Yıl 2024… İnsanlık adına her şeyin öldürüldüğü bir dünyayı tanımlayan zaman dilimi olarak kayıtlara geçecek kadar keskin… Tarih, tüm insanlığı uyaran bir Filistin’in varlığını haykırıyor. Bugüne kadar hiçbir tarihte bu kadar net, bu kadar açık bir şekilde; her gün ölen insanlığa inat, her gün yeniden dirilen Filistin’i anlamak için dünyaya seslenilmemişti. Hazin bir sonuca doğru ilerleyen Gazze dışındaki dünya, her gün kaybediyor, her gün hiç usanmadan ve utanmadan yenilgiye uğruyor. Yıl 2024 ve şahit olduğumuz soykırımı ne kadar anlıyoruz, ne kadar üzülüyor, ne kadar ağlıyoruz, ne kadar utanıyoruz, bu durumdan ne kadar büyük bir öfke duyuyoruz, kabullenmek istemiyoruz! Duygularımız ne boyutta ve bizlere olan etkisi, bizi nereye taşıyor; hangi eylemlerin doğal olarak oluşmasına sebep oluyor!
Şenel İlhan Beyefendi’ye ait olan şu sözlerin günümüz insanlarını özetlediği kanaatindeyim… “İnsanı harekete geçirmeyen duygu yok hükmündedir.” Sevgi, özlem, üzüntü, mutluluk gibi duyguların iyi işlere vesile olması, bu bakımdan insanı harekete geçiren; paylaşımcı, iletişimi koparmayan, empati yönü kuvvetli, merhamet, şefkat gibi güzel ahlakların oluşumunu tetikleyici duyguların varlığından söz etmek gerekir. Somut adımlar atmak, elini taşın altına koymak kolay değil. Üzerimizdeki ölü toprağını atacak duygular, rehavete kapılmadan bunu bir yaşam tarzı haline getirecek kadar etkili olmalıdır.
Bu yıl insanlığın yapacağı tek şey, Filistin’e dair duygularımızı diri tutma gayretini göstermek olmalıdır. Öfkemizi diri tutmak, en azından planlarını bozacak gayretin içine bizleri dahil etmelidir? Düşmana karşı öfke, kızgınlık ve kalbi buğz içinde olmak hangi eylemlerin oluşmasına etken? Ya da anlık bir etkiyle sadece gelip geçiyor mu? Yapılabilecek en basit bir eylem olan boykotta bile başarısız olmak insanlığın çöküşüne imza atmak kadar akıllara ziyan. Bir kereden bir şey olmaz dediğimiz markaların, insanlık katliamının bir parçası olduğunu nasıl anlayacağız artık! Bunu anlamak bu kadar zor muydu?
Filistin’e destek olmanın en önemli ayaklarından birinin İsrail’e finansal destek sağlayan firmaları boykot etmek olduğunu biliyoruz. Çocukların çok sevdiği dondurma ve abur cubur olarak nitelendirdiğimiz markaların çoğunun siyonist İsrail’e ait ürünler olduğunu öğrendik. Boykot ürünleri olarak nitelendirdik. Bu konuda hassasiyet oluşması için çok çalışmalar yapıldı. Süreklilik önemli denildi. Fakat bir süre sonra, sanki her gün öldürülen Müslümanlar yaşamın bir parçası olmuşçasına kanıksandı. Boykota başlayan kişi, bir süre sonra elini İsrail ürünlerine uzatacak kadar unuttu, normalleştirdi. Hâlbuki boykot ürünlerini kullanmamayı normalleştirmek oluştuğu zaman ancak siyonist İsrail’i yenmiş olacaktık. Ufacık bir bilinç kıpırdanışı yeterlidir boykot için. Boykota dikkat etmeyen, gündemine almayan insanların hiç mi kalplerinde yer etmedi Filistin! Enaniyetleri yüksek, algı dünyaları kendi egolarıyla dolu zihniyet yapısının yansıması ancak böyle bir eylemsizliğe itebilir. Bu yüzden Filistin’i umursamıyorsanız bile, başka insanların acılarına duyarsızsanız bile, kendi çıkarlarınız için elinizden geleni yapmalısınız. Yapmazsanız soykırımın normalleşmesine katkı sağlamış olarak, insan ırkının geleceği ile ilgili soykırım yapılmasının normalleştirilmesine de destek vermiş oluyorsunuz demektir. Yani bu işin sonu boykot yapmayan duyarsızlara, elini kolunu kıpırdatmayan ahmaklara da dokunacak. Göz göre göre bir şehrin içindeki insanlarla yıkılışını izliyoruz. Yapmak istedikleri de buydu. Bir film gibi izletmekti amaçları. Filistin’i anlamak konulu imtihanda sınıfta kalan insanlar nereye sürüklendiklerinin farkına vardıklarında vakit çok geçmiş olacak.
Boykot yapmayan, boykot yapmamak için direnen yetişkinlere inat çocukların daha bilinçli tepkiler verdiği bir hakikattir. Bu konularda bilinçli olan anne babaların etkisiyle çocuklar da bilinçlendi. Hatta anne babanın boykotları bazen taviz vermeleri ile neticelendi. Yanlışlıkla aldı, bir kereden bir şey olmaz dedi, başka muadili olan yerli ürünün performansını beğenmedi. Yani alıştığı ürünlerden vazgeçmek zorladı, dayanamadı, ufak tavizler oluştu istemsizce… Bu konuda en kararlı boykot eylemini çocuklar gösterdi. Onlar çocuk kalbi ve çocuk aklıyla sağlam bir duruş gösterdiler. Marketlerde “anne bu İsrail malı mı?” diyen çocuk seslerini duymayan yoktur sanırım. İsrail’e ait ürünleri ikram eden büyüklerine ders verecek kadar tepki gösteren çocuklar da var. Çünkü tertemiz kalpleri, bozulmamış zihniyetleri boykotun önemini anlamaya engel teşkil etmiyordu. İnsanın algılaması, anlaması ve harekete geçmesi kendiliğinden olmuyorsa, anlayışın oluşması için çaba göstermelidir. Filistin’i anlamaya çalışmak tüm insanlığın imtihanıdır. Bu anlayış yolu ise ancak Allah ile olan bağın oluşması veya kuvvetlenmesi olarak tezahür edebilir. Bu anlayış hakikati anlamaya çalışmak ve hikmet penceresinden bakabilmektir. Tıpkı Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) duası gibi… “Ya Rabbi eşyanın hakikatini bana göster.” diyerek Rabbimizin sıfat ve isimlerinin tecelli ettiği her şeyin hakikatini görebilmeyi istemiştir. Kâinatta Rabbimizin tecelli ettiği tüm sıfatlar bizleri Rabbimize karşı olan sevgi, muhabbet, saygı ve haşyet duyarak daha iyi anlama yolunda olmaya götürür. Bu yol feyzli bir yoldur ve zamanla kalplerdeki zulmetleri de temizler. İnsanların feraset ve basiretleri açılır ve manevi gözlerin önündeki sisler kalkar. Ve gerçekleri olduğu gibi anlama yetisi devreye girer. Olayları doğru yorumlamayı ve insanın algı düzeyini artırır. Siyonizmin gizli emelleri artık ayyuka çıktığı halde gerçekleri algılama zayıflığı insanları esir almış durumdadır. Hâlâ yetersiz duygularla yaşantımıza devam ediyorsak, zikir, fikir ve ibadet kanallarımızdaki tıkanıklıkları gidermekle yola başlamak gerekiyor. Ne kadar uğraşsak da anlamak her zaman eksik kalacaktır, fakat anlamaya çalışmak bu yolda olmak ve gayret göstermek birçok şeyi de kazanmamıza vesile olacaktır.
Anlamaya çalışmak o kadar mucizevi bir öneme sahip ki Filistin’e ait binlerce örnekten sadece bir tanesi ile yazımı sonlandırmak istiyorum. Çünkü Filistinli bir annenin duygularını anlamaya çalışmakla oluşan acı ve üzüntü sadece duygu boyutunda da kalmadı. Aklın ve kalbin anlayışını artırdı. Ve sonuçta en büyük nimetlerden olan iman nimetine eriştirdi. Filistinli bir annenin duygularını anlamaya çalışmanın ikramı bu kadar izzetli. Ve Filistinli annenin iman gücü, onu anlamaya çalışan anneleri iman ettirecek kadar etkili…
Çocuğu ölen bir annenin Allah’a hamd etmesi, nasıl bir teslimiyet? “Ben de bir anneyim ve çocuğum öldüğünde bu duyguları hissedemezdim ve Tanrı’ya isyan ederdim. Nasıl bir Tanrısı var ki ona bu yaşadıklarından dolayı hamd ediyor. Onun Tanrısını tanımak istiyorum.” diyerek Müslüman oldu. Öyle bir teslimiyet ki Filistinli anneyi görenler ve O’nu anlamaya çalışanlar iman ettiler. Ya bizim imanlarımız etiket Müslümanlığı mı? Filistin bize neyi kazandırdı?
Peki ya sen hiç Filistinli bir anneyi düşündün mü? Onun duygularını anlamaya çalıştın mı? Sadece bir gün kendini Filistinli bir annenin yerine koyabildin mi? Fark etmez, Filistinli bir baba da olabilir… Evini, yurdunu bırakıp nereye gideceğini bilmediğin yollara koyuldun mu? Araç yok, binek yok, azık yok ve aslında gidecek yol da yok. Çaresizlik nedir bilir misin? Aç, susuz ve korunmasız yaşamaya çalışmak… Çocuklar ve poşetler… Poşetlerde neler taşındı hatırlıyor musun? Filistin’i anlamak istiyorsak hiç unutmamak gerekiyor poşetleri ve bir de Şifa Hastanesi’ni…
Daha ne kadar acı yaşanabilir dedirten bu zulüm her defasında daha kötü acılara şahit kılıyorken duygularımızı diri tutmalıyız. Öfkemizin şiddeti, planlarını bozacağımız imkânlar için her geçen gün artmalıdır. Allah Teala’ya hep niyaz halinde olarak, gaflet mahmurluğundan uyandırmasını samimiyetle istemeliyiz. Allah hepimizi gafletten uyandırsın ki sorumluluklarımızı yerine getirebilelim. Önce kendimizi eleştirelim ve kendimize soralım. Sen ne yaptın? Sen ne yapıyorsun?