Tükenmeye Teslim Olma! / Klinik Psikolog Dr. Ayşe Kaya Göktepe

Tükenmişlik Sendromu nedir, ne anlama geliyor? Modern zamanlara dair güncel bir problem midir? Problemi olanlar bunu nasıl ifade ediyorlar? Tükenmişliği test etmek mümkün müdür?
Tükenmişlik, sinsice gelişen ve yavaş bir şekilde büyüyen türde bir psikolojik sendromdur. Modern zamanların önemli bir fenomeni olarak tükenmişlik kavramı, ABD’de 1970’lerde insan kaynaklarında çalışanlar tarafından bireyin mesleği ile kurduğu ilişkide karşılaştığı güçlükleri anlatmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır.
Bu sendrom üç alt boyuttan oluşur. Birinci alt boyut duygusal ve fiziksel bitkinlik, ikinci alt boyut kişisel başarının azalması, üçüncü ve son alt boyut ise duyarsızlaşmadır. Tükenmişlik yaşayan kişilerde devamlı bir tükenmişlik duygusu ile enerji kaybı hissi görülür. Eskisine göre artık her şey daha sıkıcı olmuştur, sabahları kalktıklarında işe gitmek için kendilerini çok zorlarlar. Unutkanlık baş gösterebilir, birtakım ufak kazalar sonucu iş performansında düşme görülür. İş yerinde olmadıklarında bile zihinler iş ile meşgul olurken öte yandan iş yerindekiler ile tartışmalar ve problemler yaşarlar. Sık sık grip olma, tansiyon düşüklüğü, baş dönmesi, sindirim sorunları gibi sağlık problemleriyle birlikte öz bakımı da bırakma baş gösterir ve son tabloda işe karşı duyarsızlaşma meydana gelir. Tükenmişliği depresyondan ayıran en temel kriter, bu semptomların iş yeri ya da ev gibi belli bir ortamda ortaya çıkmasıdır. Depresyon ortam seçmez ancak tükenmişlik ortam seçer.
Ailede tükenmişlik, tüm aile bireylerini etkiler mi? Nasıl gerçekleşir, ne yapmak gerekir?
Ailede tükenmişlik bilimsel literatürde, “samimi ilişkilerde nihaî tükenmişlik” olarak tanımlanır. Ailede tükenmişlik kavramı, aile üyelerinden birisi bir sıkıntıyla başa çıkarken bu süreçte bireyin ve ailedeki tüm üyelerin etkilenmesine işaret etmektedir. İşverenlerin vakitli vakitsiz çalışanını araması ve bireyin evde işi hakkında hiç konuşmaması gibi durumlar çiftler arasında güven probleminin oluşmasını tetikleyebilir. Bu bağlamda bakıldığında, tükenmişlik, insanların iş hayatında yaşadığı ekonomik güvencesizlik veya ilişkide yaşanan tükenmişlik ya da boşanma ile ilişkilendirilmektedir. Aile bireylerinden birisi bir travma yaşadığında çevresinde ona bakım verenler ‘ikincil travmatik strese’ maruz kalır ve bu durumda duygusal yorgunluk ve duygusal tükenmişlik ile karşılaşabilirler. Böyle bir durumda tükenmişlik yaşayan kişinin ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan desteklenmesi gerekmektedir. İş yeri psikoloğu ya da psikolojik danışmandan destek alınması gerekir.
Çocuklar da tükenmişlik sendromu yaşar mı? Nasıl gözlemleyebiliriz, ne yapabiliriz?
Çocuklarda oluşan tükenmişlik, bir sendromdan ziyade daha eşik altı içten içe ilerleyen bir durum olarak görülebilir ve çocuklarda görülen depresyon tablosundan farklıdır. Doğrudan ismine tükenmişlik denilmese de “narsist ego” inşasına sıkışmış bir çocuk sağlıklı gelişiminden mahrum kalarak kaynakları tüketilmektedir. Narsist yetişkinler, yalnızca kendi başarılarını öne alırken öz benlik saygısı yüksek olan bireyler başarıya yürürken kişilerarası ilişkilerini göz ardı etmez. Bir diğer ifadeyle narsist, başarıya ulaşırken kişileri araç olarak kullanır. Öz benlik saygısı yüksek olan birey ise tam tersine kişileri en az başarıya ulaşmak kadar önemser. Bu sebeple yalnızca “başarılı ve mükemmel olma”ya hapsedilen çocukların sosyal ilişkilerdeki değerleri günden güne eriyerek onları derin bir yalnızlığın içine sürüklemektedir.
Arkadaş ilişkilerinde tükenmişlik de sık rastlanan durumlardan biri. Bu anlamda, arkadaşlık ilişkilerinde mutlu olmak, tükenmişliğe düşmemek için ne yapmalıyız?
Pek çoğumuzun günlük hayatta karşılaştığı bu sorunları, bireyin arkadaşına özen göstermemesi, ona haksız yere eleştiri yapması, görüş farklılıklarının artması, bireylerin sosyoekonomik statülerinin ve eğitim düzeylerinin değişimine bağlı değişim göstermesi, arkadaşlığa gereğinden fazla yüklenmek, sonu gelmeyen ve geri ödenmeyen borç paralar, birinin diğerine göre daha çekici ve güzel/yakışıklı olması, birisinin baskın olup diğerini suistimal etmesi, yalan söylemesi ve maskeli arkadaşlıklar olarak sıralayabiliriz. Tüm bu sorunlar ile hayatımızda en az bir kez karşılaşırız ve bunlar arkadaşlıklarımızın sınandığı zamanlardır. Arkadaşlıkta tükenmişliğin zıttı olarak arkadaşlıkta mutluluğu nasıl anlamlandırdığımıza bakmak gerekir. Maddi olanla ölçülmeyen, fikir alışverişinde bulunabildiğimiz, ortak anlamlarda buluşabildiğimiz, dürüst ve şeffaf biçimde iletişim kurabildiğimiz ve kendimize dışarıdan bakabilmemizi sağlayan ve zor günlerimizde yaslanabildiğimiz bir zeminde inşa edilen arkadaşlığın mutluluğa davet ettiğini hissedebiliriz. Her şeyden önce arkadaşlar bu dünya yolculuğunuzda kaderimize eşlik eden yoldaşlardır ve çok değer verdiğimiz dostlara “ahiretlik” dememiz de bundandır.
Tükenmişlik bir “çağ hastalığı” gibi değerlendirilse de kadim kültürler de bu konuda bir düşünce alanı açabiliyor. Tükenmişlik konusunda düşünen kafalar, feylesoflar kendi zamanlarında konuya nasıl yaklaşmışlar?
M.S. 7. yüzyıl, Batı düşünce dünyasında Engizisyon mahkemeleri ve kilisenin acımasızca insanları katliyle geçtiği bir yüzyıl olmasına rağmen Doğu düşünce dünyasında önemli gelişmelerin olduğu bir yüzyıldır. Bu yüzyılda Doğu düşünürlerinin ortaya koyduğu fikirler bugünkü Batı biliminin temellerini oluşturur. Bağdat, Şam, Kahire ve İspanya’da Müslüman âlimler, Antik Yunan felsefesini incelemişler ve çeşitli konularda akıl yürütmeye ve gözlem yapmaya başlamışlardır. el-Kindî, İbn-i Sîna, Gazalî, Muhasibî gibi isimler bu dönemde yaşayan âlimlerden bazılarıdır. Bu âlimlerin on dört asır önce öne sürdüğü fikirler günümüzde pek çok kişisel gelişim kitabına rehberlik edecek düzeydedir. Adına tükenmişlik sendromu denilmese de Müslüman filozof ve hekimlerin ortak özelliği bir hastalık ortaya çıkmadan önce onu önleyici bir dizi önlem sunmalarıdır. El Belhî, Ruh ve Beden Sağlığının Korunması (Masalih’ul Abdân ve’l Enfûs) isimli risalesinde kişinin sağlıklı ve mutlu hissettiği anda düşündüklerini zor zamanlarda kullanmak üzere zihninde muhafaza etmesini söyler. El-Kindî üzüntüyle başa çıkmak için, hüznün kaçınılmaz doğasına karşı kişinin sonu olan dünyevî şeyler yerine -olabilecek şeyleri- sonsuz olanı dilemesini söyler ve böylece mutlu olabileceğini belirtir. Hatta insanın bir kayıp karşısında üzüntüyü yönetebilmesi için öncesinde nefsini sevdiği şeyleri kaybetme duygusuyla başa çıkarak eğitmesini ve kaybettiği şeyler uğruna zihnini fazla meşgul etmemesini öğütler. Bundan 14 yüzyıl önce olmasına rağmen El-Kindî’nin üzüntü ile başa çıkma konusunda tavsiyeleri ve İbn-i Sîna’nın ölüm korkusuyla başa çıkmaya yönelik verdiği bilgiler günümüz dünyasında kullanılabilecek niteliktedir. Üzüntü de mutluluk, kızgınlık gibi bir duygudur ve duygular fıtrî olarak vardır ve duyguların hissedilmesi engellenemez. Ancak bireylerin, duygulara bağlı ortaya koydukları davranışlarını ve düşüncelerini kontrol edebileceğini bugün bilişsel terapi modelinden bilmekteyiz. Yukarıda bahsi geçtiği üzere tükenmişlik sendromunun ilk boyutu olan duygusal ve fiziksel tükenmişlik boyutunda kişilerin iş hayatına bağlı stres ve üzüntü yaşadıkları bilinmektedir. İş hayatına bağlı üzüntü yaşayan birey, bu üzüntüye bağlı karamsar düşüncelere kapılmayı ya da kendini yıpratmamayı seçebilir. Bunu yapabilmek için düşünsel düzeyde bilişsel muhakeme ederek olayları açıklama tarzıyla paralel olarak öğrenilmiş çaresizliği ya da öğrenilmiş iyimserliği seçebilir (Seligman, 2011:57). Bu bağlamda tükenmişlik yaşayan bu kişi, El-Kindî’nin ve İbn-i Sîna’nın getirmiş olduğu açıklamalardan hareketle bilişsel odak oluşturarak üzüntü ya da kaygı duygusuyla başa çıkmak için kendine yardım kaynağı oluşturabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir