İNANCIMI SİNEMAYA YANSITMANIN YOLLARINI ARADIM
Yönetmenlik; doktorluk ve mühendislik gibi bir uğraş değil. Yönetmen olma süreciniz nasıl gelişti?
Kırıkkale’de İmam Hatip okulunda okuduğum yıllarda kendime göre birkaç senaryo çalışması yapmıştım. Birinin ismi de Kazıklı Voyvoda idi. Ama birinci derecede ilgim daha çok şiir ve romana idi. Yüksek öğrenim nedeniyle İstanbul’a geldiğimde cilve-î Rabbânî, yolumu Milli Türk Talebe Birliği Sinema Kulübü’ne düşürdü. MTTB o dönemde Üstad Necip Fazıl Kısakürek etrafında hârelenen millî değerlere sahip üniversiteli öğrencilerin kümelendiği bir yerdi, bir ocaktı. Malum, bugünün pek çok siyasetçisi de oradan yetişmiştir. MTTB’de dostlukları, sıcaklıkları halen doludizgin süren bir arkadaş grubu ile tanıştım. Rahmetli Yücel Çakmaklı da aralarındaydı. Orada inancımızı sinemaya yansıtmanın yollarını aramak idealiyle çeşitli açıkoturumlar, seminerler ve film gösterileri yaptık. Belli bir zamandan sonra da kendimi çok geçmeden setlerde buldum. İlk filmimi çektiğimde üniversitede son sınıftaydım. Hem de o yılların ultra star bir oyuncusuyla.
ULUSLARARASI DAĞITIM AĞINI KURMADAN SİNEMA SEKTÖRÜNDE İYİ BİR YERDE OLDUĞUMUZU SÖYLEYEMEYİZ
Türk Sineması’nın dünyadaki yerini nasıl görüyorsunuz?
Artık senede 10-15 filmin zor çekildiği anları geride bıraktık. Bugün 100’ü aşkın yerli film çekiliyor. Halkın yerli filme büyük ilgisi var. Bu iyi bir fotoğraf, fakat işin arka planı öyle değil. Harcamalarını kazanca dönüştürmeyi başaran filmlerin sayısı çok az. Çoğu kişisel macera olarak kalıyor ve zarar ediyor. Bu nereye kadar gider? Bu belli değil. Sektörün çok iyi bir yerde olduğunu söyleyebilmek için uluslararası dağıtım ağını kurmamız gerek. Bu hâlâ yok. Öyle kolay oluşan bir netice de değil. Hollywood etkisini kırmak gerekiyor ki bu Amerika’yı yenmek gibi bir şey. TV sektörü özellikle Orta Doğu ülkelerinde çoğu yerli dizilerle bu çerçeveyi biraz yırttı gibi duruyor. Ancak, sinema sektörü bu konuda hâlâ kurak bir vaziyette. Ticarî bir sektör olarak değil de sinema dili ve festival sektörü dikkate alındığında çok iyi bir yerde olduğumuz söylenebilir. Başta Nuri Bilge Ceylan ve Semih Kaplanoğlu olmak üzere bağımsız sinemacılarımız bu konuda ülke sinemasının önünü açtılar, yurt dışından büyük ödüller getirdiler. Özellikle gençliğin sinemaya yönelmesine büyük katkıda bulundular, cesaret verdiler.
Katar yapımı ‘Halife’nin Düşüşü’ dizisini Türkiye’ye getirdiniz. Bizi, Osmanlı’yı anlatan Katar yapımı bir dizi. Bu diziyi öne çıkaran neydi? Dizinin transferi nasıl oldu?
Yapımcı bir arkadaşımız diziyi Katar’da bir film festivalinde görmüş, bize gösterdi. İlginç bulduk. Osmanlı’ya düşman hale getirilen Arapların bir Osmanlı dizisi yapması çok hoştu. Bir bölümüne baktık, bizdeki resmî tarihin dışında özellikle Osmanlı’yı içten kemiren masonik yapılanmaları büyük bir cesaretle anlatıyordu. Almaya karar verdik ve tercümesinde, dublajında çok titizlik gösterdik. Özellikle bizden bir tarihçinin süzgecinden geçirdik.
SİNEMAMIZDA ORYANTALİST BİR BAKIŞ VAR
Arap yapımı olan diziyle Türk yapımı tarihi dizileri karşılaştırır mısınız?
Bir bu diziye, bir de bizdeki malum diziye baktığımızda elbette bizi bizden daha doğru anlatmışlar denebilir. Malum, bizdeki egemen kültürde özelikle yakın tarihimize gerçekçi bakışlar yok. Ya ne var? Uzun yıllardır şekillenen oryantalist bir bakış var. Bizimkiler televizyon dilinde usta. Ama bakışları sakat. Araplar, sinema ve televizyon dilinde yetersizler ama bakışları sağlam. Tabi bakışta sağlamlık, tarihi olayları etüt ederken de başarılı olmak anlamına gelmiyor. Detaya daldığımız zaman tarihi araştırmalarda biraz aceleci davrandıklarını görüyoruz.
GENÇLER YAKIN TARİHİMİZİ BİLMİYORLAR
Dizide anlatılanların günümüze ışık tutan yönleri neler?
Ülkemizde yeni nesil sosyal sürüklenişe paralel olarak sekülerleşti. Artık fikir adına içi boşaltılmış bir gençlik var önümüzde. Özellikle imanî, ahlakî ve tarihî meselelerde hassasiyetlerini yitirmiş; futbol ve pop starlarıyla yatıp kalkan; çarpık batılılaşmanın ürünü bir gençlik. Yakın tarihimiz hakkında çok az şey biliyorlar bu gençler. Bildikleri de uluslararası hegemonyanın manipüle ettiği türden. Şimdi böyle bir nesle, gerçekleri manipüle edilmiş olan tarihin aksine, bu manipülasyonu iki asırdır sürdüren gizli elleri, masonik yapılanmayı deşifre eden bir mesaj veren bir film, bir dizi olursa bu hayatî değere sahip bir iş olmaz mı? İşte “Halife’nin Düşüşü” bu açıdan yeterli. Taşıdığı ışık bu…
TARİHİ DİZİLERİ, DİNİ VE TARİHİ HASSASİYETİ OLMAYAN YÖNETMENLER ÇEKİYOR
Anlı şanlı bir tarihimiz var. Bir şeyleri anlatmak, mesaj vermek için sinema büyük bir güç. Türk sinemasında tarihimizi anlatan prodüksiyonlar neden çekilemiyor, eksik olan nedir?
Bu işe ilk başladığımız 70’li yıllarda toplumdaki çarpıklıkları gören ve inancımızı hakim kılma cehdi içerisinde olan bilinçli zenginler çok azdı. Hatta hiç yoktu denebilir. Bizler de ilk filmlerimizi esnaftan memurdan topladığımız hep küçük birikimlerle yaptık. O filmlerde teknik zayıftı, prodüksiyon zayıftı ama aşk vardı, heyecan vardı. Hepsi de Türk Sineması’nı bir bir salladı. Şimdi her biri yılda en az on film çektirtecek yüzlerce dindar Müslüman zengin sayabilirim ama filmlerimize finansman bulamıyoruz. Aynı mantalitede olduğunuzu varsayabileceğiniz kimi kanalların çektirdikleri tarihi dizilere bakıyorsunuz; oryantalist zihniyetli dinî ve tarihî hassasiyetleri olmayan yönetmenlere çektiriyorlar. Sonuç fiyasko tabi. Çünkü sanat gönül işi, ruh işi… Film dilini, sırf teknik bir mesele gibi görmek yanlış bir tavır. Eksik olan ne diyorsunuz… Sanırım eksik olduğundan söz edilecek tek şey var: Ruh!.. Dava ruhu!
TARİHİMİZ TERS YÜZ EDİLMİŞTİR
Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez. Sizce milletçe tarih bilincimiz nasıl?
Tarihimizin üstü örtülü… Bugün siyasette de ekonomide de bilimde de sanatta da yeryüzünün en büyük mafyası İsrail. İngiliz’i de Amerika’yı da Almanya’yı da Rusya’yı da v.b. ustalıkla kullanıyorlar. Zaten birçok ülkenin yönetiminde direkt ya da endirekt kendi adamları var. Bu yüzden bağımsızlık mücadelesi veren bir iktidar kendi içinde bir militeri, bir bürokratı, bir teröristi ensesinden tutup kaldırdığında karşısına İngiltere çıkıyor, Amerika çıkıyor, İsrail çıkıyor… Geniş halk kitlelerinin bunu görebilmesi zor. Ona gösterilen görüntüler farklı. Bir de okumayan araştırmayan bir kitle ise bu, o kitlenin, o milletin ne kadar tarih bilincine sahip olacağını varın siz hesap edin. Bilelim ki bizim tarihimiz ters yüz edilmiştir ve ihanetlerle doludur.
TARİHİMİZİ DOĞRU ANLATACAK FİLMLER İÇİN GERÇEK SERMAYE SAHİPLERİ OLUŞMALI
Gerçekleştirmek istediğiniz, idealiniz, hayaliniz neler? Hangi alanlarda kimlerle ilgili film çekmeyi düşlüyorsunuz?
Eskiden makamlar, şöhretler, paralar az önce sözünü etmeye çalıştığımız zihniyetin elindeydi ve bizim gibi tavrını açıkça koymuş, duruşunu rengini değiştirmemiş tipler projelerine sponsor bulmada, PR oluşturmada, pazar fırsatları yakalamada zorlanırdı. Ve biz, bizim için yeni olan bu sektörde hemen “yobaz” damgası yer, hemen hemen her alandan dışlanırdık, horlanırdık, ötelenirdik. Bir film festivaline katıldığımızda “Sen de mi geldin!” diye alaylı bakışlara maruz kalırdık. Şimdi devir değişti, makamlar, paralar, şöhretler önemli ölçüde el değiştirdi. En azından artık bu konularda o kadar mahrum değiliz. Ama biz yine film çekemiyoruz, filmlerimize sponsorlar bulamıyoruz. Bu sadece Mesut Uçakan’a ait bir hal değil. Duruşunu değiştirmemiş bütün idealist sanatçı arkadaşlarımın karşılaştığı bir sonuç. Burada hemen devleti, kimi dostluklarımız olan mevcut iktidarı suçlamayı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu sorumluluğu devlete yüklemek bir zafiyet. Sorun, bir zamanların mücahitlerindeki zihniyet değişimi. O yeniden kendi öz mihverine oturtulmadıkça vaziyet değişmez. Anlayacağınız tuz koktu… Özetlersek şu: Eğer kendi tarihimizi doğru anlatacak filmler istiyorsak bunu yapacak gerçek sermaye sahipleri ve kurumlar oluşması lazım.