Bugün Van’a Yarın Sana / Nasuh Mahruki

Van depremi ile büyük bir felaket yaşandı. Arama kurtarma ekipleri 99 depremine göre sizce yeterli miydi?

Öncelikle, Van depreminde hayatını kaybedenlere rahmet, kalanlarına da başsağlığı diliyorum. Bu depremde arama ve kurtarma ekiplerinin çok geliştiğine şahit olduk. Bu, ülkemiz açısından sevindirici bir durum gerçekten. Birçok yetişmiş gruplar var bu konuda. Biz de ekip hâlinde afet bölgesine intikal ettik. Burada ayrıca insanların da bilinçli olduğunu gördük. Enkaz altını dinlemek için sessizlik deyince sanki kimse kıpırdamıyor bile.

Arama kurtarma faaliyetlerinde riskli işlerde çekinceleriniz oluyor mu?

Bu işin kendisi riskli zaten, tehlikeli bir şey.  Çok rahatlıkla yaralanabilirsiniz, sakatlanabilirsiniz, başınıza kötü şeyler gelebilir bir arama kurtarma operasyonunda. Çünkü sonuçta teknik malzeme kullanıyorsunuz. Bir yanlış kullanım birisinin elini kolunu kopartabilir, ipi yanlış taktığınızda bir yerden düşebilirsiniz…

 Yardım etme hususunda resmi kurumlarla yarışıyor gibi bir yerde mi duruyorsunuz? Mesela devlet, güvenlik unsuru olarak müdahale etmek ister, görevlidir… Sizin müdahale etmenizin olumsuz durum olarak algılandığı durumlar var mı?

Çok oldu. Özellikle 99 depreminden sonra benim hayatım altüst oldu. Kariyerime baktıysanız ben 20 yaşımda dağcılığa başladım, 24 yaşında üniversiteyi bitirdim. Ondan sonra Türkiye’de daha önce hiç hedeflenmemiş büyük dağa tırmanış projelerinin hepsini teker teker yaptım; çok da başarılı gitti, buraya kadar her şey çok iyi gidiyordu… Ben daha da iyisini yapacağım diye bütün gayretimle kararlılığımla devam ediyordum. 17 Ağustos 1999 depremi yaşandı, Türkiye altüst oldu. O depremde aslında çalışması gereken, işini yapması gereken kurumlar çok hazırlıksız ve boş yakalandıkları için kimse işini doğru dürüst yapamadı. Kızılay da yapamadı. Başbakanın bile olayın ne kadar ciddi olduğuyla alakalı iki gün sonra haberi oldu. O süreçte kendi gayretiyle, diğergam duygularla, sorumluluk duygusuyla, yurttaşlık sorumluluğuyla millet akın akın bölgeye gitti. Herkes elinden geleni yapmaya çalıştı, taş taşıyan, “Biz hiç değilse taş taşırız.” dedi. Biz de zaten arama kurtarma ekibi olduğumuz için, 17 Ağustos bizim 34. arama kurtarma çalışmamızdı. Biz ondan önce epey arama kurtarma yaptık. Adana Ceyhan’da gerçek bir deprem deneyimimiz vardı. Biz deprem eğitimini ilk 97’de aldık, Amerikalı bir uzmandan… 98’de Adana Ceyhan’da gerçek deprem deneyimi yaşadık. 99’da kitlesel afetle boğuştuk, o yüzden hazırlığımız vardı deprem konularında; hem fiziksel hem psikolojik hazırlığımız vardı. Epey de güzel iş yaptık, 220 insanın hayatını kurtardık.

 Kaç kişiydiniz?

17 Ağustos’ta 100 kişi civarındaydık, şu an 1400’ün üstünde, 30 bölgede ekiplerimiz var şu anda. O depremde o kadar güzel şeyler yaptık ki buna rağmen, her şey harika giderken, bir anda benim hakkımda karalama kampanyaları başladı. Ondan sonra ben de biraz bocaladım, oraya kadar gayet iyi gidiyorduk… Nereden çıktı bu, neden böyle bir şey başımıza geliyor derken bu beş altı sene devam etti; ilk üç yıl çok şiddetli oldu. 2003’ten sonra yine operasyonlara, hayat kurtarmaya devam ettik; işin ucunu bırakmadık. Karalama kampanyaları 2006’ya kadar sürdü. 2006’dan sonra baktılar bizle bu şekilde başa çıkmaları mümkün değil, çünkü pes etmiyoruz ve geri adım atmıyoruz, ondan sonra olay değişti ama beş altı yıl biz “görünmezdik” bu ülkede. Benim yaptığım hiçbir çalışma, AKUT’un yaptığı hiçbir kurtarma, Türkiye’nin etkili büyük gazetelerinde yayınlanmadı.

Çok sıkıntılar çekmişsiniz… Duygusal bir kurtarma anınızı anlatabilir misiniz?

 Ben onları pek düşünmüyorum, problem neyse gidiyoruz problemi çözüyoruz. Duygusallık ve duygululuk diye açmak lazım bu konuyu… Hepimiz duygulu insanlarız, duygulu olduğumuz için zaten bir daha hiç görmeyeceğimiz insanlar için bu kadar çaba gösteriyoruz. Ama biz duygusal karar almayız, yaptığımız işe duygularımızı karıştırmayız. Çünkü karşınızda zaten korkunç bir problem var ve o problemi çözmek için de son derece kısıtlı kaynaklar var. O mücadelede bir de duygusal yaklaşırsanız hata yaparsınız, o yüzden duyguları karıştırmıyoruz. Duygularımız var ve çok güçlü ama yine de yaptığımız işe karıştırmıyoruz.

99 depreminden sonra en büyük sorunu ben yaşadım, ama kişisel problemler… Bizi yurt dışı operasyonlara yollamadılar birkaç defa, bayağı birbirbirimize girdik. Biraz önce söylediniz ya; devletin kurumlarıyla AKUT aynı işi yapıyor, arada nasıl bir fark çıkıyor diye. Devlet de hatalar yaptı tabi. 17 Ağustos’ta 110 kişi idi Sivil Savunma. Bütün Türkiye’de arama ve kurtarmadan anlayan, enkazdan anlayan 110 kişi… İstanbul, Ankara ve Erzurum’da üç tane ekibi vardı, çok iyiydi bu adamlar da. Biz de 100 kişiydik, aynıydık aşağı yukarı. Ama o 110 kişi çok sıkı adamlardı, dostluklarımız devam eder hâlâ. Hakikaten bu işi bilen, diğergam duygularla mesleğe girmiş kahramanlardı hepsi. Ellerinden geleni de yaptılar ama problem çok büyüktü. Sonra AKUT çok popüler olunca birileri bundan rahatsız oldu. Dönemin bir Bakanı, yurttaş olarak yaptığımıza teşekkür edeceği yerde “AKUT’çular şov yapıyor haklarında soruşturma açtıracağım.” dedi. Neyse İstanbul’a geldik, herkes bizden bahsediyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, herkes tarafından tebrik edildik…Üç görevlimizi Amerika’ya yolladık. FEMA’dan (Amerika’nın acil durum ajansı) Türkiye’de olmayan eğitim modellerini eğitmen olarak Türkiye’ye getirdik. 14 tane kurs aldı bu çocuklar, beş hafta kaldılar Amerika’da. Bizden sonra İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi hepsi bizden sonra getirdi bunu. İlk biz getirdik Türkiye’ye… İki sene hapisle yargılandım ben bu ülkede, üç gönüllümüzü Amerika’ya izin almadan yolladık diye…Bir web sayfası var. Bunlar benim hakkımda “Bu herif Ermeni, bu herif Yahudi.” diye yazdılar her tarafta. Ben de bunlara mesaj attım: “Kardeşim siz yalan söylüyorsunuz. Ben Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın torunuyum, Everest’e tırmanan ilk Müslüman dağcıyım. Söyledikleriniz yalan bilgi, neden böyle bir şey yapıyorsunuz?” dedim.

İstanbul dışında eğitim faaliyetleriniz var mı?

Tabi, özellikle Antalya’da bizim ekibimiz çok kuvvetli. Antalya ekibimizin lideri Yılmaz Sevgül; geçen sene Everest’e beraber tırmandığımız arkadaşım, çok iyi bir dağcıdır. Yılmaz, Antalya’da AKUT’u hakikaten acayip bir yere getirdi. Ama sadece AKUT’u ileri taşımakla kalmadı, bölgedeki diğer dağcılık derneklerine de eğitimler veriyor. İtfaiyeye eğitimler veriyor, sivil savunmaya eğitimler veriyor, jandarmaya eğitimler veriyor, polis özel harekata eğitimler veriyor. Antalya’daki falezlerden turistler düşer vs. Hep biz giderdik, dört beş senedir gitmiyoruz; çünkü Yılmaz itfaiye ekiplerini yetiştirdi. Artık itfaiye kendisi iniyor iple, emniyet kemeriyle; paketliyor sedyeyi çıkartıyor. Mesela sellerde eskiden hep “Zodyak” kullanırlardı, halbuki zodyak selde kullanılmaz. Çünkü su soğutmalı motor, bir şey girdi mi, kilitliyor. Biz “raf botu” kullanıyoruz, şimdi onlar da raf botu kullanıyorlar. Çünkü bizden aldıkları eğitim o yönde, Antalya çözdü bu işi. Artık Antalya’daki devlet kurumları işini yapıyor; sivil savunması, jandarması, itfaiyesi…

 Tecrübeyle, bilgiyle olacak şeyler…

Ama Yılmaz’ın müthiş duyarlılığıyla… Mesela şimdi Kasım ayında teknik kurtarma eğitimimiz var, yine davet ediyoruz insanları. AKUT’un kendi gönüllülerini eğitiyoruz ama kurumlardan da alıyoruz, %15’i misafir…

 Bugün Nasuh Mahruki olur yarın bir başkası olur… Bu sivil çalışmaların önü daha çok açılmalı, değil mi?

 Öncelikle biz Bakanlar Kurulu kararıyla kamu yararına çalışan bir derneğiz, bu statüde başka arama kurtarma derneği yok. Devlet tarafından, altında Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bütün bakanların imzası var. Yine bakanlar kurulu kararıyla izinsiz bağış toplayabilen derneklerdeniz, bunu da geçen sene aldık. On yıl aradan sonra iki tane Bakanlar Kurulu kararımız var, yani on yıl arayla. Birini 99’da aldık, birini de geçen sene aldık. Buna rağmen bize bir fon verilmediği gibi araçlar için vergi ödüyoruz, ben bıktım artık bunu söylemekten. Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çok güzel istasyonları var, biz de telsiz röle istasyonumuzu kuracaktık… Acayip bir kira istiyorlar, bu kadar kira ödeyemeyeceğimiz için kuramadık. Ama frekans tahsisi için ödüyoruz parayı, mecbur… Çünkü onu ödemezsek vermiyor adam bize o frekansı.. Motorlu taşıt vergisini de mecbur ödüyoruz. Ben derneğin başkanıyım, ödemediğimiz takdirde bana hacze gelirler bu para ödenmezse. Telsiz rölesini tamam kurmadık; başka bir yere kurarız, alternatifi var. Ama verginin alternatifi yok, ödemek zorundasın, kolluk kuvvetiyle gelirler çünkü sana…

 Biraz da dedenizden bahseder misiniz?

Kaptan-ı Derya Ali Paşa, benim büyük babamın büyük babasının babası. II. Mahmut zamanında Osmanlı imparatorluğunun Deniz Kuvvetleri Komutanı. 1789 Fransız İhtilali’nden sonra İngilizler Osmanlı’yı çökertebilmek için mikro milliyetçilik akımlarını destekliyorlar. Osmanlı coğrafyasında Ermenileri, Rumları ayaklandırıyorlar. Rumların da ilk büyük isyanı Sakız Adası’nda çıkıyor (1821-1822). Sakız Adası’nda epey bir katliam yapıyorlar, Müslüman ahaliye zulmediyorlar. II. Mahmut da büyük babama görev veriyor, bu isyanı hallet diye; o zamanlarda başka isyanlar da var. Büyük babam da gidiyor isyanı bastırıyor. Kontrol Osmanlı Donanmasına geçtikten sonra bütün gemiler adanın etrafında demirliyorlar. Rumlar çok cesur bir baskın düzenliyorlar. İçlerinde yanıcı patlayıcı madde dolu siyah yelkenli siyah teknelerle amiral gemisini yakmayı başarıyorlar. Büyük babam da orada mücadele ederken şehit oluyor. “Mahruki” ateşte yanmış demektir, sonra bizim aile adımız oluyor…