Maktul Dürüstlük İse Faili Korkudur / Ayşegül Hakverdi

gonul44-durustlukHayatlarımızı koca yalanlar üzerine kurduk. Adımız “Müslüman” soyadımız “alakası yok” oldu. Mutluluk dediğimiz duyguyu hep belli amaçlar üzerine kurduk. Amaçlarımıza ulaştıkça haz aldık ama mutlu olmadık. Ulaşamadıklarımızsa, kışın ortasında güneş gibi öyle uzaktan içimizi ısıtıp işte kesin buna ulaştığımızda ya da şu olduğunda çok mutlu olacağım dediğimiz yalancı baharlar.

Çoğu insanın bu kovalamacalarla hayatı son bulur. İçimizdeki sevgi duyma, mutlu olma gibi hislerimizi haz duygusuyla oyalayıp hiçbir şey anlamadan göçüp gidiyoruz bu dünyadan. Bazen nedenler, niyeler derken çözüm noktalarına geliriz. Ancak elimizi vicdanımıza koymadığımızda, yani dürüst olamadığımızda, yalanımıza kaldığımız yerden devam ederiz.

Kişiler manevi kapasiteleri ve akıl ağırlıklarınca dürüst olabilirler. Ancak bu dürüstlük bizim yapay dünyamızı gerçeğe çevirebilir. Bu yapaylıkları gerçeğe çevirebilecek insanlar her yüzyılda gelmiş ve o devrin “cesur yürekleri” olmuş dürüst insanlardır.

Burada bahsettiğimiz dürüstlük her zamanki gibi kavram kargaşasına uğramış, dürüstlüğü “açık sözlüyüm” diyerek edepsizliğiyle karıştıran kişilerin anlayışı değil. Günümüzde edepsizlik, patavatsızlık, bir yalanı doğruymuş gibi bağıra çağıra konuşmak, dobravari hareketler içinde bulunmak dürüstlük gibi lanse ediliyor. Böylece birçok kişi riyakârca ahlaksızlıklarını daha rahat örtbas edebiliyor. Ne kötü, böyle bir ahlakın tam tersi bir ahlakla karışması ve de kullanılması. Ancak böyle insanların biraz üzerine gidin zilletini görürsünüz. Allah’ın verdiği izzeti yaşamadığımız sürece, içine girdiğimiz her sahte ahlak yıkılmaya mahkûmdur. Hele ki mevzu dürüstlükse…

Dürüstlük en başta kişinin kendisine saygısıdır; ben varım demesidir. Bu varlığı da kimi zaman olması gereken psikolojik desteklerin eksikliğiyle yalancı varlığa çevirebiliyoruz. Yani varlık bulma adına dürüstlüğümüzden ödün verebiliyoruz. Bu ahlakımızın örselenmesine en çok sebep olansa sevgisizliktir. Sevilmek için, kendimizi sevmek için yalancı bir varlık oluştururuz. Maalesef ki bu temel ihtiyaç karşılanmadıkça da bu durum devam ediyor.

Dürüst olmak başta kendini sevmekten geçer. Başkalarını kandırmaya çalışan her insan kendi kendine bir takım aklî deliller uydursa da hiçbir şekilde kendisine saygısı olmayan ve kendisini sevmeyen bir insandır. Zaten kendi kendilerine yapılandırmaya çalıştıkları sahte ahlakları, yalanları biraz sekteye uğrayınca -hatta daha uğramadan- içine girdikleri ispat veya tabiri caizse kıvırma çabasını dehşetle seyredersiniz. Ancak hak olan er ya da geç ortaya çıkar. Hak olan ortaya çıktığında da kişinin imtihanı çok büyük olur. Ya büyük bir tövbe edecektir ya da nefsine yenilip tutunduğu sebepleri bırakmadan riyakârca içsel bir kibirle yaşayacaktır. Bu arada riyakârlık, insanların taklit ederek nefsindeki hastalığı yenme mücadelesiyle karıştırılmamalıdır.

Hepimizin içinden çıkamadığı kendine karşı dürüst olamadığı durumlar muhakkak vardır. Tamamen dürüst olabilmek babayiğit işidir. Dürüst olmamızı engelleyen şey genellikle korkularımızdır. Onca yetişme bozukluğu, bir sürü psikolojik etmen, nefsimiz, hepsi toz kadar şeyleri gözümüzde devleştirip büyük korkular oluşturur. Tabi bazen ciddi büyük imtihanlarımız, bu yüzden de büyük korkularımız olur. Bunlarla baş etme süreci insanı çok yıpratır. Yıpranmadaki en büyük paysa kaybetme korkusudur. Ya kendimizden ödün verip kendimize olan saygımızı, daha kötüsü saygıyla beraber sağlıklı varlık duygumuzu yitirip aşağılık duygusu yaşamaktan korkarız. Ya da gene varlık duygumuzu bu sefer bir başkasına bağladığımız için birini kaybetmekten korkarız. Bu da bizi haklıyken dahi haksız duruma düşürebilir. Çünkü karşımızdaki insan bunu fark ettiğinde bizi suistimal edip zayıf duygularımızı her yöne çekebilir. Biz de bu korkularla, kaybetme korkularıyla dürüstlüğümüzden ödün veririz. Bu da en başta bizi çok iyi bilen nefsimizin güçlenmesine, onunla mücadelenin temeli olan dürüstlüğümüze çelme takarak çamur içinde yüzmemize sebep olur. Yalnız bir şeyi iyi ayırt etmek lazım. Edep ve hayâ duyguları sebebiyle toplum önünde bir ayıbının açıklanmasından çekinmek zillet veya korkaklık değildir. Ya da çirkef, ahlak yoksunu, laftan anlamayan, ahmak bir insanın seviyesine inmek istemediğinizden göstermiş olduğunuz sükûnet ve sabır da korkaklık değildir. Korkuyu bunlarla karıştırmamak gerekir.

Evet, insanın insan gibi yaşaması için nefsiyle mücadele etmesi şarttır. Her türlü kötülüğü yapmaya müsait nefsimiz önceleri aklî deliller uydursa da sonrasında canavarlaşıp her türlü kötülüğü severek yapar. Bu duruma gelmemek için kendimize karşı dürüstlüğümüz çok önemli ve de olmazsa olmazımızdır. Bir şey daha vardır ki; bazen ne kadar dürüst davranırsak davranalım aklî delillerle nefsimizin bizi sıkıştırıp bunalttığı anlar. Bu anlarda bilmeliyiz ki Allah’ın (c.c.) yardımı olmadan nefsimizle baş edemeyiz. Buradaki en önemli şey Allah‘a sığınıp tövbe etmek. “Zaten sığınıyorum niye tövbe edeyim?” derseniz tövbenin çok güzel bir sırrı vardır. Gerçek bir sığınmadır. Samimi bir tövbe ettiğiniz an kalbiniz yumuşar, nefsiniz susar ve rahatlarsınız. Mücadele kolaylaşır…

Kendimizdeki hastalıkları, zaafları görmek için aynı zamanda da tüm güzel ahlaklarımızı, manevi değerlerimizi görmek için dürüst ve adaletli olmalıyız. İlim, irfan ve hikmet ehli Şenel İlhan Beyefendi’nin “İstikamet En Büyük Keramettir” isimli yazısından esinlenerek üzerinde durduğum dürüstlüğü, kendisi şöyle anlatmıştır: “Evet, insanın kendisine karşı dürüst olması çok çok önemli ve bu dürüstlüğünü koruması ise ondan daha da zor; ama ondan da daha fazla önemli ve olmazsa olmaz denecek kadar şarttır… İnanın zerre kadar mübalağa yapmıyorum. Bu mesele o kadar önemlidir ki, doğru dürüst Müslüman olmak da Müslüman kalmak da hayatta başarılı olmak da kendine karşı dürüst ve adaletli olmaya bağlı diyebileceğimiz kadar önemli, önemli, çok önemlidir… Kendine karşı dürüst olmak bu kadar önemli olunca, böyle büyük bir meziyetin çok büyük bir manevi makam olması bir yana, iman eden her avam müminde bile fıtraten az ya da çok var olduğu kesin önemli bir değerdir. Ama daha çok Allah’ın kendisi için yarattığı zekâsı üstün, aklı dengeli, basireti güçlü, ağırına gitse bile doğruları rahatça kabul edebilecek kadar hakikat aşığı, çok kaliteli ruha sahip yüce şahsiyetlerin kesinlikle değişmez meziyetleri ve ahlaklarıdır…”

Dürüstlüğümüzü sekteye uğratan şeylerin korku olduğunu söylemiştik. Aslında bu korku da kendimiz sandığımız nefsimizle yüzleşme korkusudur. Mesela cimri bir insan rızık korkusundan dolayı cimrilik eder. Bu insana bunun kötü bir şey olduğunu anlatsanız nefsini kendi sandığı için kabul etmez. Daha doğrusu cimrilik ettiğini kabul etmez. Çünkü kabul ettiğinde kendisini çok kötü hissedecektir. Kabul etmediği gibi hemen kafasındaki korkuları anlatmaya başlar. Allah’ın (c.c.) kefil olduğu bir duruma karşı korkularını sayar. Allah (c.c.) kefil deseniz bile Allah’a güven hususunda dürüst olmadığı için aynı şeyi yapmaya devam eder. Bu güvensizliğin altında da sevgisizlik yatar. Gene dönüp dolaşıp sevgiye geldik. Bu hayatta ciddi manada kendimize karşı dürüst olabilmemiz için Allah’ın sevgisini yitirme korkusu dışında bir korkuya sahip olmamalıyız. Allah (c.c.) dışında kimseyi kaybetmekten korkmayan insan olabildiğince dürüst olur. Allah (c.c.) sevgisi ve Allah’ın verdiği güven duygusu bunu anlayabilecek insanı korkularından sıyırır. Zaten insanın, birinin varlığından ya da yokluğundan korkması veya madden bir şeyi kaybetmekten korkması şirktir. Burada tüm bunları Allah için sevmesinden bahsetmiyorum. Allah’ın (c.c.) önüne alarak, ahiret bilinciyle sevmemesiyle oluşan korkudan bahsediyorum. Çünkü insan güzel olan her şeyi sever; bu bir insan da olabilir, madde de olabilir… Ancak ilk sıraya Allah’ı almazsak sevdiklerimizi ahiret odaklı sevmezsek her zaman imtihan ediliriz. Tevbe suresinin 24. ayetinde şöyle buyrulur: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

Bizim en büyük cihadımız nefsimizledir. Bize bu ayette sayılanlar tatlı geldiği için dürüst davranamıyoruz ve en büyük sahtekârlığı kendimize ve de (hâşâ) Allah’a yapmaya çalışıyoruz. Hatta işin kötüsü, Allah rızası için dediğimiz işlerde bile bunu yapıyoruz hiç dürüst olamıyoruz. Çünkü bize verilen her şey Allah’ı aramak için verilmiş ve nefsimizi tanımak nefsimizle de Allah’ı tanımak için verilmiş. Bizse nefsimizi tanıma ve mücadele etme cihadına yaklaşmayıp yani Allah’ı (c.c.) ilk sıraya almayıp Allah’ı tanımaya, sevmeye çalışmayıp verilenlerin de Allah’la hiç ilgisi yokmuş gibi yaşamayı tercih ediyoruz. Bu da sürekli imtihan, en sevdiğimizle imtihan edilmemize sebep oluyor. Tüm verilenlerin, tüm nimetlerin bir ayna olduğunu bilmeliyiz ve ona göre bu hayat yolculuğuna da ne istediğini bilen bir insan olarak devam etmek ve de bu yolculuğu hakkını vererek tamamlamak zorundayız. İşte tüm bunlar bizi kendimize karşı dürüst olma noktasına itiyor. Bu dünyadaki en büyük imtihanımız olan Allah’a güven meselesini gerçekleştirebilmemiz için korkularımızdan sıyrılıp dürüst olmamız gerekiyor.

Tabi dürüst olmak sağlam bir psikoloji de gerektirir. İzzet-i nefs duygusuna sahip çıkan, bu hususta mücadele eden biri olmak gerekiyor. Kendi değerlerini gözardı etmeyecek bir adalet duygusuna ve de basitleştirmeyecek kadar da şeytan vesvesesinden haberdar olmak gerekiyor. En önemlisi de içimizde her türlü en uç noktada kötülüğü yapmaya müsait bir nefsin olduğunu ve bunun bizden ayrı bir şey olduğunu bilmemiz gerekiyor. Tüm bunları baz aldığımızda sağlam bir dürüstlük ahlakına sahip olabiliriz. Öteki türlü, dürüst olacağım diye kendimizi hırpalar, kendi öz değerlerimizi ortaya çıkartacakken farkında olmadan yok etmeye çalışırız. Müspet yanlarımıza, kıymetli değerlerimize, bozuk ölçülerle yanlış tespitler yapıp dürüst olmak adına zillet ya da kibir abidesi canlılar olarak ortalık da dolaşırız. Böyle bir kişiliğin de ne kendisine faydası olur ne de başkasına. Tabi bazı ölçüleri algılayıp oturtabilmemiz için de hatalar yapmamız, düşüp kalkmamız gerekir. Bu da doğal.

Maalesef öyle bir dönemde yaşıyoruz ki dürüst insan bulmak, neslinin tükendiğini sandığın Cebelitarık karanfiline bir dağ yamacında rastlamak gibi. Dürüst insan, eşine nadir rastlanan bir canlı türü gibi oldu. Riyakâr, yalan makinesine dönmüş insanların içinde, dürüst insanlar maalesef ki bu üst çıtadaki meziyetlerinin üzerini örtüp ortama ayak uydurmuşlar. Kendimize biçtiğimiz ve savunma mekanizması olarak oluşturduğumuz rol kişiliklerimizi korumak adına en basit, hiç olmayacak meselelerde bile yalan söyler hale gelmişiz. Birçok insanın ağzı zeytinyağıyla gargara yapılmış gibi hiç tutukluk yapmadan rahatça yalan söylüyor. Sahtekârlık nasıl marifetmiş gibi, zekâ örneğiymiş gibi böyle insandan insana yayıldıysa inşallah dürüstlük de bu dünyada erdemli, fedakâr, ahlaklı insanların varlığıyla, duruşuyla bir enayilik olmadığı, aptallık olmadığı, aksine en büyük kazanım olduğu, yüksek zekâda insanların ancak gerçekleştirebileceği bir ahlak olduğu anlaşılacak ve yayılacaktır. Çünkü zekâsı yüksek insan ânı yaşarken en son varacağı yeri bilerek yaşar. Aptal insan ise en sonunu düşünmeden ânı yaşar ki çoğu da ânı yaşayamaz, yaşar gibi yapıp sıkıntıyla, korkularla tüketir ömrünü.

Allah (c.c.) bizi önce kendine karşı sonra da başkalarına karşı dürüst olanlardan eylesin…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir