İtaat ve Teslimiyetin Adı: Kurban / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

Kurban Bayramı, Hicrî takvime göre Zilhicce ayının 10. günü başlayıp 4 gün süren dinî bir bayramdır. “Kurban” kelimesi Arapçada “yaklaşmak” anlamına gelen “karebe” fiilinden türemiştir. Kurban; “kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey” demektir. Kurban, Allah’a yaklaşma, şükretme ve teslimiyeti ifade etmek amacıyla yapılan bir ibadettir. Kurban denilince akla şüphesiz Hz. İbrahim (a.s.) ve oğlu Hz. İsmail (a.s.) kıssası gelmektedir. Hz. İbrahim (a.s.), rüyasında oğlu İbrahim’i kurban ettiğini görür. Bu rüyayı diğer günlerde de üst üste görmesi üzerine, bunu Allah’ın emri olarak kabul eder. Hz. İbrahim (a.s.) oğluna bir bıçak ve ip almasını söyler. Vadiye gitmek üzere yola çıkarlar. Yolda şeytan, insan kılığında Hz. İbrahim’in (a.s.) karşısına çıkar ve onu yaptığından vazgeçirmek için kandırmaya çalışır. Hz. İbrahim o kişinin şeytan olduğunu anlar ve Allah’ın emrini mutlaka yerine getireceğini söyler. Şeytan, Hz. İbrahim’i (a.s.) kandıramayınca oğlu İsmail’in yanına gelir. Ona nereye gittiklerini sorar. İsmail (a.s.) vadiye odun toplamaya gittiklerini söyler. Bunun üzerine şeytan ona babasının kendisini boğazlayacağını söyler ve “Rabbinin bunu emrettiğini zannediyor.” der. Hz. İsmail (a.s.) o küçücük yaşında sergilediği teslimiyet şuuruyla babasının Allah’ın emrini yerine getirmesini gerektiğini söyler ve buyruğa uyacağını ifade eder. Hz. İsmail (a.s.) bu sözleriyle şeytanı alt eder. Şeytan bu sefer de Hz. İbrahim’in eşi Hz. Hacer’in yanına gelir ve hilesini onun üzerinde denemek ister. Aynı şuur ve teslimiyet Hacer annemizde de vardır ve “Eğer Allah (c.c.) emrettiyse Allah’a boyun eğmesi ve emri yerine getirmesi daha iyidir.” karşılığını verir. Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hatice Allah’ın emrine itaat ederek sağlam bir duruş ortaya koyarlar.
Hz. İbrahim, vadiye geldiklerinde niyetini oğluyla paylaşır. Kur’an-ı Kerim’de bu olay şu şekilde anlatılmaktadır: “Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, ‘Yavrucuğum’ dedi, ‘Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?’ Dedi ki: ‘Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.” (Sâffât, 37/102)
Ayet-i kerimede belirtilen konuşmanın ardından Hz. İsmail, babasına bazı tavsiyelerde bulunur.
“Babacığım! Boğazlamak istediğin zaman, beni iple sıkıca bağla ki benden sana karşı bir şey isabet edip de ecrim eksilmesin! Çünkü ölüm çok çetin ve zordur. Bıçağın tenime dokunduğunu hissedince, çırpınmayacağımdan emin değilim! Bıçağını iyice bileyip keskinleştir ve boğazıma hemen çalıver ki beni çabuk öldürsün! Rahata kavuştursun!”
“Hem sen beni boğazlamak için yatıracağın zaman, yüzükoyun yatır, alnı yere getir. Yanımın üzerine yatırma. Çünkü yüzüme bakınca rikkate gelip de benim hakkımda Allah’ın sana emrettiği şeyi yerine getirmene engel olabileceğinden korkarım!”
“Eğer gömleğimi anneme götürüp vermeyi uygun görürsen, öyle yap! Belki bu onun için bir teselli olur, gönlünü onunla eğler!” dedi. (Hâkim-Müstedrek c.2,s.556.)
Daha yedi yaşlarında bir çocuğun hem babasına hem de Allah’ın emrine itaatinde ve babasına, onun işini kolaylaştıracak tavsiyelerde bulunmasında alınacak pek çok ders vardır. Özellikle içinde bulunduğumuz çağda çocukların anne babanın sözünü dinlemediklerini, sorumluluk almadıklarını, her istediklerini yaptırmak için ağladıklarını, zorluklara gelemediklerini hele ki dinî konularla alakadar olmadıklarını görünce ebeveynler ve eğitimciler olarak durup düşünmenin ve bozulan toplumsal düzeni yeniden inşa etmenin gerekliliğini anlıyoruz. Çocukların gördükleri ve duydukları her şeyi kopyaladıklarını göz önünde bulundurursak ahlaki çöküşün temelinde çocuk yetiştiren bizlerin yani yetişkinlerin olduğunu da görebiliriz. Hz. İbrahim, ki o Allah’ın peygamberi, ömründe yalan söylemiş midir, boğazından haram geçmiş midir, insanlara eziyet etmiş midir? Aksine insanları doğru yola ve Allah’a ulaştırmak için mücadele etmiş, Allah’ın görevlendirdiği bir insandır o. “O peygamber, biz onun gibi olamayız.” Elbette olamayız ancak peygamberler birer rehber değil midir? Onların yaşantıları bizler için yol gösterici değil midir? Hele ki bizim rehberimiz, önderimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ona indirilen mucize kitap Kur’an’a sahipken biz kendimize kimleri örnek alıyoruz? Kimleri rehber ediniyoruz? Yolu bilmeyen, yolda olmayan kör ve sağır insanlarla dünya yolunda bile yürüyemezken nasıl ahiretimizi kurtarmalarını umuyoruz? Ya da böyle bir derdimiz de var mı, önce onu sorgulamak lazım…
Hz. İsmail (a.s.) babasına güveniyordu. Babasının Allah’a olan sevgisine, korkusuna, itaatine şahit olması, onun da bu ulvi duygularla yoğrulmasını sağlamıştı. Babasının kendisini kurban edeceğini öğrendiğinde de en ufak bir şüpheye düşmemiş ve teslim olmuştu. Teslimiyeti Allah’a ve O’nun peygamberine idi.
Burada teslimiyet kavramını irdelemek yararlı olacaktır. Arapçadan gelen teslimiyetin sözlük anlamı, “kendini verme, boyun eğme, karşı koymama, teslim olma” şeklindedir. Allah’a teslimiyet, bir Müslüman’ın büyük bir samimiyet ve sevgi ile Rabbine boyun eğmesidir. Teslimiyette kişinin kendi istemesi/rızası ve durumdan hoşnut olması, gönlünün rahat ve huzurlu olması söz konusudur. Teslimiyet körü körüne bir bağlanmak değildir. Müslüman aklını kullanarak teslim olur. Yaratıcı, yarattığını en iyi bilendir. Kullarına verdiği ve vereceği her şey onlar için en uygunu ve en hayırlısıdır. Bu düşünceyi içselleştirmek ve O’ndan gelene razı olmak teslimiyeti de beraberinde getirir. Allah’a tam anlamıyla teslim olan ya da bu yolda çabalayan kişiler, başlarına gelen bir musibette isyan etmeyip Allah’a sığınırlar. O’ndan gelen her şeyde bir hikmet olduğunu bildikleri için olaylara verdikleri tepkiler daha yumuşaktır. Olayların arkasını görmeye çalışırlar. “Vardır bunda da bir hayır.” cümlesi teslimiyeti anlatan güzel bir ifadedir. Aciz olan insanoğlu her şeye güç yetiremeyeceğini, her şeyi yönetemeyeceğini anladığında da teslimiyetin sıcaklığıyla buluşur. Allah’a teslim olmanın rahatlığı ile hayatı ve olayları akışına bırakır. Kişi, elinden geleni yaptıktan sonra, üzerine düşeni yerine getirdikten sonra gerisini Allah’a bırakır. İşte bunun adı da tevekküldür.
Hz. İbrahim, Allah’ın emrini yerine getirmek için oğlunu yatırır. Ancak bıçak kesmez. Hz. İbrahim bıçağını keskinleştirip tekrar denediğinde yine aynı sonuçla karşılaşır. Kur’an’da bu hadise şu şekilde anlatılmaktadır:
“Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. İbrahim’e selâm olsun. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o mü’min kullarımızdandı.” (Sâffât, 37/103-111)
Kurban ibadeti Allah’a teslimiyetin bir göstergesidir. Kur’an’da kurbanla ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:
Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik. O hâlde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.(Kevser, 108/1-2)
“Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele!” (Hac, 22/36-37)
Kurban Bayramı hem Allah’a teslimiyetimizi gösterebileceğimiz hem de toplumsal bağlarımızı güçlendirebileceğimiz çok özel zamanlardan bir tanesidir. Kurban Bayramı’nda, maddi durumu yerinde olup da kendisine kurban kesmek vacip olan kişiler, kestikleri kurbanın etini, çevrelerindeki ihtiyaç sahibi insanlara vererek bu ibadeti eda etmiş olurlar. İhtiyaç sahibi olanların evine, Kurban Bayramı vesilesiyle senede bir defa da olsa et girmektedir. Bayram ziyaretleri ile zayıflayan akrabalık ilişkileri onarılmakta ve sağlamlaştırılmaktadır. Çocuklar için bayramların yeri ayrıdır. Yeni elbiseler, harçlıklar, ikram edilen şekerler ve güzel sözlerle çocuklar bayramda, hayatları boyunca unutamayacakları güzel anılar biriktirirler. Ancak Kurban Bayramı çocuklar için hassasiyet gösterilmesi gereken bir bayramdır. Yetişkinlerin özellikle Kurban Bayramı’nda çocuklar konusunda dikkat etmeleri gereken bazı meseleler vardır. Bunlardan bir tanesi kurbanın kesimi esnasında çocuğun olaya şahit olmasıdır. Bazı aileler çocuğun kurban kesimini izlemesini ister, kesilen hayvanın kanını da çocukların alnına sürerler. Şunu bilmek gerekir ki hayvanlar, çocuklar için derin sevgiyle bağlandıkları birer arkadaş hükmündedir. Özellikle kırsal kesimlerde hayvanların bakımıyla uğraşan, onlara isim veren çocuklar o hayvanın kesilmesinden büyük bir üzüntü duyarlar. Hayvanın kesilme anına şahit olan çocuklarda bu durum travmalara sebep olabilmektedir. Aynı zamanda bağ kurduğu hayvana zarar verildiği düşüncesine kapılan çocuk, dini yanlış algılayabilmekte ve ileriki zamanlarda, İslam’ın hayvanlara zarar verdiği gibi yanlış bir anlayışa sahip olabilmektedir.
7 yaşından önce çocukların kurbanın kesilmesine şahit olmaması gerekir. Kurban Bayramı anlatılırken de yardımlaşmadan örnekler verilerek çocuğa bilinç kazandırılmalıdır. 12 yaşında soyut işlemler dönemine giren çocuğun kurban kesimini izlemesinde bir sakınca görülmese de cinsiyet ve kişilik özelliklerine göre ailelerin dikkat etmeleri faydalı olacaktır. Uzaktan izlemesine izin verilebilir ancak hayvanın kesilirken çıkardığı ses ve çırpınışlarına şahit olmaması tavsiye edilir. Çocuklar marketten veya kasaptan alınan etin bir hayvan eti olduğunu küçük yaşlarda kavrayamazlar. Eğer küçük yaşta kurban kesimine şahit olduysa o eti yerken rahatsızlık duyacak veya tamamen reddedecektir. Bilinçaltına, yapılan bu işin vahşice olduğunu kodlayacaktır. Korktukları, tedirgin oldukları ve anlamlandıramadıkları her şey çocuğun bilinçaltına bir leke gibi yapışmaktadır.
Özellikle Hz. İbrahim’in oğlunu kurban edeceği çocuklara 12 yaşından önce anlatılmamalıdır. Çocuk, o sahneyi gözünde canlandıracak ve büyük bir korku duyacaktır. Çocukların, “Eğer Allah kurban için koç göndermeseydi babalar her bayramda sırayla çocuklarını kesecekti.” gibi bir düşünce içine girdiklerini üzülerek öğreniyoruz. Bunlara mahal vermemek adına Kurban Bayramı’nda çocuklar konusunda hassasiyet gösterilmelidir. Çocukların unutamayacağı ve güzel anılar biriktireceği bu özel zamanı, onlar için zorlaştırmanın ve korkunç hale getirmenin bir anlamı yoktur. Aksine bu mübarek zamanları onların ahlaki gelişimlerini ve Allah’la olan duygusal yakınlıklarını olumlu anlamda etkileyecek şekilde değerlendirmek gerekir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.