Osmanlı’da Yetim Hakları ve Koruma Sistemi / Dr. Necla Kızıldağ

İslam hukukunun ve geleneğinin yetimlerin korunmasındaki rolü hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu durum Osmanlı uygulamalarına nasıl yansımıştır?
Kur’an-ı Kerim’de yetim kelimesi tekil ve çoğul (eytâm) olmak üzere toplam 23 defa zikredilmektedir. Dolayısıyla dayanağını Kur’an-ı Kerim’den alan İslam hukuku da bu ayetler çerçevesinde yetimleri maddi ve manevi olarak korumaya özen göstermiş, gerek miras hukuku çerçevesinde gerekse sosyal anlamda yetim çocuk her daim himaye edilmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bu hassasiyet Osmanlı Devleti’nde de kendini gösterir. Yetimlerin sosyal, ekonomik, hukuki her türlü hakları mahkeme önünde gündeme getirilmiştir. Bunları kayıtlarda görüyoruz. Onların maddi ve manevi menfaatleri gözetilerek başlangıçta vakıflar, sonrasında detaylı şekilde değineceğim üzere muhtelif müesseseler ile yetim çocuk himaye edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin yetimler konusundaki çabaları ve sosyal politikaları hakkında genel bir değerlendirme yapar mısınız? Osmanlı Devleti’nin yetimlere karşı tutumu nasıldı? Devlet yetimlerin hangi ihtiyaçlarını karşılıyordu?
Osmanlı Devleti’nde yetim çocuk bugün de olduğu gibi toplumun korunmaya muhtaç kesimi olarak görülmektedir. Toplumda yetimi doyurmak, giydirmek, barındırmak, ona eğitim vermek gibi ihtiyaçlar hem devletin hem toplumun başlıca görevi arasında sayılıyordu. Şüphesiz bu davranıştaki itici güç, onları sevindiren kişinin mükâfatlandırılacağı, zarar verenlerin de aynı oranda cezalandırılacağı üzere zikredilen ayetler ve hadislerdir. Osmanlı Devleti başlangıçta yetimlerin ihtiyaçlarını vakıflar tarafından karşılamaktaydı. Bu vakıflar gerek devlet yöneticilerinin gerekse sıradan halkın kurmuş olduğu vakıflardı. Vakfı kuranların vakfiyesinde yetimlerin ihtiyaçlarının karşılanması adına şartlar bulunmaktaydı. Bu şartlar ise yetim çocuğun doyurulması gibi hayati ihtiyaçtan tutun da evlilik çağına gelen kız yetimlerin çeyizlerinin yapılmasına kadar çok geniş bir yelpaze idi. Zamanla vakıfların etkinliğinin azalması ile çeşitli nezaretler, yetimhaneler, aşevleri, yatılı okullar gibi kurumlar ile aynı ihtiyaçlar daha da kurumsallaşarak giderilmeye devam etti.
Yetim çocukların o dönemdeki yaşamları nasıldı? Günümüzle karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz?
O dönemde yetim çocuklar günümüzde de benzer örnekleri olduğu gibi ebeveyninden birini kaybettiği zaman diğerinin yanında, eğer ikisini de kaybettiyse çoğunlukla akrabasının yanında kalabilmekteydi. Geçimini sağlamak adına vefat eden baba veya annesinden kalan bir mal var ise bu mahkeme huzurunda kayıt altına alınmakta ve vasisi aracılığıyla bu maldan kendisine günlük/haftalık/aylık şeklinde nafaka verilmekteydi. Eğer ailesinden bir mal varlığı yok ise bu kez devlet bu nafakayı karşılamaktaydı. 19. yüzyıl için ortalama aylık 25 kuruş nafaka verildiğini söylememiz mümkün. Günümüz yetim maaşı bu uygulamaya benzerdir. Bunun yanında akrabasının ya da bir yakınının yanında kalan yetimin maddi manevi tüm sorumluluğu vasisine ait idi. Babanın öldüğü durumlarda çoğunlukla annenin vasi olduğunu görüyoruz. Bunu amca, dede, dayı, abla, teyze izlemektedir. Onlarla yaşayan yetim o aile içerisinde yaşamına devam etmekteydi. Onların yanında çalışmakta, varsa meslek öğrenip hayatına devam etmekteydi.
Osmanlı Devleti’nde yetimler 1800’lü yılların ortalarına kadar akrabalarının yanında ikamet ederken bu yıllardan itibaren durum farklılaşmış, günümüzde de varlığını devam ettiren belli kurumlar hâsıl edilmiştir. Bunlar Islahhane, Darüşşafaka, Darülâceze, Dârülhayr-ı li, Dârüleytam ve bugünkü Çocuk Esirgeme Kurumu’nun başlangıcı olan Himaye-i Etfâl Cemiyeti gibi kurumlardır. Buralarda yetim, öksüz, kimsesiz çocuklar barınmışlardır. Ayrıca bu kurumların çoğunluğu birer okuldur. Kunduracılıktan marangozluğa, pozitif bilimlerden Bulgarca, Rumca gibi pek çok dil dersleri de verilmiştir. Buralarda yaşamlarını devam ettiren yetim çocuklara reşit yaşa gelinceye kadar sahip çıkılıp bundan sonraki hayatında birer meslek öğrendirerek hayatına devam etmesinin önü açılmıştır.
Osmanlı hukukunda yetimlerin hakları nasıl korunuyordu? Özellikle miras, nafaka ve velayet konularında ne gibi düzenlemeler vardı?
Malum olduğu üzere Osmanlı Devleti şer’i hukuk ve örfi hukuk ile yönetilen bir devlet idi. Bu çerçevede yetimlerin her türlü haklarının mahkeme ortamında görüşülüp karara bağlanması zorunluydu. Ben 19. yüzyıl Üsküdar’ında yetimleri incelediğimde çalışmamın kapsamı olan 1850-1856 yılları arasındaki mahkeme kayıtlarını inceledim. Bu 6 yıl içerisindeki kayıtlar yaklaşık olarak 3.000 sayfa idi ve hemen hemen her sayfada yetimi ilgilendiren bir dava mevcuttu. Soruda da belirttiğiniz üzere özellikle miras, nafaka velayet konuları fazlaydı. Şunu belirtmek gerekir: Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde bir kişi öldüğü zaman, kadı ve yardımcısı aracılığıyla cenaze yerine gidip ölen kişinin mallarının listesini çıkarıp varislerine dağıtırdı. Ancak bu her ölüm hadisesinde yapılmazdı. Eğer varisler arasında reşit yaşa girmemiş yetim ya da yetime var ise o zaman mahkeme kurulması zorunlu idi. Bu zorunluluktan miras hususundaki hassasiyeti anlayabiliyoruz. Ölen kişinin mallarının listesi yapılır, buradan teçhiz ve tekfin dediğimiz cenaze masrafları çıkarılır, varsa ölen kişinin borcu ödenir, geriye kalan mal mirasçılar arasında pay edilirdi.
Velayet hususunda Osmanlı Devleti’nin hassasiyetine değinmek isterim. Ebeveynini kaybetmiş çocuğa anne ya da babasının vasiyetnamesinde “ben öldükten sonra şu kişi çocuğuma vasi olsun” şartı var ise bu yerine getirilirdi. Buna İslam hukukunda vasi-i muhtar adını veriyoruz. Böyle bir vasiyet yok ise çocuğun yakın akrabaları vasi olarak tayin edilmiştir. Eğer saydığımız durumlarda bir vasi adayı yok ise mahkeme tarafından bir vasi tayin edilmekteydi. Buna da vasi-i mensûb denilmektedir. Vasi olarak tayin edilecek kişinin akl-ı selim, güvenilir olup olmadığı tahkik edildikten sonra bu görev kendisine verilmiştir.
Günümüzden farklı olarak Osmanlı Devleti’nde bir vasi, sorumluluğu altındaki yetimin mevrus olan parasından borç alır ise devlet hemen buna müdahale etmekteydi. Vasi yetimin malından aldığı borcu ödeyene kadar mahkeme tarafından geçici bir vasi tayin edilmekteydi. Şüphesiz buradaki maksat, asıl vasinin yetim malını gasp etmemesi için alınan tedbirdi. Asıl vasisi borcunu ödedikten sonra velayet görevine kaldığı yerden devam etmekteydi.
Nafaka konusuna gelecek olursak; bilindiği üzere nafaka yetim çocuğun asgari olarak geçimini sağladığı paradır. Nafaka yetimin vasisi aracılığıyla alınıp yine onun kontrolünde tasarruf edilmektedir. Osmanlı döneminde 19. yüzyıl yetim nafakaları ebeveynin maddi durumuna göre değişkenlik göstermekle birlikte ortalama olan aylık 25 kuruş olarak belirlenmiştir. Yetimin anne ya da babasından kalan bir mal yok ise bu meblağ devlet tarafından karşılanmıştır. Eğer yetimin sünnet düğünü, bayramlık gibi farklı bir durumunda nafaka yetersiz olursa vasi tarafından ek para talebinde bulunulur ve mahkeme tarafından bu para mevrus maldan verilerek kayıt altına alınırdı. Söz konusu durumlara kadı sicillerinde tesadüf etmekteyiz.
Osmanlı Devleti’nde yetimlerin mali haklarının korunması için ne tür mekanizmalar geliştirilmiştir? Eytam sandıklarının işleyişi ve önemi nedir? Sandıkların yetimlerin ekonomik durumuna katkıları nelerdi?
Osmanlı Devleti’nde yetimlerin mali hakları adına geliştirilen uygulamalar 1850 yıllarına kadar somutlaştırabileceğimiz uygulamalar değildir. Bu tarihe kadar yetim için müstakil uygulama ya da kurumların teşkil edildiğini söylememiz ne yazık ki güç. Ancak onların mali haklarına duyulan saygı, haklarını yememek adına gösterilen hassasiyet mahkeme kayıtlarında karşımıza çıkmaktadır. Vefat eden kişinin vefatının akabinde mahkeme görevlilerinin derhal mevkiiye iştirak edip terekenin listesini çıkarması, mevcut malın İslam hukuk kurallarına göre taksim edilip yazılması bunlara örnek olarak gösterilebilir. Yetim hakkı konusunda Nisa Suresi’nin 10. ayetinde geçen “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” ibaresi bu hassasiyetin dayanaklarından birisidir.
1850’li yıllara gelindiğinde öncelikle İstanbul’da yaşayan yetimlerin mallarında birtakım usulsüzlüklerin yapıldığı ortaya çıkınca devlet tarafından derhal bir tahkikat yapılmış ve vasilerin ellerinde bulunan malların devlet kontrolünde muhafaza edilmesi istenmiştir. Bu bağlamda bugün Yetimler Bakanlığı olarak ifade edebileceğimiz Eytâm Nezareti’ni teşkil etmiştir. Nezaret, genel olarak yetim mallarının sandıklarda muhafaza edilip enflasyon riskine karşı nakit para ihtiyacında olan kişilere borç veren eytam sandıklarını denetlemekten sorumludur.
Eytam sandıkları mühimdir çünkü yetim malları önemli bir husustur. Sandıklar 1870’lerde taşralarda da oluşturulup 1926 yılına kadar tüm Osmanlı toprağında faaliyet göstermiştir. İşleyişine değinecek olursak; yetimin vefat eden ebeveyninden kendisine kalan mallar nakit paraya dönüştürülür. Dönüştürülmeyen, kira getirisi olan gayrimenkul malların da kirası buraya nakledilir. Reşit yaşa gelen yetim mahkemeye başvurarak değerlendirilen parasını teslim almaktaydı. Ayrıca yetim reşit yaşa gelinceye kadar değerlendirilip ileride kullanabileceği ya da bir iş kurmak için sermaye olabileceği meblağ haline gelmekteydi.
Osmanlı Devleti’nde yetimlerin korunması ve desteklenmesinde vakıfların rolü nedir?
İnsanın fıtraten pek çok artı değere sahip olarak dünyaya geldiği kabul edilmektedir. Kendini ispat edebilecek sağlık, aile, maddi varlık gibi birçok örnek bu donanımlar arasındadır. Ancak çeşitli sebeplerle eğitimden, sevgiden, maddi destekten veya aileden yoksun olarak dünyaya gelen çocuklar da mevcuttur. Şüphesiz ilk eğitimin verildiği aileden yoksun olarak doğan çocuğun gelişimi, büyümesi ve hayatını devam ettirebilmesi İslamî anlayışı esas almış devletler tarafından şansa bırakılmamıştır. Bu noktada çocuğun eğitilmesi ve topluma kazandırılması görevinin topluma ve devlete intikal ettiği kabul edilmiştir. Bu maksatla devlet ve toplumlar çocuğun eğitilmesi, doyurulması gibi ihsanlarda bulunmak için vakıflar tesis etmişlerdir.
İslam dininin temel öğretilerinden biri de malını paylaşma, zekatını verme, ihtiyaç sahiplerine yardım etmedir. Vakıflar da bu hususların müesseseleşmiş halidir. Osmanlı Devleti’nde zirve yapmış vakıflar, korunmaya muhtaç kişilere yardım eli uzatmıştır. Özellikle de yardıma muhtaç çocukların her ihtiyacını giderme noktasında da iddialı bir konuma sahiptir. Özellikle padişah, hanedan mensupları, ileri gelen devlet adamları ve eşleri tarafından tesis edilen vakıflar bu noktada çok önemlidir. Birkaç somut örnek vermek gerekirse;
Yıldırım Bayezit Vakfı’nın masraf tablosundan yetim çocuklara tahsis edilmiş medrese bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu çocukların giyim masrafı da vakıf tarafından karşılanmaktadır. Yine Fatih Sultan Mehmet Vakfı’nın kız ve erkek farkı gözetmeksizin yetimler için yaptığı yardımlar en iyi örnekler arasındadır. Kanuni Sultan Süleyman dönemi valilerinden Hadım Ali Paşa’nın 1551 yılında Çatalca Bosna Köyü’nde yaptırdığı vakıf camii ve medresenin vakfiyesinde, yetim çocukların Kur’an-ı Kerim öğrenmesi için bir oda tahsis edilmesi şartı mevcuttur.
Osmanlı Devleti’nde çocuklar için kurulmuş olan en ilginç vakıf örnekleri arasında; Parasını Düşüren Çocuklar Vakfı, Çocukları Gezdirme Vakfı, Öğrencilere Piknik Vakfı, Yetimlere Eğitim Vakfı, Yetimlere Yazlık Elbise Vakfı, Fakir Kızlara Çeyiz Vakfı gibi birçok vakıftan yetimler de doğrudan ve dolaylı olarak nasibini almıştır.
19. yüzyıl Üsküdar’ındaki yetimlerin yaşamlarına dair araştırmanız, günümüzde çocukların korunması ve yetiştirilmesi konusunda bize neler öğretebilir?
Bugün farklı sebeplerle yetim kalan çocukların ebeveynlerinden kalan az veya çok malları mevcut. Her şeyden önce bu malları onların ileride kuracakları hayatları için bir sermaye olması açısından daha sistemli muhafazası şarttır. Çocuğun babasından ya da annesinden kalan malları ellerinde tutan aile büyükleri var. Bu kişilerin denetlenmesi gerekmektedir. Sadece menkul mal olan para için konuşmuyoruz. Kira getirisi olan mevrus gayrimenkul mallar da denetlenmeli, ele geçen paraların gerçekten yetim için harcanıp harcanmadığı kontrol edilmeli. Bugün birçok yetimin malı yeniliyor ise bunda yiyenin olduğu kadar denetlemeyenlerin de vebali olduğunu düşünüyorum. Evet, bugün Türkiye’de sosyal devlet adıyla yetim hakları için pek çok uygulama mevcut ve yasalarla teminat altında. Onların barınması, eğitim alması, doyurup giydirilmesi için ciddi çalışmalar var. Ancak yetimlerin mali hakları konusunda daha etkin ve verimli sosyal çalışmaların gerekli olduğunu belirtmek isterim. Çocukların mevrus mallarını günümüz bankalarında biriktirmek yerine, enflasyon riskine karşı işletilmesi yetim adına yararlı bir uygulama olacaktır. Eytam sandıkları bu noktada güzel bir örnektir.
Yetiştirilme hususunda dönemin yatılı okullarını örnek almak gerekmektedir. Onların barınması için tesis edilen okullarda mesleki eğitim müfredatlarının genişletilmesi taraftarıyım. Kimsesiz çocuğun neye yatkın olduğunu tespit edip o noktada eğitim alması, yatılı okuldan çıktıktan sonraki hayatı için önemli bir yardımdır. Onların da yetenekli bireyler olduklarını bilip marangozluk, terzilik, müzik eğitimi, oyunculuk, çeşitli spor dalları, dil eğitimi gibi alanlarda farkındalıklarını arttırıp sadece barınma, yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar değil de daha geniş bir yelpaze ile yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu noktada eğitim veren birçok kurum mevcut. Onların çalışmaları da yadsınamaz lakin daha öngörülü bir program ile yetimin reşit yaşı ve sonrası için hayatını kuracak donanıma sahip olması önemli bir husustur. Bu noktada hem şahısların hem kurumların görev bilinciyle hareket etmesi gerektiği kanaatindeyim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.