Uzaktan Zihin Kontrolü Mümkün mü ? / Doç. Dr. Sinan Canan

28-sinan-cananZihin kontrolü gerçekten yapılabiliyor mu?
% 100 hakikat. Her gün ona maruz kalıyorsunuz ama uzaktan. Bunu net söyleyebilirim: Nokta atışıyla, elektronik manyetik dalgalarıyla sizin zihninizi kontrol eden kimse yok. Ancak, içimizde hayvanî güdülerle bizi bir yerlere itmeye, bir şeyler yapmaya zorlayan nefs dediğimiz bir şey var. Dolayısıyla insan akla gelen her şeyi yapmak ister ve lezzet aldığı her şeye doğru gider. İşte orada insanın yüksek bilinci devreye giriyor. Toplum içindeki konumunuz, dini inançlarınız, gelecek planlarınız, insanlara karşı sorumluluğunuz gibi sebeplerle bunlara ket vurur ve bir süre baskı altına alır ya da onları disipline eder. Fakat çağımızın bir gerçeği var, o da özellikle cinsel içerikli reklamlar çok fazla. Bunu reklamcılar da itiraf ediyor, bu bir malı satmanın en kolay yolu. Üst beyin, orta beyin, alt beyin arasında bir hiyerarşik ilişki var. Ama orta beynin bir özelliği, etkileri çok kuvvetlidir. Bunlara biz “içgüdüler” diyoruz. Açlık, çaresizlik, öfke, cinsel güdü vs. orta beyinden yönetiliyor. Bu duygular belli bir eşiğin üstünde olduğu zaman insan beyninin bunlara hakim olması çok zordur. Mesela çok aç olduğunuz bir zamanı düşünün. Yemeği gördüğünüz zaman bütün düşünceniz o tarafa yöneliyor, çünkü hayatta kalmanız için bu çok önemlidir, zaten bunun için konulmuş bir şeydir. Cinsel güdü de üreme, insan neslinin devamı için konulmuş bir özelliktir. Artık bir araba reklamında neredeyse pornografiye varan çıplaklık görüyorsunuz. Çok basittir, bilim adamları aslında bunu onlarca yıldır bilirler de kimse bunu söylemiyor nedense. Siz cinsel bir uyaran aldığınızda ya da karşı cinsten bir çıplaklık görüntüsüyle karşılaştığınızda, özellikle erkek beyni -kadın beyninde de aynısı oluyor- orta beyin bir anda bir patlama geçiriyor, her yeri işgal ediyor. Beyin korteksinizin kontrolünü ele geçiriyor.

Cinsel Objeler Hafızaya Ket Vuruyor, Bilinçsel İşlevleri Azaltıyor
İnsan kısa bir süre de olsa oraya kilitlenmek durumunda kalıyor ve oradaki mesajı olduğu gibi almak zorunda kalıyorsunuz. O yüzden cinsel içerikli reklamlar hem çok başarılıdır hem de malı çok sattırır. Dolayısıyla bizim kültürümüzde, inancımızda harama nazar problemini buradan ele alacak olursanız, mesela “Harama nazar hafızayı zayıflatır.” diye bir söz söylerdi eskiler. Bunu benim dedem söylediği zaman gülüp geçerdim, bir şeye bakmanın hafızayı zayıflatması makul ve mantıklı gelmezdi bana. Bugün biliyoruz ki beynin ortasındaki o limbik sistemin aşırı uyarımı, gerçekten insanda hafızaya ket vuruyor, gerçekten bilinçsel işlevleri azaltıyor. İnsanlar bir süre sonra cinsel suçlara yatkınlığa varana kadar bazı zihinsel kaymalara uğrayabiliyor. Bu orta kısım çok özel durumlarda aktif olmalı, yeri geldiğinde işimize yaramalı. Eğer 24 saat bunu aktif ederseniz, o zaman oranın dengesi bozuluyor. Bizim üzerimizde kullanılan zihin kontrolü böyle bir şeydir. Her gün sadece cinsel değil, şöhret hissimiz sürekli internet üzerinden beslenir: “Sen de yaz, sen de görüşlerini beyan et. Sen de coş. Şu resmini koy, herkes seni görsün.” Bu şöhret ihtiyacımız suiistimal edilerek bizden faydalanılır, bize bunun üzerinden bir şeyler satılır. Açlık, zenginlik vb. duygularımız hep sömürülür. Çünkü en kolay mal satma yöntemi budur. Aç bir insana bir sofra resmi ya da kızaran bir et resmi gösterdiğinizde insanın tabiatı gereği zihni bir anda oraya yönleniyor. Siz orada ne mesaj verirseniz o insan onu alıyor. O anda aç bir insanın canı, ilk gördüğü yemeği yemek isteyecektir. İşte böyle denk getirmeler, her gün kullanılan zihin kontrolüdür. Besin açısından baktığınızda oldukça masum gözüküyor. Ama beslenme alışkanlığınızı sürekli yemek bombardımanıyla değiştirmek de sizi kontrol etmenin bir yöntemi. Oysa biz bunu hiç dikkate almıyoruz.

Kitleleri Kontrol İçin İnsanların İrrasyonel Tarafları Kullanılıyor
Mesela çizgi filmlere gizli kareler serpiyorlar ama üzerimizdeki etkileri çok düşük. Çünkü her bir insanın beyni parmak izi gibi farklı olduğu için, bir insana tutturabileceğiniz, belki milyonlarca dolar harcayarak yapabileceğiniz bir zihin kontrolü, yanındaki adama işlemeyecektir. Dolayısıyla kitle kontrolü için çok makul ve mantıklı değil. Kitle kontrolü için, insanların genel ve temel özelliklerini bilmeniz lazım. Bunun en iyilerinden biri de 1950’lerde Sigmund Freud’un kuzeni olan Barnes isimli bir Amerikalı ve halkla ilişkiler dediğimiz sistemin kurucusu. Hatta ona “şeytanın sol bacağı” derler. Sebebi de şudur: Bu adam topluma kabul ettirilememiş birçok şeyi çok zekice hamlelerle bir anda toplumda moda haline getirmiş. 1950’lerde kadınlar sigara içmiyor ve sokaklarda sigara içmeleri ayıp. Sigara firmaları da bundan dertliler. Diyorlar ki “Kadınlar da sigara içse satışlarımız iki katına çıkacak.” O arada kurtuluş günü gibi bir gösteri var. Dört tane kadın koyuyor öne, diyor ki: “Basın toplandığı zaman yakacaksınız sigaraları ve ‘artık ben özgür bir bireyim’ diyeceksiniz.” Hakikaten bu hareket basına yansıyor ve bir hafta içerisinde erkeklerden daha çok kadın sigara almaya başlıyor Amerika’da. Barnes burada insanların irrasyonel (akıldışı) taraflarını kullanıyor. Özgürlüğü sigarayla bağlıyor ve insanlar bunu satın alıyorlar. Yine çok meşhur bir sigara markası Barnes’e geliyor, diyor ki: “Biz daha çok satmak istiyoruz, ne yapalım?” Düşünüp taşınıyorlar. Bir gece uçaktan, kullanılmış, ezilmiş sigara paketlerini şehrin üzerine boşaltıyorlar. Tabi çok yoğun değil. Ama insanlar geçerken ezilmiş paketleri sürekli görüyor ve zihin altları diyor ki: “Herkes bunu içiyor, demek ki ben de bunu içmeliyim.” Bir anda satışlar patlıyor. Bunlar kitle kontrolü dediğimiz şeyin en etkin yöntemleri. İnsanın hayvanî tarafını iyi bilirseniz, onu kontrol edebilirsiniz. Ama zihin kontrolü yaparak cinsel içerikli reklam ya da bir hayat tarzı satmaya çalışan insanların önündeki en önemli engel, beyninin üst kısmı iyi eğitilmiş insanlardır. Bu insanlara nüfuz edemezsiniz. Örneğin Ramazan’da yemek satamazsınız bir insana. Çünkü üst beyin karar vermiştir; “Ne olursa olsun, ben bugün şu saate kadar nefsimin isteklerine uymayacağım.” Ya da “Ömür boyu ben yasak olana bakmayacağım. Ben nefsimin, arzumun peşinden gitmeyeceğim. Benim daha ciddi işlerim var…” diyen insanları düşünün. İşte bunlar, zihin kontrolü yapan odakların hiç sevmediği insan tipidir. O yüzden zihin kontrolü için ilk yapmanız gereken şey eğitimi, inancı, kültürel yapıyı bertaraf etmek, o işin ilk ayağı budur. Bunları güzelce havaya uçurursanız zihin kontrolü bütün insanların üzerinde tıkır tıkır çalışır.

Zihinsel Olarak Sağlıklı Yaşayabilmenin En Önemli Yolu, Zihni Meşgul Tutmak
Zihnin bir de biyolojik yapısı var. Onu korumak ve ileri yaşlarda unutkanlık gibi vs.’den kurtulmak veya o tür rahatsızlıklara yakalanmamak için tedbir mahiyetinde tavsiyeleriniz ne olabilir?
İleriki yaşlarda beynin belli bir dejenerasyona uğraması ve bazı yeteneklerini kaybetmesi mukadder. Tabi bunun bir avantajı da var bizim için. Bu dünyadan giderken algı kapasitemiz azalıyor, bazı şeyleri çok fazla dert etmiyoruz. Sadece buna yarıyor açıkçası. Muhtemelen insan bedeni 60-70 yaşın üzerinde yaşamaya programlı değil. Dolayısıyla o yaşlardan itibaren arızalar vücutta patlamaya başlıyor. Aslında bunları hastalık olarak değil de bir organizmanın doğal bir süreci olarak görmek lazım. Mesela Alzheimer hastalığı, beyindeki belli bölgelerin dejenerasyonu başlıyor. Önce hafıza kayıpları gibi ortaya çıkıp, daha sonra beynin bütün fonksiyonlarını etkileyebilecek bir rahatsızlığa dönüşüyor. Bazı yaşlı insanlara öldükten sonra çeşitli nedenlerle otopsi yapıldığında görülüyor ki beyinlerinde ağır Alzheimer hastalığı var. Fakat bu insanlar yaşamları boyunca Alzheimer’la ilgili hiçbir belirti vermemişler. Bu insanların yaşayışlarına bakıyorlar ve eldeki kayıtlardan şunu görüyorlar: Zihinsel olarak çok aktif insanlar. Mesela yazarlıkla, okumakla vs. bir şeyle uğraşıyorlar. Şimdi beynimizde şöyle bir özellik var. Siz beynin küçük bir maddesiyle, küçük bir bölümüyle çok büyük işler yapabilirsiniz aslında. Bu özelliklerimizin tamamı 1,5 kiloluk bir et parçasının içine dağılmış halde. Beynin bir kısmı hasar görse bile siz eğer zihinsel olarak kendinizi zorluyorsanız, beyninizin sağlam bölümleri bozulan kısımlarının görevlerini ele alabiliyor. Diyorlar ki: “Burada daha çok iş gücüne ihtiyaç var.” ve bu işe el atıyorlar. Çok dramatik örnekler var. 1,5 kiloluk beyin belli bir hasardan dolayı 300 grama düşse bile zaman içinde insanlarda fonksiyon kaybı olmayabiliyor ve normal yaşayabiliyor. Buna “beyin plastisitesi” diyoruz. Beyin çok değişebilen bir organ. Oysa bu işin kuralı şu: Bir kere yaşlandıkça belli hasarlar olacak beyinde, onun önüne geçebilme imkânı yok. Zihinsel olarak sağlıklı yaşayabilmenin en önemli yolu, zihni meşgul tutmak. Meşgul derken Sudoku çözmek işe yaramıyor. Çünkü Sudoku bir süre sonra rutine giriyor ve beyninizin çok kolay yaptığı bir iş haline geliyor. Yeni şeyler öğrenmek lazım. Mesela insan öyle bir organizmadır ki şu anda oturup tek başınıza tefekkür ettiğiniz zaman beyninizin yapısı fiziksel olarak değişir. Düşünmek bizzat sizi değiştiriyor. Bir mesele üzerinde sadece düşünerek bile bunlara engel olabilirsiniz. Bir mesele üzerinde derinlemesine düşünmek, beyninizdeki bağlantıları kuvvetlendiriyor, yeni bağlantılar oluşturuyor. O yüzden belli bir şeyin üzerinde düşündüğünüzde birden hiç olmayan bazı fikirler zuhur eder, bir şeyler ilham verir ve bir anda çıkar ortaya. İşte bunların tamamı içeride aktif bir süreç olduğunu bize gösteriyor. Aktif süreç sonucu bizde var olmayan bir bilgi bile ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla çok ekstra bir şey yapmaya gerek yok. Normal dengeli beslenme, işleyen bir zihin ve tabi ki en önemlisi mutlu ve tatmin olunan bir hayat yaşamak gerekiyor. İnsanın tatmin olması gerekiyor yaptığı şeyden. Sürekli beyin sapınızın ve orta beyninizin peşinden gittiğiniz de tatmin olabilme imkânınız yok. Çünkü günlük ihtiyaçlarınızı asla doyuramazsınız. Benim oğlum 7-8 yaşlarında ve oruç tuttu. Akşam iftarda diyor ki: “Baba hâla çok açım ama acayip doydum.” Şimdi çocuk yeme fikrine doyamamış, beyni tatmin olmamış ama vücudu doymuş. Bu ikilemi çok güzel söylüyor: “Ben daha çok yemek istiyorum. Ama sonra yesem olur mu?” Dedim ki: “Olur, sonra ye.” İnsanoğlu da böyle. İsteklerinizi doyuramıyorsunuz. Bunun bilimsel literatürde örneği çok fazladır. İyi bir aile hayatı yaşayan, dindar bir hayat yaşayan, mutlu hayat yaşayan insanların nörolojik hastalıklara yakalanma ya da felç vs. geçirme riski azdır. Nasıl ki kolesterolünüz normal seviyedeyse kalp krizi riskiniz azdır, gibi. Bunlar da risk faktörleridir. Bunu sağlamanın da benim bilebildiğim en önemli tıbbî yolu az yemek, hareket etmek ve bol bol düşünmektir. Bunları yapan bir insanın beyni Allah’ın izniyle sağlam kalır.

NLP piyasada kullanılıyor.
NLP, bizim günlük hayatta yaptığımız bir şey. Ama sivriltilmiş hali biraz. Ben de eğitimini almış değilim, biraz kitaplardan malumatım var. İleriye yönelik bir plan kuruyorsunuz, kendinizi bir süre orada görüyorsunuz ve davranışlarınızın sizi o hedefe götüreceğinizi umuyorsunuz. Mesela egzersiz yaptığınızı ya da koştuğunuzu düşünün, nabzınız hızlanacak ve vücudunuz ona uyacaktır. O muhayyile vücudunuza yansıyacaktır. Aynı şekilde bu bir zihinsel planlama; sizin motivasyonunuzu, davranışlarınızı, kararlarınızı da şekillendireceği için iyi bir şeydir. İşte bu dinî pratikler de bunu yapıyor. O psikolojiye sürekli hazır olma, ayetleri okuduğunuz zaman oradaki muhayyilenizi işletecek örnekler bunun için var. Sizi belli bir geleceğe, belli bir hedefe hazırlıyor. İşte NLP’yle aslında yapılan şey bu. Ama abartmamak lazım.

Gerçek Yaşam Koçları
Günümüzde yaşam koçluğu denen bir şey de var. Aslında evliya ya da peygamberlerin gerçek yaşam koçu olduğuna dair bir yorum var…
Tabi. Ama eski yaşam koçlarıyla bugünkü yaşam koçları arasında da ciddi bir fark var. Bugünkü arkadaşlardan daha derinler ve daha böyle batıni tarafları var. Eskisi gibi “şunu ye, bunu iç, süpersin” tarzı yaşam koçu da kalmadı. Çünkü insanın ruhî boyutunu ihmal eden bir şey, maddedeki az bilgiye sıkışıp kalıyor ve faydadan çok zarar veriyor. Zira maddî dünyayla ilgili bilgimiz çok az. Ona müdahale ettiğimiz zaman hep sıkıntı çıkarıyoruz. O yüzden ilaçlarımızın etkisinden çok yan etkisi vardır. Orada da bilgimiz çok kısıtlı. Bir çocuk doktoru arkadaşım isyan ediyor, diyor ki: “Ben Hacettepe Üniversitesinden mezun olurken kesin, değişmez, % 100 tıbbi prosedür olarak bildiğimiz şeylerin -örneğin ishalli çocuğa tuzlu, şekerli su verilir gibi- % 50’si beş yıl içerisinde değişti. Bunlar temel tıbbî bilgiyse nasıl değişiyor % 50’si?” Demek ki biz bazı şeyleri iyi bilmiyoruz. Hakikaten de öyle. Doktor diye canımızı emanet ediyoruz ama oradaki bilgi de aynı cinstendir. Çünkü günlük hayatta maddeye sıkışmış beynin bir sınırı var. İşte yaşam koçluğu böyle yapıldığı için, hayatlarını çıkmaza soktukları çok insan olduğunu biliyorum. Hâlbuki daha böyle sakin olup, insanlara reçeteler değil, yollar göstererek açabilirsiniz. Reçete herkese uyacak bir şey değil. Tabi ki bu bahsettiğiniz kategoriye giren insanlarla tanışmanın, onlardan feyz almanın insana yapacağı etki bambaşkadır. Farkında olmadığımız bir iletişim var. Kim bilir öyle bir insandan ne alıyorsunuz artık, nasıl bir şey gerçekten. Bir iki tecrübe var. Onları düşündükçe diyoruz ki: “İyi ki onlar var, onlar olduğu için ortam güzel oluyor.”
Bazı insan vardır bilgi verir; bazı insan da vardır yanında oturursunuz, bize bir hal verir. Yani siz alırsınız onu, eğer sizde o mekanizma varsa. Önemli olan onu almaya niyet ediyor ve o insana o nazarla bakıyor musunuz? Biraz mürşit-şeyh ilişkisine girer. Buralarda aslında konuşulacak çok şey var. Mesela bu kalp ve bedenler hikâyesi var, bilimin de hiçbir fikrinin olmadığı. Aklımda o kadar çok anekdot var ki… Ancak bilim de bunlarla çok ilgilenmediği için hangisi doğru, hangisi yalan, onu da bilemiyorsunuz. Ama bir etki var, insanın etrafına bir etki yapıyor. Şimdi Amerikalı bir biyoloğun kitabını okuyorum. Türkçeye “Biri beni gözetliyor” diye çevirmişler. Orijinal adı “Gözetlenme hissiyatı” İnsan arkadan biri baktığı zaman, çok büyük oranda bunu hissedip dönüyor, kim bana bakıyor diye. İşte bu hissi, biyolojik olarak açıklamanızın çok bir yolu yok. Mesela evcil hayvanlar, köpekler; sahipleri eve gelmek üzere iş yerinden çıktığı zaman evde deli gibi oynamaya başlıyor. Adam daha şehrin öbür tarafında ama biliyor köpek geleceğini. Bu tip iletişimlerimiz de var. Bizim biraz yeni bir bilime ve yeni tarz düşünebilen bilim adamlarına ihtiyacımız var ki şu sorunları da biraz çözebilelim inşallah.

1 yorum

  1. Aslında beynimizi bir an önce verimli bir şekilde kullanmaya başlamak gerek

Alper Soner için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir