Küçük bir çocukken büyümeyi ister dururdun. Çünkü her şey için zamana ihtiyacın vardı. Bir bisiklete binebilmek için çok küçüktün, telefonu kullanabilmek için, bilgisayarın olması için, araba sürebilmek için yani her şey için çok küçüktün. Büyümen gerekliydi ve bunun önündeki en büyük engel zamandı. “Off anne, ne zaman büyüyeceğim ben?” diye sormuştun belki de ya da gençlerin ne kadar harika şeyler yaptığını seyredip büyüklerin ne kadar kendilerinden emin ve harika işlerle meşgul olduğunu izleyip çok büyük bir öykünmeyle beklemiştin şu zaman denen illetin geçip gitmesini. Bu bir zamanlar senin zamanla ilk tanışman ve onunla ilgili en büyük problemindi. Bir de daha küçük problemlerin vardı onunla ilgili. Babanın eve dönüşünü beklemek, yaz tatilinin gelmesini beklemek, babanın söz verdiği bir oyuncağı almasını beklemek, kuzenlerinin gelmesini beklemek, köye gitmeyi beklemek, çok sevdiğin çizgi filmin ya da filmin oynamasını beklemek… İşte bunlar da zamanın sana küçük meydan okumalarıydı ve sen çocukken çok doğal ve basit bir hata yaptın; “bekledin”. Tıpkı her küçük çocuk gibi bekledin ve bu büyüdüğünde senin en büyük problemin haline gelecek olan bir alışkanlığı çaresizce kabul edişindi.
İşte şimdi büyüdün ve hâla bekliyorsun. Ay sonunun gelmesini, çocuklarının büyümesini, iyi bir okulu kazanmayı, okuldan mezun olmayı, bir futbol takımının şampiyonluğunu, bir partinin seçim kazanmasını, evlenmeyi, birini sevmeyi ya da sevdiğin birinden ayrılabilmeyi, bir evinin olmasını, askerliğinin gelmesini ya da bitmesini, bir çocuk sahibi olmayı, çocuklarının evlenmesini, daha fazla para kazanmayı, tatili, denizde yüzmeyi, akşam olmasını ve eve gitmeyi, sabah olmasını ve işe gitmeyi, izlediğin dizinin başlama saatini, hak ettiğin saygı sevgi ve ilginin günün birinde sana gösterilmesini…
Bu çok kötü biliyor musun? Bu hâla büyümediğini, hayatının sana hiçbir şey öğretmediğini, hâla babasının eve gelmesini bekleyen o küçük çocuğun sendromunu ısrarla ve büyük bir irade ortaya koyarak sürdürmeye çalıştığını gösteriyor. Senin için çok üzgünüm ama gerçek şu ki sevgili dostum, sen bütün bunlarla aslında tek bir şeyi bekliyorsun: “ölmeyi”. Sana garanti ediyorum öleceksin de. Hem de huzuru hiç bulamadan, istediğin saygınlığı sevgiyi ve ilgiyi hiç göremeden, bir bekleyişin ardına öbürünü takıp durarak nefes bile almadan, elindekilerin hiçbirine şükredecek, değerlerini takdir edecek ve zevkini çıkaracak zaman bile bulamadan ölüp gideceksin.
Bu söylediklerim seni çok derinden yaralıyorsa senin için bir umut var demektir. Fakat içinde en ufak bir sızlama bile duymadan hâla “Ee, ne olmuş? Herkes ölecek, ne var bunda?” diye düşünüyorsan senin için çok üzgünüm, çünkü bir şeyi anlayamıyorsun. Sen herkes değilsin, sen sensin ve senin çok sevdiğin insanlar, öldüğünde seni götürüp gömecekler. O zaman birilerinin aklında ve kalbinde iyi kötü hatıralar olacaksın ve sonra onlar da gidecek. Bir zaman gelecek sen sanki bu dünya üzerinde hiç yaşamamışsın gibi olacak. Sanki sana yazdığım bu cümleleri hiç okumamışsın gibi. Hâla ürpermedin mi? Hâla “Eee, nereye varmak istiyor bu yazar?” diye mi düşünüyorsun? Sana ne anlatmak istediğimi, artık bir sonuca varmam gerektiğini, bu kadar okumanın ardından kurduğun beklentilerin meyvesini alman gerektiğini mi düşünüyorsun? Hâla anlamadın mı? Sana beklemeyi bırak diyorum. Beklemeyi bırak artık!
Hemen başla bunu yapmaya. Önce benden bir şey öğreneceğin beklentisinden kurtul. Bugüne kadar öğrendiğin şeyleri okuduklarından mı öğrendin? Hayır, hepsini yaşam deneyimlerin içinde kazandın. Okudukların sana sadece ufak tefek fikirler vermek içindi. Al sana yeni bir fikir; artık bekleme. Arabaya bindin ya, eve gitmeyi bekleme, evden çıktın işe ulaşmayı bekleme, çocuğun mu oldu büyümesini bekleme, askere mi gittin günlerin bitmesini bekleme, bir kuyrukta mı bekliyorsun sıranın sana gelmesini bekleme. Ne zaman oflayıp puflamaya başlasan ne zaman beklemeye başladığını fark etsen hemen hatırla, aslında beklediğin şey ölmek, öleceksin. Hatta diyebilirim ki senin yaşamak dediğin şey aslında ölmektir. Aldığın hangi nefes son nefes değil ki? Konuştuğun hangi kelime son kelimen değil, gittiğin hangi yer son yer değil, okuduğun hangi cümle son cümle değil? Şunu çok derinden anlamalısın ki yaptığın her şeyi son kez yapıyorsun. Bir daha aynısını asla yapamayacaksın. Dünya kurulduğundan bugüne dek yeryüzüne birbirinin aynısı iki kar tanesi düşmedi. Hatta yaratılmış hiçbir elektron birbiriyle aynı enerji seviyesinde titreşmiyor. Sen nasıl olur da aynı şeyleri yaptığını söyleyebilirsin ki? Bu çarpık algıyı beklentilere bağlı düşünmen yüzünden kendin uyduruyorsun.
Hani sen küçük bir çocukken her şey nasıl da sürekli farklıydı hatırladın mı? Hiç kimsenin bilmediği ayrıntıları bilirdin. Annenin babanın kaybettiği eşyaların yerlerini, gökyüzünde sürekli değişen yıldızları, çiçeklerin her bir yaprağının nasıl da birbirinden farklı olduğunu, salonunuzdaki vazo bir karış kenara kaysa fark ederdin o zamanlar, her şey nasıl da gizemli ve farklıydı birbirinden. Zannediyor musun ki bu değişti? Hayır bunlar değişmedi, sen değiştin sevgili dostum. Sen çok değiştin, beklemeyi öğrendiğin günden beri çok değiştin. O gün yaşamayı bıraktın. Şimdi bir zombi gibi dolaşıyorsun beklentilerinin sahte dünyasında ve ne ilginç değil mi hiçbir şey tam olarak beklediğin gibi olmuyor. Hep bir eksik var, hep bir kusur.
En iyisi ölmeden önce öl, hem de yaşadığın her anın içine öl, yaptığın her işi son işin gibi yap. Evinden çıkarken eşinle son bir kez vedalaş, işine son kez git, bindiğin arabaya son kez bin, çocuğunu severken son kez sev, bir ağacı, kuşu ve çiçeği seyrederken son kez seyret, bir de böyle dene bakalım hayat nasılmış, ölmek nasılmış ve en iyisi de “sevmek nasılmış”?