Toplumda sevilen, beğenilen, takip edilen sinema ve dizi oyuncusu, sanatçı Sinan Albayrak’ı daha yakından tanıyabilir miyiz? Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ben Almanya doğumluyum. Anne ve baba memleketi olarak ise Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesindeniz. Çerkez bir aileden gelmekteyim. Dört kardeşiz. Almanya’dan Türkiye’ye geldim ve eğitimimi burada tamamladım. Her ne kadar Almanya kültürünü almış olsam da şeklimizi burada bulduk tamamladık. Farklı insanlarla, mekânlarla, şehirlerle kaynaşmayı ya da buluşmayı çok sevdiğim için olsa gerek, tiyatro, sonrasında bütün bunların tek mekânda buluştuğu yer hâline geldi. Tiyatroyu seçme nedenim oldu. Oyunculuğum da böyle başladı bir anlamda diyebilirim.
Sanat hayatınız, ne zaman ve nasıl başladı? Sizi bu konuda etkileyen faktör ya da isimler oldu mu?
Aslında tesadüfî olarak başladı. Bunu da hep söylerim. Lise sonrasında konservatuarın önünden geçerken, Hacettepe Devlet Konservatuarı yazısını gördüm. Ben o yaşa kadar Türkiye’de bir konservatuar yapılanması olduğundan haberdar değildim. Bu biraz da o zamanki cehaletimizi gösterir. Ayrıca aile olarak, kardeşlerimle beraber filmlere ve karakterlere karşı hep ilgili ve meraklıydık. Mesela, Marlon Brando, Al Pacino, Robert De Niro filan der ve kendi aramızda konuşur, söyleşirdik. Ama eğitim safhasında Türkiye’de üniversite düzeyinde olduğunu o yazıyı görmekle birlikte öğrendim. Daha sonra gittim, sordum ve öyle öğrenmiş oldum. O an karar verdim. Sonrasında ise, Ankara sanat tiyatrosu ve daha sonrasında ise Ankara Konservatuarını kazanarak sanat hayatına başlamış oldum.
TRT ‘de yayınlanan “Sen de Gitme” diziniz çok beğenildi. Diziyle ilgili neler söylemek istersiniz? Dizide unutamayacağınız, anı niteliği taşıyacak notlarınız veya hatıralarınız var mı?
Herkes kendi çalıştığı diziyi över. Ben her zaman bunu yapmam. Yanlış bir işin içinde olmuşsam ya da eksik bir şey görmüşsem bunu zikrederim. Ama bu diziyi gerçekten çok seviyorum. Hikâyesi ve verdiği mesajlar itibariyle, bir niyeti ve bir amacı var. Bu yüzden çok seviyorum. Her şeyin üzerinde incelikle duruluyor. Biz hastane dizisi yapıyoruz, buna özen göstermek gerekir. Seyirci her şeyi yutar veya kanar şeklinde düşünmeden, gerçekten detaylara önem verilerek yapılıyor. Bir ameliyat safhası olsun ya da bir hastaya müdahale aşaması olsun, bir uzmanın gözetiminde detaylarıyla gösterilerek, biz de detaylarını görerek yapıyoruz. Unutamadıklarıma gelince; bu dizide çok acılar yaşandı. Bu dizi safhasında maalesef setten vefat ederek ayrılan oldu… Hastaneye çok acilen kaldırılıp önemli hastalıklarla yatanlar oldu. Bu dizi sürecinde çok kayıplar yaşadık, çok kazalar oldu. Hemen hemen hepimiz ciddi trafik kazaları geçirdik diyebilirim. Bu arada, bu dizi sürecinde evlendim. Allah’a şükürler olsun diyorum. Çünkü hayırlı bir evlilik olarak neticelendi.
Allah, evliliğinizi hayırlı ve mutluluk içerisinde devam ettirir inşallah diyoruz.
Çok teşekkür ederim, çok sağolun.
Her rolde değişik bir karakteri canlandırıyorsunuz. Bu karakterler içerisinde sizi ve duygularınızı etkileyen karakterler oldu mu? Size gelen rol karaktere müdahale edebiliyor musunuz? Yoksa her rolü geldiği gibi mi oynuyorsunuz?
Bazen karakteri siz yorumlarsınız. Bizde her zaman yaşanan bir şey vardır. Senaristler sürekli değişirler ve her gelen yeni senarist yeni bir cümle yapısı oluşturur. Yani sizin karakterinize uymayan bir karakter oluşmaya başlar o yeni yazar nezdinde. Biz de o vakit acil müdahale ederiz ya da deriz ki: “Bu cümle bu karaktere gitmiyor yani bu cümleyi bu karakter şu şekilde söyler…” Yani cümle yapısına müdahale edebiliyoruz. Ya da süreç içerisinde bu karaktere şöyle bir özellik kazandırsak mı acaba diyebiliyoruz. Veya bu adamın böyle bir yanı da var mıdır diye yan bir hikâye de konuşabiliyorsunuz ya da yaşatabiliyorsunuz.
Ben hep söylerim… En severek oynadığım, keyif aldığım ve yaşayarak canlandırdığım karakter, “Yersiz Yurtsuz”da oynadığım İshak karakteridir. Dizi içerisinde karakteri çok fazla hissetme imkânı olmuyor. Çok yorgun argın iş yapıyoruz. Cüneyt Arkın misali, yorucu iş yapıyorsunuz. Sinema sektöründe Avrupa şartlarında olsak, karaktere daha iyi hazırlanıp çalışırsın. Tiyatrodan sonra sinemada karakteri çok güzel hissedersiniz. Dizide çok fazla mümkün değil. Ama o anlamda İshak’ta bu hissetme şansını buldum diyebilirim.
Ağabeyiniz Hakan Albayrak gibi, sizin de cesur söylemleriniz olduğunu görüyoruz. Bu aileden gelen bir özellik mi? Gerek Mavi Marmara olayı gerek sinema dünyasında söylediğiniz çarpıcı söylemleriniz, sizin karakter yapınızı da ortaya koyuyor. Bu anlamda neler söylemek istersiniz?
Hepimizin, dört kardeşin de farklı faklı yönleri vardır. Herkes kendi alanında güzel bir dile sahiptir. Hakan da bu anlamda bizim için çok güzel bir örnektir. Tabi bu, yapıyla da yetiştirilme tarzıyla da alakalıdır. Yani annemizin babamızın da bunda katkısı vardır. Allah onlardan da razı olsun. Almanya’da yetişmiş olmamıza rağmen, sonrasında Türkiye’ye gelişimiz ile farklı bir hamur katmış olduk. Çerkez kültürünün de getirdikleri olabilir. Kendi adıma söyleyeyim; biraz isyan tavrım vardır. Bulunmuş olduğum camia içerisinde gördüğüm ya da bana karşı yaşatılan şeylere karşı, benim daha İslami bir kimlikle anılıyor olmamın -ki bundan gurur duyarım- bazı kesimlerde oluşturduğu rahatsızlıktan dolayı, tepkisel olarak daha keskin konuşabilirim.
Ben hep şunu söylerim. Bir oyuncu sadece sahne üzerinde ya da kamera karşısında canlandırdığı karakterden sorumlu değildir. O canlandırdığı karaktere gerçekten bağlılık duyuyorsa ve bunu gerçekten iyi yansıtmak istiyorsa çevresinde ne olup bittiğinin bilgisine sahip olmak zorundadır. Çünkü insanı tanımayan, bir insanı canlandıramaz, bir karakteri oluşturamaz. Ama bunun da ötesinde, şimdi biz sanat camiası içerisinde yer alıyoruz. Böyle deniliyor ve söyleniyor. Madem bu alandasın sanatçısın, bırakın bu manada sanatçı olmayı, normal bir birey olarak bile çevrenle alâkadar olma hususunda duyarlı olman gerekiyor. Bir de sanatçı isen, senin daha da duyarlı olman gerekiyor. Sen bir takım hassasiyetleri hissetmezsen, bir takım acıları görmezsen, zulümleri görmezsen, insanların çığlıklarını duymazsan, senin ekran karşısında verebileceğin zaten hiçbir şey olamaz. Bu, oyunculuğun ötesinde bir şeydir. Etrafımızdaki acıları, zulümleri görmek ve çığlıkları duymak ve hissedebilmek, zaten insani ve vicdani görevimizdir.
Muhafazakâr bir duruşunuz var. Vermiş olduğunuz birçok röportajda bunu görüyoruz. Yine böyle bir röportajınızda “secde de ölmek” gibi bir güzellikten bahsediyorsunuz? Bunu biraz açar mısınız?
Evet, zaten bu söylemden sonra, Mavi Marmara hadisesini bizzat yaşadım. Böyle bir olaya o gemide tanıklık etme şansım oldu. Saldırının gerçekleştiği vakit sabah namazı vakti idi. Bizlere namaza durmamamız söylendi. Çünkü her an saldırı bekleniyordu. O an ezan okunuyordu. Saldırı ise başlamıştı. Fakat saldırıya rağmen insanlar namaza durdular. Görevli olarak biz, birkaç kişi bazı bölümlerde yer aldık. Görev verilmeyenler ise çok rahatlıkla namazlarına durdular. Bakıyorsun kurşunlar vızır vızır geçip giderken namazlarını hiçbir şekilde bozmadan secdeye varan o insanları görüyorum bir yandan. Ben de kendi kendime; “işte bu ya” dedim. Yani bunu fırsat biliyor. Allah yolunda şehit olmak ve bunun da secde de olması nasipten başka bir şey değil. Bundan daha güzel bir şey olmaz.
İyilikleri ve güzellikleri ile toplumda örnek olabilecek, sanat dünyasında beğendiğiniz ya da hayranı olduğunuz insanlar var mı?
Türkiye’de bu anlamda ben herkesi çok yapay buluyorum. Hatta ben dahi kendimi bazen çok yapay görüyorum. Ben bile kendim için, “yapmak zorunda olduğum için ya da tamamen kaybolmamak için ben bunu yapıyorum ya da yapmalıyım” dediğim zamanlar olmuştur. Bazen kendimi tartıyorum, ben gerçekten hissedebiliyor muyum diye. Bunu anlayabilmek için Gazze’ye gitmek istedim. Ne hissettiğimi gerçekten anlayabilmek için gittim.
Bazen maalesef, sadece insanlar görsün diye yaparsın. Ama bunun ucunda ölüm varsa bunu da görüyorsan, “Ha, bu da yapay değilmiş!” dersin… Bir inancın var ki bir şeyleri göze alabiliyorsun. Allah’a şükürler olsun buna kani oldum.
Yine sanatçı anlamında derseniz, Türkiye’de genel olarak söylenen ya da yapılanları çok yapay buluyorum. Yurt dışında beğendiğim ve çok takdir ettiğim oyuncular var tabi. Ama onların ismini burada zikretmenin bir anlamı yok diye düşünüyorum. Hani, insani çalışmalar içerisinde birebir var olan Sean Penn var mesela, o adamı seviyorum işte…
Bu yoğun tempo arasında TV dizilerini takip edebiliyor musunuz?
Hayır, pek takip edemiyorum. Ama arada sırada Leyla ile Mecnun dizisine bakıyorum.
Sanat yaşamının dışında nasıl bir Sinan Albayrak var?
Çok sakin ama bir mekânda uzun süre oturmaktan sıkılan, sakin olup aynı zamanda da sürekli hareket etme ihtiyacı duyan birisiyim. İşim dışında genelde evdeyimdir. Evde değilsem bir yere gidiyorum, kahve içiyorum. Güneşi çok seviyorum. Güneşli havayı görürsem hemen bir yere çöker kalırım. Onun dışında genelde hep eşimin yanındayım. Gece dışarı çıkmayı seven birisi değilim. İnsanları çok severim ama muhabbetten de çok çabuk sıkılabiliyorum. Kimse üzülmesin darılmasın diye de kimseyle fazla birlikte olmuyorum.
Sporla aranız nasıl? Özel olarak ilgilendiğiniz bir spor dalı var mı?
Bu sıra hiçbir şey yapmıyorum açıkçası. Ama uzun yıllar profesyonel anlamda teakwondo yaptım. Aslında yaşımız gereği kendimizi forma sokabilmek, kendimizi salmamak için yapmalıyız. İnsan kendi sağlığı için zaten yapmalıdır. Oyuncu olmanızdan dolayı kendinize bakmak zorundasınız ayrıca.
Sizi hayatta en çok duygulandıran ya da etkileyen olaylar nelerdi?
Çok oldu. Gemi zaten çok duygulandırdı. Ona tekrar dönmek istemiyorum. Onun dışında babamla son görüşmemizi unutmam ve onu her hatırladığımda duygulanırım. Genelde duygulu bir insanımdır.
Başınız sağ olsun…
Amin İnşallah, teşekkür ederim.
Korktuğunuz ya da çekindiğiniz şeyler var mı?
En çok korkmaktan korkarım. Korkmak en çok nefret etiğim şeydir. Allah’tan korkan insan, başka hiçbir şeyden korkmaz. Korkuyu hissettiğiniz an, zaten her şeyden korkarsınız. Allah’tan başka bir şeyden de korkmam zaten…
En çok neye gülersiniz veya neyi komik bulursunuz?
Uzun zamandır çok şeye kahkahalarla gülmedim. Ama çizgi film seyrederken gülerim, eğlenirim. Eski filmleri izlerken de çok keyif alıyorum. Cem Yılmaz beni çok güldürüyor mu, hayır sadece güldürüyor diyebilirim.
Jön olarak gösterilmek nasıl bir duygu?
Öyle bir şey söylendi ama saçma bir şey zaten. İnsanlar yazmak için enteresan kelimeler seçiyorlar zaten. Jön kavramı olarak şöyle bir şey söyleyebilirim. Jön kavramı artık şu anda geçerli bir kavram değil. “Jön” kelimesi siyah beyaz televizyonlu zamanlarda kaldı. O şahıslar da belli, malum olan kişilerdir zaten. Jönlük, siyah beyazın getirisidir o kadar.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Aklımız şu anda, Hamit ile Adem’de. İki tane güzel kardeşimiz ve gazetecimiz ne durumdalar bilmiyoruz. İkisi de esir durumundalar. Henüz durumları netleşmiş değil. Hamit’in de bugün doğum günü. İnşallah bu yazı çıkana kadar, onlar da aramıza dönerler ve doğum günlerini kutlarız. Kimden ne ses çıkıyor, kim ne yapıyor bilmiyor, görmüyoruz. Tutsak olanlar, başka gazeteciler olsa idi, acaba tepki bu kadar olur muydu? Devletin ne yaptığını da tam bilmiyoruz. Politik olarak mı gidiş var, bilmiyorum. Bu gazetecilerin İslami kimliği olmasından dolayı mı acaba yeterli tepkiler konulmuyor. Dediğim gibi, başka gazeteciler olsaydı böyle tepkisiz kalabilirler miydi onu da bilmiyorum. Allah kurtarsın diyelim artık, onlar için dua edeceğiz.
Sohbetiniz için teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyoruz.
Ben teşekkür ederim,
Allah razı olsun.