Travmatik Olaylar ve Aile Desteği / Aile ve Çift Danışmanı Nazlıcan Keskın

Aile ve travma ilişkisini nasıl ele alabiliriz? Travmatik olaylar hangi yollarla aileyi etkiler?
Aile ve travma ilişkisini ele alırken öncelikle ruhsal travmaların nasıl sınıflandırıldığına bakılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü travmalar insan elinden kasıtlı olarak çıkabilir, doğal afetler ya da kazalarla meydana gelebilir. Bu üç kategoriyi düşündüğümüzde hepsinin bireysel bir etkisi olabileceği gibi topyekûn bir aileyi, bir okulu, bir şehri hatta bir ülkeyi etkileyebilmektedir. Keza bunun çok ağır bir tablosunu yaşadığımız depremle birlikte gördük. Doğrudan etkilenmeyen kişiler bile süreçte dolaylı olarak etkilendiler. Çünkü travmaların böyle bir işlevi vardır. Yalnızca tanık olmak bile travmatik stres reaksiyonları yaşamanıza sebep olabilir.
Aileyi ele alacak olursak aile içi travmalarla, örneğin aile içi istismar, şiddet hatta ihmal ile kendisini gösterebilir. Şiddet, ihmal, istismar gibi travmatik olaylara maruz kalan bireyler hayatları boyunca sevgi ve güvene dayalı ilişki geliştirmekte zorlanırlar. Çünkü insan sevgi ve ilgiye ihtiyacı olduğu bir şekilde dünyaya gelir. İhtiyaçları karşılanmayan, ihmal edilen, travmalara maruz kalan bebeklerin bu stresi yönetmesi mümkün değildir. Çünkü ebeveynlerine bağlıdırlar. Kontrol edilemeyen stres bedeni etkiler. Ve maalesef ileride sigara içmek, yeme bozuklukları, yüksek risk içeren davranışlar gibi sağlık sorunları oluşabilir. Bir başka yol da tüm aileyi eş zamanlı doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen doğal afetler, kazalar, teknolojik kazalar gibi olaylardır. Burada travmaya maruz kalan bireyler olumsuzluklarla baş edemeyebilir, gündelik hayatlarındaki rutinlerine dönmekte zorlandıkları için yeni bir normal bulmakta zorlanabilir. İlişkilerinde daha kaçıngan, içe kapanık ya da duygusal olarak künt bir tutum sergileyebilirler.
Aile bireylerinin Travma Sonrası Stres Bozukluğu yaşaması, aileye nasıl etki eder?
Öncelikle her travmatik olay TSSB ile neticelenmek durumunda değildir. Yani bir travmaya maruz kalmak tekil bir durum değildir. Burada verilen tepkilerde geniş bir yelpaze vardır. Bir taraftan bakıldığında bir travmanın süreklilik arz etmesi, örneğin çocukluk çağında defalarca şiddet ya da istismara maruz kalan bir bireyin kendilik algısında bozulmalar olabileceği gibi kişilerarası ilişkilerde de karmaşık semptomlar gösterebilir. Diğer taraftan da yaşadığımız felaketler sonrası kalıcı olarak kişilik değiştirebiliriz ya da travmatik yas yaşabiliriz. Uzun sürebilir, şekil değiştirebilir. Ancak bu durumda TSSB vardır diyemeyiz.
Tabii aile bireylerinde oluşabilecek kronik bir TSSB’den bahsediyorsak orada bağımlılıklar devreye girebilir. Alkol, madde, yeme bozuklukları, ilaç gibi. Bu durum hem ekonomik olarak hem de kişiler arası ilişkilerin olumsuz etkilenmesine sebep olacaktır.
Aile ilişkilerinde travma bağlamında suçluluk duygusu ne tür sonuçlar doğurabilir?
Travma olağan ve süregiden hayatınıza bir darbedir. Şimdi düşünelim, darbe alan bir beden nasıl tepki verir? Morarır, kızarır hatta belki kemik kırılır, belki birden fazla kırık bile olabilir. Burada olaya bağlı olarak, ne kadar sürdüğüne bağlı olarak değişir. Ancak şunu bilmeliyiz ki kaçınılmaz olarak çiftlerde çatışmalara yol açmaktadır. Travmaya maruz kalmış bireyler, eşleri ve çocukları tarafından “ortada olmayan” ya da “aşırı boğucu” olarak tanımlanırlar. Yakınlaşmaktan korkulabilir hatta olumlu ve sevgi dolu bir ilişkinin hak edilmediği inancı gelişebilir. Finansal ve cinsel olarak “sömürülmeye” izin verilebilir. Başkalarına yabancılaşma, örneğin aramalara dönmemek, önceden yakın olduklarıyla görüşmek istememek gibi durumlar ortaya çıkabilir. Kendi geçmişlerinde çok sert bir ebeveyni olan, şiddet gören bireyler, kendi çocuklarına izin verici, sınır çizemeyen bir ebeveyn stilini benimseyebilir.
Özellikle ailede çocuk kaybı durumunda ne gibi travmatik etkiler oluşabilir?
Öncelikle her ölüm travmatik bir ölüm değildir. Beklenen, hasta ve yaşlı bir kişinin ölümü üzücü ve hüzün vericidir ama bekleriz, hazırlanırız. Hayatın doğal akışındadır. Ama evlat kaybı hangi şekilde olursa olsun travmatiktir. Bunu yabancı kaynaklar derin yas (deep sadness) olarak ifade ederler. Aslında anlaşılamaz ve adaletsiz gelir. Düşünceler, hayaller kaybedilen çocukla ilişkilendirilir. Bu duygular kendini suçlamaya ya da izole olmaya dönüşebilir. Acının içinde kaybolma ve diğer çocukları içinde kaybolmak takip edebilir. Kayıp sonrası hayata devam etmek imkânsız gibi görünebilir. Aslında hayat anlamını yitirir ve adeta yeni bir anlam bulmaya çalışılır. Çoğunlukla derin bir boşluk hissi hâkim olur. Tabii burada kültürün, inançların yas tepkilerinde büyük rolü olduğunu ifade etmek isterim.
Çocuk kaybında, özellikle yas sürecinde nasıl bir yol izlenmelidir?
En önemli destek duygusal destektir. Kişilerin yas süreçlerini diledikleri gibi yaşamasına alan açılmalıdır. Özellikle “Güçlü ol.” “Daha kötüsünü yaşayan kişiler var.” “Kendine gelmek zorundasın.” gibi ifadelerden kaçınılmalıdır. Bu süreçte asla tutamayacağımız sözler vermemeliyiz. “Hep senin yanında olacağım.” “Geçecek bu acı.” Hayır, muhtemelen her zaman yanında olamayacaksınız ya da acısının geçip geçmeyeceğini bilemeyiz. Seni anlıyorum da demeyelim mümkünse. Anlayamayız çünkü. Duygularını ifade etmesi ve tüm o yıkılan köprüleri onarması için destek olabilirsiniz. Öfke, üzüntü, suçluluk hepsi bu sürecin bir parçası ve değişip farklılaşması için sizin desteğinize ihtiyacı olacak. Ya da bir uzmandan destek almasını sağlayabilirsiniz.
Çocuk kaybı konusunda çalışma yapanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Ben çocuk kaybında ebeveynlere destek noktasında aile ve çift olarak ailenin yasıyla çalışıyorum. Bir de ailedeki yasın diğer çocuklara yansıması (kardeş kaybı) ya da bireysel yas var. Orada çocuklarla çalışan ya da bireysel yetişkinlerle çalışan uzmanlar var, onlar devreye giriyor. Naçizane birkaç şey söyleyip çocuk kaybı yasına ilişkin küçük bir hikâye anlatmak isterim.
Yas tutmak iyileşmenin bir parçasıdır. Çocuklarının hayatları ne kadar kısa olsa da çok değerlidir. Aileye yardımcı olan bir uzman olarak bunu dışarıdan izlemek yerine eşlik etmeye çalışmayı kıymetli buluyorum. Yaşadıkları kayıpta ebeveynler bununla hayatının sonuna kadar yaşayacaklar, bunu onlardan almayın.
Hikâye şöyle; bir insan, evladını kaybettiğinde göğsünde kırk mum yanarmış. Düşünün nasıl yakar insanın göğsünü kırk mum? Haftada bir, ayda bir, bir mum yavaş yavaş sönermiş. Söndükçe acı hafiflermiş. Ama bir mum ömür boyu yanmaya devam edermiş.
Yas hep devam eder. Yalnızca artık o yasla yaşamayı ve hayata devam edebilmenin farklı ve hüzünlü yollarını öğreniriz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.