Modern Çağın Putları / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir canlıdır. Yeme, içme, uyuma gibi eylemler bedenle bağlantılıyken; sevmek, üzülmek, huzur duymak, inanmak gibi duygular ruhla bağlantılıdır. İnsan ruhu bir varlığa inanacak şekilde yaratılmıştır. İnanmak, insanın fıtratında var olan bir duygudur. Fıtrat, ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. (İbn Abdülber, XVIII, 57 vd.; Lisânü’l-‘Arab, “ftr” md.; Tâcü’l-‘arûs, “ftr” md.)
“Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan, Mecûsî (farklı bir rivayete göre hatta müşrik) yapar.” (Buhârî, “Cenâ’iz”, 79, 92; Müslim, “Kader”, 22-25) hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi her insan Müslüman olarak dünyaya gelir. Ruhu, Allah’a inanma ve O’na kulluk etme arzusu içindedir. Ancak yetiştiği aile ortamı ve içinde bulunduğu topluma göre dinî inancı şekillenir. Ya İslam üzere yaşar ya da fıtratından uzaklaşır.
İnsanlar, tarih boyunca pek çok dine inanmışlardır. Sapkın inançlar da olsa, fıtrattan gelen o inanma isteği yok sayılamamıştır. İnsanlar acziyetleri ve çaresizlikleri karşısında kendilerinden daha güçlü gördükleri varlıkları tanrı olarak kabul etmişlerdir. Doğaüstü olaylara, güneşe, aya, ateşe, hayvanlara, fizik ötesi varlıklara, krallara ve kendi elleriyle yaptıkları heykellere tapmışlardır. Hz. İbrahim (a.s.) Nemrud’un hüküm sürdüğü bir dönemde, putperest bir ailede dünyaya gelmiştir. Halk, putlara taparken Hz. İbrahim (a.s), onların yolundan gitmemiştir. Hz. İbrahim’in (a.s.) kıssası Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde geçmektedir:
“İbrâhim, babası Âzer’e, “Putları tanrılar mı sayıyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum.” demişti. Böylece biz İbrâhim’e göklerin ve yerin melekûtunu görüp kavrama imkânı veriyorduk ki kesin inananlardan olsun. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur.” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem.” dedi. Ayı doğarken görünce, “Rabbim budur.” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum.” dedi. Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük.” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” “Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuklarınızdan korkmam. Ancak Rabbimin (beni korkutacak) bir şey dilemesi hariç. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” (En’âm, 6/74-81)
Hz. İbrahim, halkın tapmış olduğu putları kimsenin kendisini görmediği bir zamanda balta ile paramparça edip baltayı da sağlam bıraktığı büyük bir putun boynuna asmıştır. Putperestler gelip de tanrılarının parçalanmış olduğunu görünce bunun hesabını Hz. İbrahim’den (a.s.) sormuşlardır. Kur’an’da bu durum şöyle anlatılmaktadır:
“Bunu ilâhlarımıza sen mi yaptın, ey İbrâhim?” diye sordular. İbrâhim, “Hayır” dedi, “Bu işi şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa onlara sorun!” Sonra kendi kendilerine dönüp, “Asıl haktan ayrılanlar sizlersiniz!” dediler. Sonra yine başlarını öne eğerek “Bunların konuşamayacağını pekâlâ biliyorsun” dediler. İbrâhim, “Öyleyse Allah’ı bırakıp da size ne fayda ne de zarar veremeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de Allah’ı bırakıp taptığınız bu şeylere de yuf olsun! Siz aklınızı kullanmaz mısınız?” dedi. (Enbiyâ, 21/62-67)
Hz. Musa (a.s.) döneminde Firavun, kendisini tanrı olarak ilan etmişti. Bu durum Kur’an’da “Ben sizin en yüce rabbinizim, dedi.” (Naziat, 79/24) şeklinde geçmektedir.
Cahiliye döneminde Arap Yarımadası’nda Allah inancı vardı ancak bu inanç duru bir tevhid anlayışından uzaktı. Arabistan halkı, Allah’ı yüce yaratıcı olarak kabul ediyor, fakat Allah’la aralarında bağlantı kurduklarına inandıkları putlara da tapıyorlardı. Putlardan yardım bekliyorlardı. İslamiyet’in yayılması ile birlikte tevhid inancı gönüllerde yeşermeye başlamıştı. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’nin Fethi’nde Kâbe’yi putlardan tamamen temizlemişti.
Günümüz dünyasında farklı dinî inançlara sahip toplumlar bulunmaktadır. Putlardan tutun da ineğe, güneşe, ateşe tapanlar hâlâ vardır. Yüce Yaratıcı acziyetten uzak, mutlak güç sahibidir. Taştan, topraktan yapılan bir heykelin kendilerini koruyamayacağını, kendilerine yardım edemeyeceğini düşünemeyen insanların sayısı hiç de az değildir. Hâlbuki Allah (c.c.), insanın aklını kullanmasını, düşünerek hareket etmesini söylemektedir. İnsan aklını kullanarak doğruyu bulabilecek kodlarla yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de:
“Aklınızı kullanasınız diye Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.” (Bakara, 2/242)
“O, geceyle gündüzü, ayla güneşi hizmetinize verdi; yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Bunda aklını kullanan bir topluluk için önemli ibretler vardır.” (Nahl, 16/12)
“İnkârcılara seslenenin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen hayvana haykıran çobanın durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler; çünkü onlar düşünmezler.” (Bakara, 2/171) buyrulmaktadır.
Üstün meziyetlerle ve akılla yaratılan insanoğlu, ne oluyor da kendisini yaratan Rabbin’i unutup O’na inanmadığını ilan ediyor ve Allah’tan uzaklaşıyor? En büyük cahillik ve akılsızlık bu değil midir? İşin daha da kötüsü; dini, Allah’a inanmayı gericilik ve yobazlık görmek, herhangi bir varlığa inanmadığını söyleyip modern çağın getirdiklerine kul olmak. Böyle düşünen insanların, özellikle de gençlerin sayısında ciddi bir artış söz konusu. Her dönemin putları birbirinden farklıdır. Ancak geçmiş zamanlardaki putlar ve diğer şirk unsurları, hiçbir dönem ahir zamandaki kadar tehlikeli olmamıştır. Modern çağın üretmiş olduğu putlar, bireyleri içten içe çürütüp sağlıklı toplumları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca bunlar bir zincirin halkaları gibi birbirlerine bağlıdır. Örneğin, para modern çağda insanların amaç edindikleri bir unsur haline gelmiştir. Para için insanlar ahlaktan uzak davranışlar sergilemekten geri durmamakta, onu elde edebilmek için her yolu denemektedirler. Modern çağın, insanı kandırabileceği en etkili silahı paradır. Kişiler emek vererek, ter dökerek para kazanmak yerine, “Kolay yoldan nasıl para kazanırım?”ın derdindedirler. Bunun örneklerini sosyal medya platformlarında sıkça görmek mümkündür. Yirmi saniyelik sıradan bir içerikten yüksek paralar kazanıldığını görmek, gençleri de bu platformlara yönlendirmekte; eğitim, ahlak, sabır, çaba, kanaat gibi değerlerden de uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Dinî ve ahlaki değerlerden gittikçe uzaklaşan bireylerin şeytanın ve nefsin de etkisiyle büyük bir bataklığa sürüklenmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Bu da ruh sağlığı yerinde olmayan, doğruyu yanlışı göremeyen veya önemsemeyen, depresyona girip hayattan bunalan ve başka arayışlara sarılan insanları beraberinde getirmektedir. İman eksikliğini başka araçlarla doldurmaya çalışmak hüsrandan başka bir şey değildir. Allah inancı olduğu halde çeşitli akımlardan etkilenen; meditasyon, enerji çalışmaları, bilinçaltı temizleme gibi dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan eylemlere yönelen bireyler, bunu dinle uyumlu gibi göstererek kendilerini kandırmaya çalışmaktadırlar. New Age akımları denilen bu oluşumlarda zamanla ortaya çıkan durumlar; kendini aciz görmeme, her şeyin üstesinden geleceğine, her şeyi başarabileceğine ve hayatındaki tüm olumsuzlukları zihninde çözebileceğine inanma şeklindedir. Hâlbuki imtihan amacıyla gönderildiğimiz bir dünyada yaşamaktayız. Kontrol edebileceğimiz durumlar olmakla birlikte, bizim irademiz dışında gerçekleşen, müdahale edemediğimiz pek çok olayla karşılaşmaktayız. Her şeyimiz mükemmel değil, eksiğiz, aciz ve çaresiziz. Sosyal medyada gösterilen hayatlara baktığımızda sanki bambaşka bir dünyada yaşıyorlarmışçasına düzenli, mükemmel, kusursuz, dört dörtlük ve her şeyi halleden, her işte başarılı olan bireyler seyrediyoruz. Hayatlarının amacı sadece makyaj yapmak, lüks sofralar hazırlamak, gezmek, giyinmek, eğlenmek olan insanları takip etmek, sürekli sosyal medyada dolaşmak da bir süre sonra bizi robotlaştırmakta, aklımızı bir perde ile örterek gerçekleri algılamamızı engellemektedir. Bütün bunlar sabretmeyen, şükretmeyen, kanaat etmeyen, çabalamadan kolay yoldan kazanç elde etmek isteyen ve tembelleşerek Allah’tan uzaklaşan kişilere dönüşmemize neden olmaktadır.
Amacımız mükemmel kişiler olmaya çalışmak değil, “iyi birer Müslüman olmaya çalışmak” olmalıdır. İyi bir Müslüman, Allah’ın tek yardımcısı olduğunu bilen, O’na sığınan ve O’nun rızasını kazanmak için yaşayandır. İyi bir Müslüman; parayı, dünya nimetlerini amaç olarak gören değil; hepsini Allah’a ulaşmak ve O’nun rızasını kazanmak yolunda araç olarak kullanabilen, en azından bu uğurda çaba gösterendir.
Müslüman olarak vazifelerimizden bir tanesi dini doğru anlamak, Allah’ın emirleri doğrultusunda bir hayat sürmek için çabalamak ve insanlara İslam’ı en güzel ve en doğru şekliyle anlatmaktır. İslam’ı yeryüzünden silmek için gece gündüz çalışan ve modern çağa put kazandıran din düşmanlarının karşısında onları alt edebilecek güçlü ve korkusuz Müslümanlar olarak durmalıyız. Kalplerimizde putlaştırdığımız her şeyi kırıp gönlümüzü Allah sevgisine ve rızasına çevirebilmek dileğiyle.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir