Çocuk, Okul ve Ebeveynler / Klinik Psikolog Fidan Demir

Yeni bir eğitim-öğretim yılına girmenin heyecanını yaşamaktayız. Öğrenciler, veliler ve öğretmenler için yeni bir dönem başladı. Yeni arkadaşlıklar, yeni bir okul, yeni öğretmenler, sevinçler, heyecanlar, hayaller… Bununla birlikte korku, kaygı, üzüntü, ayrılık ve daha birçok problem de beraberinde gelmektedir. Anasınıfından tutun, üniversiteye kadar eğitim-öğretimin her kademesinde görülen belli başlı sorunlar vardır. Zamanın değişmesiyle birlikte kişilerin ruh haline, aile yapısına, kültüre, ekonomik şartlara göre sorunlar değişse bile yaşanan problemler genel itibariyle bellidir. Biz burada ailelere bir nebze de yardımcı olabilmek ve farkındalık oluşturmak amacıyla öğrencilerin, anne ve babaların yaşayabileceği bazı sorunlar hakkında genel olarak konuşacağız ve çözüm yolları sunacağız.
Eğitim ve Öğretime Genel Bir Bakış
Eğitim ve öğretim insan hayatı için olmazsa olmaz bir süreçtir. Beşikten mezara kadar insanoğlu her zaman öğrenme halindedir. İnsanın ilk öğretmeni de anne ve babasıdır. Ebeveynin canından bile daha çok sevdiği evladı ilk adımını atarken, ilk kelimesini söylerken, hayata dair yeni şeyler öğrenirken anne ve babası ona sevgi ile yaklaşır. Eğitim ve öğrenmenin temelindeki merak duygusundan sonra gelen en önemli unsur sevgidir. Çocuklara zorlama ve korkutma ile değil, sevdirerek öğretme eğitim ve öğretimin en temel prensibidir. Eğitim, kişinin hayatı boyunca ona fayda sağlayacak bilgi, beceri ve donanımları kazandırma ve kişiliğinin gelişmesi için yardım etme sürecidir. Öğretim, bir örgün eğitim kurumunda kişinin akademik bilgiler öğrenmesi ve mesleki yeterlilik kazanması için yapılan çalışmalardır. Eğitim sadece okulda verilen bir hizmet olarak algılansa da her yaşta ve hayatın her anında kişi eğitimden geçmektedir. Kişi ne kadar zorlu bir eğitimden geçiyorsa, ne kadar acı çekiyorsa bunun sonunda edineceği kazanım da o kadar fazla olmaktadır.
Çocuklarımız okulda hem akademik bilgi öğrenmekte hem de insan ilişkileri, konuşma becerileri, saygı, sevgi, sorumluluk, sosyalleşme, hatalarından ders çıkarma, kendini savunma, zaman yönetimi gibi konularda eğitilmektedirler. Bu eğitim bazen değerler eğitimi kapsamında grup çalışması şeklinde olurken bazen okul ortamının doğal akışında, kendiliğinden olmaktadır. Öğrenciler öğretmenler tarafından çoğu konuda uyarılmaktadır. Buna rağmen öğrenciler o konuya dikkat etmemektedirler. Ne zaman onunla ilgili bir problem yaşarsa işte o zaman öğrenci o konu hakkında daha dikkatli davranmaktadır. Örneğin arkadaşlık ilişkilerinde çocuklara “Sırlarınızı herkese anlatmayın. Bir gün aranız bozulursa arkadaşınızın sizin sırrınızı başkalarına anlatma tehlikesi olabilir.” diye nasihat edildiğinde bunun pek etkisi olmayacaktır. Ama böyle bir durum yaşayan öğrenci “Evet, ben yaşadım, bir daha kimseye anlatmam.” diye cevap verebilmektedir. Bu durumu, tüm insanlar yaşamaktadır.
Okulöncesi Dönem
Anasınıfları ve anaokulları, ilkokula başlamadan önce çocuğun dil gelişimi, sosyal becerileri, bilişsel becerileri, duygusal gelişimini destekleyeceği okulöncesi eğitim ve öğretim yerleridir. Okul öncesinden 57-68 ay arasında olan çocuklar yararlanabilmektedir. Daha küçük olanlar kreşe yönlendirilmektedir. Anasınıfı, ince motor becerilerinin gelişmesi için etkinliklerin yapıldığı, çocukların sosyalleşme ve paylaşmayı öğrendikleri, birlikte oyun oynama becerilerini geliştirdikleri, kural tanımayı öğrendikleri bir yer olması açısından önemli ve gereklidir.
Anasınıfına yeni başlayan bazı çocuklarda uyum problemi görülebilmektedir. Anneden ayrılmak istememe, oyuncağını paylaşmama, sürekli ilgi bekleme, öğretmenin yüksek sesli yaptığı uyarıdan korkma, kurallara uymak istememe, yemek yemeye direnç, etkinliklerden çabuk sıkılma gibi durumlar yaşanmaktadır. Ebeveynler böyle durumlarda sınıf öğretmeni ve okul psikolojik danışmanı ile görüşerek yardım talep etmektedirler ve çocuklarının uyumsuz davranışının hemen sönmesini beklemektedirler. Hatta çaresizlik içinde kalıp “Okula gidersen, ağlamazsan sana oyuncak alırım.” gibi vaatlerde bulunurlar. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki çocuğun uyumsuz davranışlarının altında mutlaka bir sebep vardır ve asıl sebep bulunmadan başka yöntemler denemek yararlı olmayacaktır. Aynı zamanda çocuğa maddi içerikli (oyuncak, park, sevdiği yemek, çikolata…) vaatler asla verilmemelidir. Bu sefer çocuk yapması gereken işlerde sürekli ödül/vaat bekleyecektir.
Çocukların olumsuz davranışlarında öncelikle anne ve babanın çocuğa ve ev içinde birbirlerine olan tutumlarına bakmak gerekir. Bazen kabul edilmek istenmese bile çocuğun anne ve babayı ayna gibi yansıttığı bir gerçektir. Yemek seçen; sadece makarna, köfte, patates kızartması, hamburger, kola gibi damağa hoş gelen ancak sağlıklı olmayan gıdaları tercih eden bir çocuk anasınıfına başladığında anasınıfındaki yemek listesine uymak istemeyecektir. Evde annesinin zorlamadığı, mevcut yemeği yemeyip hemen istediği yemeği yaptırıp yiyen çocuk, okulda öğretmenin zorlaması karşısında elbette korku ve kaygı duyacak, ağlayacak, okula gitmek istemeyecek; hatta kusacak ve okula gitmemek için her türlü yolu deneyecektir. Kuralları kendince esnetemediğini anladığında direnç gösteren çocuğun karşısında kararlı durulduğunda bir süre sonra kendisinden beklenileni yapmaya başlayacaktır. Elbette birden davranışın değişmesi ve uyumlu olması beklenemez. Burada önemli olan anne, baba ve öğretmenin kararlı duruşu, kuralların net bir şekilde ifade edilmesi ve çocuğa bu kurallara uymaktan başka seçeneğinin olmadığının gösterilmesi, vaatler sunulmaması. “Bu yemeği yemiyorsan başka yemek de yok, abur cubur da yok. Aç kalmayı seçebilirsin.” Gerçekten acıkan çocuk önüne verilen yemeği yer. “Hocam, yemiyor ve günlerdir aç kalabiliyor.” Hayır, aç kalmasına fırsat verilmiyor. Bir öğün yemezse diğer öğüne istediğini yaptırıp zafer kazanmış oluyor.
Ailede her istediği yapılan, bir dediği iki edilmeyen, “hayır” denilmeyen ve kendisini dünyanın merkezinde gören çocuk, girdiği ortamlarda da aynı muameleyi görmek ister. Anasınıfında beklentisinin tersine bir ortamla karşılaşınca da uyumsuz davranışlar sergilemesi normaldir. Burada aileler, öğretmenlerin fazla katı ve kuralcı olduğundan, çocuklarına müsamaha göstermediklerinden, öğretmenlerin merhametsiz olduğundan yakınmaktadırlar. Olaya duygusal ve tek taraflı bakmak, olumsuz değerlendirme ve yanlış kararlar alınmasına neden olmaktadır. Çocuğun her istediği yapılmamalı, aile kararlı olmalı, çocuğa basitten başlayarak kurallar koyulmalıdır. Yoksa çocuklar daha küçük yaşlardan itibaren evin tüm hâkimiyetini alıp anne ve babayı zorlamaktadırlar. Örneklerini günümüzde fazlaca görmekteyiz.
İlkokul Dönemi
İlkokul birinci sınıfa geçen çocuklar, okuma yazmaya zihin olarak hazır ve isteklidir. Ebeveynler, ismi duyulmuş bir öğretmenin sınıfına çocuklarını vermek için epey gayret sarf ederler. Öğretmenin daha üçüncü ayda çocukları okuma yazmaya geçirmesi, maharet olarak görülür. Okuma yazma öğrenmekte zorlanan, yaşıtlarından geri(!) kalan çocukların da zihinsel bir problemi olduğu düşünülür. Hâlbuki daha okul açılalı üç-dört ay olmuştur. Her çocuğun öğrenme düzeyi birbirinden farklıdır. Kısa sürede okuma yazma öğretmeye çalışmak, bazen öğrencilerin okuldan soğumasına yol açmaktadır. Çünkü öğretmenin hızına yetişmeye çalışan aileler, ev ödevi yaptırırken çocuklarıyla sürekli çatışmaktadır. İnce motor becerileri henüz gelişmeyen çocuklar yazı yazarken çok zorlanırlar. Bu nedenle kısa sürede bitmesi beklenen ödev saatler alır. Ellerinin ve parmaklarının ağrıması da ödev yapmamak için bahane olarak görülür. Elbette bunda, dağılan dikkatin de etkisi büyüktür. Çocuk telefona, çizgi filme, bilgisayar oyunlarına alıştığı için defterden ve kitaptan ders çalışmak ona sıkıcı gelmektedir. Teknolojik aletlerle geçirilen süre uzadıkça dikkat süresi ve ders çalışma isteği de azalacaktır. Velilerin teknolojiyle geçirilen süreye sınır koymayı öğrenmeleri gerekir.
İlkokul çağları, değerler eğitiminin çocuğun kalbine nakış nakış işleneceği en güzel çağlardır. Merhamet, sevgi, birlik olma, sorumluluk bilinci, arkadaşlık, paylaşma, dürüst olma gibi ahlaki ve toplumsal değerler bu dönemlerde somutlaştırılarak ve sevgi ile harmanlanarak çocuklara anlatılmalıdır. Özellikle dinî konularda korkutarak, “Allah yakar.” gibi merhametsizce sözler kullanarak çocuklara bir şeyler öğretilemeyeceği, aksine çocuğun bilinçaltında olumsuz imgeler halinde yerleşeceği unutulmamalıdır.
Bu dönemde çocuklar arkadaşlarının okul eşyalarını veya oyuncaklarını alıp eve götürebilirler ve “Bu benim. Arkadaşım bana hediye etti.” “Öğretmenim bana verdi.” “Dışarıdan buldum, aldım.” diyebilirler. Çocukları hırsızlıkla suçlamak, yapılacak en kötü davranış olacaktır. Peki nasıl davranılmalıdır? Çocuğa kızmadan, onu korkutmadan yaklaşılmalıdır. Çünkü çocuk aidiyet duygusunu yeni yeni kavramakta ve güzel olan, hoşuna giden her şeyin kendisinin olmasını istemektedir. Kendi eşyasını kimseyle paylaşmıyor oluşu, kendi eşyasına sahip çıkması aidiyet kavramını tam anlamıyla kazandığını göstermez. “Hırsızlık mı yaptın sen? Çok günah.” diye tepki vermek yerine “Bu eşya kime aitse hadi götürüp verelim. Bu sana ait değil. Senin eşyanı bir başkasının almasını ister misin? Şimdi arkadaşın kalemini bulamadığı için ne kadar üzülmüştür! Sen de kalemini kaybetsen çok üzülürsün değil mi?” gibi onun empati yapmasına ve yaptığı davranışın doğru olmadığını anlamasına fırsat vermeliyiz.
İlkokul döneminde çocuklar öğretmenleri ile çok derin bağlar kurmaktadır. Öğretmen, içindeki sevgi ve şefkatini çocuklara hissettirebildiği takdirde başarılı bir öğretmendir. Sevgiye doyan çocuklar hem daha kolay öğrenecekler hem de öğretmenin her söylediğini yapmak için gayret edeceklerdir. Bu nedenle çocuklara bilgi yüklemek yerine önce sevgi vermek, onlara yaşamları boyunca verilebilecek en güzel hediyedir.
Ortaokul Dönemi
İki üç öğretmenin derslere girdiği ilkokuldan, her derse ayrı öğretmenlerin girdiği ortaokula geçmek çocuklar için kaygı verici olmaktadır. Yeni bir ortam, yeni arkadaşlıklar; aynı zamanda büyüyor olmanın getirdiği karmaşık duygular… Yetişkinlerin “Büyüdün artık, çocuk değilsin.” ile “Sen daha küçüksün!” sözleri arasında sıkışan ortaokul öğrencileri… Çocukluktan ergenliğe geçişin görüldüğü bu yaş grubunda bedensel değişiklikler, duygusal dalgalanmalar, aile ile çatışma, arkadaşlıkların daha ön planda olması, kimlik karmaşası gibi durumlar yaşanmaktadır. Yaşanan fiziksel değişimle birlikte kişi kendi bedenini beğenmemekte; suçluluk duyguları ve aşağılık kompleksi yaşamaktadır. Bu yaş grubundaki erkek ve kız çocuklarını bol bol övmek, onore etmek, kendilerinde var olan iç ve dış güzellikleri dile getirerek kendilerine fark ettirmek gerekir. Özellikle bu övgüleri anne ve babaların yapması önemlidir. Çünkü aileden güzel söz duymayan çocuklar sevgi, ilgi ve övgüyü hep dışarıdan beklemektedirler. Yanlış kişilerden gelen övgülerle yanlış kararlar alınabilmektedir. Özellikle ergenlik dönemine giren yedinci ve sekizinci sınıf öğrencilerinin yaşadıkları duygusal bunalımlar yok sayılmakta ve sadece derslerine çalışmaları istenmektedir. Sınava hazırlandıkları için dershaneler, kurslar, etütler, özel derslerle çepeçevre etrafları sarılmakta ve tabiri caizse nefes almalarına bile fırsat tanınmamaktadır. Sadece ders çalışmalarını beklemek, merhametsizlik değil midir? “O kadar da abartmayın.” diye düşünebilirsiniz. Ancak üzülerek görüyoruz ki böyle düşünen ve davranan ebeveynlerin sayısı hiç de az değil! “Ben çocuğumun nefes almasına asla fırsat vermiyorum, boş zamanı yok. Enerjisini de okulda yaramazlık yaparak atacak, öğretmenler olarak buna fırsat vermelisiniz.” diyen bir ebeveynin bakış açısının ne kadar doğru olduğunu varın siz tartışın… Günlük hayatında kendine zaman ayıramayan, arkadaşlarıyla vakit geçirip eğlenemeyen ve sadece derslerine gömülüp çalışan bir çocuğun enerjisini atabileceği ortamlarda bulunamaması bir süre sonra çeşitli sorunların baş göstermesine sebep olacaktır. Tam tersini düşünelim: Hiç ders çalışmayan, sınıfta ders dinlemeyen ve arkadaşlarını rahatsız eden, sürekli haylazlık peşinde olan ve amaçsızca dolaşan kişilerin durumu da normal değildir. İki kanatlı kuş gibi dengede olmak gerekir. Velilerin de bu konuda anlayışlı olmaları ve zorlandıkları noktalarda bir uzmana danışmaları önemlidir.
Lise Dönemi
Soyut düşünme ve zihinsel becerilerin ortaokula göre daha da geliştiği lise döneminde artık öğrencilere çocuk gözüyle bakılmaz ve onlara çocuk gibi davranılmaz. Bir yetişkin gibi değer görmek, gençlerin kendilerine olan saygılarını artırmaktadır. Ancak aile içinde hâlâ çocuk muamelesi yapıldığında fazlasıyla öfkelenirler. Ortaokuldayken sınıfın düzenini bozan ve öğretmenlerine zorluk çıkaran çoğu öğrencinin liseye geçtikten sonra davranışlarının değiştiği gözlemlenmektedir. Akademik anlamda da kavramaları gelişmekte ve geçmişte zorlandıkları dersleri kolaylıkla anlamaktadırlar. Bu yaş döneminde karşı cinse ilgi yoğundur. Anne, baba ve öğretmenlerden ziyade arkadaşlar daha ön plandadır. Aileden alınamayan değer ve takdir görme ihtiyacı gençlerin yanlış kişilere meyletmesine sebep olabilir. Özellikle babadan sevgi göremeyen kızlar, kendilerinden büyük erkeklerden ilgi beklemekte; onların bilinçaltındaki eksik baba figürünü doldurmak istediklerinin bilincinde olmayan kişiler de bunu farklı yorumlayıp kızlara zarar verici söz ve davranışlarda bulunabilmektedirler. “Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyor.” der anne ve babalar. Çocukları sevgi ile büyüten, hayatın zorluklarına karşı hazırlayan, onun istediğini her zaman yapmayan, kurallar koyan ve kararlı olan, ona sorumluluklar veren ebeveynler, bu çabalarının karşılığını çocuklarının gençlik döneminde göreceklerdir. Sadece derslerine çalışsın diye hiçbir sorumluluk vermediğimiz, canı sıkıldığında eline telefonu verdiğimiz, küçük diye önemsemeyip dinlemediğimiz çocuklarımız gün gelip büyüdüklerinde ellerinden telefonu bir an olsun bırakmayan, sorumluluk almayan, anne-babaya saygı göstermeyen, bencil insanlar haline gelebilmektedirler.
“Ne ekersen onu biçersin.” atasözünü hatırlayalım. Çocukların yetiştirilmesinde elbette sadece anne ve babanın rolü yok. Çevrenin de etkisi çok büyük. Bir aile çocuğunun ahlaki gelişimi konusunda ne kadar özen gösterirse göstersin çocuk dışarıdan, arkadaşlarından, sosyal medyadan bir sürü olumsuz davranış öğrenecektir. İşte bu nedenle aile çocuğunu sürekli takip etmelidir. Çocuk ailesinin en büyük emanetidir. Onu küçük yaştan itibaren koruyup kollamak, zorlu hayat şartlarına yavaş yavaş alıştırmak, iyiyi ve doğruyu anlatmak, öğretmek, öğrenmesi için imkânlar oluşturmak ebeveynin vazifesidir. Biz çocuklarımıza ne kadar özen gösterirsek ve bu yolda çabalarsak elbette meyvelerini alacağız. Toprakta yetişen bir bitki bile bakım, ilgi ve sevgi ile büyüyüp güzelleşiyor ve çiçek açıyorsa Allah’ın yarattığı en güzel sanatlardan biri olan insanoğlu neden çiçek açmasın! Yeter ki doğru ilgilenmesini bilelim.
Bu yeni dönemde tüm öğrencilere, öğretmenlere ve ailelere kolaylıklar, başarılar dilerim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.