İnsanların yetiştirilme şekillerine göre duyguları şekilleniyor, savunma duvarları oluşturuyorlar. Nerede öfkeleneceğiz, nerede duygularımıza hâkim olacağız derken, hastalıklarımız bu şekilde mi oluşuyor? Hastalıkların duygularla bağlantısı nedir?
Hayatımız boyunca, gerek çocukluğumuzda gerekse de gençliğimizde ailemiz, çevremiz, eşimiz ve arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizde birtakım yanlış anlamalar sonucunda kendimizi dışlanmış, terk edilmiş, sevgi ve değer görmemiş ya da anlaşılmamış hissedebiliriz. Biriktirdiğimiz bu duygular, çevremize karşı, ailemize karşı hayal kırıklığı ve öfke duymamıza sebep olabilir. O zaman, duygusal bedenimizde enerji kaçakları, bozukluklar oluşur ve bunlar da zamanla hastalığa dönüşebilir. Bazen bu duygu birikimlerimizin farkında dahi olmaz ve üstünü kapatırız. Biriken duyguların bir gün patlayacağını düşünmeden, sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamak isteriz ancak keskin sirke küpüne zarar misali kendimize zarar vermiş oluruz. Mental tedavi bu duygu birikimlerini fark ettirir ve çözülmesini sağlar.
Çocukluğumuzda iyi çocuk olarak ödüllendirilerek ve kötü çocuk olarak cezalandırılarak büyüdük. Bazı aileler elbette bunu daha sıkı kullandı, bazı aileler belki hiç kullanmadı bu kuralları ama aşağı yukarı bunlarla büyütüldük. Ailemizin isteklerini yerine getirdiğimizde ödül, onların kurallarının dışına çıktığımızda ceza aldık. Bu öğretiler hayatımıza o kadar derinden kök saldı ki, olgunlaştığımızda da kendimize bu ödül ve cezayı devam ettirdik. Bir çocuk, “O tabak bitecek!” diyerek mecbur ediliyorsa sonra da dayatma yapılıyorsa, o çocuk yetişkin birisi olduğu zaman da bir restoranda yemek yediği zaman, o tabağı bitirmek istemese de, doyduğunu hissetse de o sözü, o tavrı, o davranışı yeniden onun zihninde canlanır ve çocukluğundaki gibi o tabağı mutlaka bitirmek zorunda kalabilir. Bu minvalde zihnimizde bir yargıç, bir kurban vardır. Anne-babalarımız artık bizi idare etmeseler de kendi kendimizi yargılıyor, sonucunda da ödüllendiriyor ve cezalandırıyoruz.
Şimdi yaşadıklarımız bize öğretilenlerin sonucudur. Eğer hayatımızdan memnunsak devam edelim ancak yaşam tarzımız hoşumuza gitmiyorsa bu öğretilerden yanlış olanların farkına varmamız, onları silerek yerine bizim için faydalı olanları yazmamız gerekir. İşte bu noktada mental tedavi büyük önem kazanır. Çünkü birçok insan mental anlamda sorunlu olduğunun farkına varmıyor. Aslında kişi farkına varmadığı bu sorunu giderdiğinde, yaşam kalitesini yüzde yüz arttırabilir ve iş hayatında çok büyük bir performans sergileyebilir ama bu farkındalığa dahi sahip olmadığından, potansiyelinin altında yaşamaya devam eder.
Daha sakin, içine atmayan, olayları, problemleri olduğu gibi kabul edebilen kişiler daha mı az hasta oluyor?
Bana göre, insanların çok hastalıklı olmalarının sebebi bağımlı kişiliklerinin olması ve ayrıcalık isteyen insanlar olmasıdır. Son 15-20 senedir, bu bağımlı ve ayrıcalık isteyen insanlar o kadar çoğaldı ki her insan özel bir karşılanma, özel bir hizmet, onu özel görme bakışı istiyor ve bu da olmayınca hastalanıyor, kırılıyor, üzülüyor, öfkeleniyor, bazen kabuğuna çekiliyor; bazen de arkadaşlarını, ailesini terk ediyor. Olayları olduğu gibi kabul etmek çok büyük cesaret isteyen bir şeydir, yani o illüzyon kişilikten uzaklaşmak demektir. Gerçeği görmek ve sabırla, sakin olarak kabullenmek, çok güzel bir özelliktir. Elbette, bu insanların gerçekten de hastalığı çok az olur.
Hangi duygular hangi hastalıkları etkiliyor, tetikliyor?
Bilim adamları, birden çok hastalığın duygusal sebeplerini ve mental (mental; akıl, zihinsel, entelektüel demektir.) çözümünü bulmuşlar. Latincede, sonu -it ekiyle biten hastalıklar grubu vardır tıpta; sinüzit, bronşit, gastrit, otit, keratit, bunlar uzayıp gider. Tıpta, Latincedeki bu “-it” ekine “iltihap vardır” diyoruz; yani “-it” eki varsa, sinüzit varsa, yüzdeki ceplerde, mağaralı ceplerde bir iltihap var demektir. Araştırmalara göre, -it ekiyle biten bu hastalıklar grubu bir psikolojik savaşın sonucu, çatışmanın sonucu oluşan hastalıklar grubudur ve bu her hastalığa veya grup grup hastalıklara göre kendine münhasırdır.
“Hangi duygular?” dediğimiz zaman, çok beklentisi olan insan, yaptığı her işi beklentiyle yapıyorsa karşılığını bekliyorsa böbreklerinde bir soruna sebebiyet verebilir. Yine başkalarının etkisi altına çabuk giren insanlar böbrek hastalıklarından mağdur olabilirler. Yemek yemeyi arzu eden bir kadın, eşine söylemeden bekliyor ve “O beni seviyorsa benim ne istediğimi bilmeli.” düşüncesiyle yaşıyorsa ve eşi de bunu bilmediği zaman, hayata geçiremediği zaman bir düş kırıklığı, hayal kırıklığı yaşıyorsa bu, romatoid artrite, romatid hastalıklara dönüşebilir. Romatoidli insanlara bakarsanız çok hoş görünüşlü, çok yumuşak görünüşlü insanlardır; bu insanların içinde dalgalı bir fırtına koptuğunu kimse bilemez. İçlerinde bu karşılanmayan beklenti, hayal kırıklığı, hayal kırıklığından sonra bir öç alma isteği bile olabilir ama güçleri yetmediği için onu yapamıyorlar, vicdanları buna izin vermiyor. Yani duygu birikimlerini eklemlerde biriktirerek bir hastalığa sebebiyet verebiliyorlar.
Nasıl sindirim sistemimiz enzimlerle çalışıyorsa insanları hazmetmediğimizde, kabullenmediğimizde, bizim kafamıza göre değil, bizim düşüncemize göre değil diye onları ötelediğimiz zaman sindirim sistemimizde hastalıklar ortaya çıkabilir. Gastritle başlar bu, sonra ülsere dönüşür. En sonunda artık o insanları hiç görmek istemiyoruz, şöyle itiyoruz onları hayatımızdan dediğimiz zaman reflü başlar, barrett özofagus’u başlar. Reflü de itmektir, yemeğin bir kısmının yemek borusundan itilmesi. İnsanları, olayları o kadar reddediyoruz ki çekmişiz çekmişiz, “Şimdi artık görmek bile istemiyorum.” dediğimiz zaman reflü başlar.
Elbette doktora gidelim ama aynı zamanda o duyguları da bizim iyileştirmemiz gerekiyor. Kabul edelim, Yaradan’dan ötürü yaratılanı kabul edelim. Her insan farklı düşüncede olabilir ama en azından bir selamlaşmak gerekiyor, kabul edecek derecede bir ortamda olmamız gerekiyor. Ötelediğimiz zaman bu hastalıklar ortaya çıkabilir. Bunun gibi, bazen insan kendine komut da verebilir. Birine kızıp da “Görmek istemiyorum.” dediğimiz zaman, o bilinçaltı bunu bir kişiye, iki kişiye karşı yapmaz, yavaş yavaş görmeyi bütün olarak zayıflatır. Yaşla ilgili olmayan görmedeki zayıflıktan bahsediyorum. Gözlük takan çocukları bir araştırsanız birçoğu, ailedeki bir kavgayı veya tartışmayı, farklı durumları görmek istemediği için, hayatlarından ve geleceklerinden ümitleri azaldığı için görmek istemiyor. İnsan görmek istemediğinde, gerçekten o alanı kendisi için loşlaştırabilir, görünmez hale getirebilir. Annesine, babasına, büyüklerine, “Benim işime karışmayın! Ben kendi kararımı kendim vermek istiyorum, o yaşa gelmişim.” diyen bir genç, o müdahale yapılmasın diye, artık bana kimse söz söylemesin diye kulaklarında çınlama oluşturabilir. Aslında bir sınır çiziyor ama o sınırı çok içeriden çiziyor.
Bunun gibi, bütün hastalıkların aslında bir duygusal sebebi vardır. Acil durumlarda, kalp krizi geçiren bir hastaya, “Gel, biz sana mental tedavi yapalım.” demiyoruz. Öyle durumlarda, hastaya bir trombolitik vurulması hayat kurtarıcıdır. Ama mental tedaviyle hastalıkların duygusal sebeplerini, mental tedavisini bilerek, koruyucu hekimlik yapabilir kişi kendine, insan kendine koruyucu hekimlik yapabilir. Kitaplarımızı okuyarak ve hayatı gözlemleyerek de bunu yapabilir, yani koruyucu hekimliğini yapabilir.
Mental tedavi nedir tam olarak? Kişiyi ilaçsız iyileştirmek mümkün mü?
Kişiyi ilaçsız iyileştirmek mümkündür. Örnek veriyorum: Organlarda 4. derece bir kanser oluşmuşsa biz bunu tamamen iyileştirebilir miyiz? Buna reel bakmak gerekiyor. Ama bazen bir alerji hastasını mental tedaviyle iyileştirebiliriz, çünkü alerji hastalığının altında yatan sebepler kişinin değerlerinin çatışmasıdır; ancak o, bunun farkında değil.
Mental tedavi şudur: Hastalık aslında çatışan duyguların çözülmesidir. İnsanların duyguları bastırılır bazen, bazen biz duygularımızı görmezden gelebiliriz, bazen onları reddedebiliriz. İnsanoğlu duygularıyla baş etmekte her zaman zorlanır. Duygular; insan hayatının en az anlaşılan, en hastalıklı ve en fazla analiz eden parçasıdır. Bastırılabilir, kontrol edilebilir, aşağılanabilir, yüceltilip göklere çıkarılabilir, küçümsenebilir, nadiren de onurlandırılır. Duyguları ifade etmek daha iyidir. Bastırmak ve farklı yollarla dışa vurmakla genellikle ciddi sorunlar oluşur. Diğer yandan, duyguların bastırılması bizi içinden çıkılmaz bir şekilde kocaman bir bilinmez olan bilinçaltına bağımlı yapar. Bastırılan duygu, öfke, insan ruhunda iç savaşa dönüşür, bazen intihar duygusuna bile yol açabilir. Reddedilen duygu korkuya, panikatağa sebep olabilir, ruh-beden bölünmesine yol açar, hayata ve insana karşı genel bir güvensizlik oluşur. Diğer yandan, eğer onları dinler ve yönlendirirseniz o zaman duygularla başa çıkılabilir. Böylece, onları abartmak, görmezden gelmek ve bastırmak zorunda kalmayacağız.
Duygu, emotion sözcüğünden gelir. Latincede “hareketli” anlamına gelmektedir. Bu anlamda, fark edilebileceği üzere, bu müntesip duyguları uzun süre sabit tutmak mümkün değil. Bu sebeple duygu uzun süre bastırılmaya, görmezden gelinmeye, yok sayılmaya gelmez. Belli bir sürede mutlaka yüzeye çıkar ve kendilerini belli ederler ancak burada önemli olan, kendilerini ne şekilde belli edecekleridir.
Duygunun ortaya çıkması bazen öfke patlaması, bazen hastalık, bazen de depresyon yoluyla oluşur. Duygunun ortaya çıkış şekli de güçlü ve zayıf olmasıyla bağlıdır. Mental tedavi, biriken duyguları ortaya çıkararak, onların mental, zihinsel yolla çözülme yöntemidir. Eğer hastalık olmadan önce duygumuzdaki sorunu çözebilirsek, kendimize koruyucu hekimlik yapmış oluruz. Çünkü mental tedavi aynı zamanda bir tür koruyucu hekimliktir. Aslında mental tedavi organların dilidir. Bazen duyguların ismini bile bilmiyoruz, şu anda ne hissettiğimizin farkına varmıyoruz. Bazen duygularımız çok değişken olabilir. Bizim kitaplarda yazdığımız -ikinci kitabımız da çıktı- hastalıkların duygusal sebeplerini insanlar bilmiyorlar. Bilirlerse onu değiştirirler, farkına varırlar ve kendilerini iyileştirebilirler. Yani organın dilini bilmek aslında biriken duygunu bilmek, farkına varabilmek, çatışan değerimizi bilmek; bu da hastalıkların iyileşmesine sebep olur.
Bu şekilde, artık 4. derecede bir kanser oluşmamışsa biz ona yardım edebiliriz. Yine de yardım edebiliriz ama onu tamamen iyileştirmek değil. Zaten tıp da bütün hastalıkları iyileştireceğiz diye bir garanti vermiyor. Bu şekilde iyileştirebiliriz, bir tık üste çıkartabiliriz; yeter ki insan buna hazır olsun, kanseri oluşturan sebeplerden kurtulabilsin. İlk önce hastaya şunu sormak lazım: “Bu hastalığını oluşturan sebeplerden kurtulmak ister misin?” Çünkü bizim egomuza çarpacak sonunda, biraz bizi karşı karşıya bırakacak. Çünkü bizim haberimiz yok. Panik hastalığının altında yatan duygunun öfke, bu öfkenin de aşırı kontrol etmeye bağlı olması, bağımlı kişilik ve ayrıcalık seven bir insan olmasıdır. Kontrol etmeyi bırakabilir mi bir insan? Aşırı kontrolcülüğü; hayatın her alanını, her zaman, her saniye; eşini, çocuğunu, işyerindekileri kontrol etmek mümkün mü? İlk olarak karar almışsa yaşam tarzı buysa bundan vazgeçmesi gerekiyor. Kontrol edemediği zaman panik atak yaşıyor kişi, nöbet geçiriyor; çünkü her alanı istediği gibi kontrol edemiyor.
Bizim alerjiyle gelen hastalarımız, panik atakla gelen hastalarımız gerçekten de iyileşiyorlar. Alerji hastası şunu düşünüyor: “Benim çok çevrem olsun, tanınıp bilinen birisi olayım ama ben kimseyi kaldıramam, kimseyle içlidışlı olamam, kimsenin bir lâfını dinleyemem.” Buna benziyor. “En yakın arkadaşımı istiyorum, bana gelsin ama bir bardak çay içsin, kalksın, ondan fazlasını çekemem. Ama ben çok çevre istiyorum, popüler olmak istiyorum.” Popüler olmak isteyen insanın, insanların her derdini, her şekilde insanı kabul edebilmesi gerekiyor. O kadar çevik, o kadar esnek, insan sevgisi, “Bu da olur, o da olur. Tamam, bunu anlıyorum.” diyebilmeli ki popüler olabilmeli.
Zorluklara dayanıklı olabilmeli, tahammül edebilmeli, değil mi?
Evet, tahammül edebilmeli, fedakâr olmalı. Burada bir fedakârlık var. “Ben bunları yapmayayım, herkes beni sevsin.” O zaman ya değişeceksin, sen de tahammül edebileceksin, insanların derdini dinleyebileceksin ya da iki-üç kişiyle hayatını devam ettireceksin. Biz bunları sadece ona gösteriyoruz. Karar, seçim, hayatının bundan sonrasının devam etmesi onların işidir. Değişmek istiyorsa birlikte değişiyoruz.
Çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin nedenleri neler? Bu aileler çocuklarıyla yeterince ilgilenmiyor mu?
Bazen ilgilenilen, bazen de gerçekten ihmal edilen çocuklar olabilir. Aslında hiperaktivite, dikkat eksikliğinin altında, bazen aşırı dikkat talep ediyor olabilir, bazen de bir baskı var ve baskıdan olabilir. Yani çoğunlukla kendini baskı altında hisseden çocuklarda baş gösterir dikkat eksikliği ve hiperaktivite, ama ebeveyn bunun farkına varmıyor. Ebeveyn, çocuğunda sorumluluk oluşturmak için, onu iyi bir çocuk olarak yetiştirmek için baskı yapıyor; derslerine çalışsın istiyor, davranışları güzel olsun istiyor. Ama bu sorumluluğa sınır çizme konusunu, sorumluluk alma konularını tam anlamadığı için, bazen de tutarsız olduğu için, tutarsız bir sistem uyguladığı için hiperaktivite oluşuyor… Bir şeye baskı yapsanız tabii ki hoplar zıplar, yerinde durmaz. Bu baskının altında, bazen içine sinen, hiçbir şey konuşmayan, yerinden kıpırdamayan çocuklar olur, bazen de çok hareketli olarak cevap veriyorlar. Huzursuzluk ve endişe de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun tetikleyicisi olduğu için, ortamı iyileştirmek çok önemlidir. Bir huzur ortamı olsun, o baskı ortadan kalksın. Uygulayacağımız yöntemi çocuğa anlatmak, “Derslerine çalışmanı istiyoruz, çünkü bu hayata eğitimsiz atılman çok zor olacaktır. Sen de kurallara uymadığın için, derslerine çalışman için bunları sana uyguladık.” şeklinde anlatmak ve burada da tutarlı olmak çok önemlidir. Bir gün ebeveyn bir kural uygulayıp yarın onu devam ettiremiyorsa çocuk neyle karşılaştığı konusunda şaşırır ve buna da hiperaktif hareketlerle, çok fazla hareketle, hoplayıp zıplamakla yanıt verebilir.
Fibromiyaljinin duygularla bağlantısı nedir?
Fibromiyalji hastalığı, kaslarda çok katılık olan, kas ağrıları olan ve gerçekten de tıbbın zorlandığı bir hastalıktır. Çocukluklarında algıladığı birtakım sebeplerle şunu hissetmiş olabilirler: Sanki ailede fazlalık gibi olmak. Çok çocuklu ailelerde çocuklar, “Ben olmasaydım, benim annem babam daha mutlu olurdu.” düşüncesine varabilirler. Bu yüzden de kendilerini kasarak, kaslarını kasarak -bilinçaltı yapıyor bunu, kişi farkında olmuyor- sanki o aileye ceza verir. “Bakın, siz benim gelmemi istemediniz, ben de kasılıyorum, ben de ağrıyorum.” Aslında kendine ceza verir o ağrılarla. Bazen anne babalar, ailedeki insanların kendi problemleri olduğu için, bir çocuk bunu bu şekilde hissedebilir ve onlara zarar verdiğini düşünür, onlara acı çektirdiğini düşünür ama aslında acı çeken kendisidir. Kişi bunu hissediyorsa da gayet açık ve net biçimde bunu ifade etmelidir. Kendisine neden öyle davrandıklarını, neden o muameleye maruz kaldığını gerçekten anlatmalıdır. İnanın ki bu şekilde kapalı, örtülü, küs, kinle devam eden çok fazla aile bireyleri vardır. Görünüşte, anne babayla, aile bireyleriyle ilişkiler çok iyidir ama içinde, “Beni fazlalık gibi gördüler. Ben olmasam daha mutlu olurlardı.” diye düşünen binlerce insan var. Ama bu durum paylaşılırsa duygu paylaşımı yapılırsa yanlış anlaşılma ortaya çıkarsa belki daha güzel bir sonuç alırız, kişi depresyondan da çıkar. Çünkü fibromiyalji hastaları aynı zamanda da bir depresyon yaşıyorlar. Sabah kalkamamaları, bilinmeyen kas ağrıları onları çok rahatsız ediyor. Bunu yaptıktan sonra kişi, bir helalleşme yapılırsa “Kızım, biz de o zaman anlamıyorduk, farkında değildik, bu şekilde bir problemimiz vardı, hayat zordu.” şeklinde ifade edilirse, anlaşılırsa, o duygular karşı karşıya paylaşılırsa kişi hayatta fazlalık olmadığını ve en çok da kendisinin gerekli olduğunu fark eder.
Evet, hepimiz yakınlarımızın bizi istediğimiz gibi sevmelerini, bunu sürekli ifade etmelerini, bizi himaye etmelerini ve ihtiyaçlarımızı karşılamalarını bekleriz. Ancak, bu bizim istediğimiz gibi olmayabilir. İnsanların duygularını kendi istedikleri biçimde ifade etmelerine izin verin, siz de ifade ederken kendinizi kısıtlamayın; kendinizi de onları da gevşetin, her şeyin daha basit olduğunu göreceksiniz. Bu, bizim fibromiyalji hastalıkları için yaptığımız mental tedavidir. Yani bu süreci desteklemek için gevşemek gerekiyor. Fibromiyalji hastası gevşemiyor, ona karşı insanların ilgisini kabul etmiyor ve sonra da bana kimse ilgi göstermedi diye şikâyet ediyor.
Kendinizi sevin diyoruz, affedin, gevşeyin ki insanlar da size karşı sevgilerini rahatça ifade edebilsin. Biz kaskatı olduktan sonra kim bize sevgi gösterebilir, ilgi gösterebilir? Etrafımızda dolanırlar ve belli bir süre sonra geri çekilirler, değil mi? O yüzden, katı maddeye verilen tepki aynıyla geri döner. Biraz yumuşaklık olmalıdır ki kabul edilebilsin. Yakınlarımızın, sevdiklerimizin dokularımızda, kalbimizde yer edinmesini istiyorsak kendimizi gevşetelim. Çünkü hayat gerçekten çok kısa ve öfkeyle yaşamaya, öç almaya değmez. Fibromiyalji hastaları kasılarak öç almaya çalışıyor. Bunun altında ne vardı ne hissettiniz ne yaşadınızsa, kendinizi kasmaya ilk neden karar verdinizse, o ana dönerek, onu hatırlayıp o duyguları karşı tarafla paylaşmamız gerekiyor, ifade etmemiz gerekiyor. Bu durumu paylaşmak ve helalleşmek gevşemenin büyük bir temelidir.
Biyografi:
1968 yılında Azerbaycan’ın Oğuz şehrinde dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini Oğuz’da tamamladı. Azerbaycan Devlet Tıp Üniversitesi’ndeki eğitimini 1992 yılında bitirdi. 1994-2004 yılları arasında Azerbaycan’da dahiliye uzmanı olarak görev yaptı.
1999 yılında alternatif tıpla ilgilenmeye başladı. Biyoenerji, alternatif tıp ve psikanaliz eğitimlerinin ardından 2001’de Uluslararası Bilim Eğitim Merkezinden Alternatif Tıp (Psikoenerji Terapisti) uzmanlığı diplomasını aldı. 2002-2004 Sebep-Sonuç İlişkileri Kavramı alanında tedavi prensipleri üzere eğitim gördü. 2005-2012 yılları arasında Suudi Arabistan’da hem dahiliye alanında görev yaptı hem kişisel gelişim kurslarının yanı sıra seminer ve konferanslar vererek yüzden fazla talebe eğitti. 2013 yılından bu yana İstanbul’da alternatif tıp alanında farklı eğitimler vermekte, terapiler uygulamakta ve halkın bilinçlenmesi, sağlıklı toplumlar oluşturulması adına çeşitli radyo ve televizyon programlarına katılmaktadır.
“Hastalıkların Duygusal Sebepleri – Mental Tedavi” ve “Duygu Dünyamızın Fiziksel Etkileri” isimli iki kitabın yazarıdır.