Sağlık Çalışanlarının Fedakârlığı – SAĞLIK-SEN Genel Başkanı Metin MEMİŞ

Genel olarak sağlıkta yaşanan değişikliklerden ve sağlık çalışanlarının bu değişiklikten nasıl etkilendiğinden biraz bahseder misiniz?
“Sağlıkta Dönüşüm” adıyla uygulanan programın, vatandaşın sağlık hizmetine ulaşımını kolaylaştırdığını kabul etmek garekir. Bundan önce bir kişinin bir yılda sağlık kurumlarına başvurma oranı 1,8 iken, bugün 7’ye çıktı. Yakın zamanda Türkiye genelinde sendikamızın yaptığı bir araştırmada, halkın yüzde 55’i hastanelere yılda 5-10 kez gittiğini belirtiyor. Ancak bu durum sağlık kurumlarında artan talep ve artan iş yükü anlamına gelmektedir. Talep yüzde 250 artarken çalışan sayısı ancak yüzde 40 arttı. Aslında Türkiye’de 30 yıllık belki daha da geçmişe giden bir plansızlığın gün yüzüne çıkan sonuçlarını yaşıyoruz.
Sağlıkta Dönüşüm programı ile yalnızca vatandaş merkezli bir yaklaşım ortaya konuluyor. Politika üretenler tarafından sağlık çalışanının da bir vatandaş olarak algılanmaması ise aslında çok manidar. Bu yaklaşımın doğal bir sonucu olarak; hasta memnuniyetinin son 8 yılda yüzde 40’lardan yüzden 90’lara çıktığı görülüyor. Bugün yıllık 500 milyona yakın başvurunun 8 yıl öncesinin neredeyse 3 katı olduğu görülüyor. Ancak; ne yazık ki hasta hakları ve memnuniyetine gösterilen özen aynı şekilde sağlık çalışanları için gözetilmemektedir. Neticede, -maalesef en başta ve özellikle- hâlen sağlık çalışanlarının yeterli düzeyde istihdam edilmemesi aslında bilfiil sağlık çalışanlarının gasp edilen bir hakkı olarak karşımıza çıkıyor. Neden? Türkiye’de sağlık alanında yaşanan gelişmeleri vatandaş odaklı ele alan yaklaşımlar sonucu sağlık personeli istihdamı şu anda kamuoyu nezdinde aslında kayboluyor.
Hasta talebinin artmasına rağmen aynı oranda sağlık çalışanı sayısının artmaması ciddi bir eksiklik ve problem olarak karşımıza çıkıyor. Sağlıkta şiddet de sağlıkta iletişim problemleri de sağlıktaki mutsuzluk ve ümitsizlik de aslında temelde bu arz ve talep asimetrisinden kaynaklanıyor. Buna rağmen ağır iş yükünü büyük bir fedakârlıkla göğüsleyen çalışanların hak ettiği değeri ve takdiri elde edemediği de görülüyor. Sağlık çalışanlarının aile huzuru bozulmakta, sosyal yaşantısı bozulmakta hastanelerde, acillerde ve hemen tüm sağlık kuruluşlarında şiddet görmekte ve darp edilmektedir.
Sağlıkta dönüşümün sekizinci yılında ortaya çıkan en çarpıcı gerçek; sağlık çalışanlarının mesleki bağlılık ve motivasyonlarının ciddi şekilde azaldığıdır. Bu gerçeği gerek Sağlık-Sen’in, gerek Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı araştırmalar ortaya koyuyor. Nitekim; Bakanlık Hıfzıssıhha Mektebi’nin 2010 yılında 5 Bin sağlık çalışanı ile yaptığı araştırmaya göre çalışanların % 35’i, yani her 3 çalışandan 1’i yeniden olsa bu mesleği seçmeyeceğini ifade etmiştir. Bizim araştırmamızda da benzer sonuçlar ortaya çıkıyor. Bugün hemşirelikten öğretmenliğe geçmek isteyen ve geçen birçok meslektaşımız vardır ama öğretmenlikten hemşireliğe geçen duydunuz mu? Bugün sağlık çalışanlarının performans sisteminden sıkıntısı var, özlük hakları ile ilgili sıkıntıları var, hastane birlikleri ile ilgili sıkıntısı var. Ama bunları konuşmak isteyen yok. Hep hasta hakkı, hep hasta hukuku… Sağlık çalışanının hakkı nerede, hukuku nerede? Biz Sağlık-Sen olarak tartışmada bir eksen kayması yaşanmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bakın bugün Sayın Sağlık Bakanı da Sayın Cumhurbaşkanı da ekran karşısında sağlık çalışanlarına methiyelerde bulunuyor. O halde lütfen gereğini yapın, sağlık çalışanlarına huzur getirin, onları kaygı, endişe ve mutsuzluğa itmeyin.

Sağlıkta insan gücünden biraz bahsedelim o zaman… Ortada nasıl bir durum var?
Türkiye’de hekim ve hemşire açığı var. Örneğin 80 milyonluk Almanya’da 100 bin kişiye düşen hemşire sayısı 620, hekim sayısı 360 iken; bizde 100 bin kişiye 141 hemşire, 154 hekim düşmektedir. Başka bir deyişle bizdeki hemşire ve hekim arkadaşlarımız tam 10 katı emek sarf etmek zorunda ama bakın yineliyorum sağlıkta istihdam politikaları sorunu 30 yıl öncesinden göz ardı edilmiş, hiç planlanamamış. Burada 80 ihtilaliyle beraber, anlaşılan o ki sağlığa da darbe vurulmuş.
Şu anda insan gücü açısından dünyanın gıpta ile baktığı genç bir nüfusa sahibiz. Ancak daha fazla hekim, daha fazla hemşire yetiştirme konusunda ciddi altyapı sorunlarımız var. YÖK son yıllarda hekim ve hemşire eğitiminde ciddi kontenjan artırımına gitti. Burada ilginç bir veriyi sizinle paylaşmak istiyorum. 1975 yılında Tıp fakülteleri iki bin mezun verirken, 1983 yılında ilk defa beş binin üzerine çıkmış. Ancak ne acıdır ki 2007 yılına kadar beş bin seviyesinin üzerine çıkamamış. Tam 25 yıl, çeyrek asır, sağlık istihdamında hareketsiz, öngörüsüz bir dönem yaşamışız. 2007 yılından sonra ciddi kontenjan artırımları oldu, bugün 8500 civarında kontenjan var. Yine 1983 yılında 25 fakültede 5 bin mezun verilirken, 2007 yılında 59 Tıp Fakültesi yine 5 bin öğrenci almış. Yani daha fazla hekim yetiştirelim diye 25 senede bir arpa boyu yol alınmamış. Bu konuda başta siyasi iradenin, politika belirleyicilerin ciddi eksiklikleri olduğu kadar ben, 60 yıllık geçmişi ile TTB’nin de üzerine düşen sorumluluğu yeterince yerine getiremediğini görüyorum. Hekim istihdamı konusunda reel teklifler, sivil baskılar, mesleki öngörüler zamanında daha aktif şekilde ortaya konabilseydi şu andaki durum belki çok daha farklı olabilirdi.

Burada YÖK’ün de ciddi çalışmaları var değil mi?
YÖK bu çelişkili durumu 2007 yılından itibaren değiştirmeye başladı. Bugün 78 Tıp Fakültesi bulunuyor. Son 25 yılda tıp fakültesi sayısı 3 kat artmış olmasına rağmen kontenjan sayısı, YÖK’ün son bir iki yıldaki gayretiyle 25 yıl önce 5 bin olan tıp öğrenci kontenjanı 8500’e çıkarılmıştır. Ama görüldüğü gibi yine de 3 kat artmamıştır. Bugün hekim ve hemşire açığını konuşurken, geçmişten kalan bu mirası göz önünde tutarak meseleyi ele almak gerekir.

Doktor sıkıntısı çekildiği için ve bu ihtiyacı da karşılamak amacıyla yabancı hekim için düğmeye basıldı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada da çok şaşırtıcı durumlar var. İşin başka bir çelişkili durumu da Tıp fakültelerindeki öğretim üyelerimizin sayısı aslında. 2002 yılında 14 öğrenciye bir hoca düşerken bugün 4 öğrenciye bir hoca düşüyor. Yine ülke nüfusu benzerliği açısından örnek vereyim. Almanya’da 22 öğrenciye bir hoca düşüyor. Ama ne hikmetse bizim tıp fakültesi öğrencilerine sorunca da “Profesör yüzü görmeden mezun olduk.” derler. Neden? Çünkü diğer taraftan vatandaşımızın çok ciddi şekilde bu hocalara muayene olma, tedavi olma talebi var. Tam Gün’de yapılan yeni düzenleme ile tabii bu daha da içinden çıkılmaz bir hâle geldi.  Yani, biz kesinlikle ve kesinlikle sağlık eğitimi konusunu milli bir mesele hâline getirmeliyiz. Tıp fakültesi hocalarımızdan hocalık bekliyorsak bunun şartlarını, özlük haklarını, derslikleri, alt yapıyı vesaire… Ne gerekiyorsa tam anlamıyla tıp fakültesi hocalarının lehine yerine getirmeliyiz. Üniversite hastanelerinden beklenti ile Tıp Fakültelerinden beklentiyi net şekilde ortaya koymalıyız. Bizim ülkemizdeki tıp fakülteleri eğitimi diğer ülkelere göre gerçekten de iyi düzeyde ama çıktıları itibari ile, hekim istihdamına katkısı itibari ile ciddi bir asimetri var ortada… Yabancı hekim meselesine gelince biz baştan beri söylüyoruz, yapılan düzenleme kamuda yabancı hekimin ya da yabancı hemşirenin çalışmasına imkan tanımıyor zaten. Özel sektörde zaten izinsiz, kaçak çalışıldığını biliyoruz. Nihayet bu iş resmiyet kazandı desem bu sektörde olanlar yanlış söylüyorsun demez.
Hemşire istihdamına göz atacak olursak. Bugün Sağlık meslek liselerinden yılda en fazla 2 bin mezun, lisans düzeyinde ise yine en fazla 8 bin mezun verilebileceğini görüyoruz. Bu ne demektir? Kaba hesapla her yıl mezun olan 10 bin hemşireyi 2023 yılına kadar KPSS falan öngörmeden direkt istihdam etseniz bile 12 yılda 120 bin hemşire istihdam edebilirsiniz. Oysaki 2023’te kabaca 100 milyon nüfusumuz olduğunu varsayarsak AB ortalamasına göre 727 bin hemşireye ihtiyacınız var. Yani, bugün ebelerimizle birlikte 150 bin olan rakama 120 bin daha ekleseniz bile o gün 460 bine yakın bir açığınız olacak. Yani siz her yıl KPSS kıstası falan gözetmeden yaklaşık 40 bin hemşireyi sağlık hizmetlerine kazandırmak zorundasınız ki bari 2023’te AB ortalamasını yakalayabilelim. Burada bunca tespitimize, bunca negatif duruma, maalesef başka bir şey daha eklemek zorundayız. O da sağlık hizmetlerinden emekli olan sağlık çalışanlarımız nedeni ile istihdam açığının aslında daha da arttığının gözden kaçmaması gerekliliğidir. Yani bugün her yıl ortalama 1200 hemşire ve 800 civarında da hekim kamudan ayrılmaktadır. Diğer sağlık çalışanları ile birlikte bu rakam toplamda 3 bini aşmaktadır. Yani 2023’e kadar bu hızla gidersek alın size ekstra 14 bin 500 hemşire açığı ile 10 bin civarında hekimin de ayrıca istihdam edilme mecburiyetidir. Altını çizerek söylüyorum; bugün Sağlık Bakanlığı kadar YÖK’ün, Devlet Planlama Teşkilatının, Maliye Bakanlığının, Milli Eğitim Bakanlığının, yani hükümetin, yarının sağlıktaki en önemli sıkıntıların istihdam kaynaklı olacağını öngörerek hareket etme mecburiyeti vardır.

Peki, neler düşünüyorsunuz yabancı hekim veya yabancı hemşire istihdamı konusunda?
Bu konunun magazinel yönü güçlü olsa da uygulanabilirliğini çok gerçekçi bulmadığımızı ifade etmek isterim. Konu gündeme geldiğinde, birçok şey söylendi. Doğu bloku ülkelerinden ucuz iş gücü geleceği konuşuldu. Toplumsal yapımızla uyum sağlanmaz denildi. Biz bu sorunların yanı sıra pek çok nedene bağlı olarak yabancı hekim ve hemşire istihdamını kalıcı bir tedbir gibi gündemde tutulmasını doğru bulmuyoruz. Ancak, eğitimini Türkiye’de almış, Türk vatandaşlığına geçmiş olanlar sağlık hizmetlerinde gereken oryantasyonu almış olmak kaydıyla çalıştırılabilir. Uygun bir örnekse, Milli takımda oynayan Mehmet Aurelio modeline evet denilebilir. Biz kamu hizmetlerinin devlet memuru eliyle yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz. Devlet memurluğu şartlarından olan Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı şartının kaldırılmasını doğru bulmuyoruz. Nitekim şu anda böyle bir durum da söz konusu değil zaten. Bunun dışındaki alternatifleri de gerçekçi bulmuyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir