Eş seçimlerinde kişinin kendini tanıyamaması evlilikte nasıl sorunlar doğuruyor?
İnsanlar kendilerini tanımıyorlar. Bunun evliliğe ya da ilişkilere yansıması tam da bu nedenle sıkıntılı. Çünkü insanlar evlilik ilişkisine başladıklarında kendilerinde varolduğunu düşündükleri bazı özelliklerden yola çıkarak ona uygun olacağına inandıkları adayları seçiyorlar ya da ona uygun kişileri tercih ediyorlar. Ama baştan kendilerinde tahmin ettikleri şeyler doğru değil ki. Dolayısıyla bulduğu da yanlış. Çünkü kendisini yanlış tanıyan bir insanın, kendisine doğru bir aday da bulması mümkün değil.
Günlük hayatımızda bu işi yapıyoruz şöyle ki: Kişinin yaptığı işle ilgili işini tolere edebilecek ya da işinde kendisine yardımcı edecek bir araba markası vardır zihninde ve işine uygun olanını bulur. Biz arabasının arkasında hem işçi, hem de ürün taşıyacak tekstilci bir adamın son model muhteşem bir lüks araba aldığını görmüyoruz. Transporter türü ya da kendi koşullarına uygun bir araba seçiyor ve daha fazlasını alabilecek parası olmasına rağmen işine uygun bir araba alıyor.
Bizlerde ise tam bir zıtlık var. İnsanlar kendilerinde yeterli donanım olmadığı halde, karşı taraftan yüksek donanımlar istiyor ve sanki öyleymiş gibi zannederek de ona uygun kişiler bulabiliyorlar. Ama bir süre sonra evlendiklerinde kendi içlerinin boşluklarıyla ilgili bir durum ortaya çıkıyor ve eşe yetememe süreci devreye giriyor. Ya da bunun tam tersi: Özgüven problemi var, kaygı bozuklukları söz konusu. Kendisini her şeyin hep gerisinde görüyor ve algılıyor. Aslında kendisine ortalama yeteceğini düşündüğü, çok vasat özellikler ya da vasat bir tutum içerisinde evlilik geliştiriyor. Ama zaman içerisinde bakıyor ki seçtiği eş, aslında onun çok daha gerisinde ve kendisinde daha güzel başka özellikler de varmış. Dolayısıyla eşi seçmek bu anlamda önemli.
Evliliklerin çok yolunda gitmemesinin ana sebeplerden birisi de bu. Aslında insanlar kendilerini tanımadıkları, kendi duygusal birikimlerinin ve backgroundlarının farkında olmadıkları için, doğrudan karşı tarafa yatırım yaparak ya da varolanların arasındaki en iyisi ya da çevredekilerin olabilecek en iyisine ulaşmak gibi bir yanlış yaklaşımla hareket ediyor. Dolayısıyla o evlilikte kendisini ifade eden, kendisini bulan güzel bir evlilik olmuyor.
Evlilik terapi merkezleri giderek artmakta. Evlilik öncesi de dahil bu duruma. Sizce evlilik, daha önceden oturmuş kişiliklerin bir araya gelerek yapacakları bir birliktelik mi, yoksa deneme-yanılma, birbirimizi evlenip dört duvar arasına girdikten sonra tanırız diyebilecekleri bir birliktelik mi? Nasıl değerlendirebiliriz?
Deneme-yanılma, konu hayat arkadaşlığı olunca ya da evlenip de hayat boyu birbirimize söz vermek şeklinde gündeme gelince tabi ki çok riskli bir durum. Ama günlük pratiğimize baktığımızda biz aslında yanlış tercihler yapıyoruz ve doğru adımlar atmıyoruz. Ben bana düşeni yapmalıyım, şartları çok güzel organize etmeliyim ve her şeyi doğru olarak yaptığıma emin olmalıyım. Ama buna rağmen hâla benim eşimle ilgili ciddi problemlerim olabilir, eşimin bilmediğim yanları ortaya çıkabilir. O zaman hakikaten onun bir imtihan olduğunu düşünürüm. Evlilik danışmanlığı merkezleri fazlasıyla çoğaldı. Eskiden her köyde deli olurmuş, sanki akıllıların aklına şükretmesini sağlaması için. Aklı başında, olgun, ehil bir kişi vardır. Aslında her kültürde kendine özgü aklı başında birileri olur bu işle ilgilenen. Ya da bazı dizi filmlerde o dizinin kahramanı olan adamın bir de akıl danıştığı abisi, hocası, dayısı olur. Mesela Kurtlar Vadisi’nde öyle bir karakter var. Daha önceleri başka bir dizide Kuşçu karakteri vardı. Yerinde duramayan gençleri ya da yanlış hareket eden ya da duygularıyla yanlış karar verecek olan insanları böyle durduran, bekleten, “yanlışlık yapma, sakin ol, frene bas” diyen aklı başında birileri vardı. Ama günümüzde öyle değil. Böyle olunca da insanların akıl alabileceği onlara sağlıklı ve sağduyulu düşünmelerini öğütleyeceği, “bir sakin ol, yavaş ol, fevri karar verme, aklını başına alarak düşün, ya da yaptıklarının sonuçlarını iyi değerlendir” diyebilecek kişiler kalmadı. Bence danışmanlık merkezleri ya da uzmanlar aslında refleks olarak bu görevi devralmaya başladılar. Aklımı başıma almamı söyleyecek yetişkin de etrafımda kalmayınca, onu da bir hizmet olarak dışarıdan alıyorum. Bunu da doğru anlamak çok önemli bence.
Ebeveynlere ortak bir dil ve kültür oluşturmada, gençlerle iletişime geçmede, sağlıklı bir şekilde onların dertlerini dinlemede ve sorunlarını çözmede anne-babanın çocuğuyla ilişkisinde ortak dilin, kültürün önemi nedir? Gençlerin güncel sorunları neler? Gençler neleri sorun olarak görüyorlar? Başarıyı etkileyen şeyler neler? Bunlarla ilgili ne söylemek istersiniz?
Ailenin ortak dilini bulması çok önemli. Aile ortak dilini bulamazsa zaten problem çıkıyor. Gençlerin dilini anlamak için de onların dünyalarına girmemiz gerekiyor. Bizim ülkemizde genelde anne-baba çok dışarıda kalıyor, maalesef çocuklarına doğrudan güzel, sıcak ve sempatik bir yaklaşımda bulunmuyorlar. Daha sonra bir problem anında o problemi çözmek için oradalar ama o problemi çözme yöntemleri de kızmak, bağırmak, suçlamak, neden o problemin öyle olduğu hakkında kişiyi yargılamak şeklinde yaklaşıyorlar. Çocuklarımızın problemlerinde biz bu şekilde yaklaştığımız için de başka problemlerinde bize müracaat etmiyorlar.
Ayrıca biz onların dünyasına girmediğimizde ve onların, gençlerin şu anki hal ve durumlarını algılamadığımızda bizi dinazor gibi görmeye başlıyorlar. Çünkü biz hâla 30 yıl önceki kendi yöntemlerimizle onlarla konuşmaya devam ediyoruz, “Oğlum şimdi sen böyle yapıyorsun ama biz zamanında şöyle ya da böyle yapardık.” şeklinde. Genç de “30 yıl geçti babacığım, senin zamanın 30 yıl geride kaldı. Sen 30 yıl önceki arabana biniyor musun? 30 yıl önceki arabayı bile kaç kere değiştirmişiz, günün şartlarına göre güncellemişiz. Araba aynı araba, 4 tekerlekli, motoru, vitesi falan var ve bizi götürüyor. Niye 30 yıl önceki arabaya binmiyoruz, niye arabayı güncelliyoruz?” diyebilir bize.
Bir kere fikrimizi, zihnimizi ve onların yaşam alanlarını, anlaşabilmemizi sağlayacak dinamiklerimizi sağlam ve taze tutmak zorundayız. Bizim 30 yıl önceki gençliğimizin devri geçti. Şimdiki gençlerin haline bakacağız. Birkaç gün önce benim danışmanım olan bir anne, çok sevdiğim bir aile, tatlı insanlar. Çocuklarıyla ilgili onlara bilgi veriyorum. Dedim ki: “Aslında bizim çocuklarımızın problemi nedir, şanssız veya şanslı oldukları tarafları biliyor musunuz? Biz çocuklarımızı, doğrudan kafamızda mükemmel olarak kurguladığımız şahsiyetle kıyasladığımız için problemli bir bakış açımız var. Daha farklı ailelerin çocuklarıyla da çalışıyorum. Emin olun, sizin kızınızın özelliklerinin tamamını değil, onda birini bir çocuğa yüklesek ve kız evlat olarak birçok aileye versek onlar yatar kalkar böyle bir evlatları olduğu için şükrederler.” Şimdi benim kızımın sıkıntısı ne? Tabi benim kriterim bayan mükemmel olunca ve doğrudan bayan mükemmel’le sürekli kıyaslayınca yaptığı her şey batıyor. Ya da oğlumun yaptığı her şeyi doğrudan bay mükemmel’le kıyaslayınca, otomatikman benim oğlum tamamen arıza bir çocuk olarak düşünüyorum.
O zaman öncelikle genel anlamda insan olup olmamalarına yatırım yapacağız. Biz çocuklarımızı kibar, naif, kişilikli, haysiyetli, onurlu, yalan söylemeyen ve yalana ihtiyaç hissetmeyen güzel insanlar olarak yetiştireceğiz.
Aranızda çok tatlı ve pozitif bir ilişki geliştirirsin. Artı sen zaten Müslüman bir kadın değil misin? Namazını kılıyorsun, güzel işler yapıyorsun. İleride çocuğun biraz daha büyüdüğü zaman ‘Anneciğim, sen ne kadar tatlı bir annesin.’ dediğinde “Evet, Allah çocuklarınızı çok sevin demiş. Onun için ben de seni çok seviyorum, biliyor musun.” diyerek Allah’ı sevdir. Biz direkt “yanarsın, günah, böyle yaparsan seni Allah sevmez” diyoruz ve enteresan bir şekilde Allah’a düşman bir nesil yetiştiriyoruz. Farkında bile değiliz.
Çocukların Allah tarafından çok sevildiğini, çok değerli olduğunu asla hissettiremiyoruz. Allah’ı despot ve kural koyucu gibi zihinlerinde hayal ediyorlar. İleride büyüdükleri zaman da kendini günahkâr hissediyorlar ve “Allah beni sevmiyor” psikolojisine giriyorlar.
Ertesi gün bayramsa ben hep facebook’tan özellikle annelere yazıyorum: “Ertesi gün bayram, bugün arife. Bugün arifede temizlik yapıp ayağımın altında dolanma diye çocuklarımızı ayak altından uzaklaştırıp itiştirip öteki odaya göndermeyiniz. Gir mutfağa, şekerleme ya da kurabiye yap çocuğunla birlikte. Sonra “Bak, yarın bayram, senin gibi tatlı çocuklar sevinsinler, anneleriyle, babalarıyla, anneanneleriyle, dedeleriyle, babaanneleriyle, bütün akrabalarla güzel zaman geçirsin diye Allah bu bayramı bize hediye etti, biz de bunları onun için yapıyoruz…” diye anlat. Allah’ı sevdirmek ve manevî değer anlamında çocuğun bilinçaltına iyi, pozitif şeyler yüklemek istiyorsan bu şekilde yükle.
Biz bu dini güzel bir şekilde kuşanıp çocuklarımıza karşı çok tatlı, çok naif, çok güzel davranmalıyız. O da “Sen çok tatlı bir annesin. Sen çok tatlı bir teyzesin, seni seviyorum…” dediğinde “Evet, ben de seni çok seviyorum. Allah birbirimizi işte böyle çok sevmemizi emretti, ben onun için seni çok seviyorum.” diye cevap ver. Çocuk “Bu ne güzel bir Allah, bu nasıl bir Allah böyle! Herkes beni seviyor, öpüyor, kokluyor. Herkesle benim aram iyi.” diye düşünsün. Kendisine bunları ikram eden bir Allah’ı sever çocuk zaten.