Ruhun Yazıya Terennümü Hat Sanatı / Hattat Mücahit Kılınçer

gonul-24-hattat-mucahit-kilincerHat sanatı Hüsn-ü Hat diye bilinir. İslam kültürüne ait bu yazı sanatı ne güzel bir kültür birikimi oluşturmuştur bizlerde. Osmanlı’nın ihtişamlı günlerinde dergâhlar edep okullarıydı. Dergâhlardaki hüsn-ü hat yazılarının en dikkat çekicilerinden birisi de “Edeb yâ Hû!” yazısıdır. Camilerdeki hat yazılarımız, evlere asılan o güzel hat yazıları hem içeriği hem de mânâ itibariyle anlamı olan yazılardır. Hat sanatını herkesin yapabileceğini söyleyen Hattat Mücahit Bey yeteneğin ikinci planda olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Yetenekli insanla daha az yetenekli olan kişi arasındaki fark öğrenme zamanıdır. Benim 70 yaşındaki talebem Kur’an-ı Kerim’i baştan sona yazdı, bu da bize gösteriyor ki önce sabır… Bir çırpıda, hatasız yazmak mümkün değil, düzenli çalışarak başarıyı elde etmek mümkün. Bazı hattat kardeşlerim bu işi zorlaştırıyorlar, ben bunu hoş görmüyorum. İddia ediyorum ki herkes çalışınca başarabilir. Ama bir Hamid Aytaç olmak için tabii ki de yetenek gerekir…”

GÖNÜL GÖZÜ GÖRMEYENİN CAN GÖZÜ NEYLESİN
Hat sanatına nasıl başladınız?
Ben aslen Yozgatlıyım, Yozgat’ın Çekerek ilçesinde imam hatipte okuyordum. 1980’de İstanbul’a Kur’ân kursunda okumak için geldim. İstanbul’a gelince hat sanatıyla ilgilenmeye başladım. 1981’de hat sanatına başlamış oldum. Gönenli Mehmet Efendi bizim hocamızdı, onun talebesi olarak Kur’ân tilaveti öğreniyorduk. Bu arada bir Ahmet ağbimiz vardı, o dedi ki: “Mücahit kardeşim, falanca yerde Arapça dersi var.” Gittik baktık ki o kişi hattatmış, benim o güne kadar hat sanatından haberim yoktu. O zamanlar mürekkep bulmak, kamış kalem bulmak zor, sene 1981, kendi imkânlarımızla başladık. Bir süre kurşun kalem ile yazdık. Daha sonra Süleymaniye Camii’nin imamı Hattat Saim Efendi’den ders almaya başladım, daha sonra Ali Rüştü Hocamızdan ders aldım. Saim Hocamdan “nesih” dersleri aldım, Ali Rüştü Hocamızdan “sülüs” ve “rika” dersleri aldım. 1987’de icazet aldık. O zaman üç dört tane hattat vardı, fazla hattat yoktu, daha sonra hattatlık yaygınlaştı. Başlangıçta ne gariptir ki âmâ bir insan bana “falan yerde hat dersi var” diyerek beni oraya sevk etti. O kadar gözü açık insanlardan bize; hat sanatı var, ilim var, sanat var, kültür var diye tavsiye gelmedi de âmâ bir insan bizi sevk etti. Kendisi de hafızdı, demek ki o insanın gönül gözü görüyor. Biz aslında gönül gözü gören insanlardan olmalıyız. Gönül gözü kafa gözünün yerini tutar ama kafa gözü gönül gözünün yerini tutamaz. Onun için gönül gözü daha önemli. Gönül gözü açık insanlar bu toplumu her zaman iyi şeylere sevk etmiştir, insanları devamlı iyiye, güzele teşvik etmiştir. Rabbim hepimize gönül gözü açık olan insanlardan olmayı nasip eylesin, onları tanımayı nasip eylesin.

HAT SANATI KUR’AN’IN NÜZULÜYLE BAŞLADI
Hat sanatını Osmanlı’dan Cumhuriyet’e taşıyan üstadlardan bahseder misiniz?

Hat sanatı, Asr-ı saadette, Kur’an’ın nüzulüyle başlar. Bu Osmanlı’da zirveye çıkmıştır. Burada en son büyük üstadlarımız Hattat Halim Hoca ve Hattat Hamid Hoca’dır. Bu iki üstad Osmanlı’dan cumhuriyet’e köprü vazifesi görmüştür. Hattat Hamid ders vermiyordu, Halim Hoca güzel sanatlar fakültesinde ve Cağaloğlu’nda Medresetü’l Hutut’ta ders veriyordu. Halim Hoca 1964’te trafik kazası geçirip Hakk’ın rahmetine kavuştuğu zaman talebeleri açıkta kaldı ve Hattat Hamid’e geldiler. Hattat Hamid Hoca o zaman ders vermeye başladı. 1928’de harf inkılâbı olunca Cağaloğlu’nda bütün hattatlar kapılarına kilit vurdu, bu sanatı sadece Hattat Hamid devam ettirdi. Halim Hoca ilk dersini Hamid Hoca’dan almıştır yani Halim Hoca da Hamid Hoca’nın talebesidir. Talebesinin talebeleri hocasız kalınca vazife Hamid Hoca’ya düşüyor. Dolayısıyla şu andaki bütün hattatlar Hatta Hamid’in ve Hattat Halim Hoca’nın talebeleridir. Bu vesileyle Osmanlı ile Cumhuriyet dönemi arasında hat sanatının köprüsü oluyorlar.

HAT SANATÇISI OLMAK İÇİN YETENEK GEREKLİ Mİ?
Son dönemde hat sanatı ve bilmediğimiz daha nice sanatlar açığa çıkıyor. Böylece kültür ve sanatımız bir ivme kazanıyor, gelişiyor. Unutulan sanatların yeniden hayata geçmesi Sayın Başbakanımız’ın İstanbul’a Belediye Başkanı olmasıyla başladı. Büyük bir atılım oldu gençler arasında. Unutulan sanatlar yeniden canlanmaya
başladı. Şimdi emekleme seviyesinde olsa da yok olmaktan kurtuldu. Bundan sonra daha da güzel olacak ve üstün sanatçıların çıkacağını ümit ediyorum. Ama marifet iltifata tabidir, müşterisiz hizmet zayidir. Eğer bir marifet sahibine iltifat edilirse, ne kadar güzel yapmışsın, ne iyi yapmışsın dediğin zaman o insana pozitif enerji vermiş oluruz. Bir de bir sanatçının eserini alırsanız, yaptığını satarsa o zaman o emek zayi olmuyor. Aksine değer kazanmış oluyor, o sanatçı daha güzel eserler yapmak için gayret ediyor. Sanatçının yaptığı iş elinde kalırsa gelişmez, kaybolmaya yüz tutar. Bu bütün sanat dallarında böyledir. İnsanların yaptıklarına, bu iyi değilmiş, bu kötüymüş, bu güzel olmamış vs. dersen hevesini kırarsın. İki türlü hırsız vardır; birincisi dâhili hırsız, ikincisi harici hırsız. Harici hırsızdan korkmayın. Ceketini çalar, paranı çalar, parayı tekrar kazanabilirsin, ceketin yenisini alabilirsin, bu fazla bir zarar vermez insana. Asıl zarar veren dâhili hırsız, bu nedir? Enerjini çalan hırsızdır, bir insanın enerjisi çalındı mı çalışamaz, hareket edemez, kazanamaz. Adamı ölmeden öldürmüş olursunuz. Bu dâhili hırsız genellikle evin içinden olur; annen, baban, eşin, dayın, amcan… Kafasız zaten okuyamazdı canım, sen yapamazsın, sen edemezsin serzenişleri… Bunlar insanın enerjisini gerçekten çalar. Bilmeden o harici hırsızdan daha tehlikeli bir konumdadırlar. Yapamasa bile “Maşallah, ne güzel olmuş, bu kadar güzel olacağını tahmin etmiyordum, sende bayağı kabiliyet var.” dediğiniz zaman tahmin etmediğiniz şekilde o kabiliyeti gelişmiş oluyor ve kendinde güven hissediyor. Otuz küsur senedir bu sanatı icra ediyoruz. Öğrenciler bize gelip “Hocam bu sanat çok zormuş.” diyor. Biz çalışıyoruz, zor olduğunu biz bilmiyoruz da siz nereden biliyorsunuz? Hat sanatı zor, gitme, yapamazsın, on sene sürer, yirmi sene sürer… Hiçbir ilmin, hiçbir sanatın sonu yoktur; on sene de yetmez, bin sene de yetmez. Niye yetmez? İlim, sanat Allah’ın sıfatıdır. Hat sanatı biter mi, elbette bitmez; ilim biter mi, elbette bitmez. Hat sanatı bittiği zaman o iş bitmiştir, bitmeyecek ki devam edecek, ilim de böyledir. Herkes anladığı derecede öğrenir, ilerler, eser üretir. Hat sanatı zor değil. Eli olan, gözü olan herkes yapar, insan çalışınca her şey olur; avukat olur, mühendis olur, mimar olur, hattat olur… Bunlar zor değil, bunlar çalışmaya dayalı şeylerdir, çalışarak elde edilebilen şeylerdir. Neden olamaz deyip de insanı engelliyorsunuz.

KABİLİYETLİ İNSANLA KABİLİYETSİZ İNSAN ARASINDAKİ FARK
Kabiliyetli insanla kabiliyetsiz insan arasındaki fark da şudur: Mesela bir insan bir yazıyı üç seferde yazar geçer, başka biri on seferde yazar geçer. Biri altı ay önce bitirmiş olur, biri altı ay sonra bitirmiş olur, aradaki fark bu. Hedefe ikisi de varır ama kabiliyetli daha önce varır. Bir de kabiliyet kabiliyet diyoruz, kabiliyetsiz bir insan gördünüz mü siz, kalpsiz insan gördünüz mü? Kalpsiz insan yaşamaz, kabiliyetsiz insan da yaşamaz. Az ya da çok herkeste kabiliyet vardır. Allah buyuruyor ki: “Biz insanı ahsen-i takvim üzere yarattık.” Böyle yaratılan bir insanda hat sanatı da var, ebru sanatı da var, musiki de var… İnsanın mayasında, hamurunda, çamurunda güzel sanatlar gizlidir. Bir işe başlamadan kabiliyetinizi keşfedemezsiniz. İnsanlardaki kabiliyet gizlidir, açığa çıkması için bir sanata, bir işe başlaması lazım ki kabiliyeti ortaya çıksın. Aksi takdirde orada gizli bir hazine gibi hiçbir işe yaramadan durur. Çalışa çalışa meleke kesp edilebilir, çalışmadan hiç kimsenin ne olduğunu bilemezsin.
Bir de bir iki hafta deneyelim deniliyor. Adam belki bir ay sonra hat yazabilecek, belki iki ay sonra hat yazabilecek. Osmanlı zamanında Yesârî Mehmed Esad Efendi var. “Yesârî” demek “sol” demek; sağ tarafı felçliymiş, sol eliyle yazıyormuş. Babası, Yesârî’yi zamanın büyük hattatlarından birine götürüyor, diyor ki: “Sağ taraf felçli, kalem tutamıyor, sol eliyle yazıyor.” Büyük hattat diyor ki: “Ben buna ders vermem.” Başka bir hattata götürüyorlar ve çocuk çalışıyor çabalıyor hattat oluyor, icazet alacak dereceye geliyor. Bir camide icazet töreni yapılıyor, törende ders vermeyen hattat da var. Bakıyor ki ders vermediği öğrencinin yazısı hepsinden güzel. “Keşke bunun hocası ben olsaydım.” diyerek ağlıyor. Biz, bize gelen insanı neden geri göndereceğiz? Bizde sefere çıkma var, zafer Allah’tandır. Sefere çıkmakla yükümlüyüz, zafer Allah’ın takdirindedir. Zafer olur ya da olmaz, o senin işin değil. Bazı hattatlar talebelere bunu söylemeye çalışıyorlar: Zaferi kazanacaksan sefere çık. Sefere çıkmadan zaferi kazanacağımızı nereden bileceğiz? Hayatın bütün çalışmalarında da böyle düşünebiliriz. “Rabbi yessir” ile başlıyoruz “Rabbim kolaylaştır”, “vela tuassir” “zorlaştırma” “Rabbi temmim” “Rabbim tamamlat” diye dua ediyoruz ama sen adama zorlaştırıyorsun. Allah, biz Kur’an’ı insanlar okusun öğrensin ezberlesin diye kolaylaştırdık, diyor. Biz kul iken kula zorlaştırıyoruz.

İNSANIN SANATI, ALLAH’IN SANATINDAN BİR CÜZDÜR
İlim Allah’ın, bütün sanatlar Allah’ındır. Biz, Allah’ın yaratmış olduğu eserlere bakarak eserimizi yapıyoruz, kopya çekiyoruz. Ressam, hattat, yaptığı esere bakıp gururlanıyor, kibirleniyor. Yer gök, dağ taş, kâinat Allah’ın, ona bakarak çiziyorsun ve diyorsun ki bunu ben yaptım. Gerçek sanatçının sanatına bakarak yapıyorsun, gerçek öğreten Allah’tır, her şeyi Allah’tan öğreniyoruz. Burada kimse kendine bir pay çıkaramaz. Çünkü yapılan bütün şeyler mevcut olan şeylerdir, olmayan bir şeyi sadece Allah yapar, yaratır. O bakımdan ilim erbabı olsun, sanatçı olsun, tasavvuf erbabı olsun herkes Allah’tan alıyor, Allah’tan görüyor.Sanatımızı, kültürümüzü geliştirmek için, yaygınlaştırmak için kolaylaştırmamız lazım, insanlara yardımcı olmamız lazım, onlara devamlı şevk azim gayret vermemiz lazım ki sanatlarımızı kültürümüzü tanısınlar, bilsinler.
Allahu Teâlâ herkesi derece derece yaratmıştır, herkes ne kadar anlıyorsa o kadar yapar. Şöyle diyorlar: Benim gibi yazmazsan sen hattatlık yapma, benim kadar güzel Kur’ân okuyamıyorsan Kur’ân okuma… Sünnetullahta böyle bir şey yok. Dağlara bakın, kimisi yüksek kimisi alçak. Bir sanatı herkes aynı derecede icra edemez, her birinin yaptığında ayrı bir güzellik vardır.

SANAT, İNSANI HOŞGÖRÜLÜ YAPAR
Sahabeler bir köpek leşi görüyorlar, herkes kokusundan burnunu tutuyor, çirkin buluyor. Efendimiz (sav), dişleri inci gibi ne kadar güzel, diyor. Güzeli görüyor, dişlerinin inci gibi olduğunu görüyor. Biz örneğimizi Resulullah’tan (sav) alacağız. Sanatçı hoş gören insandır, sanat sahibi yıkıcı değildir, imar edicidir. Otuz altı Osmanlı padişahından yirmi dört tanesi hattattır, diğerleri de ya şair ya da başka sanatlarla meşguldür. Mesela Sultan Abdülhamid hem marangozdur hem de hattattır. Sanattan nasibini alan ecdadımız gittiği yerleri yakmamışlar, yıkmamışlar. İmar etmişler, imar eden nesil olmuşlar, işgalci nesil olmamışlardır. Osmanlı gittiği her yeri hanlar, hamamlar, camiler, medreseler, aşhaneler, köprüler, kervansaraylar, kuş evlerine kadar imar etmiştir.

SANAT SAHİBİ OLAN ÖNYARGILI OLMAZ
Gençliği sanatla yoğurmak lazım. Millî kültürümüzle, sanatımızla yoğrulmayan bir gençlik her zaman yıkıcı yakıcı olur. Gençliği, bütün Milli Eğitim okullarında ve Diyanet’e bağlı Kur’an kurslarında hat sanatı, ebru sanatı, çini, tezhib gibi sanatlarla yoğurmalıyız. Sanat sahibi olan önyargılı olmaz. Başkasına tahammülsüz insan, sanattan nasibini almayan insandır.

GENÇLERİ AYAKTA TUTAN RUHTUR
Sanat icra etmek zordur, emek gerektirir, çalışma gerektirir. Sanatçı sanatını icra ederken üretmenin, yapmanın zorluğunu görür. İnsanlar bir şeyi bozacağı zaman yıkacağı zaman sanatçı bakar ve içinden vicdanî bir ses gelir: “Bunu meydana getirmek çok zor, aman ha yıkmayın!” Bir elif harfinin ne kadar zamanda, nasıl zorluklarla öğrenileceğini biliyor, o elife saygı duyar. Mimari bir yapıda bir taşın yerine nasıl zorluklarla konduğunu bilir, o taşı yerinden sökmez. Sanatçı ruhlu gençlik yetiştirmemiz lazım. Sanat tasavvuf gibidir, insanın derinliklerine nüfus eder, her baktığında bir güzel gösterir. Yıkmak kolay! Sıradan bir adamın eline bir balyoz ver, Mimar Sinan’ın ustalık eseri Süleymaniye’yi iki günde yıkar; ama Süleymaniye gibi bir eseri tekrar yapalım deseniz bir Mimar Sinan bir de Kanunî Sultan Süleyman lazım. Bu memleketin kalkınması için neslimizin sanattan nasibini alması lazım. Bu millet iki kuruma emanet; birincisi Milli Eğitim, diğeri Diyanet. Bu kurumlarda sanat ruhu, kültür ruhu verildiği zaman kesinlikle bu gençlerden korkma, ecdadına yakışır bir genç olur. Camilerde kültürümüz, sanatımız tanıtılmalı. Diyanetin, Kur’an kurslarında hat, tezhib, ebru gibi sanatlarımızı da öğretmesi gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığından, bir Hafız Osman, bir Hasan Rıza, bir HattatHamid, bir Halim Özyazıcı neden çıkmasın? Eğer sanat eğitimi verilse nice kabiliyetli insanlar keşfedilir, nice üstadlar yetiştirilir. Biz sanatımızı kültürümüzü ihmal ediyoruz. Çocuklarımızın yediğine içtiğine önem verdiğimiz kadar ruhuna da önem vermemiz lazım. Gençleri ayakta tutan ruhtur.

KÜLTÜRSÜZ İNSAN EFENDİ OLUR MU?
Osmanlı’da hattatlar aynı zamanda kemankeş idi. Bir taraftan sanatla uğraşıp aynı zamanda sporun da üstadları olmuşlar. Mesela, Hazerfen Necmettin Okyay. “Hazerfen” Farsça’da “bin ilim bilen insan” demek. Necmettin Okyay çok büyük bir okçu, çok iyi ok attığı için soy ismi “Okyay”. Üsküdar’da “Geleneksel Hazerfen Necmettin Okyay Okçuluk Festivali” düzenleniyor. Hazerfen Necmettin Efendi aynı zamanda ebru sanatını da icra etmiştir. Ebru sanatını Osmanlı’dan Cumhuriyet’e getiren Necmettin Efendi’dir. Şu andaki bütün ebrucuların üstadı Necmettin Efendi’dir. Bir başka örnek; Sami Efendi’nin talebesi Neyzen Emin Efendi, hem neyzen hem de çok büyük bir hattat. Ecdadımız kültür ve sanata çok önem vermiş, onun için deniliyor ya “İstanbul beyefendisi” “İstanbul hanımefendisi”. İlim irfan sahibi, sanat sahibi olan İstanbul beyefendisi olabilir. Sanattan kültürden yoksun bir insan İstanbul beyefendisi ya da İstanbul hanımefendisi olamaz. Kültürsüz insandan efendi olur mu? İlim kültür sahibi insan meyveli ağaç gibidir. Meyveli ağaç aşağı doğru eğilir, neden? Meyvesinden herkes faydalansın diye, meyvenin ağırlığından dolayı edepli bir şekilde eğilir.
Hat sanatını her yaştan insan icra edebilir mi, öğrenebilir mi? Uzun süre belediyenin Cafer Paşa Kültür Merkezinde ders verdim, orada yediden yetmişe öğrencimiz oldu. Eyüp Sultan Kültür Sanat Merkezinde son on sene içinde yüzlerce kişiye ders verdim, her kesimden gelen oluyordu. Orada hat, ebru, ney ve Osmanlıca dersleri vardı. O zaman çok güzel işler yaptık elhamdülillah. Hocaların gayretleriyle Türkiye çapında ismimiz duyuldu. İstanbul’un her tarafından Gebze’den Çatalca’dan hatta Adapazarı’ndan öğrenci geliyordu. Orada 60 yaşındaki öğrencim üç tane Kur’an-ı Kerim yazdı. Şu anda öğrencimiz çok, yerimiz yok. Bize bir yer verilmediği için de bundan muzdaribiz. Biz ecdadımızın sanatını daha ileri götürmek, insanlara sevdirmek istiyoruz. İcra edeceğimiz sanat Osmanlı sanatı olduğu için ders vereceğimiz yerle de intibak etmesi lazım, tarihi bir mekân olması lazım, verdiğimiz dersle binanın aynı insicamda olması gerekiyor. Biz tarihi yerlerin tarihi
sanatlarla bezenmesini istiyoruz.

Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz?
Hat sanatı zor bir sanat değil, eli olan gözü olan herkes öğrenebilir. Yaşlıyım, gencim, yapamam diye bir şey yok, herkes yapabilir. İnşallah sizin vesilenizle sanatseverlere ulaşırız. Hat hakkında bilgi edinmek isteyen kardeşlerim internetten hattatmucahitkilicer.blogspot.com adresinden ulaşabilirler. Kültür sanat hepimizin; bu sanatı tanımamız, bilmemiz, öğrenmemiz ve genç nesillere öğretmemiz gerekiyor.
İlim Allah’ın, bütün sanatlar Allah’ındır. Biz, Allah’ın yaratmış olduğu eserlere bakarak eserimizi yapıyoruz, kopya çekiyoruz. Ressam, hattat, yaptığı esere bakıp gururlanıyor, kibirleniyor. Yer gök, dağ taş, kâinat Allah’ın, ona bakarak çiziyorsun ve diyorsun ki bunu ben yaptım. Gerçek sanatçının sanatına bakarak yapıyorsun, gerçek öğreten Allah’tır, her şeyi Allah’tan öğreniyoruz.

1 yorum

  1. hat sanatına yazılmayı düşünen bir insan olarak yazınızı çok beğendim hocam bana cesaret ve istek verdi Allah sizden razı olsun ben kendi adıma çok teşekkür ederim yazı için ağzınıza sağlık:)

BÜŞRA için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir