Hüzün dolu ve vakarlı şehir Kudüs. Hz Havva annemizden bugüne kadar peygamberler diyarı olmuş, dört bin yıllık zeytin ağaçlarıyla tarihî zenginliğe kök salmış; Hz. İsa’nın göğe, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) miraca yükseldiği, ilk kıblemiz olan, İslam âleminin kutsal şehri. Nuh tufanında suların çekilip emniyette olunan şehrin Kudüs olduğu rivayet edilir. Geçmişin mukaddes izler taşıdığı her bir karesi; sandığa kapatılmış çeyiz misali. Tüm zamanları kuşatan müstesna bir değere sahip. Korunmalı ve hep saklanmalı. Her bir sokağı geçmişi hatırlatan naftalin kokusu gibi keskin ve gizemli. Oraya gidenler o mukaddes şehri görenler, her köşesinde ayrı bir hatıra olan geçmişin izlerini bir bir solumanın huzuruyla dolu anlatımlara yer vermiş, manevi değerini sözlere, yazılara hapsetme cesareti göstermişler adeta. Bugün geçmişiyle müstesna bir değere sahip olan Kudüs, kadim bir mücadelenin adı. 1948’den itibaren sürgün edilen, evleri yıkılan, çocukları katledilen, yaşama özgürlüklerinin alındığı, sebepsiz yere hapse atılan, çeşitli işkencelerle duygularını yitiren gençlerin, eşleri şehit olmuş kalpleri iman dolu kadınların yaşam mücadelesi. Bugün Kudüs bunca zulme rağmen asla pes etmeyen bir direnişin hikâyesi. Küçücük çocuklarının ağzından çıkan her söz iman! Ve ulaştığı imanlı kalpleri bir kurşun gibi yakıyor, parçalıyor. Bugün Kudüs, her Müslümanın yüzleşmesi gereken bir direniş. Bugün Kudüs için geç kalınmış bir duruş vakti. Bugün Filistin için ne yapabilirim sorusunu kalbe indirme vakti. Filistinli bir annenin yavrusuyla yürüdüğü, parkta oynattığı çocuklarının kanlı bedenlerine şahit olmuş tüm sokaklar, yollar, taşlar, topraklar, ağaçlar dile gelse dindiremez acıyı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadis-i şerifte bize şunları söylüyor: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66). Filistin’de her türlü işkence, kısıtlama, sosyoekonomik sorunlar, kontrol noktalarında yaşanan olaylar, suya ve tarım arazilerine erişimin kısıtlı olması, bombalamalar, kendi ülkelerinde özgürce hareket edememek yıllardır maruz kaldıkları ızdıraplarıdır. Bugün Kudüs için bu acıya ortak olma, bu acıyı tüm duygularımızla, uzuvlarımızla yaşama vaktinin son demlerindeyiz. Herkes kendi hayatında geçmişe uzanan bir yolculuk yaptığında Filistin için mutlaka bir yardım derneğinde kendini bulmuş ve oradaki kardeşlerimize yardım eli olmaya çalışmıştır. Müslümanın en güçlü silahı olan “dua” ile gözyaşı dökmüştür. Fakat Filistinli kardeşlerimize yıllardır yapılan zulüm maalesef büyük bir hızla artıyor. Müslümanlara bu zulümler yıllardır çektiriliyor ve kanıksanmış halde hiçbir şey yapılamıyor. Uzanabildiğimiz kadarını sarıyoruz ama yaraları sarmak yetmiyor. Tedavi etmek ve bu bağlamda birbirimize kenetlenmek gerekiyor.
Gerçeği görememek ve anlayamamak, devam eden tehlikeli ve bulaşıcı bir virüs gibi tüm Müslümanları tehdit ediyor. Olması gereken şuur ve bilincin oluşması için aynı zulümleri çekmek mi gerekiyor? Uyku modunda gezen kalpler ne zaman uyanacak ve hakiki imani duruşu sergileyecek? Yaşanan bu zulümleri sorgulamayan, uykuları kaçmayan, iştahı kesilmeyen, içi daralmayan birileri hâlâ geziniyorsa etrafımızda; bırakın Müslümanlığı, insanlık adına çok şey kaybetmişiz demektir. Çocuklar öldürülüyor!!! Siyonist İsrail göz göre göre Filistin’de bir soykırım uyguluyor. Dahası sosyal erişim noktalarında müthiş bir engellemeyle. Orada yaşayan Filistinli kardeşlerimiz ne haldeler? Kimseye seslerini duyuramıyorlar. Çocuğuyla yaşlısıyla kadınıyla Filistin tek başına direniyor!.. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadis-i şerifte bildirdiği gibi Kudüs bize bir ümmet olmayı, birlik ve beraberlik içinde sarsılmaz bir kararlılığı, tek bir vücut olmayı öğütlüyor. Ve yıllardır kanayan uzvumuz Filistin halen kanamaya devam ediyor. Müslümanca bir duruş ve direniş içinde bulunmamız gereken vakitlerdeyiz. Yıllardır işgalci devlet İsrail tarafından yurtlarından, evlerinden edilen Filistin halkı yalnız değil. Filistin hayatta kalmalı.
Uluslararası ceza mahkemesi (UCM) savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçlarına bakan mahkeme olarak günümüzde varlığını devam ettirse de yok hükmünde. Bize bizden başka dost yok. Bugün Müslümanlara uygulanan her türlü zulüm, soykırım gibi vahşetlere duyarsız kalan bir dünyayla baş başayız. Filistin, Doğu Türkistan, Arakan, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir, Özbekistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Moro, Mısır, Kırım, Irak ve Suriye’de savaş ve çatışmaların olduğu, binlerce Müslümanın öldürüldüğü, milyonlarca Müslümanın göçe zorlandığı, can ve mal güvenliğinin sağlanamadığı, fakirlik, yoksulluk, insani olmayan muameleye maruz kalma, hapsedilme, çeşitli işkenceler, asimilasyon, şiddetli baskılar içinde, acı altında yaşayan milyonlarca Müslüman var. 2003 yılında Amerika’nın işgali ile Irak’ta 1,5 milyon insan hayatını kaybetti. 2011’de başlayan Suriye iç savaşında 200 bin insan hayatını kaybetti ve hâlâ savaş devam etmekte. Orta Afrika’da Balaka çeteleri tarafından çocuk, kadın, yaşlı demeden vahşice öldürülen Müslümanlar var ve bölgede hâkim olan Fransızlar buna göz yumuyor. 2013’te askerî darbe olan Mısır’da, halk bastırılarak binlerce kişi öldürüldü. Ülke yöneticileri tarafından camilerin kapatılması, sakal bırakanların, namaz kılanların tutuklanması… Özbekistan’a ait yaşananlar… Keşmir halkına uygulanan şiddetli baskılarla 70 binin üzerinde Keşmirli öldürüldü. Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı işkencelerle binlerce Doğu Türkistanlı katledildi. Çin’in asimilasyon ve baskı politikaları aralıksız devam ediyor. Ve maalesef dünyanın gözü önünde olan bu vahşetlerde, savaşlarda ölenler, savunmasız çocuklar, kadınlar, yaşlılar… Yöneticilerin kanlı politik uygulamaları nereye kadar devam edecek?
Bu acı durum bugünün sorunu değildir. Yıllardır var olan insanlık dışı bu uygulamalara maruz kalan Müslümanlar için kurtuluş ancak bir olmanın gücüyle, kardeş olmanın merhamet ve sevgisiyle olabilir. Önce birbirimizi sevmeliyiz. İtikadi bozukluklara, fikrî ve ilmî yönden İslam’ı ayrıştırıcı düşünce, felsefe ve akımlara maruz kalarak kendi içinde ayrışan İslam ülkeleri ve İslam coğrafyası oluştu. Bugün ben ne yapabilirim sorusunun cevabı ancak birlik ve beraberlikte, bilinç sahibi olmakta ve duygularımızı yitirmemektedir. Bilinçlenmek ve etrafımıza karşı duyarlı olmak bugünün sorunu. Ve olmadığı takdirde sonuçları çok acı. Bugün herhangi bir okulda gençlerle bir araya gelip konuştuğunuzda, düşüncelerini aldığınızda maalesef duymak istemediğiniz birçok şeyle karşılaşacaksınız. Belki de savaşların en ağırı bu. Son zamanlarda toplumca üzerinde durmamız ve önce kendimizle savaşmamız gereken önemli bir sorun, desensitize. Yani duyarsızlaştırmak, hassasiyeti azaltmak, hassaslığı ortadan kaldırma durumu. Doksanlı yıllarda Bosna Hersek savaşında küçük bir çocuktum. Savaş sonrası, savaşa dair acı görüntüler tv ekranlarında ve özel hazırlanan programlarda defaatle yayınlanıyordu. Geçmişten bugüne pek bir şey değişmedi. Bugün Filistin’de yaşanan savaşta çocukların acılarını gösteren videolar defalarca yayınlanırken, mazlum ülkeyi destekleyen tüm hesaplar karartılıyor. Doğru bilgi ve oluşacak şuuru önlemek için duyguları yok etmeye saldırı bu. Bu, üzücü videolara alıştırıp sonunda tepki veremeyen, duyarsızlaşan bir hale getirmek; imanı, amacı ve ideali için aksiyonel bir hayata set çekmek amacıyla uzun yıllar üzerinde düşünülmüş sosyo-psikolojik bir çalışmadır.
Yaşanan bu acıların bir gün son bulacağına imanımız tam. Evimizde, oturduğumuz yerde gaflet ve tembellik içindeki bir yaşayışla mücadele olmayacağı da malumdur. Müslüman güçlü olmalı, inanmalı ve hep çalışmalı. Öğrenilmiş çaresizliğe sürüklendirilmeye çalışılan her türlü çalışmanın karşısında duran azim kararlılık ve imanımız var. Ve biz iman ediyoruz ki “Allah nurunu tamamlayacaktır”, “Allah’tan başka zafer sahibi” yoktur.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

