Allah sevgisini her şeyden üstün tutan bir imanın oluşabilmesi; kulun her şeyde Allah’ın rızasını gözettiği ve bunu yaşamının bir gayesi olarak hayatının her alanına yansıttığı ölçüde oluşur. İman Allah’a duyulan sevgi ve bağlılıkla güçlenir. Nitekim her Müslümanın en büyük gayesi, Allah sevgisini kalbinde büyütmek ve hayatının her alanına yansıtmaktır. Allah, tüm varlıkları yoktan var eden, onları koruyan ve rızıklandıran sonsuz iyilik sahibidir. Bu iyilik karşısında insanın O’na karşı sevgi duyması ise fıtratına uygun bir durumdur. Ayrıca insan yaradılışı gereği sevmeye ve sevilmeye muhtaç bir varlıktır. İnsanda yaradılışı gereği var olan sevgi duygusu, en yüce varlık olan Allah’a yöneldiğinde, insanın hayatına anlam ve huzur katar, amaç ve yön verir. Allah’a duyulan sevgi, kişinin hayatında hem dünyevi hem de uhrevi yönleri kapsayan bir yol haritası niteliğindedir. Bu sevgi, kişinin bütün yaşamını şekillendiren, her anını Allah’ın varlığını ve rızasını düşünerek geçirmesini sağlayan bir bilinç durumudur.
Allah için sevmek, insanın kalbinde Allah sevgisinin en üstün yere sahip olmasıdır. Dolayısıyla diğer tüm sevgilerin üzerindedir ve kuru bir iddiadan ibaret olmayıp Allah’ın rızası doğrultusunda yaşamayı gerekli kılmaktadır. Bu sevgi, sadece Allah’a duyulan bir duygusal bağlılık değil, aynı zamanda O’nun emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmak anlamına gelir. Sadece Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle beslenen bu sevgi, hiçbir dünyevi çıkar ya da beklentiye dayanmaz. Kavramsal ve tanımsal olarak Allah sevgisi ve rızasını anlatmak insan aklının ve dilinin sınırlarını aşan bir büyüklük ve sonsuzluk içerir. Allah’ın zatı gibi, O’nun sevgisi ve rızası da sınırsız ve kavranması imkânsızdır. Bu nedenle, Allah sevgisi ve rızası hakkında konuşmak, tanımlamak veya kavramsallaştırmak, insanın sınırlı düşünce yapısının ötesine geçen bir gayrettir.
Allah, insanı yoktan var eden, ona hayat, rızık ve sayısız nimetler veren sonsuz bir kudrettir. O kullarına karşı çok merhametlidir. O’nu sevmek; bu nimetlerin farkında olmak, şükretmektir. Allah’ın yarattığı bu kainâtın her zerresinin sebepsiz yaratılmadığının idrakinde olarak tüm bu güzellikler karşısında tabiri caizse mest olmaktır. Allah sevgisi kişinin ibadetlerini coşkulu bir şekilde yerine getirmesini sağlar ve manevi hayatını derinleştirir. Allah sevgisi, kişiyi kötülüklerden uzaklaştırır ve iyi ahlak sahibi olmaya teşvik eder. Allah sevgisiyle dolu bir kalp, başkalarına karşı merhametli, adaletli ve hoşgörülü olmayı doğal bir davranış olarak benimser. İnsanı derin bir teslimiyete, huzura ve anlam dolu bir yaşama taşır. Mü’minin iç dünyasında Allah sevgisi kök saldıkça, O’nun hoşnut olduğu şeyleri de sevmeye başlar ve bu sevgi Allah için sevmeye götürür. Allah’ı seven kalp O’nun hoşnut olmayacağı tüm davranışlardan kaçar. ‘Amellerin en faziletlisi ise Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.’ (Ebu Davud)
Buraya kadar Allah sevgisi ve öneminden, Allah rızası için sevmenin kul üzerindeki güzel değişimlerinden bahsettik. Ahlaki gelişim ve değişim ancak bu duygularla oluşur ve kişi ancak bu duygularla güzel ahlak sahibi olabiliri ifade etmeye çalıştık. Peki kendimize puan verecek olursak, Allah’a olan sevgimiz, hayatımızın her alanında kendini gösteriyor mu? Bugün binlerce insana kendisini sevip sevmediği sorulsa çok azı hariç büyük bir çoğunluğu kendini sevmediğini rahatça ifade eder. Günümüzde birçok insan, kendini sevmekte zorlanıyor. Oysaki kendini sevmeyen bir insan, Allah’ı da sevemez. Kendimizi sevdiğimizde, Allah’ın bizi sevdiğini ve bize değer verdiğini daha iyi anlarız. Kendini sevmeyen bir insan, Allah’ın kendisine olan sevgisini de tam olarak idrak edemez. Yani Allah’ın kendisine verdiği değeri tam olarak anlayamaz ve bu nedenle Allah sevgisini de tam olarak yaşayamaz. Allah sevgisi yani muhabbetullah olmadan da Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanma isteği kişide oluşamaz. Allah’ı sevdikçe, hayatımızda, insan ilişkilerimizde, yaptığımız her işte O’nun hoşnut olduğu, razı olduğu şeyleri yaparak iyiye güzele doğru bir değişime evrilerek güzel ahlak sahibi oluruz. Bir kişide merhamet yoksa insanlara merhamet edemez ve herhangi bir derdi olan bir insanın derdiyle dertlenemez, onun duygularını anlayamaz, davranışlarını, sözlerini yorumlayamaz. Kendi mekanik algısıyla olaylara bakar. İşte bunun gibi insanda ahlaka yönelik erdemler var oldukça ve çoğaldıkça; kendi ahlakımızda tabiri caizse Allah’ın ahlakını görmek ve O’nu daha iyi anlayabilmek oluşur. Merhametli bir insan Allah’ın merhametini daha iyi anlar, cömert bir insan Allah’ın cömertliğinin büyüklüğünü daha iyi anlar. Yaratılan her şeyde O’nun esmasını görür, yaşanan tüm olayları hikmet penceresinden değerlendirme kabiliyeti artar.
Şenel İlhan Beyefendi’nin ifade ettiği gibi “Kendini sevmeyen Allah’ı sevemez. Allah’ı sevmeyen de insanları sevemez.” Bu bağlamda, kendimize sormamız gereken ilk soru ise “Sevmeyi biliyor muyuz?” olmalıdır. Evet sevebiliyor muyuz?.. Sevmeyi biliyor muyuz? Bu konuda Şenel İlhan Beyefendi’nin makale ve anlatımları insanda var olan sevgi potansiyelini ortaya çıkarma rotalarını gösterir. Bizlere ilk tavsiyesi ise “Önce sevmeyi sevmek lazım.” sözüdür. Demek ki önce sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Toplumumuza şöyle bir baktığımızda etrafımız sevgi özürlü insanlarla dolu. Baba çocuğunu sevemiyor, evlat annesini sevmiyor. Dostluklar pamuk ipliğinde ilerliyor. Ufak bir sıkıntı evlilikleri bitiriyor. İnsanlar birbirlerini anlamıyor, tahammül edemiyor. İlişkiler bıçak gibi keskin. Bencillik, egoistçe davranışlar ön planda… Hiç kimse bunun farkında olmadan yaşıyor. Kalbini tasfiye, nefsini tezkiye yolunda mücadele etmeyince de ne kendini tanıyor ne de nefsini biliyor. İslam güzel ahlaktır, insan güzel ahlaklı olmanın peşine düşmeyince kaybediyor. İlk önce kendimizi sevmekle başlayacağımız bu yolda Allah için sevenlerden olmayı bu uğurda yaşamayı, gayret göstermeyi Rabbim lütfeylesin. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) ifadesiyle birbirini Allah için seven, bu sevgiyle buluşup bu sevgiyle ayrılanların, mahşer gününde Allah’ın özel konukları olarak arşın gölgesinde ağırlanacak yedi bahtiyar zümreden olacakları müjdelenmiştir. (Buhari, Zekât, 16 [1423]; Müslim, Zekât, 91 [1031].)
Kainâttaki her şey zıttıyla kaimdir. Allah için sevmek bu kadar önemli iken, Allah için buğzetmek de bir o kadar önemlidir. Bir müslümanın hayatında Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, iki önemli duygu olmalıdır. Bu duygular, kişinin Allah’a olan bağlılığını ve O’nun koyduğu değerlere olan bağlılığını gösterir. Ayrıca Allah için sevmek, insanı iyiliğe, Allah için buğzetmek ise kötülüğe karşı mücadeleye teşvik eder. Bugün Filistinli kardeşlerimiz için bir duyarsızlık söz konusuysa, gerçek manada sevemediğimiz ve hakkıyla buğzedemediğimiz içindir. Kalplerimizi Allah sevgisiyle doldururken, zulme karşı da öfkemizi korumalıyız. Allah için buğzetmek, Allah’ın hoşnut olmadığı şeylere, özellikle de zulüm, küfür ve günah gibi olumsuz durumlar karşısında içten bir nefret duymak ve bu durumlara karşı mücadele etmek anlamına gelir. Bu duygu, sadece bir kişisel tepki değil, aynı zamanda Allah’a olan bağlılığın ve O’nun emirlerine olan itaatin bir göstergesidir. Allah’ı sevmek kadar, Allah’ın sevmediği şeylere de buğzetmek imanın tam anlamıyla gerçekleşmesi için gereklidir. Allah için buğzediyor muyuz? Bu konudaki derecemiz ne durumda? Kâfir hiç durmadan küfrüne ve zulmüne devam ediyorken ara sıra mı bu duygulara giriyoruz? Her gün kan ağlayan Filistinli kardeşlerimiz büyük bir zulüm altındayken, her gün gözlerimizin önünde öldürülen çocuklarımız, abilerimiz, teyzelerimiz, kız kardeşlerimiz varken, esirler en kötü işkencelere tabi tutuluyorken; gördüklerimiz, görmediklerimizin daha vahşice olduğunun delili iken, bunu yapan kâfir ordusuna karşı nasıl büyük bir öfke ve intikam duygusu her gün beslenemez? Bu zulmü yapan siyonistlere karşı sabah akşam büyük bir öfke ve nefret beslemiyorsak; Allah’ın zalimlerden intikam almak için fırsat vereceği gün, kâfire karşı hangi duygularla savaşılacak? Bugün sende var olmayan ya da şiddetli olmayan bu duygular, zamanı gelince seni harekete geçirecek mi? Yaşanan insanlık dramını aklın kabul etmezken, duyguların kendi işlevselliğinde buğzediyor mu? Gafil kalan tüm duygu ve eylemlerimizden bir gün sorumlu tutulacağız. O halde içinde bulunduğumuz gaflet ve şımarıklık içeren tüm hallerden kurtuluş için, iş işten geçmeden yeniden başlama zamanı… Allah’ın yardımıyla zulme karşı durmalı, mazlumların sesi olmalıyız. Bu bilinçle, hayatımızın her anında Allah’ın rızasını gözeterek, hem kendimizi hem de tüm insanlığı kurtuluşa ulaştıracak adımlar atmalıyız. Bugünün kalan ömrümüzü Allah’ın razı olduğu şekilde yaşamaya milat olması dileği ile…