Kendine benzeyeni seviyor insan. İzlediğim bir programda engelli iki küçük çocuğun hayatı anlatılıyordu. Aynı ülkede ama çok uzak iki bölgede yaşıyorlardı. İkisinin de okul hayatı vardı. Aileleri içinde kabullenilmiş ancak arkadaş ortamında kabullenilemeyen ve sürekli dışlanan iki küçük çocuk. Program bunları bir araya getirmeyi kararlaştırmış. İkisinde de büyük bir heyecan. Anlaşılmak, kabullenilmek, yalnız olmadığını bilmek işte bu duyguların heyecanı.
Kendimize benzeyen ya da benzemek istediğimiz insanlarla bir arada olmak rahatlatır bizi. Uzun uzun cümlelerle kendimizi ifade etmek mi daha kolaydır, yoksa bazen bir bakış, bazen tek bir kelimeyle, bazen de her kurduğumuz cümlede içimizdeki derini fark eden biriyle konuşmak mı daha kolay.
Çeşitli kanallardan girip anlatmamıza rağmen bazen art niyetli bazen art niyetsiz alıp konuyu bambaşka yerlere götüren, ne demek istediğimizi anlamayan birine kendimizi benzetemeyiz, yakınlık kuramayız. Ayrıca psikoloji bakımından da sadece yorgunluk oluşturur. Ancak herkesle farklı boyutlarda anlaşacak bir nokta vardır, yüzeysel de olsa.
Anlaşılmamak sözle olmasa da ruhen dışlanmışlık hissiyatını verir. Bu yüzden aynı yaralarımızın olduğu insanları severiz. Olaylara göre aynı tepkileri verdiğimiz insanları severiz. Kimi zaman da dışarıdan baktığımızda hiç benzemiyormuş gibi gözüken insanları severiz. Ancak benzemediğimizi sandığımız insana aslında benzeriz ama yapamam duygularıyla sadece o kıvama gelmemişizdir. Tepkiler farklı çıksa da düşünce tarzı aynıdır. İşte bu yüzdende farklı gibi gözüken benzerlikleri severiz.
Benzeyeni severiz sevmesine de bir de hiç kendimize benzetemediğimiz ahlak ve karakter yapısındaki insanlarla yaşamak vardır. Bu farklılıklar karakter bazındaysa toleranslı olunabilir ancak ahlaki bazdaysa sıkıntı ve mücadele demektir. Çünkü böyle kişilerin şusuna busuna kızarken bir de bakıyorsunuz ki o kişilere benzemeye başlamışsınız. Çok uzun süre birlikte zaman geçiren insanların simalarının birbirine benzediğini görürsünüz. Bu yüzdendir ki bir arada bulunduğumuz kişiler çok önemlidir.
Ahlakını sevmediğiniz bir insanla beraber yaşamak bir hayat mücadelesidir. Hiç müdahale etmeseniz de kabullenmiş olsanız da benzememek için vereceğiniz bir mücadele vardır. Akıl isteyen, cesaret isteyen, irade isteyen, kararlılık isteyen bir mücadele…
Şöyle bir etrafımıza baktığımızda, günümüze baktığımızda, inandığımız şeylerde kararlı kalmak yerine popülaritenin ardından çok değişken bir şeklide, farklılaşmak adına tek fabrika ürünüymüş gibi hareket ettiğimizi görürüz. Ama sorsak hepimiz marjinaliz. Ne ilginç değil mi, bencilliğin hat safhada olduğu, egoların tavan yaptığı fakat herkesin birbirine benzediği bir çağ. Bu kadar farklı olduğumuzu iddia ediyor ve bu kadar benmerkezciysek doğrusu ve yanlışı düşünülmeden sunulanları sırf popüler diye neden kabul ediyoruz? Çünkü korkağız. Lafa gelince mangalda kül bırakmayan korkaklar.
Elini vicdanına koyarak hayır tüm bu yaşanılanlar yanlış deyip doğruların peşinden hakkını vererek koşabilecek kaç tane insan var. Kaç tane insan bulunduğu toplumda, cemaatde, hatta ailede, çoğunluğun doğru dediği bir yanlışa yanlış diyebilme ve arkasında durabilme cesaretini gösterir. Kaç kişi adalet adına eş, dost hatırını çiğneyebilir. Tüm ahlaksızlıklara rağmen çoğunluğun doğru kabul ettiğine bir de adalet timsali tavırlarla dâhil olurken yüzümüz zerrece kızarmaz. Arkasına sığındığımız ya da arkamıza aldığımız ahlak yoksunu, her biri korkak koyun sürüsü -ama kendi içinde kendini aslan sanan- yalaka bir topluluk içinde hiçbir zaman farklı olduğumuzu iddia edemeyiz.
Tabi ortalıkta çok marjinalmiş gibi dolaşan insanları da görürüz. Şöyle bir düşündüğüm zaman aslında kişiler kabullenilmek için marjinalleşiyorlar. Çünkü önce ben buradayım demek istiyor. Dikkat çekmek istiyor. Sonra biraz ilgi görünce de kendini ifade edip yavaş yavaş kabullendiriyor ya da bunu tavırlarıyla yapıyor. Görüntüsü ya da sözleriyle itiraz eder gibi göstermeye çalışırken, ilgi istiyorum diyor aslında. Bu yüzdendir ki ciddi boyutta düşünsel dünyası faklı, hayata çok ince detaylarla farklı pencerelerden bakabilen, ak görünenin kara, kara görünenin ak olduğunu anlayabilen ve bunda kararlı durabilen insan sayısı çok ama çok çok azdır, dışarıdan çokmuş gibi görünse de.
Haliyle bu belirsizlik içinde daha kendimizi keşfedememişken benzediğimizi sandığımız insanların da zamanla bizden çok uzakta olduğunu anlıyoruz. Kişi kendini keşfettikçe ne istediğini de biliyor. Bu yüzdendir ki kendi kalitemize göre kaliteli dostlar, arkadaşlar seçeriz ve de değiştiririz. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim cümlesi de bu tecrübelerden yola çıkılarak kurulmuş olsa gerek.
İnsan önce kendini tanımalı, ne istediğini, hayattaki amacını belirlemeli. İnsan fıtri olarak bir şeye inanma ihtiyacı hisseder, bu da hayattaki amacımızı belirler. Bu amaçlar etrafında da dostluklar oluşabilir ve bu dostluklar çok da sağlam olur. Ancak bir amacı olan topluluklara sadece kendini ispat ya da varlık bulmak adına giriyorsanız buradaki dostluk sandığınız şey çok uzun sürmeyecektir.
Gerçekten ortak paydalarınız varsa, yaşayacağınız sorunlarda toleranslı ve affedici olabilirsiniz. Aynı derdi dert etmiş olmak, bir yerde muhabbetin kopmasını engeller. Aynı dert ile dertleniyor olmak benziyor olmanın en büyük ispatıdır.
Bizler soluk aldığımız müddetçe her zaman birileriyle dostluk kurma ihtiyacımız olacaktır. Dostsuz yaşayamaz mı insan, yaşar belki ama kupkuru yaşar. Dergimizin sahibi ve başyazarı Şenel İLHAN’ın şu cümleleri bu konunun ne kadar önemli olduğunu anlatır bize: “Cennet nimetlerinin en güzellerinden biri de oradaki dostluklardır… İnsanlarla dostluk kurmayanlar, ünsiyet edilmeyen, aranmayan insanlar cennette de dostsuz kalacaklar. Cehennemde zaten onların dostu yoktur. Cennet nimetlerinin en güzellerinden birisi oradaki dostluklardır. Bir insan cennetteki evini, köşkünü dostlarına göstermek ister. Bu dünyada da böyledir. Paylaşılmayan güzellik tat vermez. Onun gibi burada dostsuz olanlar orada da dostsuz kalırlar. Ünsiyet İslam’da önemli bir ahlaktır. Kendisiyle ünsiyet edilen insan olmak gerekir. İlişkilerde şefkat, merhamet önemlidir.”
Bazı anlar vardır ki hiç dostunuz olmadığını düşünürsünüz. Bunlar da imtihan halleridir. Sevginizin sınandığı, sevginizin dengelenmesi gerektiği, kopuşlar yaşadığımız ya da daha da sağlamlaştığımız imtihanlar. Bize aciz olduğumuzu, insan olduğumuzu hatırlatan durumlardır. Kusursuzun Allah olduğunu, en çok güvenilecek olanın O olduğunu hatırlatan durumlardır. Bir cennet nimetinden talepli olduğunuz halde mahrum kalmak cehennem ızdırabıdır. Ancak çok şey öğretir. Gönlünüzü karartıp sevginizi yitirmezseniz olgunlaştırır ve çok şey öğretir. Kime nasıl davranmanız gerektiğini, ölçülenmeniz gerektiğini öğretir.
Dosttan kasıt da sadece dışarıdan tanıdığınız insanlar değildir. Eşiniz de dostunuzdur, herhangi bir akrabanız da. En çok kime benzediğimizi biz belirleyemeyiz. Bazen iki kardeş birbirine çok zıt olabiliyor da ama çok benzeye de biliyor. Ruh kalitesi, karakter, mizaç, ahlak kalitesi benzedikçe daha çok yakınlaşıyoruz.
Hep aslımıza dönmekten bahsederiz. İçine girdiğimiz rol kişiliklerden sıyrılıp gerçek beni bulmaktan bahsederiz. Ancak bu şekilde kalitemiz, mizacımız, karakterimiz ortaya çıkacaktır ve buna mukabil de doğru ortak noktalarımızı ve doğru kişileri bulacağız. Bu da daha huzurlu bir yaşam demektir. Her insan ister istemez bir his, bir iz bırakır üzerimizde. Olmadık bir kaba dolmaya çalışmak, huzursuz yaşa demektir.
Çoğumuz rollere büründüğümüz için, kimse olduğu gibi görünmediği için, bir yerde patlayacağını bilsek de sahte bir dünya ile yaşarız. Bu roller gerçek beni yetiştiremememizden kaynaklıdır. Komplekslerimizden gerçek benin üstünü öyle bir örteriz ki onu dışarıya çıkartıp yetiştirmeye takatimiz kalmaz. Boşanmaların çoğu da bu sebepledir ya. Evlendikten sonra bu mu prens ya da prenses deyiveriyoruz. Artık çocuk ruhunun tezahürü bedeni büyük olduğu için epey bir kabalık göstergesi olarak ortaya çıkacaktır ve sonuç hep hüsran, maalesef.
Hâlbuki çocukluğumuzda o her şeyi rahatça haykıran, temiz bakan ruhun; sorgulaması, irdelemesi, ifade etmekten, duygularını ortaya koymaktan çekinmeyen bir hal içinde yapılandırılacak insan inşası erken yaşta dengeleri oturtan, karakterli, ne istediğini bilen, matruşka bebekleri gibi içinden başka ve küçük insanların çıkmayacağı bir birey haline getirir. Bunun için bilinçli ebeveynler lazım. Üç kuruş para kazanıyor diye ya da güzel diye içi boş et yığını haline dönmüş insanları birileriyle evlendirip kimseye zulüm etmemek lazım.
Öze dönüş için komplekslerimizden sıyrılıp biraz uçlara kayabilme ihtimaliyle dengeyi yakalamalı. Bu öze dönüşte sadece kendimizi tanıyıp, başkalarıyla benzerliklerimizi yakalayıp, dostluklar kurup huzurlu yaşayamayacağız. Biz bu öze dönüşle kendimizi tanıyacağız ve kendimizi tanıdıkça da aslında bizi yaratanı tanımaya başlayacağız. Bu zamana kadar ki riyakârlık içindeki tanışıklık değil, orijinal, gerçek ve samimi bir tanışmak olacaktır. Çünkü önce kendimize samimi olacağız. Allah ile içten bir tanışıklık dileğiyle muhabbet ve samimiyetle kalın…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

