İnsan Hayatı, Biyopolitika ve Biyoiktidar / Ayşenur Topal

“Biyopolitika” ve “metalaşma” kavramlarından bahseder misiniz?
Tezimin kavramsal çerçevesindeki önemli iki kavramdan biri olan biyopolitika kavramını, biyoiktidarın toplumu hâkimiyet altına alma ve insanların özgürlüklerini kontrol etme amacını gerçekleştirmek amacıyla uygulamış olduğu eylemler bütünü olarak tanımlayabilirim. Burada biyopolitika kavramının Michel Foucault ile yaygınlaşmış bir terim olduğunu söylemeliyim. Dolayısıyla bu kavramdan bahsederken Foucault da bahsetmem gereken oldukça önemli bir isimdir. Bu yüzden Foucault’nun bu kavramı nasıl tanımladığına bir bakalım. Ona göre biyopolitika, biyoiktidarın nüfusu mevcut ekonomik süreçlere karşı hazırlamayı ve müdahalede bulunmayı amaçladığı düzenleyici kontroller olarak da ifade edilebilir. Biyoiktidarın toplumda yaşayan insanların hayatları üzerinde yetki sahibi olduğunu varsaydığımızda, zamanla biyopolitikaları baskı ve zor kullanarak uygulamaktan ziyade artık toplumu özgürleştirme yoluyla uygulamaya başladığını görmekteyiz. Hazırlamış olduğum tez kapsamında ben ise biyopolitika kavramını daha çok sağlık alanında ve tıp sektörü özelinde ele almaya çalıştım. Bu noktada sormuş olduğunuz soruyu daha iyi açıklayabilmek için tıp sektörüne bağlı olarak doğurganlık, kürtaj ve ölüm gibi kavramların da biyoiktidar tarafından toplumda müdahalede bulunmak amacıyla bir biyopolitika aracı olarak kullanıldığını söylemek önemlidir.
Tezimin kavramsal çerçevesini oluşturan diğer önemli kavram olan metalaşma kavramı ise Karl Polanyi’nin “Büyük Dönüşüm” adlı eserinden referansla ortaya çıkma amaçları piyasada alınıp satılabilecek bir şey olmamasına rağmen modern dönemde ortaya çıkan serbest piyasa sistemi içinde piyasada satılmak üzere üretilen nesneler olarak dönüşüme uğraması şeklinde tanımlanabilir. Bu tanıma göre neredeyse bütün üretim unsurları piyasada satılmak üzere üretilse de emek, toprak ve para bu amaçla ortaya çıkmadığı için Polanyi’ye göre bunlar meta olarak değerlendirilemezler. Ancak serbest piyasa sisteminde metalaştırma süreci birçok kavramı da içine alarak yaygınlaşmaya devam etmiştir. Metalaşma kavramını tezimde daha çok sağlık açısından ele aldığım için konuya bu açıdan bakacak olursam emek, toprak ve para gibi sağlık hizmetlerinin de piyasada ticareti yapılması amaçlanan bir meta olarak ortaya çıkmadığını söyleyebilirim. Ancak bunun aksine sağlık alanının günümüz kapitalist piyasa sistemi içinde sistemin kâr maksimizasyonu elde etme ve üretken bireyler ortaya çıkarma gibi amaçları için kullanılan bir metaya dönüştüğünü görmekteyiz.
Refah devleti ve kapitalizm kavramlarından hareketle, sağlık ve tedavi kavramlarının refah devleti ve kapitalizm bağlamında analizi bize neler söylüyor?
Soruya cevap vermeden önce refah devletini tanımlamak istiyorum. Toplumu koruma gücüne sahip olan refah devleti, insan nüfusunun hayatlarını iyi bir şekilde sürdürebilmeleri için sosyal ve ekonomik anlamda sağlık, eğitim, barınma ve sosyal hizmet gibi alanlarda gerekli şartları sağlayan bir yapı olarak tanımlanabilir. Zaman içinde toplumda refah devleti anlayışının benimsenmesiyle artık kabul gören iktidar anlayışı üretken olan ideal vatandaşlar yaratarak gücünü artırmayı hedefler olmuştur. Konuyu sağlık ve tedavi kavramları açısından inceleyecek olursak, sisteme daha fazla katkı sağlamaları amacıyla verimlilik ve üretkenliklerini artırmak için işçilere devlet eliyle ücretsiz sağlık hizmetleri sağlandığını söyleyebiliriz. Bu konuya örnek olarak doğum kavramını inceleyelim. Eğer doğacak olan bireyler engelli değilse, bakım masrafları ulus devleti için bir yük oluşturmayacaksa ve devlete katkı sağlamaları ihtimaller dahilindeyse o zaman biyoiktidar doğumun gerçekleşmesini desteklemektedir. Çünkü bir ülkede ne kadar fazla sağlıklı doğum gerçekleşirse potansiyel iş gücü o kadar fazla olacaktır. Artan potansiyel iş gücü, işveren açısından ücretlerin düşürülmesiyle sonuçlanacaktır. Dolayısıyla bu örnekten ulus devletinin kimin doğacağına karar verebilme güç ve yetkisine sahip olduğu sonucuna ulaşabiliriz.
Konuya şimdi de olabildiğince düşük maliyetle maksimum oranda verim sağlamayı ve bu yolla ekonomik olarak ilerleyerek kâr elde etmeyi hedefleyen bir sistem olan kapitalizm açısından bakalım. Yaşamın tıbbın hâkimiyeti altına girmesiyle ölüm, menopoz ve hiperaktivite gibi kavramların tıbbileştirilmesi sonucunda toplumda tıbbi hegemonya ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan tıbbi hegemonyanın toplumda nasıl uygulanacağı ise kapitalizmin ortaya çıkarmış olduğu tüketim kültürü tarafından tıbbileştirme yoluyla belirlenmektedir. Artan tıbbi hegemonyayla birlikte ilaç ve ilaç adı altında satılan destekleyici vitamin gibi maddeleri üreten şirketlerin ve sağlık ile bağlantısı olan çıkar gruplarının sahip olduğu güç de artmıştır. Bu durum öyle bir hâl almıştır ki insanlar artık hasta olmadıkları halde hasta olduklarına inandırılarak bazı testleri yaptırmaya, ilaçlar kullanmaya ve ihtiyaçları olmayan tedavilere maruz kalmaya zorunlu bırakılır hale gelmişlerdir. İnsanların hasta sıfatıyla etiketlenerek bu süreci yaşamaya zorlanmalarıyla amaçlanan şey kâr kuruluşlarının ilaç satışları üzerinden para kazanma arzusudur. Buradan hareketle sağlığın tıbbileştirilmesiyle ortaya çıkarılan hastalıkların, kapitalist piyasa sistemindeki şirketlerin kâr elde etmesi için birer araç haline geldiğini görüyoruz. Yani kapitalist piyasa sistemi hem yeni hastalıklar yaratmakta hem de bu hastalıkları tedavi edecek ilaçları üretecek şirketlerinin var olmasını kurumsallaştırmaktadır. Böyle bir sektörün kapitalist piyasa sisteminde var oluşunun sağlığı metalaştırdığını ve bu durumu meşrulaştırdığı görüyoruz.
İslam Politik Ekonomisinin (İPE) teorik çerçevesinden bahseder misiniz?
Soruyu cevaplamadan önce tezimin teorik çerçevesini oluşturan İPE’yi açıklarken bu kavramı kullanarak yapmış olduğu çalışmalarla bu alanda araştırmalar yapan bizlere ilham veren Mehmet Asutay Hoca’mın çalışmaları ışığında ifade edeceğimi söylemek isterim. Bu önemli detayı açıkladıktan sonra İPE kavramını, toplumsal bir formasyonu oluşturan siyasi ve iktisadi yapıdaki kurucu faktörlerin, ilişkilerin ve kurumların normatif olarak, İslam varlık ve bilgi anlayışına uygun olarak inşa edilmesinin gerekliliği olarak ifade edilebilirim. İPE, İslam’ın temel aldığı İslami epistemoloji, tarihsel bilgi, uygulama ve kurumların sosyal inşacılığı ile çağdaş ihtiyaçlar ve gerçekleri temel alan bir çerçevedir.
İPE mevcut sistemlerden ve bakış açılarından ziyade Kur’an’ın bilgi anlayışına ve sünnete dayanmaktadır. Bu sebeple de birçok açıdan diğer politik sistemlerden farklı olarak var olmaktadır. İslam bu yapı içinde karşımıza düzeni sağlayan bir olgu olarak çıkmaktadır. Buna ek olarak İslam ayrıca İslam ekonomisini ve günlük yaşamla ilgili farklı sistemlerin nasıl işleyeceğini belirleyici bir konumda bulunmaktadır. İPE de mevcut işleyiş sınırlarını İslam’ın ahlaki kuralları çerçevesine göre belirlemektedir. Dolayısıyla buraya kadar anlatmış olduğum bilgiler ışığında bu etkenlerin İslam iktisadının temelini oluşturduğu sonucuna varabiliriz. Bu anlayış sonucunda da toplumda var olan ilişkilerin ve kurumların inşası sırasında ontolojik bir oluşuma, yani İslam’ın normatif dünya görüşlerine ve ilkelerine dayanan bu normlara uyulması zorunlu olmaktadır. Bu yolla bireysel anlamda felaha (kurtuluş) ermek mümkün olacak, toplumsal anlamda ise ihsan elde edilebilecektir. Özetle, İPE’ye göre toplumdaki ilişkiler ve kurumlar arasındaki bağın ontolojik bir temele dayanması gerektiğini söyleyebilirim.
Mevcut düzen içinde İslamiyet tek başına ekonomi ve politika ile sınırlandırılamaz. Dolayısıyla bu noktada düzen, tevhid kavramı aracılığıyla günlük yaşam yapısının oluşturulması için sistemlerin bir bütün olarak incelenmesini gerektirmektedir. Burada İslam’ın temelini oluşturan tevhid kavramını açıklamak konunun daha iyi anlaşılması açısından önemli olacaktır. Tevhid kavramı bizler için Allah’tan başka ilah olmadığını; kâinatın Yaratıcısı, devamlılığını sağlayanın ancak Allah olduğunu ve O’ndan başka kimseye ibadet edilemeyeceğini ifade etmektedir. Tevhid anlayışı dikey ve yatay yönlü olmak üzere iki başlık altında sınıflandırılabilir. Dikey yönlü olmasıyla yaratılmış olan insanın Yaratıcı olan Allah’a karşı güvenmesini söylerken yatay yönlü olmasıyla da insanın geriye kalan yaratılmış şeylerle olan etkileşimi ifade etmektedir.
İslam ahlak anlayışının dikey boyutunu temsil eden tevhid anlayışı gereği, yalnızca bir olan Allah’a teslim olmak ve yalnızca O’na ibadet etmek, insanları başka varlıklara tapmaktan ya da onlara ibadet etmekten alıkoyarken aynı zamanda yalnızca Allah’ın ayetlerini ve Peygamber’in sünnetlerini kabul edip bu minvalde yaşamlarını sürdürmelerine olanak sağlamaktadır. Böylelikle insanlar, sadece bir ve doğru olan Allah’a inanmakla kendilerini dünyevi varlıklara boyun eğmekten azat etmiş olacak ve bu yolla kendilerini yalnızca Allah’a teslim edeceklerdir. İnsanların yalnızca Allah’ın birliğini kabul etmesine dayanan tevhid anlayışı aynı zamanda Sünnetullah’ın (Allah’ın kanunlarının) kabul edildiği anlamına da gelmektedir. Böylelikle İslami düzen içinde sistemler bağlamında tamamlayıcı bir role sahip olan tevhid anlayışı, kapsamlı bir dünya görüşünün oluşmasını sağlamaktadır.
Özetleyecek olursak, tevhid anlayışı, tamamlayıcılık niteliği gereği İslami düzen ve sistem ilişkileri kapsamında dünya üzerinde var olan her türlü yapının ve ilişkilerin bir bütünün parçalarını oluşturduğunu benimsemektedir. İPE bağlamında tevhid anlayışına göre düzenlenen toplumdaki ilişkiler ve kurumlar birbirleriyle uyum içinde olmalı ve İslam varlık ve bilgi anlayışına göre inşa edilmelidir.
İPE bağlamında sağlık sektörüne dair ontolojik eleştiriniz nedir? Çözüm önerilerine dair yaklaşımlarınız nelerdir?
İPE’yi genel hatlarıyla anlatmaya çalışmıştım. Şimdi ise bu soruya cevap verebilmek için yukarıda anlattığım bilgiler ışığında tezimin araştırma konusu olan sağlık sektörüne İPE açısından ontolojik bir eleştiri yapmaya çalışacağım. Kapitalist anlayışa sahip piyasa sektörü içinde hastaların artık sağlık hizmetlerinden yararlanan müşteri olarak görüldüğü, tedaviler yoluyla hasta olan insanlardan çok sağlıklı insanların da hasta olduklarına ikna edilip bunun üzerinden bile kâr elde etmenin amaçlandığı, normal durumun değiştirilerek hastalık tanımına dahil edilen kavramların gitgide arttığı ve biyoiktidarın biyopolitikalarına araç olan bir tıp sektörü doğmuştur. Bu tıp sektörü, birilerinin helal rızık peşinde koştuğu kazanç yollarından olmaktan ziyade toplumdaki ilişki ve kurumları kapitalist piyasa ve ulus-devlet mantığına uygun şekilde dönüşmesi neticesinde ortaya çıkan ticari girişimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kapitalist piyasa sistemi içinde bir meta haline getirilerek üzerinden kâr elde etmenin amaçlandığı ve biyoiktidar tarafından toplumda hâkimiyet kurma aracı olarak görülen sağlık sektörü İPE’ye uygun ticari kurumlara örnek olarak gösterilemez.
İPE’ye göre tevhid anlayışı temel alındığında olması gereken aslında hem sağlık alanının hem de kurumların birbirlerini tamamlayıcı bir yapıya sahip olmasıdır. Ancak günümüzdeki kapitalist düzen içinde yapıların birbirlerini İslami bir düzeni oluşturacak şekilde tamamlayıcı özellikleri olmadığı düşünülürse, bu yapının aslında kapitalist piyasa sistemindeki pratiklerin amacını ve bunun ardındaki kurumsal mantığı ne kadar üst düzeyde dönüştürdüğünü görebiliriz. Tevhid anlayışının önemli bir ilkesi olan tamamlayıcılık ilkesi İPE bağlamında ancak her iki kurumda da nihai amacının Allah’a en iyi şekilde kul olunması ve bu bağlamda Allah’ın emir ve yasaklarına uyulmasıyla gerçekleşebilecektir. Benim tezim bağlamında İPE teorik çerçevesi ile amaçladığım şey toplumsal normları incelerken bir adım geriye gidip bu kavramlara ontolojik ve epistemolojik düzeyde İslami yaklaşımla bakabilmekti. Çünkü İPE teorik çerçevesi bizlere olayları olduğu gibi yorumlamaktan ziyade, İslam dini rehberliğinde mevcut dar kapsamlı yaklaşımları aşarak görünmeyeni inceleyebilme fırsatı sağlamaktadır. Bu çalışma yoluyla ben de olgulara karşı daha geniş bir perspektiften bakabilmemi sağlayan İPE teorik çerçevesi yoluyla sağlık sistemine karşı sosyal anlamda yeni bir eleştirel analiz getirmeyi amaçlayarak birtakım incelemeler yapmaya çalıştım.
Sağlık sektörünü İPE’yi temel alarak eleştirirken başlangıç noktası olarak insanın bu dünyadaki vazifesinin ne olduğunu sorgulamaya çalıştım. İPE’ye göre, insanlar bu dünyada kalıcı değillerdir ve sadece Allah’ın rızasını amaçlamaları gerekmektedir. Sağlıksız olma durumu ve hastalıklar modern dönemde üretici bir faktör olmakla ilişkilendirildiği için insan vücudundan atılması gereken kötü bir şey olarak görülmesine rağmen İPE için bu durum aslında problemli bir şey olmaktan ziyade Allah’ın rızasına ulaşmak için bir vesiledir. Nitekim modern öncesi dönemde yaşamış olan Gazzâlî ve Şirvânî gibi ulemalara göre hasta insanların Allah tarafından kendilerine verilen hastalıkları tevekkül inancına bağlı bir imtihan olarak görüp sabretmeleri bu insanların günahlarına kefaret olacaktır. İmam Gazzâlî yapmış olduğu tevekkül sınıflandırmasında en yüksek dereceli tevekkülü hasta olan kimsenin, ölü birinin gassâl önündeki vaziyeti gibi Allah’a tam mânâsıyla teslim olması olarak ifade etmektedir. Bu görüşlerin yanı sıra tedavi olmanın daha faziletli bir şey olduğunu, hatta hastalığın tedavisini aramanın da bir şekilde insana sevap kazandıran bir ibadet biçimi olduğunu ifade eden görüşler de mevcuttur. Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere hastalık durumu tedavi edilip yine son çarenin Allah’a dua etmekten geçtiği insana sevap kazandıran bir hâl olarak değerlendirilebilir.
Günümüz modern dünyasında zaruri durumlar için tedavi olmanın yanı sıra artık hasta olmalarına gerek olmadan üretkenliklerini ve performanslarını artırarak kapitalist piyasa sistemine daha fazla katkı sağlamalarını mümkün kılmak için insanlara ilaç kullanımının dayatıldığı aşikârdır. Kapitalist bir anlayışa sahip günümüz dünyasında sağlık sektörü ilaç, takviye ürün ve tıbbi tedaviye dair tüketimi özendirmek amacıyla sağlıklı insanları da birer müşteriye dönüştürmeyi amaçlar hale gelmiştir. Bu çalışma bağlamında benim vurgulanmak istediğim nokta, hastalık durumu kapitalist piyasa sisteminde üretici faktör olan insanların üretim kapasitesini etkilemesinden dolayı kötü bir şey olarak görülürken İPE açısından sabredildiği takdirde Müslümanlar için sonsuz ve ebedi yaşam âlemi olarak kabul edilen ahiret hayatı için daha faziletli olarak görülmesi arasındaki farktır. Kişiler sağlıklı oldukları durumda hayatın her aşamasında Allah’ın rızasına uygun şekilde yaşayabilecek ve Allah’a daha çok ibadet edebileceklerdir.
Bu minvalde konuyu özetleyecek olursam kapitalist piyasa sistemindeki sağlık kurumlarının kâr maksimizasyonu elde etmek için üretken birey ortaya çıkarmak amacıyla ve biyoiktidarın da toplum üzerinde güç sahibi olmak için biyopolitikalar yoluyla bir araç olarak kullanması gibi amaçların İslam’ın amaçları ile bağdaşmadığını söylemeliyim. Çünkü İPE’ye göre insan hayatına bir bedel biçilmemeli ve insan hayatı değersizleştirilip kapitalist sisteminin bir sermaye türü olarak görülmemelidir. İPE açısından sağlık, Allah’a karşı olan kulluk vazifemizi gerçekleştirme, farz olan ibadetleri yerine getirme, görev ve sorumluluklarımızı kuşanma yolunda sadece bir araçtır. İnsanların ancak Allah’ın buyurduğu ibadetleri yerine getirmek için sağlıklı olmaya ihtiyacı vardır. Nihayetinde sağlıklı olma isteğinin ardındaki amaç bu olmalıdır. Dolayısıyla İPE açısından Müslümanın sağlıklı olma tanımı veya sağlıklı olma ihtiyacı genel anlamda toplumda kabul gören tanımdan farklı olmalıdır. Sonuç olarak bu çalışma nezdinde kapitalist bir anlayışa bürünmüş sağlık sektörünü tamamen ortadan kaldırmak ve toplumda alternatif oluşturacak yeni bir sağlık düzeni ortaya çıkarmak gibi kesin ve net bir iddia ortaya atmamaktayım. Bundan ziyade amacımın toplumdaki aktörlerin bilinçli davranışları yoluyla mevcut düzen içinde modern öncesi dönem Osmanlı toplumunda da örneği görüldüğü üzere, üzerinden kâr veya gelir elde etmenin amaçlanmadığı ve biyoiktidarın biyopolitika aracı olmayan bir sağlık sisteminin mümkün olabileceği yönünde iyimser bir yorum yapmak ve bu konuda farkındalık oluşturmak olduğunu söylemeliyim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.