle mücadele direncini artırmak ve kökünden kurutmak için bilenmektir. Hz. Ali’nin sözü yüreklere bir nebze olsun ferahlık getiriyor. “Mazlumun zalimden öcünü alacağı gün, şüphesiz zalimin zulmettiği günden daha çetin olacaktır.”
Son yıllarda dünyada yaşanan gerçeklere şöyle bir baktığımızda, dünyayı yaşanacak bir yer olmaktan çıkaran vahşilikler her geçen gün üzerine katarak devam ediyor. Kötülük, vahşet, zulüm ve bu anlamlara gelen kelimeler için kullanılan kavram kutucukları yetemiyor anlatılmak istenene. Anlamak ise esasında kelimelerle karşılığı hep yetersiz kalan bir kabiliyettir. Daha iyi anlaşılması için dünyadaki zulmün kendisini, boyutunu açık etmek gerekiyor ki, zulüm deyince ufak bir haksızlık, eşitsizlik, ekonomik adaletsizlik gibi kavramlar akıllara gelmesin. Bu saydıklarım zulmün maalesef normalleştirilmiş, kanıksanmış hali gibi devam ediyor. Fakat bugün zulüm deyince ne anlıyoruz ya da anlamalıyız dersek, dünyadaki zulümleri birkaç örnekle sıralarsak belki bu kavramın anlamı kalplere olması gerektiği şekliyle kazınır diye düşünüyorum. Yerin üç kat dibinde insanlar pres makineleriyle kağıt yapılıyormuş. İnsanları yer kaplamasın diye pres makinelerine koyup çuvallamışlar. 184 futbol sahası etrafında tahmini 300 bin civarı toplu mezar, yerin altında üç katlı beton dökülmüş hücre odalar, hapishaneye giren 1,5 milyon insandan bahsediliyor ve birçoğundan haber yok. 19 yaşında bekârken atıldığı hapisten 32 yaşında birkaç tane babası belirsiz çocuklarıyla çıkan kadın! Yerin altında ağacı, kuşu, gökyüzünü hiç görmeden büyüyen çocuklar!
Ne kadar kolaymış bir ırk meselesi yüzünden gitsinler demek? Suriyelilerin nasıl bir zulümden kaçıp bize sığındıklarını daha iyi anladık mı? Dünyadaki zulümler akıl almaz bir şekilde artık kendini gösteriyorken, gerçeklere hakikate gözlerini sımsıkı kapatanlar, kalplerini kayalaştıranların yanı başımızda olduğunu da görüyoruz. Katılıktan nemalan kalpleri muhafaza edemeyen nasipsiz, insanlıktan çıkmış vaziyette yaşayan bir güruh hâlâ var. Bir savaş var, savaşımız var. Bunu bile hâlâ anlamayan bir insanlık dramı… Çünkü kişi ruhu kadar insandır ve dünyayı yaşanabilir kılmak adına bir engel varsa bedende değil, kalplerdedir.
Bugün sosyal medyada, haber platformlarında izlediğimiz, öğrendiğimiz zulümler, vahşetler yaşananların sadece küçük bir kısmıdır. Çünkü gördüklerimiz, görmediklerimizin habercisidir ve bu söz, günümüz dünyasının acı bir gerçeğini gözler önüne seriyor. Özellikle Müslümanların maruz kaldığı zulümler, insanlığın karanlık yüzünü bir kez daha gözler önüne seriyor. Bilinçsizliğin pençesindeki insanlar, olup bitenlere duyarsız kalmaktadır. Dünyanın dört bir yanında Myanmar’da sistematik zulüm ve soykırım girişimleri devam etmekte, Bangladeş’te ise Müslümanlar insani koşullardan yoksun kamplarda yaşamaktadır. Afrika, Nijerya, Hindistan’da son yıllarda Müslümanlara karşı saldırılar artış göstermiştir. Milyonlarca Uygur Türkü toplama kamplarına kapatıldığı, bu kamplarda işkence, tecavüz, zorla çalıştırma gibi insanlık dışı uygulamaların yaygın olduğu bildirilmektedir. Cami ve mescitlerin yıkılması, ibadetlerin yasaklanması, çocukların ailelerinden zorla alınması… Dünyada Müslümanlara özelikle uygulanan bir zulüm var. Bugün Suriye’deki hapishanelerde yaşanan vahşeti de gördük. Dünyanın her yerinde yapılan bu vahşetler zamanı gelinince de kamu önüne servis edilecek. Sanki kötülüğün politikası uygulanıyor ve sırayla devam ediyor. Gazze, Suriye ve ardından sıradaki hangisi ise onun görüntüleri servis edilecek dünyaya. Sanki bir senaryo gibi, birbiri ardına gelen bu olaylar, dünyanın bir plan dahilinde karıştırıldığını göstermektedir. Savaşlar, ablukalar, toplama kampları, işkenceler, katliamlardan oluşan bu zulmün ortak noktası sistematik bir şekilde uygulanmasıdır.
Bugün yaşadığımız çağ insanlık tarihinin en çalkantılı dönemlerinden biri olarak kayıtlara geçecektir. İnsanlık adına tüm değerlerin eriyip gittiği, altüst olduğu, geleceğe dair kaygıların arttığı bir zaman dilimindeyiz. Toplumda artan merhametsizlik ve duyarsızlık duygusu insanlığın geleceği adına ciddi sonuçlar doğuruyor. Bugün kendinden bihaber yaşayan Müslümanların, sorumluluk bilinci yüksek mü’minler olması gerekiyor. Çünkü dünya ve dünyada yaşanan tüm zulümler Müslümanın gündeminin ne olması gerektiğini belirliyor. Yapılan hiçbir şey normal değilken, kitlesel bir imtihandayken bu zulmü reva görenlere karşı öfkemiz diri mi? Gevşemeyen, omurgalı, Allah’tan korkan takva ehli, sorumluluk duygusu yüksek mü’minlerden olabilmek gayesi ve dileği ile…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.