İnsan ilişkilerinin evlilik boyutuna taşınması başlı başına bir olay, mutluluk nedeni. Evliliği devam ettirmek ise hem hüner hem aşk hem muhabbet aslında… İnsanların bu süreçlerde duygulu, dengeli, adaletli, vicdanlı ve istekli olmalarının olmazsa olmazları nelerdir? Bu konuda temel sorunlar nelerdir?
Kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiği ve nasıl olduğu tarih boyunca tartışma meselelerinden biri olmuştur. Tarihin her döneminde bu alanda pozitif, güçlü, olumlu örnekler de var, olumsuz örnekler de var. Acaba kadın ve erkeğin hangi bireysel özellikleri evlilikte kurulan ilişkileri güçlü, başarılı, olumlu kılıyor? Ya da neler bir araya geldiğinde kadın-erkek arasındaki ilişkiler, evlilik ilişkisi zora giriyor, bir problem haline geliyor; içinde birtakım gerilimler, riskler, boşanmalar veya şiddet oluyor, bunu anlamak önemli bir mesele.
Özellikle modern dünyada bunu anlamak daha da önemli. Çünkü modern dünya, kadın-erkek arasındaki ilişkilerin rahatladığı bir dönem değil. Bu dönem de kendine özgü zorluklar taşıyor ve üstelik de kadın-erkek ilişkilerinin, ailenin ciddi bir dönüşümden geçtiği bir yüzyılda yaşıyoruz. Bütün dünyada hemen hemen birtakım değişimler var. Evlilik yaşları giderek artıyor, insanlar daha ileri yaşta evleniyorlar, çocuk doğurma oranları hemen hemen bütün dünyada azalma eğiliminde, evlilik dışı birliktelikler artıyor, geniş aileden çekirdek aileye dönüş oldu. Şimdi çekirdek ailenin de parçalanarak, tekli ebeveynli ailelerin olduğu modellere doğru gidiyoruz. Boşanma oranları hemen hemen birçok ülkede tarihin hiçbir döneminde olmadığı boyutlara geldi. Amerika’da bir çift boşanıp evlendiğinde, gelecek 20 yıl içinde boşanma olasılığı yüzde 50’leri buluyor. Muhtemelen bu oran Türkiye için yüzde 8’ler civarında. Türkiye’de de boşanma oranları çok hızla artmasa bile hafif bir değişim trendinde. Bütün bunlar bize kadın-erkek ilişkileri arasındaki gerilimin modern dünyada da yeni sorunlarla devam ettiğini gösteriyor.
60’lı yıllardan itibaren bütün dünyada, “Acaba kadın-erkek ilişkilerini, evlilik ilişkilerini güçlendirmenin yolu nedir?” sorusu soruluyor. Mademki bir risk altındayız, boşanma oranları artıyor, evlilik ilişkilerinde bir gerilim var; acaba bu neden oluyor ve biz bunu nasıl düzenleriz, bunu nasıl geliştiririz? Çiftlere, evlenme öncesinde, evlenirken ve sonrasında belli aralıklarla aynen hijyen kurallarını öğrettiğimiz gibi evlilikle ilgili şeyleri öğretirsek boşanma azalabilir mi? Acaba uygun çiftleri bir araya getirirsek, boşanma azalabilir mi? “Bunun ilmi nedir?” sorusu kıymet kazanmış durumda. İnsanlığın biriktirdiği geleneksel birtakım bilgiler var. Kadın nasıl olursa, erkek nasıl olursa, bir ilişki nasıl olursa iyi yürür gibi soruların bir de araştırma yoluyla edinilen cevapları var. Farklı ekoller, farklı yerlerden yaklaşarak meseleye cevaplar bulmaya çalışıyor.
Özetleyecek olursak evliliğin bir yapısal boyutu var. Bir ilişkinin iyi yürüyebilmesi için yapısal şartların iyi olması lazım. Mesela şunu biliyoruz: Eğitim düzeyi yüksek olan çiftlerde şiddete daha az rastlıyoruz. Ekonomik şartları aileyi geçindirmeye yetiyorsa kadının şiddete uğrama olasılığı azalıyor. Demek ki ekonomik gelişme, eğitim gibi aileyi destekleyecek uygulamalarla ailenin gerilimini azaltabiliriz. Yollardan bir tanesi bu. Bir aileyi, makul düzeyde rahat yaşayacağı, insanî şartlarda yaşayacağı bir ekonomik imkâna ve eğitim düzeyine ulaştırmak, risk faktörlerini azaltıyor.
İkinci olarak ilişkinin çevresel boyutundan bahsedebiliriz. Modern dünyada çevre boyutu, iletişim imkânlarının gelişimiyle oldukça genişlemiş bir etkiye sahip bulunuyor. Kadın-erkek ilişkilerinin, aile ilişkilerinin nereye gideceği; dünyadaki ideolojiler veya söylemler, o ülkedeki hâkim düşünme biçimleri, o ülkedeki ekonomik ve sosyal düzen gibi pek çok çevresel faktör tarafından önemli oranda etkileniyor. Aslında sadece evlilikte değil, pek çok kişisel ve toplumsal sorunun meydana gelişinde, bireylerin çevresindeki zihniyetin çok önemli bir etkisi var.
O zaman, yapısal boyutta aileyi ekonomik olarak desteklemek, kadına esnek çalışma saatleri vermek, annelikle ilgili daha fazla haklar tanımak ve ortaya çıkabilecek zorlukları halledebilecek mekanizmalar oluşturmak, danışmanlık için imkânlar sunmak gibi çözümler gerekiyor. Bunları yaparken de evlilikle ilgili zihniyete dayalı sorunların önemle üzerinde durmak gerekiyor. Mesela, evliliği olumlu bulmak, evliliği insanları kıskaca sokan bir şey olarak görmek yerine, insanca bir arada yaşamanın en verimli yolu olarak görebilmek evlenme oranlarını olumlu etkileyecektir. Nelerin boşanmayı gerektireceği ile ilgili çevresel anlayış, bireylerin boşanmayı isteyip istememelerini ve boşanma oranlarını direkt etkileyecektir. Geleneksel usullerde boşanmayla ilgili kriterler daha sertti; modernleşmeyle birlikte gerekçe göstermeksizin de boşanabilmek gibi düşünüşler ortaya çıktı. Bunun gibi boşanmayı arttıran bir sürü şeyden bahsedebiliriz.
Tabii ki eşler arasındaki zihniyet benzerliği, bir ilişkinin pozitif gitmesini doğrudan etkiliyor. Diyelim ki aynı değerlere inanıyorlarsa, mesela hayırlı çocuk yetiştirmekle ilgili bir dertleri var ise, mesela beraber cennete gitmek gibi manevi değerlere inanıyorlarsa, bu önemli bir zemin oluşturacaktır. Çünkü üstünde birleşebilecekleri bu manevi değerler onları bir arada tutan tutkal görevi yapar. Bu değerlere inanmak, onları hayatında uygulamaya çalışmak, evlilik için oldukça pozitif bir itici güç sağlayacaktır ama tek başına yeterli değil.
Sevebilmek ve evliliği tercih güzel… Fakat tüm bu güzelliklere rağmen eşler birbirinden niçin soğur? Aşk, niçin mutluluğun garantörü olamıyor?
Bildiğimiz şey şu: Çiftler bir araya geldiğinde belli duygusal haller ile evlenmeye karar veriyorlar. İlişki içerisinde bu haller sabit bir düz çizgi gibi gitmiyor, genellikle hafif bir düşüş göstererek uzun yıllar devam ediyor. Bazılarında daha sert düşüşler olabildiği gibi kimilerinde de birbirlerine karşı doyum, giderek yükselen bir şey de olabiliyor. Yani ilişkinin başındaki duygusal memnuniyeti ölçersek yıllar geçtikçe aynı kalabildiğini, azalabildiğini, yükselebildiğini görüyoruz. Genellikle başarılı diyebileceğimiz evliliklerde baştaki memnuniyetin hafif bir azalmayla beraber devam ettiğini söyleyebiliriz. En sık olan şey bu.
Aşk ise çok yoğun bir duygu hali. Beyinde özel bir biyokimya oluşuyor bunun için; yani tutkuyla obsesif bir tarzda karşıdaki eşi, sevgiliyi düşünme hali. Bu çok özel, çok yoğun bir hal. Hayat boyu böyle devam edebilmesini bir olasılık olarak kabul edebilsek de genellikle bu düzeyde sürdüğünü görmüyoruz. O yüzden, evlilik tutkulu duygu durumlarıyla başlasa bile, zamanla bunların sevgi diyebileceğimiz, daha stabil, bu kadar yoğun olmamakla birlikte, içine başka gerçekliklerin de katıldığı bir halle devam etmesi bekleniyor. O yüzden, biz aşk dediğimiz şeyin başladığı yoğunlukta devam etmesini beklemiyoruz.
Kişilik farklılıkları kaçınılmaz. Evlilik öncesinde kişilik uyumunun kriterleri neler olabilir? Sadece elektrik almaya bağlı bir şey mi?
Çiftlerin uygun eşleşmesi dediğimiz bir mesele var. Şu soru anlamlı: Kim kiminle evlenirse daha iyi bir evlilik olur, daha mutlu olurlar veya daha az boşanma olur? Geleneksel yapımızda da vardır ya, birini evlendirirken, ara buluculuk yaparken, “O ona uygun.” veya “Uygun değil. Bak, onunla evlenirsen zor olur senin için.” dediğimiz, uygun eşleştirme dediğimiz bir bilgiyi arama, o bilgiyle hareket etme. Bu tarihsel olarak var olan önemli bir şey. Bununla ilgili çok sayıda çalışmalar var. Ulaştığımız şeylerden biri şu: Birbirlerine benzer olanların mutluluğu daha fazla. Yani eğer bir eş seçiyorsak genellikle benzer olanın seçilmesi, benzer özellikler bizi daha mutlu ediyor. Zıddımız yerine, benzer olanın… Geleneksel olarak birbirine denk olmak derler. Mesela, daha içe dönüklerin daha içe dönüğe yakın olanlarla, çok dışa dönük olanların dışa dönük olanlarla… Tıpatıp aynısı olması gerekmez, ama çok zıddı problem olur. Siz çok içe dönüksünüz ama çok canlı biriyle evlendiğinizde, bu daha sonra bir probleme yol açıyor. Çünkü nasıl vakit geçirilecek? Biri evde kalmak istiyor, biri dışarı çok çıkmak istiyor, aralarında gerilim başlıyor.
İkinci önemli nokta: Hangi özellikler var olduğunda biz katlanamayız bu kişiye? Bunu bilmek önemli. Bazı insanlar sakindir ve karşısındakinin çok yoğun duygusallığına katlanamayabilir. “Ben şunu kaldıramam.” dediğimiz şeyler var mı diye bakmak önemli. Çünkü kaldıramadığımız şeylerin başımıza gelmiş olması bizi zora sokabilir. Evlenince arkadaşlık edilecek, muhabbet edilecek… Kendi cinsimizde bile herkesle arkadaşlık yapamıyoruz. Bazı insanların hali onunla muhabbet etmeyi sevimli kılıyor; ama bazı insanların sevimsiz kılıyor, onu aramak içimizden gelmiyor. Hepimiz için var. Kültürel uyumluluk, aynı dünya görüşüne ve değerlere sahip olmak, aynı manevi değerlerde buluşmak, uzun vadeli bakabilmek, bir arada kalabilme olasılığını artırıyor. Yine de bunların hiçbiri tek başına yeterli değil.
“Bir sofranın etrafında kaynaşmak” ailevi beraberlik ve bağlılığımızda çok etkili… Bu güzel adet ve yaşam biçimi hakkında neler söylemek istersiniz?
Eşlerin zaman akışlarının, yaşam akışlarının birbirleriyle uyumlu olması eş ilişkilerini geliştiriyor. Uyuma ve kalkma saatlerinin yakın olması, benzer olması bir evliliği güçlendiriyor. Diyelim, eşlerden biri 23.00’de, diğeri 02.00’de yatıyorsa; biri sabah 07.00’de kalkıyor, diğeri 09.00’da kalkıyorsa, bu uyumsuzluk vakit geçirmeyi azalttığı için, genellikle olumsuz etki ediyor. O yüzden aile yaşamının senkronize olması, ahenkli olması önemli bir şey.
Aile ritüelleri evliliği güçlendiriyor. Mesela, sabah kahvaltı yapabilmek, özellikle akşam yemeklerini beraber yiyebilmek, bunlar orayı ev yapan ve aileyi bir araya getiren zamanlar. Çok güçlü, pozitif ailelerde bu türden ritüeller var; birlikte kahvaltı yapmak, akşam yemeği yemek, beraber çay içip muhabbet etmek, eşi evden dışarı göndermek ve bu tür birlikteliklerde uyum. Bu türden ritüeller var ise, uyumluluk var ise ilişkiyi pozitif etkiliyor.
Eskiden insanları genelde mahallenin büyükleri, bu işlerle ilgilenen insanlar, tanıyan birileri evlendiriyordu; fakat şimdi bu tip bir müessese yok. Şöyle bir şeye ihtiyaç var mı?: Evlilik okulu ya da aile okulu gibi, evlenmeden önce zorunlu kılınabilecek bir şey. İnsanlar evliliği bilmiyorlar, bir ailenin nasıl olacağını da bilmeyebilirler. “Bu işin püf noktaları nelerdir, nelere dikkat etmek lazım?” gibisinden bir okul ihtiyacı var mı sizce?
Sorunuzda iki ayrı unsur var. Bir tanesi, çiftleri evlenmeden önce, “Evlilik nasıl bir şeydir, eş seçimi nasıl yapılır, neye dikkat edilir?” diye standart bir eğitimden geçirmek ve bu alanda insanlığın biriktirdiği bilginin özünü onlara aktarmak. Aynen hijyen kurallarını aktarmak gibi. Bunlara evlilik okulları deniliyor. Bunların nişanlılar için henüz eş bulmamış kişiler için ya da görünürde sorunları olmasa bile evli çiftlerin birlikteliklerini güçlendirebilmeleri için, eğitim veren versiyonları var. Aslında örnekleri Türkiye’de de var. Mesela ben, evlilik öncesi, nişanlılık dönemi ve evlilik güçlendirme şeklinde olan bir programı yazdım, yaptık, uyguladık, 7 bin kişiye aktarıldı. Şu anda Türkiye’nin birçok yerinde buna benzer programlar var. Bunlar 3-5 saatlik programlar, öyle çok yüksek programlar değil.
Batı’da, toplumun neredeyse yüzde 40-50’si böyle bir eğitimi almış oluyor. Türkiye’de muhtemelen böyle bir eğitimi alma oranı %3’lerde. Büyük bir mesafe var. Gerçi Batı’da boşanma oranlarının ve Batı tipi evlilikteki başarısızlığın bu eğitimlerin bir zorunluluk haline gelmesinde önemli bir etkisi de var. Böyle eğitimlere yönelmek zorunda kalıyorlar; çünkü evliliklerini yürütebilmeleri bize kıyasla pek de mümkün olmuyor. Yine de daha önce de belirttiğimiz gibi artık kültürler birbirlerinden önemli ölçüde etkileniyorlar. Bizde de boşanma oranı ve evlenme yaşının arttığını, çocuk dünyaya getirme oranın ise düştüğünü göz önünde tutarsak bu konuda bir farkındalık, bilgilendirme çalışmasına ihtiyacımız olduğunu görebiliriz. Fakat bunu bir zorunluluk haline getirmek biraz fazlaca sert olabilir. Çünkü insanların bilgileri değişik yerlerden alma hakları var. Bununla birlikte kamunun, sivil toplumun, cemaatlerin kendi bünyelerinde buna benzer eğitim programları oluşturması ve bunu yaygınlaştırması, Batı’nın durumuna düşmeden alınması gereken bir önlem gibi görünüyor.
Sorunuzun ikinci kısmı, eş seçme süreçleri ile ilgili. Değişik eş seçme stratejileri var. Birbirini ilk kez görüp beğenerek kendiliğinden tanışma, arkadaşlar tarafından tanıştırılma, bir ortamda tanışma, aile tarafından tanıştırılma gibi çeşitli versiyonlar var. Aslında her stratejinin de kendine özgü avantaj ve dezavantajları var. Ailelerin çocuklarına eş bulma çabası içinde olmaları ve bunun için çalışmaları uzunca bir süre aşağılandığı için geri bir usul olarak reklam edildi. Oysa şu anda buna geri usul diyemeyiz. Hatta meşru, oldukça avantajlı bir yöntem olduğunu da görebiliriz. Çünkü şöyle bir şey yok artık: İster arkadaş, ister cemaatten biri, ister aile bulduğunda, “Bu sana uygun. Haydi, birbirinizin bir yüzüne bakın da evlenin…” demiyor kimse. Bir araya getiriyorlar; “Bak, böyle biri var, şöyle şöyle özellikleri var. Bir oturup bakın birbirinize.” İlk izlenimde pozitif bir şey olursa bir adım ileriye gidiyorlar, birkaç görüşme… Bu artık bütün tarafların kabul ettiği bir norm haline geldi. O yüzden, bunun meşru bir tanıştırma biçimi olduğunu anlayabiliriz. Bu olası çiftleri bir araya getirerek kendi kararlarını almalarına yönlendiren, rehberlik eşliğinde olan bir usul. Bizim bu yöntem üzerine biraz daha çalışıp bireylerin kendilerini ve karşılarındakini görüp ortaya koyabilecekleri birtakım standartlar, rehberlik yöntemleri geliştirerek, onu daha güçlendirmemiz mümkün olabilir. Bunun meşru olduğunu, iyi bir yöntem olduğunu, bunun da kendine özgü avantaj ve dezavantajları olmakla beraber iyi uygulamalardan biri olabileceğini artık kabul etmek ve bu konuda da biraz daha aktif davranmakta fayda var. Ailelerin kendi gelinlerini bulma konusunda daha aktif olması lazım. Yani “Bu zamanda da olur mu? Bırak, kendi bulsun.” sözünün problemli bir söz olduğu, annelerin çocuklarına eş adayları seçenekleri sunmakla ilgili görevleri de olduğu kanaatindeyim.