Yankı Odaları / Dr. Mehmet Öztürk

Yankı, en yalın haliyle; bir sesin bir yere çarparak bir süre sonra geri dönmesiyle işitilen ikinci aynı ses olarak tanımlanabilir.
Hemen herkes yankı olayını hayatında bir şekilde mutlaka deneyimlemiştir. Ya açık bir vadide ya bir kanyonda yahut bir odada özellikle de kubbeli akustik ortamlarda tanık olduğunuz bu yankı olayı çoğu zaman hoşunuza da gitmiş ve ses yankınızı bir eğlenceye dönüştürerek tekrarlamışsınızdır da.
Bilemediğiniz bir yerlerde sanki ikinci bir siz vardır ve söylediklerinizi size tekrar geri yansıtmaktadır.
Çok sesliliğin alabildiğince yaygınlaştığı ama paradoksal olarak bireyselleşerek içine kapanan günümüz insanı ilginç birtakım etkilere maruz kalmaktadır. Yankı odaları deyimi de aslında metaforik bir ifadedir.
Dijitalleşmenin hüküm sürdüğü 21. yüzyıla izafe edilen çok farklı tanımlamalar söz konusudur: “Bilişim çağı, teknoloji çağı, uzay çağı” gibi. Sosyal medyanın en efektif etkileşim aracı olarak kullanıldığı günümüz dünyasında bir diğer niteleme de “iletişim çağı” vurgusudur.
Gerçekten de çağımız, hemen her alanda baş döndürücü gelişmelerin kaydedildiği bir zaman kesitini ifade etmektedir. Ekonomik, sosyal, siyasal, insan hakları, teknolojik, bilimsel… birçok dalda trendler, limitler zorlanmaktadır. Matematik, istatistik ve nominal değerler pik yapmakta, refah düzeyi her geçen gün yükselmektedir. Ancak gelin görün ki paradoksal bir biçimde “değerler krizi” yaşanmaktadır.
İnsanlar, dünya görüşü ya da yaşam tarzlarını; inanç, duygu, düşünce ve idealleri doğrultusunda örgülerler. Bu çerçevede oluşturdukları temel kabuller ve paradigmalarla hayatlarına yön verirler. Böylelikle dizayn ettikleri yaşamlarını rahat edebilecekleri bir konfor alanı haline getirirler. Modifiye ettikleri konforlarının hiçbir zaman bozulmasını, sarsılmasını istemezler. Kendilerini koruma altına alarak huzurlu, mutlu bir yaşam sürmek isterler. Bunu temin etmek için de dış dünyadan gelebilecek duygu, düşünce, inanç ve ideallere karşı görünmez duvarlar örerek camdan fanuslar içerisinde izole edilmiş kristalize hayatlar yaşamak eğilimindedirler.
İşte tam da burada makale konumuz olan “yankı odaları” olgusuyla karşılaşıyoruz. Kapalı devre bir sistem içerisinde tekrarlama metoduyla duygu, düşünce ve inançları pekiştiren bir ortam olan yankı odaları, insanların kendisini dış dünyaya kapattıkları bir sığınma ve korunma alanları haline gelmektedir. Kendi kendilerine propaganda yapmaktadırlar.
Arama motorları ve sosyal medya gibi çeşitli platformlar, değişik algoritmalar kullanarak sizi yankı odalarınıza hapsedebilirler.
Çoğu zaman sizlerin de dikkatini çekmiştir; dijital gezinti yaptığınız, dolaştığınız sanal internet ortamlarında ilgi duyduğunuz beğenilerinizin, kendinizi belli ettiğiniz hususların bir sonraki aramalarınınızda artan bir ivme ile önünüze geldiğini ya da getirildiğini fark etmişsinizdir. Bir sitede baktığınız, ilgilendiğiniz bir konu ya da ürün başka bir sitede karşınıza reklam olarak çıkabilir.
Bu durum bu haliyle sizi belki memnun edebilir ama aslında görünmeyen boyutlarıyla aynı zamanda sizi kendi kalıplarınıza hapsetmekte olduğunu ve dış dünyaya açılımınıza engel teşkil edebileceğini de göz ardı etmemek gerekir.
Tüm bunları anlatmaktan maksadımız; kimi zaman belki olumlu görülebilecek ya da karşılanabilecek “yankı odaları”nın; çoğu zaman da insanların kendilerini hakikatlere bilerek ya da bilmeyerek kapattıkları bir tuzak olabileceği gerçeğine uyarı yapmak ve dikkat çekmektir.
Tüketim endeksli hayat tasavvuru; idol haline getirdiği marka, imaj, ideoloji, sanatçı, teknoloji ürünleri vs. enstrümanlarla insanlığı esir almıştır. Tek tip düşünen, giyinen, aynı şeylerden zevk alan hedonist bireyler üretmiştir. Popüler kültür tutsağı olan gençler; cinsellik, şiddet, eğlence, spor gibi olguların negatif etkisine maruz bırakılmış, meşru tatmin vasıtaları olması gereken unsurlar maalesef birer “sosyal uyuşturucu”ya dönüştürülmüştür.
İnsanlar kendi gibi düşünen, kendi gibi giyinen, kendi gibi inanan insanların oluşturduğu yankı odalarında kendi değer yargılarını, duygu ve düşüncelerini, kendi inançlarını yine kendilerine empoze ederek birbirlerine propaganda yapmakta, kısır döngü içerisinde bir hayat sürmektedirler. Böylesi bir atmosfer çoğu zaman dünya-ahiret mutluluğunun önünde büyük bir engel olabilmektedir.
Hakikate ulaşmak için şu bilgilerin de farkında ve ayırdında olmamız gerekiyor: Genetik olarak birtakım bilgileri doğuştan taşıdığımız gibi, ruhî birtakım bilgilerin de doğuştan taşıyıcısıyız. Aslında dünyadaki bilgilerimizin önemli bir kısmı “kodlanmış bilgiler” olarak bu dünyaya geliyor, vakti saati geldiği zaman da onlar teker teker açılıyor. Bu açılımın pozitif dünyadaki yansıması bilimdir. Bilim dediğimiz şey aslında olmayan bir şeyi yaratmak değil, var olanın farkına varmaktır.
İnsan bir ömrü boyunca nereden geldim nereye gidiyorum gibi ontolojik soruların cevabını aramak durumundadır. Eğer bu sorulara sağlıklı bir cevap bulamazsa bütün bir ömrünü bohem ve serkeş bir şekilde berhava edebilir. O nedenle insanlar duygu, düşünce ve inançlarını sağlam temeller üzerine kurmak ve inşa etmek zorundadırlar.
İnsanoğlunun; yankı odalarında rölatif, subjektif, kişiden kişiye değişebilen duygu düşünce ve inançlarla hayatını örgülemek gibi bir lüksü olamaz. İnsanlar, mutlak bilgi ekseninde ve ancak vahyin aydınlığında bir anlayışla hakikati elde edebilirler.
İmanı, küfrü, bilimi, felsefeyi, epistemolojiyi, kuantumu… kısacası inanan inanmayan insanların kendilerine rehber ve ölçü aldıkları temel kabullerini, tüm bunların önem ve değerlerini, doğru ve yanlışlarını tüm detaylarıyla analiz ederek en karmaşık girift konuları en anlaşılır hale getirip ilaç misali ihtiyaç sahiplerinin idrakine sunmak gerekiyor. İnsanların bu bilgilere o kadar çok ihtiyaçları var ki. Her türden duygu, düşünce, felsefi inanç ve görüşlerin kaotik bir ortam oluşturduğu günümüz fikir enflasyonunda insanlar gerçekten arayış içerisindeler ve onlara el uzatmak ve yardımcı olmak çok önemli bir husus.
Günümüzde insanları değerlendirirken hangi ekolün adamı olduklarına aynı zamanda şahsi fikirlerinin epistemolojik değeri nedir ona bakmak gerekir. Yanlış bir insandan doğru cümle, doğru bir insandan yanlış bir cümle çıkabilir. Bir tepsi baklavanın içerisinde mercimek kadar zehir verilebilir.
Yine insanları ve fikirlerini değerlendirirken analitik ve filtre ederek yaklaşmak icap eder, yani hepçi ya da hiççi olmak, hepten kabul ya da hepten reddetmek çok yanlış sonuçlara götürür.
Yapacağımız şu değerlendirmeler de bilinçli olmak bakımından önemlidir diye düşünüyoruz: Nakilci âlimler; tarih boyunca yalnızca nakil ilimlerini ön plana çıkararak Allah’ın evren kitabını, akılcı ve bilimsel düşünmeyi ıskaladılar ve bu nedenle de İslam toplumları Batı’nın sömürgesi oldular.
Bu ezikliğin de etkisiyle birçok fikir sahibi insan (Batı tarafından fonlanmış hain proje insanları değil iseler) İslam dünyasının bilimsellik ve rasyonellik eksikliğini kompleksli radikal çıkışlarla telafi etme arayışlarına girdiler ve adeta pozitivist oldular.
Yankı odalarını anlatırken daha çok iman-küfür noktasında oluşmuş kendilerini dışarıya kapatmış, izole, yalıtılmış negatif anlamdaki yankı odalarını kast ediyoruz. Bunları anlatıyoruz çünkü yankı odaları sadece inanmayan kesimler için söz konusu değil, inanan insanlar da yankı odalarına hapsolup kendilerini iletişime kapatabilirler. Fanatizm yahut yobazlık her kesimden insan için söz konusu olabilir. Negatif yankı odalarının komplikasyonları inançsız insanlarda zarara yol açtığı gibi inanan insanlarda da hasara yol açabilir. Sorumluluk sahibi insan; kendisini farklı duygu düşünce ve inançları tanıma noktasında arayışa, incelemeye, irdelemeye, analiz etmeye ve o doğrultuda karşı fikirleri anlayarak yardımcı olma yol ve yöntemlerini bulmaya yönlendirmeli ve teşvik etmelidir. Aksi taktirde zıtlıklar; kavga, kargaşa ve kaos nedeni olabilir. Oysa İslam’ın şiarı ölmüş ruhları diriltmek, gönül kazanmak, ebedi mutluluk yoluna insanları iletmek ve ulaştırmak olmalıdır.
Müslüman dünyada eksikliği hissedilen akılcı ve bilimsel düşünce noktasında güzel fikirleri olan güçlü beyinlerin; Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Ya Rabbi iki Ömer’den birini İslam’a kazandır.” buyurması gibi negatif yankı odalarına kendilerini hapsetmiş bu kabiliyetli şahısların zayi olmamaları, Rabbimizin hidayet vermesi için gayret, hizmet ve dua içerisinde olunması gerekiyor.
Çünkü bir insan kolay yetişmiyor, hemen bir çırpıda insanları silip atmak büyük merhametsizlik olur.
Her cenahtaki bu insanların salah ve istikamet bulmaları mümkünse Allah’ın hidayet ve istikamet vermesi, eğer değilse Allah’ın bunların şerrinden insanları koruması için dua ve gayret içerisinde olmak icap ediyor.
İstikamet üzere olmak için hem nakil hem de akıl ve bilim gerekir. Bu ikisini buluşturmak çok zaruri ama aynı zamanda da çok büyük bir ihtiyaçtır. Çünkü insanlarda ve dünyadaki savrulmanın temel nedeni de budur.
Öylesi sağlam temeller atılmalı, güzel ölçüler (paradigma) verilmeli ki savrulmaya asla imkân ve mahal kalmamalıdır.
Bütüncül olmayan düşünsel yaklaşımlar çelişkilere neden olur. Sorgulayıcı analiz yapmayan düşünce kendini ancak şekli olarak yenileyebilir. Aslolan biçimsel tanımlar değil, özdür.
Unutulmaması gereken bir husus da; bir konu anlatılırken eskilerin “siyak-sibak”, akademisyenlerin kontekst dedikleri “bağlam” denilen bir olgu vardır. Konuları bağlamından koparırsanız sağlıklı sonuca varamazsınız. Kişi iman konularını anlatırken eleştirdiği çelişkilere kendisi düşmemelidir. Anlatılanlardan, yazılanlardan insanlar ne fayda sağlar diye bir hassasiyet içerisinde olmak gerekir. Entelektüel lafazanlık yaparak eskilerin ‘zırva tevil götürmez’ diye ifade ettikleri akademik körlük girdabına da sürüklenmemek icap eder.
Allah için hizmet maksatlı olanlarını tenzih ederiz ancak kimi zaman sosyal medya alanı da; bazı youtuberlar dahil maalesef kendi yankı odalarında ya maddi menfaat temin etmek isteyen ya şöhret olmak ya da ideolojik, felsefi görüşleri doğrultusunda kitleleri manipüle etmek, yönlendirmek, provoke etmek için ya da değişik amaçlarla algı ajanlığı yapmak isteyen insanlarla dolu olabiliyor.
Bu mecralarda bir kısım negatif insanlar dikkat çekmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Yunan mitolojisinden tutun piramitlere, Yahudi kabalasından alın, tahrif edilmiş tevrat, incil bilgilerine varıncaya değin; serpiştirilmiş fantastik hikâyelerle dolu enformasyon kirliliği ile saf zihinleri iğdiş edebiliyorlar.
Bu tür ezoterik gizemli fantastik bilgiler içeren metin ve videoların; şayet somut anlamda İslam’ı, imanı ilgilendiren bir husus taşımıyorlarsa pek ciddiye alınmamaları gerekir. Çünkü nasıl abur cubur yenilen şeyler mideyi bozarsa filtre edilmemiş abur cubur bilgi ve görüntü kirliliği de insan aklını, beynini iğfal ve ifsat eder.
Ruhsal boşluğa düşmüş günümüz insanları “new age spiritüalizmi” denilen yeni çağ ruhçuluğu geliştirmektedirler. Allah’ı tanımadan ruhu tanımak mümkün olamadığı için de zavallıca debelenip durmaktadırlar. “Ne çağırırsan o gelir.” anlayışı aynı zamanda insanların kendilerini suçlamaları gibi bir sonuca da götürür ki bu tam bir ümitsizlik ve çaresizlik girdabına sürüklenmek demektir.
Nasıl ki insanın anatomik varlığı fizik evrende yaşayabileceği en ideal biçimde formatlanmışsa aynı şekilde ruh dünyası da ancak “inanma”ya endeksli olarak yaşayabileceği bir şekilde formatlanmıştır.
Fizik yasalara aykırılığın, fizyolojik ve ekolojik problemlere yol açması gibi, “metafizik antropi” diyebileceğimiz; “inanma yasaları” na aykırılık durumunda da birtakım sorunlar ortaya çıkacaktır. Bu sorunların ortak paydasını ise; anksiyete bozuklukları, tatminsizlik, depresyon türü rahatsızlıklar ya da kısa ifadesiyle mutsuzluk oluşturacaktır.
İnsanı rahat ve huzurlu kılacak yegâne husus Allah inancıdır. Her şeyi gören, bilen, duyan, insan derununu tatmin edebilen bir Allah inancı ancak insanı gerçek anlamda mutlu kılabilir. Gizlinin de gizlisini bilen bir Allah inancı ancak gerçek anlamda insanı güven ve emniyette tutabilir.
Bu konuda Allah’ın yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de buyurduğu birkaç ayet mealini paylaşmak insanı çok rahatlatacaktır:
“Sözünüzü ister gizleyin isterse açığa vurun; unutmayın ki O, kalplerin içindekini bilmektedir.” (Mülk, 67/13). “Göklerde ve yerde olanları bilir, gizlediklerinizi ve açıkladıklarınızı da bilir ve Allah kalplerin derinliklerinde olanı da bilmektedir.” (Teğabûn, 64/4) “Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.” (Tâhâ, 20/7). “Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.” (Nahl, 16/19). “ Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da.” (Bakara, 2/77). “O, göklerde ve yerde tek Allah’tır. Gizlinizi açığınızı bilir, neyi yapıp ettiğinizi de bilir.” (En’âm, 6/3) “Şüphesiz Allah sözün açıkça söylenenini de bilir, gizli tuttuklarınızı da bilir.” (Enbiyâ, 21/110). “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.” (Mücadele, 58/7).
Yapay zekâ ürünü; olağanüstü teknolojik gelişmelerin kalpleri, beyinleri esir aldığı günümüz dünyasında insanlar savrulmakta, dolayısıyla da sakin, asude, huzur limanları aramaktadırlar. Bu arayışlar kimi zaman da bireylerin yankı odalarında kendilerini hapsetmeleri şeklinde tezahür etmektedir.
Sevgi, ilgi, önemsenme ve değerli olma arayışındaki günümüz insanına nefes olabilmek ancak onları Allah ile buluşturmakla mümkündür. Çağımızda en önemli ve büyük hizmet de bu olsa gerektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir