 Maddecilik ya da felsefi ifadesiyle materyalizm; insan dâhil kozmozdaki tüm varlığın ontolojik olarak madde ve türevlerinden ibaret olduğunu savunan temel düşünce akımıdır. İster ateizm, pozitivizm, ister nihilizm, naturalizm veya bu anlayışların ekonomik, sosyal ya da siyasi yansımaları olan marksizm, komünizm ya da biyolojik tezahürü olan darwinizm olsun, hepsinin ortak paydasını oluşturan materyalizm; özellikle son iki yüz yıllık süreçte bilim, felsefe ve sanatta negatif anlamda çok efektif olmuş bir paradigmadır. Bu etki nedeniyledir ki Allah, ruh, ahiret…vs. ne kadar metafizik ve moral değer varsa inkar edilmiştir. Ateist pozitivizm maalesef Allah’sız bir bilim üretmiş, “bilim” “din” olunca “tesadüf”de “ilah”ları olmuştur. Bu dönemin en belirgin özelliği; hemen her şeyin maddeyle açıklanmaya çalışılan, maneviyat ve metafizik adına ne varsa yadsınan bir karakter taşıyor olmasıdır. Bu anlayış özellikle Batı’da çok etkili olmuştur.
Maddecilik ya da felsefi ifadesiyle materyalizm; insan dâhil kozmozdaki tüm varlığın ontolojik olarak madde ve türevlerinden ibaret olduğunu savunan temel düşünce akımıdır. İster ateizm, pozitivizm, ister nihilizm, naturalizm veya bu anlayışların ekonomik, sosyal ya da siyasi yansımaları olan marksizm, komünizm ya da biyolojik tezahürü olan darwinizm olsun, hepsinin ortak paydasını oluşturan materyalizm; özellikle son iki yüz yıllık süreçte bilim, felsefe ve sanatta negatif anlamda çok efektif olmuş bir paradigmadır. Bu etki nedeniyledir ki Allah, ruh, ahiret…vs. ne kadar metafizik ve moral değer varsa inkar edilmiştir. Ateist pozitivizm maalesef Allah’sız bir bilim üretmiş, “bilim” “din” olunca “tesadüf”de “ilah”ları olmuştur. Bu dönemin en belirgin özelliği; hemen her şeyin maddeyle açıklanmaya çalışılan, maneviyat ve metafizik adına ne varsa yadsınan bir karakter taşıyor olmasıdır. Bu anlayış özellikle Batı’da çok etkili olmuştur.
Yine bu etki nedeniyledir ki Batılı aydınlar din ve dinle ilgili olarak; “karanlık ortaçağ, skolastik zihniyet, tabu, dogma, örümcek kafa, yobaz, bağnaz, gerici… ya da aydınlanma, akıl ve bilim ışığı…” gibi bir terminoloji ve jargon geliştirmişlerdir. Bu olgu kendileri açısından çok doğaldır ve haklı gerekçelere dayanmaktadır. Çünkü tahrif edilmiş bir İncil ve Tevrat’a Batılı bir bilim adamının inanması imkân dâhilinde değildir. Bugünkü İncil ve Tevrat’ta modern bilimin bulgularına ve akla taban tabana zıt o kadar çok bilgi ve hüküm vardır ki rasyonel bir bilim insanının hakiki bir Yahudi ya da Hristiyan mü’mini kalabilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, dikkat edilirse Batılı bilim adamlarının genellikle ya ateist ya deist ya da agnostik oldukları gözlemlenecektir.
Daha önceleri de ifade ettiğimiz gibi; “burada garip ve ilginç olan, bizim Batıcı aydınların da aynı şablonu kullanıyor olmalarıdır. Kendi özgün üretimleri olmadığı, özgüvenlerini travmatik bir biçimde yitirdikleri, aşağılık kompleksiyle de malul oldukları için Batı’nın din paradigmasını aynen benimsemişler; taklit psikolojisi etkisiyle kendi din algıları da patolojik bir içerik kazanmıştır. Dolayısıyla din ve dindarlarla ilgili yukarıdaki klişeleri aynen kullanmakta maalesef bir beis görmemişlerdir. Oysa bu durum anakronizmdir, tarihsel yanılgıdır. Bu anlayışın rasyonel ve bilimsel hiçbir temeli yoktur.”
Ancak son zamanlarda, özellikle de kuantum fiziği, holografik evren yaklaşımları gibi bilimsel gelişmeler nedeniyle dine her tarafta müthiş bir yöneliş başlamıştır. Genelde dinin, özelde de İslam’ın bu kadar dünya gündeminde olma nedenlerinden biri de bilim ile dinin artık buluşuyor ve kucaklaşıyor olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda; maddeciliğin çökertilmesi ve enteresan iman delilleri sunmasından hareketle, daha önceleri değişik açılardan değerlendirdiğimiz “rüyalar” olgusunu daha derli toplu analitik bir değerlendirmeye tabi tutacağız bu yazımızda.
Şimdi şöyle bir varsayımla düşünelim:
Diyelim ki elli yaşındasınız ve annenizden doğduğunuz günden bugüne kadar gözlerinizi hiç açamadınız ve sürekli olarak elli yıldır rüya görüyorsunuz. Ve ben sizin rüyanıza giriyorum, diyorum ki: “Şu anda siz rüya görüyorsunuz. Bu gördüğünüz, algıladığınız, kokladığınız, tattığınız, duyduğunuz bütün varlık aslında üç boyutlu bir görüntüden ibaret.” Bu durumda siz de diyebilirsiniz ki: “Ne demek? Hiç öyle şey olur mu? Ben görüyorum, tadıyorum, kokluyorum, duyuyorum, dokunuyorum alabildiğine yaşıyorum. Ve bu algıladıklarımın hepsi tam bir gerçeklik.” Hatta bu kimse iddia ve ısrar sahibi olup rüyadaki varlığın orijinalliği, mutlaklığı konusunda ateist ve materyalist takılıp; bütün varlık bundan ibarettir, başka bir varlık yoktur iddiasında da bulunabilir. (Dünyadan hiç haberiniz olmadığı varsayımını unutmuyoruz.)
Ne zamanki 50. yılda, Newton’un kafasına elma düşüp uyanması, birtakım şeylerin farkına varması gibi siz de 50. yılda bir şeyler olduğunu ve rüyadan ölüp dünyaya gözlerinizi açtığınızı varsayın. Rüyadan öldünüz ve dünyaya gözlerinizi açtınız. Burada uyanmayı rüyadan ölmek olarak yorumlayalım. Rüyadan ölüp dünyaya gözlerinizi açtığınızda dersiniz ki: “Allah Allah, söylenilenler doğruymuş. Rüyada algıladığımız bütün varlıklar aslında üç boyutlu görüntüden ibaretmiş. Gerçek hayat burasıymış.” Ama size bunu dedirten şey, rüyadan ölüp dünyaya gözlerinizi açmış olmanızdır. Eğer hala rüya görüyor olmaya devam ediyor olsaydınız, rüyanın gerçek hayat olması noktasında belki ısrarcı da olabilirdiniz.
Tıp, anatomi ve bilim şunu ortaya koydu ki, rüyadaki algılama sistematiği ile dünyadaki algılama sistematiği birbirine paraleldir. Nasıl ki dünyada beş duyumuz var, aklımız var; aynı şekilde rüyada da beş duyumuz var ve aklımız söz konusudur. Dünyada algıladığımız varlığı elektriksel impuls yoluyla beynimizin arkasında mercimek tanesi kadar büyüklükte bir merkeze ters düşen görüntü ile algılıyoruz. Anatomi ve bilime göre; görmek için göz organına ihtiyaç duyarız. Gören gözdür. Ama realitede aslında “görenin göz olmadığını” gelin hep birlikte analiz ve ispat edelim:
Siz rüyada, uykunuzda, yatağınızda mışıl mışıl uyurken aslında gözleriniz kapalıdır. Gelin görün ki gözleriniz kapalı olduğu halde rüyada her türlü varlığı gayet berrak ve net olarak görürsünüz. Madem görmek için göz organına ihtiyaç var idi ise siz uykudayken gözleriniz atıl ve kapalı vaziyette olduğu halde gören kimdir, gördükleriniz nedir? Aynı şey kulaklar için de geçerlidir. Yatağınızda mışıl mışıl uyurken fizik kulağınızın yanında herhangi bir ses objesi yoktur. Vakumlu, sessiz, izole bir ortamda uyuduğunuzu düşünün. Oysa rüyadayken her türlü sesi duyabiliyor ve algılayabiliyorsunuz. Eğer duyan kulak organı ise fizik kulağınızın yanında hiçbir ses objesi olmadığı halde rüyanızda duyduklarınız nedir ve o sesleri duyan kimdir? Yine aynı şey burun için de geçerlidir. Siz mışıl mışıl uyurken burnunuzun önünde herhangi bir koku objesi yoktur. Ama rüyada her türlü kokuyu algılayabiliyor, güzel bir gülü koklayabiliyorsunuz. Eğer koklayan fizik burun idi ise burnunuzun önünde hiçbir koku objesi olmadığı halde rüyada kokladıklarınız nedir, koklayan kimdir? Aynı şey dil için de geçerli. Mışıl mışıl uyurken biyolojik dilinizin üstünde hiçbir tat objesi olmamakla beraber siz rüyada her türlü tadı algılayabiliyorsunuz. Eğer tadan dil ise rüyandayken fizik dilinizin üstünde hiçbir tat objesi olmadığı halde rüyada tattığınız şeyler nedir, tadan kimdir?
Demek ki gerçekte gören göz değil, duyan kulak değil, koklayan burun değil, tadan da dil değil. Bunların maverasında, ötesinde bir varlık var ve “o” görüyor.
Beyin görüyor denilemez, çünkü beyin gören değildir, görülen yerdir, bir nevi ekrandır. Özellikle şu bilgi çok önemlidir: Beynin, bir şeyi yorumlayabilmesi için onun databank’ında birtakım verilerin önceden kayıtlı olması gerekir. Yani rüyalarda beyin tarafından görüntülerin alınabilmesi için önceden birtakım donelerin, verilerin yüklenmiş olması icap eder.
Özellikle gelecekten haber veren rüyalar, “görenin beyin olduğu” tezini de kökten çürütmektedir. Çünkü gelecekten haber veren rüyalar; hiç görmediğiniz, bilmediğiniz mekânlardan, insanlardan, olaylardan haber veren rüyalardır. Önceden beyne yüklenmiş herhangi bir veri bulunmayan, görülenler hakkında hiçbir veri, data veya bilgisi olmayan beynin hiç bilmediği zaman, mekan ve kişileri görmesi mümkün olmadığına göre; görenin beyin olmadığı, aksine dışsal bir etki ile görüldüğü gerçeği de böylelikle kanıtlanıyor demektir.
O halde gören göz değil, duyan kulak değil, koklayan burun değil, tat alan da dil değil gerçeğiyle karşılaşıyoruz; bunların ötesinde metafizik bir varlık tarafından görüyor, kokluyor ve dokunuyoruz demektir. Bu organlarımız sadece bir aletten ibaret. Rüyadayken hiçbir duyu organı aktif değildir. Bunları aktive edecek zahirde hiçbir ses, koku, tat objesi yok ama rüyalarda görüyoruz, tadıyoruz, kokluyoruz ve duyuyoruz. Demek ki tadan, duyan, koklayan, gören: “RUH”. Böylelikle ruhun varlığı, parapsikolojik ve bilimsel bir fenomen olarak ispat edilmiş olmaktadır.
Materyalizm ne diyordu: “Varlık mutlaktır ve her şey maddeden ibarettir.” Oysa rüya ile ortaya konuldu ki, bir maddenin algılanması için o maddenin mutlak bir varlık olması determinist bir zorunluluk değil; delili ise rüyalar. Çünkü rüyada da nesne ve maddeyi aynen dünyadaki nesne ve madde gibi algılayabiliyorsunuz. Size, rüyadaki varlığa üç boyutlu görüntü dedirten şey, rüyadan ölüp ya da uyanıp dünyaya gözlerinizi açmış olmanızdır. Eğer yukarıdaki varsayımımızı devam ettirip rüya görüyor olmaya devam ediyor olsaydık, rüyadaki varlığı da dünyadaki varlık gibi gerçeklik gibi algılamaya devam ediyor olacaktık. Ne zaman ki rüyadan uyandık; rüyadaki varlığın üç boyutlu bir görüntü olduğu gerçeği ile karşılaştık.
Buradan çıkan sonuç şudur: Sizin maddeyi algılayabilmeniz için materyalizmin tanımladığı anlamda ezeli ve ebedi, mutlak bir madde olması gerekmiyor. Rüyalarda da varlığı pekâlâ bu dünyadaki varlık gibi algılamanızın önünde hiçbir engel yok. Bu gerçeklik materyalizm ve pozitivizmin çürümesi, iflası demektir.
Bu hakikat bizleri, İslam’ın ve onun öz yorumu olan tasavvufla buluşturuyor. İslam’ın varlık tanımı ve tasavvuruna göre; tüm varlık ve eşya, materyalizmin tanımladığı anlamda ezeli ve ebedi olan mutlak bir varlık olmayıp, Allah’ın esma ve sıfat tecellilerinin bir yansımasından ibarettir. Yokluk aynasındaki tecelli yansımalarıdır. Mutlak olmayıp fanidir. “Yeryüzünde bulunan her şey fanidir. Ancak, yüce ve cömert olan Rabbin’in varlığı bâkidir.” (Rahman, 55/26-27)
Rüyalarla ilgili daha önceleri yazıp ifade ettiğimiz şu hususları yeri gelmişken önemine binaen tekrar ifade etmekte yarar olduğunu düşünüyoruz:
Kur’an’da rüyalara atıfta bulunan birçok ayet-i kerime bulunmaktadır: “On bir yıldızla güneş ve ayın secde ettiği” rüya, “yedi inek, yedi başak” rüyası, “Hz. İbrahim’in oğlunu kurban ettiğini gördüğü” rüya… gibi.
Allah, abesle iştigalden azadedir. Rüya konusu, kitabımız Kur’an’da yer bulmuşsa mutlaka büyük bir öneme haiz demektir. Yusuf suresi 101. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin…”
Yine Hz. Yusuf, zindan arkadaşlarının gördükleri rüyaları tabir ederek başlarına gelecek hallerden haber vermektedir. Nitekim bu hususla ilgili ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.” (Yusuf, 12/41)
Bu ayet-i kerimelerden bakınız ne gibi enteresan sonuçlar çıkmaktadır. Sıralayalım:
-Rüya tabiri bir ilimdir.
-Rüyaların hakiki tabirini ancak Allah’ın tabir ilmini lütfettiği kişiler yapabilir.
-Rüyalar gelecekten haber verebilir. Örneğin Hz. Yusuf, zindan arkadaşının asılacağını haber vermektedir. Bu, gelecekten haber vermek demektir.
-Kişinin ileride asılacağını bilmek ve söylemek, Allah’ın izniyle “gaybtan haber vermek” demektir.
-Bazılarının “Gaybı Allah’tan başkası bilemez.” iddiaları çürümüş olmaktadır. Çünkü Kur’an’da bu hususla ilgili istisnalar söz konusudur.
-Kulların gaybı bilmesi de yine Allah’ın bildirmesiyle mümkün olmaktadır.
-Gelecekte vuku bulacak olaylar, gerçekleşmesinden önce haber verildiğine göre “Kader’in varlığı” ispatlanmış olmaktadır. (Asılacak, şarap sunacak… gibi)
-“Kadere İman” esasını imanın şartlarından saymayan veya nötr kalanların sapkın anlayışı da bu ayetle çürütülmüş olmaktadır.
-Tüm bu gerçeklerden hareketle, sadık rüyalar bir nevi, kaderin kodlanmış ve şifrelenmiş hâlidir denilebilir. Rüyalar tabir edildiği üzere çıktığı ve bu durum Kur’an’da beyan buyrulduğuna göre; Allah’ın varlığı, İslam’ın doğruluğu ve Kur’an’ın Allah kelamı olduğu böylelikle kanıtlanmış olmaktadır.
-Dünyadan haberi olmayan ve sürekli rüya gören (yukarıda ifade ettiğimiz varsayımdaki) kişi, rüyayı gerçek hayat sandığı için dünya hayatını inkâr edebilmektedir. Ama ne zaman ki rüyadan öldüğü (uyandığı) vakit, rüyanın ahireti olan dünyaya gözlerini açıyorsa, aynen bunun gibi dünyada ölen kişi de ahirete gözlerini açacaktır. Bu şekilde kurulacak bir paralellik ahiretin varlığı hususunda bir karine teşkil edecektir. Böyle bir yaklaşım, ahiretin varlığını anlama, kavrama noktasında büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Çünkü rüyalar, insanın değişik boyutlarda yaşayabileceğine büyük bir delil teşkil etmiş olmaktadır.
Anne karnında, dünyada, rüyalar boyutu gibi değişik hayat standartlarında yaşanılabildiğine göre; elest bezmi, ruhlar âlemi, cennet, cehennem vb. hayat formlarında da yaşanılabilmesi için hiçbir engel yok demektir.
Sonuç olarak; her gün gördüğümüz, çoğu zaman ciddiye almadığımız, dolayısıyla bilimsel bir fenomen olarak herhangi bir kritik ve analize tabi tutmadığımız “rüya”ların; Allah’ın varlığı ve birliği, Kur’an’ın hak kelam olması, kaderin ve ruhun kanıtlanması, materyalizm ve pozitivizmin yani maddeciliğin çürütülmesi, ahiretin varlığı… gibi pek çok konuda delil ve ispat vesilesi olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Rüyalar konusunun bizleri böylesi önemli sonuçlara götürüyor olmasının bu alanda çok daha fazla araştırma, inceleme ve tefekkür yapmanın zaruretini de ortaya koyduğunu hatırlatmak isteriz.
Yazımızı bir ayet meali ile sonlandıralım:
“Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!” (Enbiya, 21/18)
 Gönül Dergisi  | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi
Gönül Dergisi  | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi
				 
			

