Psikolog Abraham Maslow tarafından geliştirilen; “Maslow teorisi” veya “İhtiyaçlar hiyerarşisi teorisi” adı verilen bir insan psikolojisi teorisi vardır. Bu teoriye göre, insanların ihtiyaçları belli kategorilere ayrılmıştır. Her bir kategorideki ihtiyaçların karşılanması ile insanın şahsiyet gelişimi arasında organik bir ilişki söz konusudur. Bu teoride “ihtiyaçlar piramidi” şu şekilde kategorize edilmiştir:
-Fizyolojik ihtiyaçlar: nefes alıp verme, beslenme, su, cinsellik, uyku vb. temel ihtiyaçlar.
-Güvenlik ihtiyacı: vücut, iş, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği.
-Ait olma, sevgi, sevecenlik ihtiyacı: arkadaşlık, aile, milliyet.
-Saygınlık ihtiyacı: kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı.
-Kendini gerçekleştirme ihtiyacı: erdem, ahlaklı olma, ön yargısızlık, doğallık, problem çözme, gerçeklere açık olma vs.
İktisatta ise “azalan marjinal fayda” adı verilen bir kanun vardır. Bu kanuna göre, diyelim ki siz çok açsınız ve elinizde bir miktar yiyecek bulunmaktadır. Aldığınız ilk lokmanın faydası, dolayısıyla sağlayacağı mutluluk maksimum düzeyde olacaktır. Yediğiniz her yeni lokma ile elde edeceğiniz fayda ve mutluluk gittikçe azalacaktır. Bu süreç, siz doyuncaya kadar bu şekilde devam edecektir. Belli bir seviyeye geldikten yani doyduktan sonraki her alacağınız lokma ise negatif etki yapacak, belki de kusmaya doğru götürecektir.
Bir kimsenin arabası veya evi olmadığını varsayalım. Onu temin edinceye kadar tatlı bir telaş ve çalışma içerisinde bulunacaktır. Birikimi, ihtiyacını karşılamaya yetecek hâle gelip ev sahibi olduğunda o kişi, dünyanın en mutlu insanı olacaktır.
İktisat kanunları da esas itibariyle sonuçta sünnetullah dediğimiz sosyal hayata müessir ilahi yasalardır. Azalan marjinal fayda kanununun bize verdiği mesaj, insanların mutluluğu ile ihtiyaçlarının karşılanması arasında bir illiyetin söz konusu olduğu gerçeğidir. İhtiyaçlar giderildikçe insanlar mutlu olmaktadır, ama bir yere kadar. Sınır aşıldığı takdirde kanun tersinden çalışmakta, bu sefer mutsuzluğun yolu açılmaktadır.
Buradan hareketle şöyle bir mutluluk tanımı yapılabilir: “Mutluluk; zaruri ihtiyaçların karşılanma, mutsuzluk ise ihtiyaçsızlaşma düzeyidir.” Burada paradoks gibi gözüken gerçekten ilginç bir durum söz konusudur. İnsanların ihtiyaçları azaldıkça, uğrunda efor sergileyecekleri, mücadele verecekleri bir “değer” kalmamakta, bunun sonucunda kendilerine yapay uğraşlar, ihtiyaçlar edinmektedirler. Hayat monoton, sıradan ve rutin bir hâl almaktadır. Bu perspektifi, azalan marjinal fayda kanunundaki kusma olgusuyla karşılaştırabilirsiniz: Doyumdan sonraki her çaba negatif etki nedenidir. Bunun sosyal hayattaki yansıması “değerler erozyonu” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani her şey kararında ve kıvamında güzeldir. Limitler zorlandığında birtakım komplikasyonlar oluşabilmektedir.
Bir de “Enneagram kişilik analiz yöntemi” vardır. Kendini gerçekleştirme, arama ve kendini tanıma arayışında bilinen en eski ve etkili metodolojilerden biridir. Enneagram, Yunanca’da dokuz anlamına gelen “enna” ve model veya figür anlamına gelen “gram” sözcüklerinden türetilmiştir. Enneagram metodolojisinde “Mükemmeliyetçi, Yardımsever, Başarı Odaklı, Özgün, Araştırmacı, Sorgulayıcı, Maceracı, Meydan Okuyan ve Barışçı” olarak adlandırılan 9 farklı kişilik tipi bulunur. Söz konusu bu yöntem; hem kişinin kendini tanıması, aynı zamanda da kendi kategorisinde ileriye dönük kendini nasıl değiştirip geliştirebileceği ve dönüştürebileceği noktasında yönlendirme ve projeksiyon imkânı tanır. Dünyaya bakış açınızı belirleme esasına dayanır. Kişisel tipinizi ve bu tipe ait olan temel özellikleri keşfettiğinizde, sizi neyin motive edeceği, zorluklarla başa çıkma stratejilerinizi ve kişisel gelişiminiz için anahtar noktaları da keşfetmiş olursunuz. Bu yöntemde sizin hangi grupta yer aldığınız kişilik testleri ile belirlenir. Doğru bir tespitle kişiliğinizi analiz eder, o doğrultuda hayatınıza yön verirseniz hayatta başarı, verimlilik ve mutluluğu yakalama katsayınız da o nispette yüksek olacaktır. Böylelikle evlilik, iş, sanat, siyaset… hemen her alanda yükselen bir trendi yakalamış olursunuz.
Allah (c.c.) insanları, her an bir ihtiyacı olacak biçimde yaratmıştır. Bu ihtiyaç maddi veya manevi boyutta olabilir. İhtiyaçlarının karşılanmasına matuf her eylem ve söylem, insan için niyetine göre amel veya ibadet şeklinde tezahür edebilir. Hedefine ulaşıncaya kadarki tüm çalışmalar, cehd ve gayretler o kişi için bir mutluluk egzersizidir. İhtiyaçlar çalışma, çalışmalar da mutluluk vesiledir. Tersi bir durum mutsuzluk nedenidir.
Ne enteresandır ki her türlü ihtiyacı karşılanan dünya çapındaki birçok ünlü starın intiharı seçmesi gerçekten ilginç bir durumdur. Para, şöhret, cinsellik vb. yönlerden doyuma ulaşan insanlar, sırf değişiklik olsun diye farklı zevklere, sapkınlıklara yönelmekte; eşcinsellik, fetişizm, hedonizm, nihilizm, ”new age” akımlar gibi arayışlara sürüklenmektedirler… Bu hâl, sahip oldukları nimetlere teşekkür etmesini bilmeyen insanlara karşı kurulmuş bir tuzaktır, bir nevi Allah’ın mekridir.
Kendisini her şeyden müstağni addeden insan, mutsuzluk anaforuna kapılmaktan kendisini kurtaramaz. Şükürden uzak her türlü tatmin ve ihtiyaçsızlık, kişinin azgınlık ve şımarıklığını tetiklemekten öteye bir sonuç doğurmaz. İnsan her zaman kendisini, Yaratan’ına karşı muhtaç hissetmek durumundadır. Fıtratı, hilkati bu şekilde dizayn edilmiştir. Kulluk kalitesi de bu sırra mebnidir. İhtiyaçsız olan yegâne varlık Yüce Allah’tır. Çünkü O Samed’tir: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şeyin kendisine muhtaç olduğu Zât’tır.
Gerek “Maslow’un ihtiyaçlar piramid”i, gerek iktisattaki “Azalan marjinal fayda” kanunu, gerekse de “Enneagram kişilik analiz yöntemi” bizlere şu gerçeği ifade etmektedir: İnsan var ve her bir insan belli bir kişilik grubuna dahil. Aynı zamanda da bu farklı kişilik kategorilerindeki her bir insanın ihtiyaçlar piramidinde de çok farklı ihtiyaçları söz konusu. Eğer kişilik ve ihtiyaç koordinatlarınızı sağlıklı bir şekilde analiz ve tespit edemezseniz, diğer bir ifade ile, kişilik grubunuz ile piramitteki kategorik ihtiyaçlarınız arasında en optimal (en uygun) kombinasyonu kuramazsanız kendinizi bulamaz, kendinizi tanıyamaz dolayısıyla da kendinizi gerçekleştiremezsiniz. Bu halin doğal sonucu da kendi ile barışamamak, tersinden ifade ile de hem kendisi ile hem de başkaları ile sürekli çatışma ve savaş halinde olmaktır. Oluşacak stres, depresyon ve anksiyete bozuklukları; dozajı nispetinde obsesif-kompulsif sorunlara, nevrotik rahatsızlıklara, psikozlara hatta psikosomatik hastalıklara bile yol açabilecektir.
Bu ruh halindeki insanlar sürekli rol yapma ihtiyacında olacaklardır. İnsanlarla sağlıklı iletişime geçemeyecek, yeterince sosyalleşemeyecek dolayısıyla da insanlardan kaçacaklardır. Aslında kaçtığı kişi kendisidir ama farkında değildir. Hiçbir zaman kendisi gibi olamayacak sahte bir hayatın zebunu olacaklardır. Kendilerini sürekli maske takma ihtiyacında hissedeceklerdir.
Bu sahtelik ve sanallıktan kurtulmanın yolu; gerek şahsiyet ve karakter gerekse ahlaki anlamda kendisi ile barışık, kendini gerçekleştirmiş… yüce şahsiyetler dediğimiz Peygamberler ve evliya denilen kâmil insanları örnek almak ve tanımaktan geçer. Nitekim yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm bu noktada çok sayıda örnek hayat ve olayları dikkatimize sunar.
Sahte hayatlar, maske kişiliklerden arınmayı, ancak o ahlak kahramanı abide şahsiyetleri hayatımıza hayat yaparak başarabiliriz. Çünkü onların her şeyi hakikidir:
Başlarına gelen olaylar çok özeldirler. Çünkü özel senaryolardır. Özel olmalarının temel nedeni ibret, ders ve mesaj yüklü olmalarından dolayıdır. İlahi olmalarıdır ki onları sıradan olaylardan farklı kılar. Yaşanılanlar; masa başında hazırlanmış hayal mahsulü, fiktif kurgular olmayıp gerçekliğin ta kendisidir. Özünde barındırdığı sırlar dolayısıyla didaktik ve eğitici, aynı zamanda insanları terbiye eden bir nitelik taşırlar. Yapmacıklık yoktur, yalındır, doğaldır, içten ve samimidirler. O yüzden de sıra dışı, hikmet yüklü ve çok etkileyicidirler.
Yaşanmış ibretamiz anekdotların, kıssa, nebevi nükteler ve evliya menkıbelerinin; insanlar üzerinde terapi ve rehabilite edici, rahatlık ve huzur veren, ayrıca içinde bulunduğu problemlerini halletmekte, terbiye ve tedavilerinde büyük etkilere sahip olduğu tecrübelerle sabittir.
İnsanların hakikat arayışlarında kıssalar çok önemli yer tutarlar ve Rabbani terbiye ve tedavide de çok özel metotturlar. O nedenledir ki yüce kitabımız Kur’ân’da da çok sayıda kıssa zikredilmiş ve insanlığın dikkatine sunulmuştur: Hz. Adem, Hz. Yunus, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve diğer peygamberlerin Allah’ın dinini yaymak uğruna başlarına gelen ilginç olaylar, güzel bir dille ve öğüt veren bir tarzda anlatılır. Kıssaların geri kalanından bir bölümü peygamber olmayan bazı şahıslar hakkında, bir bölümü de geçmişte yaşamış toplumlar hakkındadır. Kur’ân’da en uzun ve en çok dikkat çeken kıssa ise Hz. Yusuf’un kıssasıdır. Bu kıssaya “Ahsenü’l-Kasas” (kıssaların en güzeli) denilmiştir.
Burada şu hususu vurgulamadan geçmeyelim: Allah’ın insanlar üstünde sayısız nimetleri vardır. Bu nimetleri insan kendinden bilirse gurur ve kibir olur, yok bu nimetleri inkâr edip gizlerse bu da küfran-ı nimet olur ki her iki durum da manevi bir hastalıktır. Tahdis-i nimet ile kibir, zahirde birbirine benzerler ama aralarında çok fark vardır. Tahdis-i nimet, insanın üzerindeki nimet ve ikramların Allah’tan olduğunu bilip izhar ve ilan etmesi iken; kibir, bu nimetlerin Allah’tan olduğunu inkâr edip haksız yere sahiplenip temellük etmesidir. “Nimeti tahdis” (bini’meti rabbike fehaddiś); Duhâ suresinin son ayetinde geçen Kur’ânî bir kavramdır. Tahdis-i nimet şükretmektir, şükür edildiğinde de nimet artırılır. Nitekim Allah Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) “Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah (c.c.) nimetinin eserini (görüntüsünü) kulunun üzerinde görmek ister.” (Buhari, Libas 1; İbni Mace, Libas, 23)
Hayatımızda mutluluğu yakalamak, yapmacıklık ve sahtelikten kurtulabilmek için “değer ve önem sıralaması” yapmak da çok önemli bir yer tutar. Çoğu insanın başarısızlığının altında, ihtiyaçlarını karşılarken neye öncelik vereceğini bilememesi yatar. Aşağıda aktaracağım anekdot sanırım bu konuda oldukça isabetli olacaktır:
Bir gün bir profesör elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden önüne büyükçe bir kavanoz alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler. Bu sefer profesör, önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını çalkalayarak kavanoza döker. Böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar; onlar da “Evet, doldu.” derler. Profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabi ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar. Öğrenciler de koro halinde ‘evet’ derler. Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen iki fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır. Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler! Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek ‘eveet’ diyerek; “Ben bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım.” der. “Şöyle ki: Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs. Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. Şayet kavanoza önce kum doldurursanız çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.” der.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi, mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Ailenizle vakit geçirin. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.
Bu ara bir öğrenci sorar: “Peki, o iki fincan kahve nedir?” Profesör gülerek: “Bu soruyu bekliyordum. Hayatımız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarımız ve sevdiklerimizle bir fincan kahve içecek kadar yer vardır!”
Herhangi bir çıkar gözetmeksizin, oportünizme kaymadan insanlarla sevgi ekseninde hayat tesis etmek, fedakârlık, diğerkamlık, şefkat, merhamet, dua, yardımlaşma ve dayanışma… sosyal hayatta bizleri maske takmaya iten sahteliklerden kurtaracaktır.
Sevenin sevdiğinden istediği tek şeydir dua. Ayrı bedenleri bir muhabbette birleştirendir dua. Çaresizken sığındığımız tek limandır dua. Kulun Rabbi ile baş başa buluştuğu andır dua. Yoksulun ekmek kapısı, dertlinin derman kapısıdır dua… Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor: “İmanı kâmil olan, sevdiği kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil, sırf Allah rızası için sever. Gerçek iman da budur.”
Ebu İdris Havlani’den nakledilmiştir: Bir gün Dimeşk mescidine girmiştim. Güler yüzlü bir gençle karşılaştım. İnsanlar etrafını sarmış, ihtilafa düştükleri meseleleri ona soruyor, söylediklerini de kabul ediyorlardı. Kim olduğunu sordum. Muaz bin Cebel olduğunu söylediler. Ertesi gün yine gittim, o zât namaz kılıyordu. Namazını bitirince selam verdim ve “Vallahi seni Allah için seviyorum.” dedim. “Allah için mi?” diye sordu. “Allah için!” dedim. Elbisemin kenarından tutarak beni kendine çekti. “Müjdeler olsun sana! Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: “Allahu zülcelal buyuruyor ki: Benim rızam için birbirini sevenlere, benim rızam için oturup sohbet edenlere, benim rızam için birbirlerini ziyaret edenlere ve birbirlerine harcamada bulunanlara muhabbetim haktır.”
Dünyaya o kadar dalıyoruz ki teknik deyimle; çoğu zaman dünyaya “online” maneviyata “offline” (Feyz akışı kapalı) durumdayız. Bunu tersine çevirip; dünyaya “çevrimdışı” ukbaya “çevrimiçi” (Feyz kanalları açık) vakitlerimizi artırmamız gerekiyor. Unutmamak lazım gelir ki, sevgiyle yapılan her şey değerlidir. Ne yaptığımız değil, yaparken ne kadar sevgiyle yaptığımız önemlidir. Ne verdiğimiz değil, verirken ne kadar sevgiyle verdiğimiz önemlidir ve Allah için olan hiçbir şey küçük değildir. “Sevgi ve hayr” üzere yaşamak her kilidi açan sırlı anahtardır.
Yazımızı Efendimiz’in (sav) çarpıcı şu hadis-i şerifi ile noktalayalım:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki hayrın anahtarları, şerrin de kilitleridirler. Öyle insanlar da vardır ki şerrin anahtarları, hayrın kilitleridirler. Ne mutlu Allah’ın hayra anahtar kıldığı kimselere! Yazıklar olsun şerrin anahtarı olanlara!”
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

