Modern toplumda sporun sosyokültürel boyutlarını inceleyen kapsamlı araştırmanızdan hareketle, Türkiye’deki spor kültürünün dinamiklerini konuşmak istiyorum. İlk olarak, sporun toplumsal yapıdaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette, spor toplumsal yapı içerisindeki işlevini habitus ve alan ilişkisi çerçevesinde esnek bir şekilde üretebilmektedir. Bedenin sermaye biçimlerinden biri olarak disipline edilmesini sağlarken, aynı zamanda kolektif habitusun bir yansıması olarak birleştirici ve sosyalleştirici pratikler sunar. Ancak bu aynı alan, sembolik mücadelenin de sahnesidir; fanatizmin ayrıştırıcı, holiganizmin ise bedensel ve simgesel şiddet üretici etkileri, sporun yalnızca uyum sağlayıcı değil, aynı zamanda toplumsal ayrışmaları derinleştiren bir araç olabileceğini gösterir.
Spor kültürünün bilinç, bilgi ve pratik boyutlarının yaş gruplarına göre nasıl farklılaştığını araştırmışsınız. Özellikle gençlerin sporu sosyal ve eğlence odaklı görürken, ileri yaş gruplarının sağlık ekseninde değerlendirmesi bize ne anlatıyor?
Bu ayrım bize, çağların ve çağrışımların farklılaştığını anlatıyor. Gençlik, bir coşku selidir; onun için spor, bir meydan okuma, bir oyun, bir eğlenme alanı, kimi zaman bir savaştır. Lakin ömür, insana nice hakikatleri fısıldar. Yaş ilerledikçe bedenin ihtarı başlar; insan kuvvetin değil, sıhhatin peşine düşer. Spor, genç için bir şenlik, yaşlı için bir zaruret olur. Fakat unutulmamalıdır ki insan ömrü bir bütündür; spor da sadece bir eğlence yahut sağlık meselesi değil, bir idrak meselesidir. Bunu kavrayabilen, hayatın derinliklerine nüfuz edebilir.
Kentleşmenin spor kültürü üzerindeki etkisi, araştırmanızda önemli yer tutuyor. Büyük kentlerde yaşayanlar spora daha profesyonel ve sistematik yaklaşırken, kırsal kesimde daha geleneksel ve sağlık odaklı bir yaklaşımın benimsenmesi konusunda neler söylemek istersiniz?
Kentleşmenin spor kültürü üzerindeki etkisi, mekânsal ve toplumsal dinamiklerin şekillendirdiği bir olgudur. Büyük kentlerde modernleşme, bireyselleşme ve profesyonelleşme eğilimleri, sporun daha organize, rekabetçi ve kurumsallaşmış biçimlerde icra edilmesine zemin hazırlar. Kentli birey, zaman ve mekân kısıtlamaları çerçevesinde spor aktivitelerini belirli yapılar (spor salonları, kulüpler, fitness merkezleri) ve profesyonel rehberlik eşliğinde gerçekleştirme eğilimindedir. Öte yandan, kırsal kesimde sporun daha çok geleneksel, kolektif ve gündelik yaşam pratikleriyle iç içe geçmiş bir biçimde yaşandığı görülmektedir. Bedensel emek yoğunluğu ve açık alan kullanımına dayalı sportif faaliyetler, çoğunlukla sağlık ve sosyal bağları güçlendirme ekseninde şekillenmektedir. Dolayısıyla, kentleşme ile birlikte spor, yalnızca bir fiziksel aktivite olmaktan çıkıp sosyo-ekonomik statü, bireysel kimlik inşası ve boş zaman pratikleriyle daha fazla ilişkili bir hâle gelmektedir. Bu durum, sporun anlamının ve işlevinin mekânsal bağlama göre farklılaştığını göstermektedir.
Zihin gücüyle çalışanlar sporu stres azaltıcı ve sosyal bir aktivite olarak görürken, beden gücüyle çalışanların daha çok sağlık ve dayanıklılık odaklı yaklaşması, iş yaşamının spor kültürünü nasıl şekillendirdiğini gösteriyor? Bu konudaki gözlemlerinizi paylaşır mısınız?
Modern iş bölümü ve toplumsal işleyiş, bireyin beden ve zihin emeği arasındaki ayrımını derinleştirmiştir. Bu ayrım, spor kültürü üzerinde de belirleyici bir rol oynar. Zihin gücüyle çalışan bireyler, iş yaşamında yoğun bilişsel faaliyetler nedeniyle stresle başa çıkma ihtiyacı duyarlar. Onlar için spor, yalnızca fiziksel bir aktivite değil, aynı zamanda psikolojik dengeyi sağlayan, sosyal ilişkileri geliştiren bir araç olarak konumlanır.
Öte yandan, beden gücüyle çalışan bireyler için spor, doğrudan fiziksel kapasiteyi artırmaya, dayanıklılığı korumaya ve mesleki işlevselliği sürdürmeye yönelik bir pratik hâline gelir. İş yaşamının getirdiği bedensel yük, sporun bu grup için bir boş zaman eğlencesinden ziyade bir zorunluluk olarak algılanmasına neden olabilir.
Özetle, zihin emeğine dayalı meslekler, bedensel serbestliği ve boş zamanı artırırken bedensel emek, doğrudan fiziksel varoluşun sınırlarını zorlamaya devam eder. Dolayısıyla, sporun bireyler tarafından nasıl anlamlandırıldığı, toplumsal iş bölümünün tarihsel gelişimi ve bireyin toplumsal konumuyla sıkı sıkıya ilişkilidir denilebilir.
Medya kullanımı ve spor ilişkisi araştırmanızda önemli bir yer tutuyor. Genç yaş gruplarının modern medya kanallarını tercih ederken, ileri yaş gruplarının geleneksel medyayı kullanması, spor kültürünün aktarımını nasıl etkiliyor?
Modern medya kanalları (sosyal medya, dijital platformlar ve interaktif içerikler) genç kuşaklar için sporun tüketim biçimini önemli şekilde dönüştürebilmektedir. Spor artık yalnızca bir fiziksel pratik değil, aynı zamanda sürekli yenilenen, bireysel kimlikleri şekillendiren bir gösteri hâline gelmiştir.
Bu konu sadece tüketimin konusu değil tabii ki, gözlemlediğim kadarıyla genç nesil kendisinden önceki nesilden ayrışmak istiyor. Kimisi bunu genç neslin utanması olarak değerlendirebilir ancak ben bunu genç neslin yeni arayışlar peşinde koşması olarak değerlendiriyorum. Birçok nedeni var bunun. Kısa sürede zengin olma hayalleri, sosyalleşme çabaları, kendisini önemli gösterme girişimleri ve dahası modern medyanın sayesinde mümkün olabilmektedir. Doğal olarak bu da genç neslin yeni medya araçlarına olan ilgisinin artmasına neden olan bazı hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ek olarak yaş itibariyle genç sayılacak olan bu bireyler, daha çok yalnız kalmak arzusu içerisinde de olabilmektedir. Çünkü ellerinde tuttukları telefon, tablet gibi ürünler onlara ailelerinin verdiği dar görüşten çok daha fazlasını vermektedir. Gençler kendisini bir önceki kuşaklara göre daha fazla önemsemektedir ve özellikle Z kuşağının kalıplara sığmayan görüşleri onları geleneksel medya kullanımından ayıran özelliklerden biri sayılabilir. Düşünsenize, televizyonlarda bir sunucuya bağlı kalmadan istediği zaman pozisyonu oynatabildiğin takdirde onlara ihtiyaç da duymadığını? Genç nesil için bu önemli bir husustur.
İleri yaş gruplarının geleneksel medya (televizyon, radyo, basılı yayınlar) üzerinden sporla kurduğu ilişki, sporun daha klasik, nostaljik ve toplumsal belleği pekiştiren bir araç olarak algılanmasına neden olmaktadır.
Bu bağlamda, medya kullanımı nesiller arasında sporun algılanış biçiminde bir kopuş yaratmaktadır. Gençler için spor, bireyselleştirilmiş, anlık ve dijital bir gösteri hâline gelirken; yaşlı kuşaklar için spor, kolektif bir hafızanın ve geleneksel değerlerin taşıyıcısı olarak kalmaktadır.
Bir diğer husus da bilişsel ve motorik becerilerin yaş ilerledikçe düşmesidir. Özellikle gözlerde görme yetisinin kaybı, ellerin titriyor oluşu, modern medya araçlarının, ince tasarlanmış oyuncakların kullanımına müsaade etmemektedir. Ek olarak medya araçları yüzyıllar boyu sporu izleyiciye pasif katılımcı rolü vererek kullandı. Ancak artık e-spor gibi sporların da gelişmesiyle bireyler sporu özellikle multimedya araçları ile işleyebilir hale geldi ve genç kuşaklar artık sporu yalnızca pasif katılımcı olarak kullanmamakta. Bunun yerine artık sporu bu modern medya araçları ile yapar hale geldi. Elbette ki e-sporun öğretide yer alan spor anlayışıyla ne kadar örtüştüğü başka bir tartışmanın konusudur.
Spor kültürünün aile dinamikleriyle ilişkisi üzerine önemli bulgularınız var. Ebeveynlerin spor alışkanlıklarının, çocukların spora katılım arzusunu ve gençlik yıllarındaki spor pratiklerini nasıl etkilediğini değerlendirir misiniz? Özellikle elit sporcu yetiştiren ailelerin rolü konusunda neler söylemek istersiniz?
Spora katılımın en önemli yolu ailelerdir diye düşünmekteyim. Hükümet programları her ne kadar sporu teşvik edici yapıda olsa da ailelerin eğer bu konuda bilinç seviyesi düşükse spora katılım daha düşük seviyelerde olacaktır. Bu noktada ailelerin spora olan tutumlarında farklı yönler bulunmaktadır. Bu tutumları şu şekillerde adlandırabiliriz:
Sağlık ve sosyalleşme bilinciyle aile: Bu aile yapısı sporun sağlık ve sosyalleşme bilincinde olan ailedir. Genelde bu aile yapısı zihin gücüyle çalışan işlerde yer almakta ve ebeveynlerin ikisi de çalışmaktadır. Çok nadir de olsa anne çalışmamaktadır. Ebeveynlerin ikisinin de çalıştığı ailelerde çocukların spora katılımı profesyonel ekiplerce sağlanabilmektedir. Spor bir gelir kaynağı olmaktan ziyade fiziksel ve ruhsal gelişimin, sosyal ilişkilerin bir aracıdır.
Maddi beklenti içerisinde olan aile: Bu aile biçimlerinde önder genellikle babadır. Çocuklar ağırlıklı olarak futbola yönlendirilir. Ebeveynlerde başka branşlardan para kazanılması çok mantıklı karşılanmaz. Kendi çocuklarının üstün yetenekli olduğu algısı hâkimdir. Resmî maçlarda oynamayan çocukları için tek suçlu takım çalıştırıcısıdır. Bu aileler çocukları sayesinde zengin olabilmek için büyük hayaller kurabilirler.
Spor geçmişi olan aile: Ailenin spor geçmişi çocukların spora katılımındaki en önemli etkenlerden biridir. Ancak ailenin spor geçmişini de bölmemizde fayda olduğu düşüncesindeyim. Olimpik branşlarla ilgilenen aile: Bu ailede özellikle bir de şampiyon varsa, çocuğun da genetik bir yatkınlığı olduğu varsayılır ya aynı spora ya da yakın bir spora yönlendirilerek desteklenir. Diğer branşlarla ilgilenen aile: Bu aile yapısında ağırlıklı olarak futbol olmuş olsa da diğer branşlar da yapılmış olması muhtemel branşlardır. Ebeveynin spora yönlendirme ihtimali olsa da zorlama çok görünmeyebilir.
Ailenin maddi yapısı burada önemli olan noktalardan biri. Maddi gelir yükseldikçe çocukların yönlendirildiği branşlar mücadelenin daha da azaldığı branşlar olabilmektedir.
Sporun yumuşak güç olarak kullanımı ve ülkenin ulusal imajına etkisi konusundaki görüşlerinizi merak ediyorum. Özellikle uluslararası başarıların toplumsal yansımaları ve kültürel mirasa etkisi konusunda neler söylemek istersiniz?
Uluslararası spor başarıları, toplumsal dinamikleri ve kolektif kimlik inşasını şekillendiren önemli olaylar olarak değerlendirilebilir. Toplumlar, bu başarılar üzerinden kendilerini yeniden tanımlar ve ortak bir anlatı inşa ederler. Spor başarıları sadece fiziksel performans ya da bireysel zaferler değil, toplumsal hareketlerin ve kültürel kimliğin yeniden üretildiği alanlardır.
Modern toplum, kendini dönüşüm süreçleri içinde inşa eder. Spor da bu dönüşümde bir sahne görevi görür; uluslararası arenada elde edilen başarılar, ulusal gururun pekişmesine, tarihsel anlatıların yeniden üretilmesine ve toplumsal bütünleşmenin güçlenmesine katkıda bulunur. Ancak bu başarıların, kültürel miras üzerindeki etkisi, sadece anlık bir coşku ile sınırlı kalmaz; uzun vadede, bir milletin kendini nasıl gördüğünü ve nasıl hatırlamak istediğini belirleyen önemli bir unsur hâline gelir.
Özellikle küreselleşmiş dünyada, spor başarıları ulusal kimliği evrensel bir bağlama taşır. Kültürel miras, bu başarılarla birlikte şekillenir ve yeniden yorumlanır.
İş hayatında sporun rolü üzerine bulgularınız dikkat çekici. İş arkadaşlarıyla birlikte spor yapmanın sosyal refah üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle ortak çalışma alanlarındaki spor aktivitelerinin topluluk ve yoldaşlık duygusuna etkisi konusunda neler söylersiniz?
Bugün dünyanın en büyük firmaları sporun iş yaşantısındaki önemini kavramış durumdadır. Çalışanlarına boş zamanlarında değerlendirmek üzere birçok spor alanı inşa etmişlerdir. Yapılan çalışmalar da bizlere göstermektedir ki, bireyler spor ortamında spora katıldıklarında işten çıkan ürün her ne ise kalitesinde de artış olmaktadır.
Sosyal hayatta spor yapmak da oldukça önemli bir husustur. Özellikle bu sporun iş arkadaşlarıyla gerçekleştirilmesi sosyal sermayeyi güçlendirici etkiye sahiptir. İş yerlerinde gördüğümüz ayrıştırıcı insan ilişkileri, sosyal yaşamda iş arkadaşları ile yapılan sporla azalabilir.
Ayrıca bireyler arasındaki rekabeti ve hiyerarşik ilişkileri, kontrollü ve kurallı bir biçimde dönüştürerek iş arkadaşları arasında dostane bir yoldaşlık duygusu meydana getirebilmektedir. Sporun, grup içinde aidiyet duygusunu güçlendiren, statü farklılıklarını belirli ölçüde eşitleyen ve bireylerin birbirini daha iyi tanımasını sağlayan bir araç hâline gelmesi, iş ortamında sosyal refahı artıran bir etken olarak görülebilir.
Türkiye’deki spor kültüründe futbolun dominant rolü araştırmanızda önemli yer tutuyor. Televizyon kanallarının spor programlarında futbola ayrılan sürenin diğer branşlara göre fazla olması ve bunun toplumsal yansımaları hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bunun nedeni arz taleple açıklamak mümkün. Sadece televizyonlarda değil, gazetelerde de futbol baş aktör olarak karşımıza çıkmakta. Diğer branşlarda magazinsel gelişmeler yaşanmadan, haber değeri kazanması neredeyse imkânsızken, ayağında nasır çıkan bir futbolcunun ne zaman sahalara döneceği haftalarca toplum gündemini meşgul etmekte. Ancak futbol neredeyse bütün dünyada oldukça önemli izlenme oranlarına sahip. Fakat bir oran mevcut. Her branşa katılım ve izlenme de bir hayli yüksek seviyelerde.
Ülkemizde bu durumun altında yatan neden fanatizmle açıklanabilir. Bizim toplumumuz futbolu inanılmaz derecede içselleştirmekte. Sokakta, kahvede, berberde herkesin üzerine yorum yapabileceği basit bir alan olması nedeniyle de en fazla tercih edilen, gösterilen ve izlenen bir branş olarak yer almaktadır.
Bunun önüne geçebilecek en önemli yatırım TRT Spor Yıldız ekranlarında görebilmekteyiz. Amatör branşların tamamına yer verip Türk spor kültürünün gelişmesine inanılmaz katkı sağlamışlardır ve sağlamaya da devam etmektedirler. Topluma başka branşların da var olduğunu söylediğiniz zaman bilinç düzeyleri artacaktır. Bilinçli olan bir toplum bu konuda bilgi edinmeye başlayacak, kurallarından sağlık etkilerine kadar birçok hususu bilir hale gelecektir. Bilinci olan, bilgisi olan bir toplum ise ister. İsteyen de uygular. Sonunda da bu bilinç ve bilgi pratiğe yani uygulamaya dökülür. Farklı branşlarda uluslararası başarının gelmesi de, televizyonlarda farklı branşlara daha fazla yer verilmesi de bu yüzden önemlidir.
Sosyal içerme aracı olarak sporun kullanımı konusundaki bulgularınız önemli. Özellikle katılımcı olmayan gençleri topluma kazandırmada sporun rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Buna fonksiyonelist bir bakış açısıyla yaklaşmakta fayda görüyorum. Sporun en önemli görevlerinden biri de sosyal içermeyi sağlamaktır. Bizim gibi genç nesli yoğun olan bir toplumda hâlâ hayatında bir düz koşu yapmamış, fiziksel egzersizin hiçbir türlüsüne yanaşmamış birçok gencimiz var. Bu gençlerimiz ne yazık ki yanlış arkadaşlıkların kurbanı olabildikleri gibi, farklı arayışlar içine girerek de uçuruma sürüklenebilmektedirler. Bu nedenle onların sporla mutlaka tanışması gerekmektedir. Peki bunu nasıl yapacağız?
Biz özellikle hükümet programları ile gençlerin sporla içselleştirilmesi konusunda Avrupa’dan öncüyüz. Bizde yıllar önce çıkan “Ulusal Gençlik ve Spor Politikası Belgesi” varken, Avrupa’da bunun bir örneğini çok nadir görebilmekteyiz. Fakat uygulama alanında da dikkatli ve özenli olmamız gerektiğini söylemek gerekiyor. Çünkü biz az önce de belirttiğim gibi Avrupa’da genç nüfusu en yoğun olan ülkelerden biriyiz. Onların topluma kazandırılmasının en önemli yollarından biri de bu tür politika belgelerinin uygulanabilirliğini artırmaktan geçmektedir.