İhlas, insanın ruhunu parlatan ve hayatına anlam katan çok değerli bir haslettir. İhlas, sözlük anlamı itibariyle “arınmak, ayrışmak, katışıksız ve dupduru olmak” demektir. Terim olarak ise “bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden temizlemek ve yalnızca kendisi yapmak” anlamına gelir. İslami açıdan ihlas, kulun ibadetlerini ve amellerini yalnızca Allah rızası için yapması, şirk ve riyadan uzak durmasıdır. İhlasın zıddı olan riya ise gösteriş için ibadet etmek, kulların beğenisini kazanmak amacıyla iyilik yapmak ve böylece insanı gizli şirke sürükleyen bir hastalıktır.
İhlas, samimiyetin en saf halidir. İnsanın Rabbine yönelirken araya hiçbir menfaat, gösteriş ya da dünyevi beklenti koymadan, yalnızca O’nun rızasını gözetmesidir. Bu hal üzere olan bir kul, Rabbine olan bağını güçlendirir. Rabbiyle derin bir sevgi ve bağ kurar. O’nu tanıdıkça hayranlığı artar, hayranlığı arttıkça da O’na daha çok yaklaşmak ister. Böylece samimiyet ve bağlılık derinleşir. Artık sadece namaz kılarken, oruç tutarken veya sadaka verirken değil; yürürken, konuşurken, çalışırken ve hatta düşünürken bile kalbi Allah ile birlikte olur. Allah sevgisiyle dolu bir kalbin sahibi, O’nun rızasına aykırı her şeyden uzak durur. Bu saf niyet, kişinin ruhunu arındırır ve onu manevi olarak yüceltir. Kalbin latifeleri açılır, algılar genişler ve insan, hayatı hikmet penceresinden değerlendirmeye başlar. Dünya nimetleri artık bir amaç olmaktan çıkar, Allah’a yönelmeye vesile olan bir araç hâline gelir. Bu sebeple insan ihlaslı olduğu sürece sadece ibadet hayatında değil, tüm yaşamı boyunca üzerinde olumlu pozitif etkilerini görür. Yani ihlas, yalnızca ruhani bir gelişimi değil, aynı zamanda bireyin psikolojik dünyasında da önemli bir dönüşümü beraberinde getirir. Bu bağlamda ihlaslı insan, iç huzura sahiptir ve bu huzur, onun çevresine olan yaklaşımını da olumlu yönde etkiler. İhlaslı kişi, çıkar gözetmeksizin iyi niyetle hareket ettiği için çevresi tarafından güvenilir biri olarak görülür. Sıcak ve samimi ilişkiler kurarak, kişinin içten ve doğal olmasını sağlar. Onun davranışları sahte değildir, gösterişten, riyadan uzaktır. Bu yüzden insanlarla kurduğu ilişkiler daha sağlam ve kalıcı olur. Şöyle bir hayatımıza baktığımızda bu yolculukta ailemiz, arkadaşlarımız ve değer verdiğimiz insanlar, bizim yol arkadaşlarımızdır. Onlarla kurduğumuz sağlam ve samimi bağlar, hayat yolculuğumuzu daha anlamlı hale getirir. İnsanın yaşadığı hayatın farkında olması, ondan manevi ve psikolojik anlamda gerçek bir tat alması bir farkındalık ister. Bu farkındalık insanın yaşam kalitesini artırır ve mutluluğunu besler. Mutlu olan insan ise şükür duygusunu yakalamış ve yaşadıklarının bir nimet olarak görmeye başlamış bir insandır. Netice olarak ihlas duygusunu yaşayan insan, her anın kıymetini bilir ve bu birlikteliğini şükür duygusuyla da taçlandırmış olur.
“İhlaslı olmak için neler yapmalıyız?” ya da “İhlas duygusunu nasıl yakalamalıyız?” sorularına psikolojik gerçeklikle yaklaşmanın öneminden bahsetmek istiyorum. İnsanın hayatında Allah ile sıkı bir bağ oluşturması, yaptığı ibadetlerinin kabul olması ihlasa bağlıysa bu konuda uğraşmak ve ihlası yakalamak mutlaka gerekir. Yoksa Allah muhafaza farkında olmadan başka amaçlar için dünyamızı da ahiretimizi de tehlikeye atmış olmaz mıyız? Öncelikle bu dünyada yaptığımız ibadetlerden iyilik ve hasenattan maksadımız nedir? Bu soruyu kendimize sorarak başlayabiliriz. Yaptığımız büyük hayırların ya da en küçük bir amelin dahi Allah katındaki değerini biz belirleyemeyiz, bilemeyiz. Ama şu bir hakikattir ki bizim yaptığımız en ufak iyiliğin dahi Allah katında değeri vardır. Aynı şekilde yapılan en ufak bir kötülüğünde cezası olacaktır. Öyleyse ihlasla alınan bir niyetle yapılan iş, çok küçük dahi olsa veya hiç yapılamasa bile, ecri ve sevabı Allah katında büyüktür. Çünkü Allah, niyetleri bilir ve ihlasla yapılan her işin karşılığını verir. Öte yandan, en büyük ameller bile eğer niyet bozuksa boşa gider. Velhasıl amellerin değerini belirleyen, onların dış görünüşü değil; taşıdığı samimiyet ve ihlastır. Rasulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur. “Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur’ân’ı ezberleyen biri, Allah yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir.” Allah Teâla, Kur’ân okuyana, “Ben Rasulüm’e inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?” diye sorar. Adam, “Evet, ya Rabbi!” der. “Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye sorulunca, adam “Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum.” der. Allah Teâla, “Yalan söylüyorsun! Sen, ‘Falanca Kur’ân okuyor.’ densin diye okudun ve bu da söylendi!” buyurur. Aynı şekilde, mallarıyla cömertlik yapan zengin ve savaşta öldürülen kişi de hesaba çekilir ve onların da amellerinde ihlâstan uzak oldukları ortaya çıkar. Onlar bu işleri Allah rızası için değil, insanların övgüsünü kazanmak için yapmışlardır. Neticede bu üç kişi, cehenneme ilk atılacaklar arasında yer alır.” (Müslim, İmaret 162, (1906)) Bu hadise gösteriyor ki ihlas olmadan yapılan ameller ne kadar büyük görünse de Allah katında bir değer taşımadığıdır.
O halde ihlas, yapılan ibadetlerin kabul edilmesi için en temel şarttır. Aksi takdirde kişi riya duygusuyla hareket etmiş oluyor. Riya ise benlik duygusuyla oluşur ve aslında özünde samimiyetsizlik vardır. Bu duygu insanın kendi değerini yalnızca insanların övgüsü ve takdiri ile ölçmesine sebebiyet verir. Ancak bu duygu, Allah’ın rızasını kazanmaya yönlendirilirse, kişinin ihlası yakalaması kolaylaşır. Çünkü insan, kendisini en çok değerli gören ve en yüce makama sahip olanın takdirine ulaşmayı ister. İşte bu noktada Allah’ın beğenisi ve rızası, en büyük değer ölçütü haline gelmelidir. Ayrıca insan, fıtraten benlik duygusuyla yaratılmıştır. Bu duygu, hem bireyin kendini tanıması hem de toplumsal hayat içinde yerini bulması açısından önemlidir. İnsan, çocukluk çağından itibaren takdir edilmeyi ve beğenilmeyi arzular. Takdir edilmek, bireyin kendine güvenini pekiştirir ve kişiliğini sağlıklı bir şekilde inşa etmesine yardımcı olur. Ancak bu duygu, yalnızca dünyevi kazanımlar ve insanların övgüsü ile beslendiğinde, insanı ihlastan uzaklaştırabilir. Gerçek ihlas, bu duygunun yönünü doğru bir şekilde tayin etmekle mümkündür. Bir insanı kimin takdir ettiği, o takdirin etkisini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. İnsanlar, toplum içinde söz sahibi ve etkili birinin takdirine daha fazla önem verme eğilimindedir. O hâlde, yüce Allah’ın takdiri, her şeyden daha değerli olmalıdır. İnsan, bu bilinçle hareket ettiğinde, doğal olarak ihlası yakalamaya daha yakın olur. Çünkü artık beğenilme ve takdir edilme ihtiyacını Allah’ın rızasına yöneltmiş olur. Ayrıca insanın psikolojisinde sevgi ve bağlılık duyguları derin bir yer tutar. Bir insan, kimi daha çok severse, onun görüşüne ve beğenisine daha fazla değer verir. Eğer insan, Allah’ı her şeyden çok sever ve O’nun beğenisini kazanmayı en büyük amaç haline getirirse, ihlas da doğal bir sonuç olarak ortaya çıkar. Bu sevgi ve bağlılık, insanda derin bir haşyet oluşturur ve kalbinde Allah’a karşı samimi bir yöneliş meydana getirir.
Sonuç olarak ihlası yakalamanın zorunluluğu aynı zamanda insan için psikolojik bir gerekliliktir. İnsan, kendisini en çok değer veren ve takdir edenin Allah olduğunu anladığında ve en büyük sevgisini Allah’a yönelttiğinde, ihlası yakalamış olur. Bu nedenle, benlik duygusunu doğru bir şekilde beslemek ve yönlendirmek, ihlasa giden en önemli yollardan biridir. İhlas, insanın yaratılışına en uygun hâl olup gerçek değerini yalnızca Allah’ın rızasında arayanlar için erişilmesi gereken çok büyük bir nimettir. Gerçek anlamda mutlu olmak ve Rabbimize en yakın olmak istiyorsak, ihlâsı hayatımızın merkezine koymalıyız. Rabbim yar ve yardımcımız olsun…