İsterim ki Yazdığım Eserler Sadaka-ı Cariyem Olsun / Bestami Yazgan

28-bestami-yazganYazma isteği nasıl başladı, neden yazarlığı, şairliği tercih ettiniz?
Güzel bir sözümüz var: Acılar bölüşüldükçe azalır; sevinçler bölüşüldükçe çoğalır. İnsan da bir sosyal varlık olarak duygularını, düşüncelerini ve eğer gönlü müsaitse maddi varlığını bölüşmek istiyor. Bölüştükçe de mutlu oluyor. Mehmet Akif’in sanatla ilgili bir sözü var: “Sanatın yüzde onu ilham, yüzde doksanı gayrettir.” diyor. Demek ki böyle Allah vergisi bir özellik de bizde var, dolayısıyla o duyguları bölüşmek için yazmaya başlamış olduk.

Çocuk kitapları yazmaya yönelişiniz nasıl oldu?
Orada da özel bir durum olmadı. Çocuk edebiyatına yöneleyim, çocuklarla ilgili yazayım diye özel bir gayretim olmadı. Hani çocuklar kutu kutu pense oynarlar ya… Sanki çocuklar kutu kutu pense oynuyorlardı, ama ben oradan geçerken tekerlemeyi şöyle değiştirdiler: “Kutu kutu pense / Elmamı yense / Bestami amca / Aramıza gelse.” dediler. Onlarla kutu kutu pense oynamaya başladık, o günden beri de aralarından çıkamadık.
Yine de çocuk edebiyatına yönelmemin normal seyrini anlatayım: İki türlü çocuk edebiyatı var; biri çocuk konulu, diğeri de çocuk duyarlılığıyla yazılan edebiyat eserleri. Doğrusu ben başlarken çocuk konulu olandan başladım. Bir gün oğlum yanımda oynuyordu, kanım kaynadı ve “Ciğer Parçası” isimli bir şiir yazdım.

Duy kendi kendine oynayan çocuk,
Kanım kaynamaya başladı sana.
Kolunu boynuma dolayan çocuk,
Kanım kaynamaya başladı sana…

Bu şiiri Diyanet Çocuk Dergisine gönderdim, arka kapakta yayınladılar, bu da beni teşvik etti. Böylece çocuklarla ilgili yazmaya başladım. Daha çocuk edebiyatının ne olduğunu bilmiyordum. Böyle bir giriş yaptık.
Çocuklarla ilgili yazmamın felsefesine girecek olursak, dört çocuk babası, altı torunun dedesiyim; dolayısıyla çocukları seviyorum. İkincisi, mesleğim öğretmenlik, otuz beş yıldan beri çocuklarla iç içeyim; hem onları sevdim hem de onlar tarafından sevildim. Üçüncüsü, çocuklar için bayram yapan bir ülkenin evladıyım. Dördüncüsü, bütün çocukları Müslüman sayan bir Allah’a inanıyorum. Aslında insanlar yorulunca, özellikle büyük şehirlerdekiler tatile giderler ya… Şimdi dünyamızda çevre kirliliği var, onunla beraber ruh kirliliği de var. Sanki çocuklar saf temiz bir ruh adası, sevgi adası gibiler, belki de onlarla ilgili yazarak çocukluğa sığınmış oluyoruz. Onlara bir şey verme yerine onların güzelliğinden bir pay almaya çalışıyoruz gibime geliyor. Bu sebeplerle çocuk edebiyatına girmiş olabilirim.

Tertemiz Kalplere Zehirli Tohumlar Ekilmeden Ulaşma Gayreti İçerisindeyim
Müslüman bakış açısına sahip bir yazarın İslam toplumunda ne gibi sorumlulukları vardır?
Normal bir Müslüman’a düşen görevler ne ise aynısı yazarlar için de geçerlidir. Sanatçının buradaki avantajı, daha çok insana ulaşabilmesidir. Hani bir söz var: “Dil sözü kulaklara, kalemler uzaklara götürür.” Şimdi her insan İslam fıtratı üzerine doğar ama sonunda bakıyoruz ki insanlar saçma sapan davranış sergiliyorlar, bunun birçok sebebi olabilir. Bir sebebi de okuduğu kitaplar olabilir mi? İşte ben, bu tertemiz kalplere zehirli tohumlar ekilmeden ulaşma gayreti içerisindeyim. Oraya Mevlamız’ın bize lütfettiği kadar, gücümüzün yettiği kadar iyi ve güzel tohumları ekelim. Filizlenmezse de Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi “Toprak utansın.” ne yapayım. 35 yıllık öğretmenlik hayatımda her görüşten öğrencim oldu, hiç kimseye ayrı muamele yapmadım, hiç kimseye baskıda bulunmadım, niçin biliyor musunuz? Attığım tohumların soylu olduğuna inandım, bunlar bir gün yeşerecek, dedim. Onlara hep sevgiyle yaklaştım ve güzel sonuçlar aldım. Dolayısıyla sanatçının amacı da normal bir kulun amacı neyse ki o amaç Allah’ın rızasını kazanmaktır, sanatçının amacı da bu olmalıdır.
İnancımıza göre sadaka-ı cariye (cami, köprü, hastane, okul vb.) bırakanların, hayırlı evlat yetiştirenlerin, ağaç dikenlerin amel defteri kapanmıyor. İsterim ki yazdığım eserler sadaka-ı cariye olsun, okuyanlar iyiye güzele yönelsin, güzel işler yapsınlar. Onların sevabı eksilmeden bana da sevap gelsin istiyorum. Efendimiz (sav)’in buyurduğu gibi “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe olur veya cehennem çukurlarından bir çukur olur.” Hakk’ın rahmetine kavuştuğumuzda kabrimiz inşallah cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Hatalarımız var, günahlarımız var ola ki cehennem çukuru gibi bir yere düştük, ateş üzerime doğru gelirken bakarım ki bir kitabım ateşe karşı duruyor. Bu nedir diye meleklere sorduğumuzda inşallah şöyle cevap verirler: “Kitabında Mevlamız’ı anlatan, Peygamberimiz’i öven güzel bir şiirin vardı, insanlar onu okudu, Allahımız’ı, Peygamberimiz’i, İslam’ı daha çok sevdiler, bunun hatırına seni ateşten koruyor.” Böyle olur diye umuyorum. Umudumuz, çalışmamız, gayretimiz bunun için, böyle bir sorumluluğumuz ve umudumuz var.

Modern Hayat İnsanlığımızı Almak İstiyor
Modern hayat insandan neleri götürdü, bir yazar olarak edebiyatçı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
On üç yıl oldu İstanbul’a geleli. İstanbul insana birçok şey veriyor, karşılığında da bir şey istiyor: “İnsanlığını bana ver.” diyor. Modern hayat da böyle, birçok güzellik veriyor, karşılığında insanlığımızı istiyor.
İnsanlar sabahtan akşama kadar sosyal medyada oyalanıyor, anneyi babayı bir kenara bırakıyor, hâlbuki zor anımızda bizim yanımızda onlar oluyor. Bunu işleyen bir şiir ya da hikâye yazmayı düşünüyorum.
Modern hayat bize çok şey veriyor, hayatı kolaylaştırıyor ama karşılığında insanlığımızı, dostluğumuzu, huzurumuzu da alıyor. Tamamen karşı mı olacağız, hayır; içindeyiz zaten ama tedbir alacağız. Nasıl ki hasta olmadan hastalığa karşı aşı oluyorsak, modern hayata karşı da ruhumuzu dirençli hale getirmemiz lazım.
Hayat felsefemi Karacaoğlan’ın bir beyti oluşturur, “Çağır Karacaoğlan çağır / Taş düştüğü yerde ağır.” Modern hayat sınırında kalmalı, bizi alıp sürüklememeli.

Kabın İçinde Ne Varsa Dışına O Sızar
İnsanların İslam’ı algılama biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanların İslam’ı anlamada bir problemleri mi var? Amel ibadet yapan insan sayısı artıyor fakat ahlaka, davranışlara yansımıyor?
Hazreti Ömer (ra) bir kimse övüldüğü zaman, o kişiyi övene soruyor: “Onunla komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?” Muhatabı üçünü de yapmadığını söyleyince “Zannedersem, sen onun mescitte Kur’an okurken başını salladığını gördün!” dedi. Adam da: “Evet yâ Ömer! Benim gördüğüm öyle idi.” demesi üzerine Hz. Ömer (ra): “O zaman övgüde bulunma! Zira ihlâs, kulun boynunda değildir.” buyurdu.
İnancımız, Müslümanlığımız hayatımıza yansımalı. Eskiden beri söylenir: Bir kap taştığı zaman içindekini taşırır. İçimizdeki İslam, dışımıza da yansımalıdır. “Lisan-ı hâl lisan-ı kal’den evladır.” Ben hayatımda pek rozet takmadım, belli sembolleri kullanmadım, davranışlarımla göstermeye çalıştım.
Hz. Aişe (ra) annemiz Peygamber Efendimiz (sav) için “O yaşayan Kur’an’dı.” buyuruyor. İşte bu yolda, gücümüzün yettiği kadar yaşayan Kur’an, yaşayan sünnet olmamız gerekir. Dua edelim yüce Mevlamız bize ve kardeşlerimize inancımızı hayatımızda da yaşama nimetini nasip eylesin. Diyelim ki bir insan mümkün olduğu kadar çok zikir çekse, bu amel insanı güzelleştirir. Efendimiz şöyle buyuruyor: “Bir insan güzel kokular olan bir yere gitse, orada bir süre kalsa ama hiç sürünmese o koku ona siner ve dışarıya çıktığında mis gibi kokar.” Dolayısıyla namaz kılmak, oruç tutmak, İslam’ın emirlerini yerine getirmek insanı güzelleştirir ve davranışlarına da yansır. Efendimiz (sav), “Gözümün nuru namaz.” ve “Namaz dinin direğidir.” buyuruyor. Biz Müslümanlar olarak buradan bir şeyler almamız lazım, namaza sağlam tutunmamız lazım.

Yazarın, İnsanları İyiye Güzele Yöneltme Kaygısı Olmalı
Bazı çocuklar kitap okumuyor ya da kitap okumayı sevemiyor. Çocuklara kitap okumayı nasıl aşılayabiliriz, bunun için pratik yöntemleriniz var mı?
İnsanoğlu yaratıldığından bu yana ölümsüzlüğü aramıştır ama bulamamıştır. Fakat yazıyı ve kitabı bularak ölümsüzlük yolunda büyük bir adım atmıştır, kıyamete kadar yaşama imkânını elde etmiştir. Dünya bir ağaç olsa çiçeği insanlar olurdu, bilgi bir ağaç olsa çiçeği de kitaplar olurdu. Nasıl ki üç öğün yemek yemeye muhtaçsak, aklımızı ve zihnimizi de okuyarak doyurmaya muhtacız. Ailede anne baba buna örnek olacak, okulda öğretmen buna örnek olacak ve devlet de bunu destekleyecek. Son yıllarda sahada olan birisi olarak, okullara imza günlerine gidiyorum. Beş altı yıldan beri çok güzel ilerlemeler var. Bazı insanlar, Türkiye’de okuma yazma oranı düşük, okuma yazma yok vs. diyorlar ama ben bardağın yarısının dolu olduğunu görüyorum. Okuldaki öğrenciler seviyesinde okuma oranının her yıl %20 arttığını söyleyebilirim. Geçen yıl yüz kadar okula gittim. İnsanlar yazara ve kitaba değer veriyor. Burada yazarlara da düşen görevler var. Televizyon ve sosyal medyadan çocuğu alıkoyup kitaba çekmek gerekiyor. Kitaplarımız öyle güzel olmalı ki çocuk alıp okuduğunda yüreğinden yakalamamız lazım. Kitaplar güzelmiş, bu yazarın diğer kitaplarını da okuyayım dedirtmeliyiz. Bir okuyucu bir yazarı severse diğer kitaplarını da okuyacak sonra diğer yazarları da okumaya başlayacak, burada bize görev düşüyor. Güzel şeyler yazacağız, yayıncı da görsel olarak kitabı güzel basmalı. Eskiden bir şarkı söylerdik: “Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür.” Sonra dedik ki: “Gidemediğin yer senin değildir.” Buradan bir kıyaslama yapıyor ve diyorum ki: “Gidemediğin okuyucu senin değildir.” Yani ben kendi köşeme, fildişi kuleme çekilsem ve orada sadece yazsam: “Bana ne, okuyucu arasın bulsun, benim işim bu değil.” desem bu sonucu alamazdım.
Bir yazar derse ki: “Ben fildişi kulemde otururum, sadece yazarım, gerisine karışmam.” ona da saygı duyarım ama modern hayat üzerimize çığ gibi geliyor, biz de kendimizi bir itfaiyeci gibi görmeliyiz. Her tarafta yangın var, yürekler yanıyor, gönüller yanıyor, ruh yanıyor… İnsanımızın ahireti yanacak… Gücümün yettiği kadar bir oraya bir buraya koşturmam lazım. Yazarın, hem güzel yazma gibi bir kaygısı olmalı hem de insanları iyiye güzele yöneltme, kurtarma kaygısı olmalı. İnancımızda bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir; bir insanı kurtarmak da yerin altındaki ve üstündeki her şeyden daha hayırlıdır. Bir kıyas yapalım, peki bir insanın imanını kurtarmak? Vallahi kârlı bir yatırım olur. Bütün bu yazdıklarımla bir insanı iyiye ve güzele yöneltmişsem ne mutlu bana. Allah lütfeder de bu on kişi olur, yüz kişi olursa ben de şükür secdesine kapanır, “Ya Rabbi! Bu senin lütfundur, keremindir.” derim. Böyle bir kaygı içerisinde olmak gerekir. Dolayısıyla sanatı, edebiyatı, kitabı, dergiyi böyle görmek, çağımızın itfaiyecileri olarak görmek gerekiyor. Yangın biterse de fidanları sulayıp onları yeşerten, büyüten, güzellikleri çoğaltan kaynaklar olarak görüyorum.

Geleceğe dair hedefleriniz nelerdir, projeleriniz var mı?
Allah lütfettiği müddetçe yazmaya devam edeceğiz, yeni çalışmalarımız var. “Gülü İncitme Gönül” isimli bir şiir kitabı hazırlıyorum, inşallah önümüzdeki aylarda bitecek. Bu kitapta gönle hitap eden irfan şiirleri olacak. Çocuklarla ilgili yazmaya devam edeceğim ve âcizane şöyle düşünüyorum: Günümüzde milli ve manevi değerlere bağlı insanların önünde tembellik ve kalitesizlikten başka hiçbir engel yok. Çalıştığınız zaman güzel sonuçlar alınıyor, karanlığa küfredeceğimize çalışıp yeni ışıklar yakalım. Bir de inancımızı yaşamaya çalışalım.
Bir kibrit çöpü bir evi yakabilir, bir ormanı yakabilir ama önce kendisinin yanması lazım, biz de iyiliklere güzelliklere yanarsak, samimi olursak başka gönülleri de tutuşturabiliriz.

Gönül, İnsanın En Değerli Mekânı
Bazı şiirlerinizden Yunus Emre kokusu geliyor.
Yunus tarzı şiirlerim var, çünkü ilk şiir yazmaya başladığımda düşündüm. Prof. Dr. Sadık Kemal Turan’ın “Zamanın Elinden Tutmak” isimli bir kitabı var, sanatçı biraz da zamanın elinden tutmak istiyor; yazdıklarımız kalsın, sadaka-ı cariye olsun… Bunu nasıl yaparım dediğimde karşıma Yunus Emre çıktı. Yunus, yedi yüz yıldan beri yaşıyor, bunu nasıl yapmış diye düşündüm. Giysilerimiz değişmiş, evlerimiz değişmiş, hayatımız değişmiş ama insanda değişmeyen bir şey var: “sevgi, hoşgörü, dostluk” Derginizin yakaladığı yeri yakalamış, “gönlü” yakalamış. Dedim ki: “Ben de bu yoldan gidersem Yunus gibi yedi yüz yıl yaşamasam da belki yetmiş yıl yaşarım.” ümidiyle o tarz şiirler yazdım. Yunus bu yönde bize rehberlik etmiş oldu. Gönül, insanın en değerli mekânı, orayı temiz ve geniş tutmak gerekir.

DOST YÜREĞİN GENİŞ OLSUN

Bağrı yanık dağlar gelir,
Dost yüreğin geniş olsun.
Gözü yaşlı çağlar gelir,
Dost yüreğin geniş olsun.

Gözü gönlü açlar vardır,
Himmete muhtaçlar vardır,
Hüzün yüklü göçler vardır,
Dost yüreğin geniş olsun.

Güneş batsa ay doğmalı,
Semadan ışık sağmalı,
İçine dünya sığmalı,
Dost yüreğin geniş olsun.

Mazlum öksüz olabilir,
Sevgi yetim kalabilir,
Hak misafir gelebilir,
Dost yüreğin geniş olsun.

Hadis Burcunda Şiir….
Hadis burcunda şiir programlarınızdan bahseder misiniz?
Bu programlarda bir hadis ve ona uygun bir şiir okuyorum. Mesela “Kendiniz için istemediğinizi başkası için de istemediğiniz sürece olgun Müslüman olamazsınız.” hadisini okuyup “Gülü İncitme Gönül” şiiri sunuyorum.

GÜLÜ İNCİTME GÖNÜL
Çiçeklerle hoş geçin,
Balı incitme gönül.
Bir küçük meyve için
Dalı incitme gönül.

Konuşmak bize mahsus,
Olsa da bir güzel süs,
‘Ya hayır de yahut sus.’
Dili incitme gönül.

Sevmekten geri kalma,
Yapan ol, yıkan olma,
Sevene diken olma,
Gülü incitme gönül.

Başın olsa da yüksek,
Gözün enginde gerek,
Kibirle yürüyerek
Yolu incitme gönül.

Mevlâ verince azma,
Geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma,
Külü incitme gönül.

Dokunur gayretine,
Karışma hikmetine.
Sahibi hürmetine
Kulu incitme gönül.

Hadis-i şerif: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”

SEVENLERE SELAM OLSUN
Yâr-ı sâdık bilir hâlden,
Aşk dersini alır gülden,
Karşılıksız tâ gönülden
Sevenlere selam olsun.

Yeşerip sevgi gülşeni
Kuşatsın ruhu, bedeni.
Bir gül için bin dikeni
Sevenlere selam olsun.

Öz nefsini kayırmadan,
İnsanları ayırmadan,
Kimselere duyurmadan,
Sevenlere selam olsun.

Tutuşarak için için,
Hiç sormadan neden, niçin,
Sevdiğini Allah için,
Sevenlere selam olsun.

Peygamber Efendimiz de güzel şairleri severdi…
Düşmanı iki şekilde öldürebiliriz. Savaşta kurşunu attın bir kişiyi öldürdün, düşman bir kişi eksildi. Biz arttık mı? Hayır, savaş şartlarında hizmet böyle. Kültür savaşında ise şiir, sanat, kitap tohumunu karşıdakinin gönlüne attım; bir kötülüğü öldürdüm, kötülük bir tane eksildi ve iyi bir tane arttı, burada böyle kârlı bir iş var. Dergicilikte, yazma işinde böyle hoş bir yön var. Bu bakımdan Efendimiz (sav) de güzel şairleri severdi, inşallah bizleri de sever diye umuyoruz, çünkü biz onu seviyoruz. Efendimiz’le ilgili en çok şiir yazanlardan biri de bu acizdir. “Güzele Selam” isminde bir şiirim var, programlara bu şiirle başlıyorum.

GÜZELE SELAM
Gönlü muhabbete yurt olanlara,
Düşmanına bile mert olanlara,
Fakat öz nefsine sert olanlara,
Tâ cânı gönülden tazele selam,
Sevgiye, dostluğa, güzele selam…

Halil İbrahim’ce aç yüreğini,
Yunus ol cömertçe saç yüreğini,
Aşkı bilmiyorsa geç yüreğini,
Yarından bugüne, ezele selam,
Sevgiye, dostluğa, güzele selam…

Dikenler açsa da cefâ çiçeği,
Aman ha solmasın vefâ çiçeği,
Şu yalan dünyanın nazlı gerçeği,
Dillerden düşmesin hâsılı kelam,
Sevgiye, dostluğa, güzele selam…

Şiirin buraya kadar olan kısmını gönül ehli birine okudum, “Hocam, eksik kalmış…” dedi. “Ali Amca neresi eksik?” “Eksik işte evladım, neresi eksikse sen bul…” dedi. Ramazan’da eve geldik iftarı yaptık, dışarı çıktım, bir sessizlik, bir huzur… Ali Amca’nın tenkidi aklıma geldi, bu şiirin neyi eksik dedim. Neyin eksik olduğunu gözyaşları içinde anladım, Allah lütfetti orada şiir de geldi:

Merhamet çiçeği dallar aşkına,
Kutlu ize hayran çöller aşkına,
Şefaat kokulu güller aşkına,
Sevgimize olsun vesile selam,
Güzeller güzeli Resûl’e selam…
Ali amcaya okudum “Tamam, şimdi olmuş evladım.” dedi. Böyle bir hatırası da var.

Bu gönül sohbeti için teşekkür ediyoruz.
Biz de Gönül Dergisi’ne gönülden teşekkür ediyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir