Ramazan’ın Ruhunu Anlamak / Psikoterapist Şeyda Betül Kılıç

Ramazan ayı bize ne gibi farkındalıklar kazandırıyor?
Ramazan ayında öncelikle acziyetlerimizi fark ediyoruz. Özellikle oruç ibadetinin içerisinde merhamet, empati, affetme becerisi, tahammül, sabır var diyerek oruç ibadetini bir bütün olarak kabul ediyoruz ama bir bakıyoruz ki olması gerekenden daha az tahammüllüyüz. İnsan, yemek yeme ihtiyacını karşılamadığında geriye bazen tahammülsüz biri kalıyor. O zaman, yemekle olan ilişkimi de bir kere daha değerlendiriyorum. Bu ay içerisinde beni teskin eden şey düşüncelerim değilmiş, beni teskin eden, rahatlatan şey aslında inançlarım değilmiş; beni teskin eden şey yediklerimmiş, yediklerime atfettiğim anlammış, daha zengin sofralarmış; daha mutlu, daha değerli hissettiren şeyler, bana sunulan yiyeceklermiş gibi bir farkındalıkla karşılaşabiliriz. Sonra, açken diğer duygularımızın önüne geçmekte ne kadar zorlandığımızı da fark edebiliriz. Çocuklarımıza merhamet göstermekte artık normalden daha zor bir süreç geçirdiğimizi fark edebiliriz. Aynı şekilde, ailece paylaşmayla ilgili, rol paylaşımıyla ilgili zorlandığımızı, daha bencilleştiğimizi fark edebiliriz.
Bunlar belki kendimizle ilgili olumsuz farkındalıklarımız. Ama olumlu farkındalıklarımız da var, bunlar daha konuşmaya değer, ön plana getirmeye değer hasletler. Bunlardan bazıları şöyle: Eğer biz çoğu zaman bir aile duruşu gösteremiyorsak… Ki teknoloji ve endüstri çağında herkes çok yoğun çalışıyor, herkes bir yerlerde ve çoğu zaman ailece yemek yiyemiyoruz, çoğu zaman bir arada sohbet edemiyoruz, bir problemi paylaşamıyoruz. Ailece sofraya oturmak çok mu önemli? Şu bakımdan önemli: Oradaki konu ailece bir şey yemek değil; bir araya gelmek. Bir araya gelmişken, samimi ve hoş bir ortamda, gündeme gelmemiş dertler, sıkıntılar, paylaşımlar varsa onların gündeme daha kolay geliyor olması. Genelde yemekte tatsız konulardan konuşmayız, daha güzel paylaşımlarımız olur, onlar da bizi eğlendirir, mutlu eder. O vesileyle hem sahurda hem iftarda ailece bir araya gelebilmeliyiz. Ailece bir ibadet hepimizi bir araya toplayabiliyor, kenetleyebiliyor. Hatta böyle, senede bir gördüğümüz biriyle bile kendimizi bir iftar sofrası yahut bir sahur sofrasında birlikte bu ibadeti paylaşırken buluyoruz. Ve ibadet vesilesiyle paylaşımlarda bulunmak, sohbet etmek, çok daha zengin, çok daha hoş ortamlar meydana getiriyor. Onun için, olumlu farkındalıklarımızdan bir tanesi de “Paylaşmak ne güzelmiş, birilerine bir şeyler sunmak ne güzelmiş, birlikte ibadet etmek ne güzelmiş; birbirimize merhamet ve sevgiyle bakmak, hep beraber, omuz omuza bir teravih duruşu veyahut da bir namaz duruşu gösterebilmek ne güzelmiş…” demektir. Bunlar, toplumsal anlamda farkındalığımızı da yükseltiyor. Olumlu yönden baktığımızda, annenin kendi sevdiği yemeği biraz öteleyip, kızı ya da oğlu için özel bir yemek pişirmesi; babanın eve gelirken, eşine, “Sadece sen sevdiğin için bugün bu içeceği aldım.” demesi… Yani böyle, bir tarafıyla nefsimiz kendi istediklerini yapma doğrultusunda bizi zorlarken, orucun verdiği o harika duyguyla bir başkasını memnun etmekle ilgili bir şey yapmak, küçük bir hareket yapmak da çok çok güzel.
Bazen şöyle hissediyoruz: “Ne oluyor, ben kendimi tanıyamıyorum, benim bu kadar da iyimser hâllerim yoktu…” Bütün aileye bir sihir yapılmış gibi aslında. Ramazan ayı içerisinde gerçekten bunu gözümüzle görebiliyoruz. Kişi kendine ait başa çıkamadığı, insanlığını zorlayan, günaha çok yakın duygularını ne kadar yapmıyorsa, ne kadar önüne set çekiyorsa, işte o ruhta merhamet o kadar güzel filizleniyor, birbirini affetmek daha kolay oluyor ve bir başkasını düşünmeyle ilgili o güzel davranış canlanabilecek güzel bir ortam bulabiliyor.
Ramazan ayını çocuklarımıza nasıl tanıtmalıyız, nasıl yaşatmalıyız?
Ramazan ayı bazı hazlarımızı erteleme, hayatta keyif alma noktalarımızın bir parça önüne set çekme gibi konularda eğitim zamanıdır diyebiliriz. Eğer Ramazan’ı çocuklarımıza yalnızca açlıkmış gibi aksettirirsek, o zaman, Ramazan’ı doğru tanıtmamış oluruz. Yalnızca aç kalınacak tanımı çok eksik bir tanım. Çünkü günlerce aç kalınan bir sürü diyet yöntemi var. O zaman, biz Ramazan ibadetinin içini boşaltıp çocuklara yalnızca aç bir bekleyiş gibi sunarsak çok yanlış bir dinî eğitim vermiş oluruz. Ramazan; öfkelerimizin sesinin kısıldığı, tahammüllerimizin yükseldiği, affetme becerimizin daha yukarılara taşındığı bir zaman dilimidir. Çünkü Ramazan ve kin, Ramazan ve öfke yan yana durmamalı. Bu durumda biraz daha kinin önünü kapatmak, barışa kapı açmak, Ramazan ayı münasebetiyle daha fazla barışçıl olmak gibi duruşlar sergilemek gerekli. Bunlar, Ramazan’la kardeş duygular ve birlikte yaşanırsa çocukları çok daha güzel eğitmiş oluruz. Ama biz çocuğumuzun arkadaşıyla olan olumsuz ilişkisinin yahut çevresiyle olan kavgacı iletişiminin Ramazan ayında biraz daha önüne set çekebilmeyle ilgili tanıtmazsak, o zaman çocuğumuzun dünyasına hiç hizmet etmemiş oluruz. Severek yahut sevmeyerek, hoşuna gidebilir yahut gitmeyebilir, hazlarımızı erteleyeceğiz. Her şey hoşuna gidecek diye bir şey yok zaten.
Ramazan’la bağımızı arttıran ve zayıflatan yönlerimizden bahsedebilir misiniz?
Hayatımızın her yerinde tahammül, sabır, fedakârlık, tolerans, başkaları için bir şeyler yapma, olması gereken hasletler ve değerler arasında. Ama bu değerlerden sıyrılmış, bu alışkanlıklardan uzak, merhametten uzak hale geldik… Çünkü karşı tarafı sizin tolere edebilmeniz, ona birazcık istisnai davranabilmeniz, onun özel durumunu anlayabilmeniz için merhamet duygusu barındırıyor olmanız lazım. Fakat çağımız insanının en büyük sıkıntılarından biri merhamet duygusundan yoksun olması. İnsanların birbirlerini dinlemesi bile büyük merhamettir. Onun bile olmadığı, birbirini dinleyecek kadar bile merhamet barındırmayan kişilikler hâline dönüştük.
Eğer merhamet hayatınızın içerisinde yaşadığınız bir şeyse, zaten Allah’ın hayatınıza koyduğu sınırlara riayet ederek yaşıyorsanız ve bu sınırları da hoşnut bir kalple kabul ederek yaşıyorsanız o zaman bunlarla savaşmayacaksınız. Fakat bizim benliğimiz sınırları kaldırmayı, sınırsız yaşamayı, ne olursa olsun sınırsızlığın mutluluk getireceğini bize fısıldıyorsa, biz de bunları bir parça kabul ediyorsak işte o zaman oruçla bağımız da oldukça kopuk ve zayıf oluyor.
Bağımlılıklar ve Ramazan dediğimizde karşımıza nasıl bir sahne çıkıyor?
Aslında bağımlılıklar, hazlarımızın tümüyle ilişkili. Sadece yiyip içtiklerimiz değil, birçok hazzın önüne geçilmesi gerektiği bir zaman dilimi Ramazan. Mesela öfke de bir hazdır, öfkeli duruş da bir alışkanlıktır. Mutsuz duruş, asık suratlı duruş bir alışkanlıktır. Ramazan ayında da biz, diğer bütün dürtüsel davranışlarımız gibi, bağımlılıklarımıza da bir set çekmiyorsak; “Burada durmalısın, bunu yapmamalısın.” mesajını hem davranışımıza hem kendimize vermiyorsak, ibadet anlamında çok eziyetli, çok kavgacı, Yaratıcı ile kavgalı, öfkeli, toplumsal baskı yüzünden, sadece birileri bize bir şey demesin, eleştirmesin diye tutulan oruçlar ortaya çıkıyor.
Hele de şöyleyse: “Ben sigara içiyorum, zaten zor oruç tutuyorum, bu nedenle çok öfkeliyim, kimse üstüme gelmesin…” gibi birbirine zincirleme yanlışların içindeysek burada büyük bir problem var demektir. Birincisi, sigara yanlış. İkincisi, oruçluyken öfkeli olma hâli yanlış. Üçüncüsü de, bunu çoluğa çocuğa, çevreye, “Ben zor durumdayım.” mesajıyla yansıtmak yanlış. Aslında bunu başlatan en baştaki durum bağımlılıklarımız. Bu nedenle, bağımlılıkları olan kişilerin oruçla nasıl kavga ettiklerine çok şahit oluruz. Hatta Ramazan ayı sonrasında, “Oh yahu, şöyle rahat rahat bir sigara içeyim!” gibi söylenen, aslında içinde isyan kelimelerinin bulunduğu bir duruş görebiliyoruz.
Böyle bir ailede bir çocuk düşünün. Babanın provokatif ve öfkeli duruşundan dolayı ailede hiç huzur kalmamış. Ramazan boyunca tedirgin, öfke ve kavga tehdidiyle yaşayan bir çocuksanız o zaman sizin oruçla olan ilişkinizi sormak isterim. Öyle bir ibadet düşünün ki evde huzur bırakmıyor. Öyle bir ibadet düşünün ki evin içerisinde öfkeden başka, anlaşmazlıktan başka bir şey yok. Öyle bir ibadet düşünün ki iftar sofrası duman altında. Bağımlılıklarımız neticesinde sofrada eğer oruçlarımızı duman altı açıyorsak, ilk olarak sigarayla açıyorsak, o zaman, burada aslında ibadetle olan ilişkimizi o kadar kötü bir duruma getirenin bağımlılığımız olduğunu görmek gerekir.
Ramazan ayında tutulan oruç ile açlığa gösterdiğimiz tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vücut; bedenin fiziksel bütünlüğünü korumak, açlığa karşı her türlü tehdidi uzaklaştırmak için büyük bir savunma geliştiriyor. Ne olursa olsun bu bedeni hayatta tutmak için, hayatını devam ettirebilmek için aç kalmamalı ve açlık tehdidi olabilecek her şeye karşı da sert bir duruş göstermeli. Bu, aslında hayatta kalma güdümüzle hareket ettiğimiz bir duruş. Buraya kadar anlamlı. Ama biz hayatın tamamını “Ne olursa olsun aç kalmamalıyım, bir an bile açlığa tahammülüm yok.” gibi bu kadar sert, bu kadar nefsî algılarsak, o zaman hatalı bir duruş sergilemiş oluyoruz. Çocuklarımız da orucu aslında buradan tanıyorlar.
Mevzu aç kalmak da değil, artık o kadar ilginç yerlere gidiyor ki ne yiyeceğiz telaşları, marketlerde çok uzun kuyruklar, normalden çok daha fazla alışverişler, sürekli ikramlar, atılanlar, israf ayı gibi bir aya dönüşmüş olması… Sürekli memnuniyetsizlik, kendini hep daha iyisine layık görmek, “Bu kadar aç kaldığıma göre çok daha iyisini yemeliyim.” düşüncesi…
Yemeğe verdiğimiz anlam çocukluğumuzda şekillenen bir duruş. Farklı şeyler yapmayı tabii ki hepimiz çok severiz. O gün Ramazan diye, çocuğumuzun daha iyi algılaması için sürpriz yemekler pişirmek, biraz daha güzel sunumlar yapmak hepimizin istediği şey. Bunda bir anormallik yok. Çünkü Ramazan biraz daha bayram havasında geçer, sunumlar güzelleşir, uzun süre açlık olduğu için sunulan her şey güzel gelir. Buraya kadar tamam. Ama uçlarda gezinmemek lazım, israf kapısından girmemek lazım. Eğer biz ailemizden ikramı bol, izzeti bol misafir ağırlamayı, güler yüzü, Ramazan’ı neşe ve huzur içerisinde geçirmeyi, farklı yemekler yapıp birilerine sunmayı öğrendiysek, bu güzel bir duruştur. Ama bencilliği öğrendiysek, lüksü öğrendiysek, ama asla ikramı öğrenmediysek, paylaşmayı öğrenmediysek Ramazan’ın ruhuyla örtüşmeyen bir davranış sergilemiş oluruz. Ki Ramazan zaten paylaşmaktır, iftar verme ayıdır. Yani ne olursa olsun bir yoksulu, belki daha önce bu kadar çeşit yemek yiyememiş birini sofraya misafir etmek, onunla birlikte oruç açmak zevkini çocuğa hissettirmek, yaşatmak gerekir. Aynı zamanda Ramazan bir parça empati ayıdır. Yani mutfağı fakir olan kişilerin de anlaşılabilmesi için, bazı akşamlarda bilinçli olarak çok az çeşitlerle, çok az sunumlarla iftar edilmesi de empati tarafımızı daha yukarı taşıyacak bir durumdur. Çünkü orucun içerisinde empati duygusu da var. Zaman zaman soframızda hiçbir şey olmasaydı, çok az yemek çeşidi olsaydı -böyle olan insanlar da var- ne olurdu’yu yaşayabiliriz, belki bunu biraz prova edebiliriz, böyle bir yaşantıyı sahneleyebiliriz. Sonra da neler hissettiğimizi konuşabiliriz. Çocukların gözünde orucu birazcık daha empati olarak geliştirmek; orucun her türlü sıkıntıya karşı olgunlaştırdığını, kişiye psikolojik olgunluk kazandırdığını çocuklara öğretebilmeliyiz.
Ramazan sofraları ve misafir dediğimizde neler söylemek istersiniz?
Bu bağlamda ben paylaşımın önemli olduğunu söylemek isterim. Misafirin hoş, güzel sunumlarla, sempatik, tatlı bir sunumla ağırlanıyor olması, Ramazan’ın bayram havasında geçmesi için önemli bir katkıdır. Yani gereğinden fazla sadeleştirilmiş sofraların Ramazan ayına çok yakışmadığını düşünüyorum. Çünkü normalde siz zaten süslü sofralar kuruyorsunuz, siz zaten güzel sunumlar yapıyorsunuz, güzel tabaklar kullanıyorsunuz; gücünüzün yettiğince, herkesin evinde ne varsa, olabildiği kadar sunmaya çalışıyorsunuz. Ama Ramazan ayı geldiğinde birden frene basıp bütün sunumları kaldırırsanız, bu, çocukların dünyasında veya birbirimizin dünyasında neşe ve bayram havasını baltalayacak bir duruş olur. Bunun yerine, evet, süsleyelim; mesela evin küçüğü güzel bir iftariyelik tabağı hazırlasın, hurmalardan burun yapsın, ağız yapsın, gözler yapsın, süslesin, böyle bir sunum tabağını o hazırlasın. Bu sunum ve bu zenginliği birbirimizi terörize etmektense, gücümüzün yettiğince katkıda bulunmak için kullanalım. Ve evde herkes açlıkla imtihan oluyorsa, o zaman herkes birbiriyle empati kurmalı. Genelde annenin açlığı pek düşünülmez ailede, anne sanki oruç tutmuyor gibi, sanki o zorlanmıyormuş gibi algılanır. Özellikle de böyle bir algıya sahip olan bir beyefendi varsa durum iyice kritikleşebiliyor. Ama aynı zorluğu hepimiz yaşıyorsak o zaman, hepimiz birbirimize gücümüzün yettiğince destek olup güzel, neşeli, mutlu sofralar kurabiliriz. Bu aramızdaki negatif elektriğin paylaşım denilen o harika enerjiyle çözülebileceğini düşünüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir