Antidepresan Tuzağı / Psikiyatrist Mutluhan İzmir

37-antidepresan“Antidepresan Tuzağı” adlı çalışmanız öncesinde de benzeri şeyler dillendiriliyor olmasına rağmen bu kitabınız ses getirdi. Her şeyden önce antidepresanlarla ilgili çekinceniz nedir?
Öncelikle bir hastalık varsa ilaç da gereklidir ve yeri doldurulmaz bir buluştur. Ama hastalık yoksa bir ilacın kullanılması çok büyük risk oluşturabiliyor. Örneğin antibiyotikler. Eğer hakikaten bir enfeksiyon hastalığınız varsa antibiyotik sizin hayatınızı kurtarır. Hep söylenen bir uyarı vardır, “Gereksiz antibiyotik kullanmayın” diye. Çünkü mikroplarda antibiyotiklere karşı direnç oluştu. Bu nedenle belki yakın bir zamanda antibiyotikleri ilaç olarak kullanma şansından mahrum kalacağız.
Antidepresanlarda da durum şöyle: Depresyon teşhisinin kapsamı, özellikle 1960’tan sonra antidepresan ilaçların bulunmasıyla birlikte çok genişletildi. Aslında özellikle 50’lerden önce antidepresan diye tanımlanan bir ilaç ve depresyon adında bir hastalık da yoktu. Şimdi depresyonda dediğimiz hastalara eskiden manik depresif ya da melankoli teşhisi konuluyordu. Yani toplumda çok daha küçük bir sınıfı kapsayan bir hastalık grubu vardı. Ama ilk antidepresan ilaçlar bulunduktan sonra depresyon teşhisi giderek genişletilmeye başlandı. Şu anda yılda 50-60 milyon kutu antidepresan ilaç satılıyor. Ancak ben her an antidepresan ilaç yazılan insana depresyon teşhisinin çok yerinde konulduğunu düşünmüyorum. Oysa en ufak sıkıntılar ya da üzüntülerle gelen insanlara hemen depresyon teşhisi konulup antidepresan ilaç yazılıyor.
Peki, bunun sakıncası ne? Bunlar çok güçlü ilaçlar. İnsanda kaygıyı ortadan kaldırabiliyor ve beyindeki serotonin, noradrenalin, depomin dediğimiz birtakım maddelerin düzenlerini değiştiriyorlar. Aslında beynimiz, kendi içeriğinde bulunan maddelerin düzeyine göre bize farklı davranışlar sergileten bir organ. Ama depresyon olmayan bir insana antidepresan ilaç verip bu maddelerin düzeyiyle oynayınca, uzun vadede o insanın tercihlerinde bir değişiklik olmaya başlıyor ve normalde yapmayacağı birtakım davranışlar sergilemeye başlıyor.
Bu ilaçlara başlayan kişiler de kolay kolay bırakamıyor, yıllarca kullanıyor. Birkaç sene sonra dönüp kendisine baktığında ilaca başlamadan öncekinden çok daha farklı bir insanın ortaya çıktığını görüyor ve pişmanlıklar yaşamaya başlıyor. Örneğin bankacılar arasında, yakınlarının hesabından kendi hesabına para aktarmaya cüret edenler ve bu yüzden ceza mahkemelerinde yargılanmaya gidenler var. Ayrıca bu ilaçlar, birtakım cinayetlerin işlenmesini kolaylaştıracak derecede bir etki yaratabiliyor. Hatta Amerika’da, Kanada’da birtakım cinayet vakalarında faillerin antidepresan kullanmış olması, onları ceza almasını engelleyici bir etken sayılıyor.
Çünkü bu ilaçlar, bazen insanı cinayet işlemeye götüren, intihara sürükleyen ve normalde yapmayacakları davranışları yaptıracak derecede kişilik değişiklikleri ortaya çıkartabiliyor.
Bu bakımdan kullanmaları çok büyük bir risk oluşturabiliyor. Ama şu anda çok kolay depresyon teşhisi konuluyor ve bunlar reçetesiz satılıyor. Devletin bunu karşılamasıyla birlikte psikiyatrik tedaviye çok büyük bir yönelme oldu. Psikiyatristlerin hasta yoğunluğu da çok fazla. İnsanlara 5-10 dakikalık görüşmelerle hemen depresyon teşhisi koyup ilaca başlıyorlar.
Tabi hayat zor, sıkıntılı… İnsanlar da bu ilaçları kullanarak sıkıntıdan kurtulup rahat ediyorlar. Ama o insanların takibi de aksıyor ve ne gibi sinsi kişilik değişiklikleri oluşmuş, onları da göremiyoruz maalesef. Dolayısıyla bu ilaçlar böyle sorunlar ortaya çıkartabiliyor.

Peki, bu ilaçların kullanımının standardı ne olabilir? Psikiyatristler tarafından antidepresan kullanımında bir istismar olduğu düşüncesi genel kabul görüyor mu? Bu konudaki sağlıklı uygulama nasıl olmalı? İlaçlı tedavinin yanında alternatif uygulamalar var mı?
Evet, genel kabul görüyor. O yüzden Amerika’da antidepresan ilaçların içerisindeki prospektüslere “kişileri intihara yöneltebileceği, birtakım öfke ya da saldırgan davranışları tetikleyebileceği” açıklamaları ile kutularının üzerine “insan ruh sağlığına ciddi zarar verebilir” ibaresi eklenmesi zorunlu tutuldu ve eklendi. Türkiye’de de prospektüslere eklendi ama kutuların üzerine, aynı sigara kutularındaki gibi “sağlığa zararlıdır” yazılması tartışması yoğun bir şekilde sürüyor. Amerikan Sağlık Enstitüsü’nde bu ilaçların çok da yerinde kullanılmadığıyla ilgili birtakım araştırmalar yapıldı ve bunları da yayınladılar. Hipomani ve mani gibi birtakım kişilik değişikliklerini tetikledikleri ifade ediliyor. Ama hem depresyon teşhisinin konulmasında hem de bu ilaçların yerinde kullanılması konularında henüz bir uzlaşıya varılamadı.
Amerika’da 250-300 milyon kutu antidepresan tüketiliyor. Bu alanda 1 milyar dolara varan yıllık kâr marjı var. Yine de bu konuda çok ciddi çalışmalar var ve önümüzdeki yıllarda umarım bu ilaçların daha dikkatli ve kontrollü kullanılması ve yazılmasıyla ilgili önemli gelişmeler olacak dünyada. Mutsuzlukla Depresyonu Karıştırıyoruz

Ağır psikiyatri vakalarında medikal ilaçlı tedaviyi anlamlı bulduğunuzu ama her psikiyatri vakasında da antidepresan kullanmayı onaylamadığınızı anlıyoruz. Bu konuyu biraz açabilir miyiz? Bütün bu yaşadıklarımızın ilaç endüstrisiyle alakası nedir? İlaç istismarının temelinde neler olduğunu düşünüyorsunuz?
Şimdi modern yaşam biçimlerinin sürüklediği anlamsızlık, yabancılaşma da insanları biraz bu ilaçlara mahkûm hale getiriyor. İnsan yaşantısı öyle bir hale geldi ki insanlar yaşamlarının anlamını kuramıyor ya da oluşturamıyorlar. Artık büyükşehirlerde, çok katlı binalarda yalnız, çevreleriyle ilişkileri kopuk, sadece işte rutin bir hayatı sürdürebilmek için yıllarca bu şekilde çalışmanız gereken bir yaşam önünüze çıktı. Deniyor ki: “Bunun karşılığında para kazanacaksın ve araba, şunu, bunu alacaksın…” Çok mekanik bir hayat ve insanlar birbirlerinden koptu. İnsan doğasına aykırı. Çünkü insan, başka insanlarla bir arada olabildiği ve kendisini bir topluma ait hissedebildiği sürece tatmin olup huzur bulabiliyor. İşte paranız da var, onu bunu da alayım diyorsunuz ama çevrenizde kimse yok. Yapayalnızsınız. Bu da sürekli bir huzursuzluk ve mutsuzluk hissi yaratıyor.
İşte biz bu mutsuzlukla depresyonu karıştırıyoruz. Depresyon bir hastalık. Evet, ona müdahale etmek lazım. Ama insanlar mutsuzlar şu anda. Mutsuzluk bir hastalık ve bunun günümüzdeki yaşam biçimiyle çok yakın ilişkisi var. Eskiden insanlar niye çok daha zor koşullarda hasta olmuyorlardı? Evlerde televizyon yok, evler ısınmıyor. Sabahtan akşama kadar tarlada uğraşmak zorundalar. Hastalıklar, savaşlar, şunlar, bunlar… Ama o dönemde bu kadar depresyon salgını yok. Şimdi altımızda arabalar, kaloriferli evler, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda, alışveriş merkezleri… Her şeyi bulabiliyoruz ama korkunç bir tatminsizlik var.
Aslında yaşam biçimlerinin değiştirilmesiyle mutsuz olan insanların kitlesel olarak sorunlarını çözebiliriz. Belki daha küçük yerlerde yaşayabilsek, daha üretken bir hayatımız olsa, tüketime bu kadar yönelmesek, birbirimizle daha yakın ilişkiler içinde olsak. Eskiden okullar kapandığında biz mahalleye çıkar, oynardık. Şimdi çocuklar dışarı çıkamıyor, bilgisayarın başından ayrılamıyorlar. Arkadaşlık ilişkileri de kalmadı. Bu durum onları da mutsuz ediyor ve çocuklarda da çok ruhsal problemler var. Örneğin şehir planlamasında değişiklikle, çocukların daha rahat dışarıya çıkabilecekleri ortamlar, trafiğin olmadığı, sokakta rahat oynayabilecekleri, bahçelerde birbirleriyle arkadaşlık edebilecekleri daha güvenli şeyler, daha küçük yerleşim birimlerinde yaşayan, birbirlerini tanıyan insanlar olmalı. Şimdi apartmanda yaşıyorsunuz ama kapı komşunuz, üst katta oturan insan kim, bilmiyorsunuz. İlişkiler kopmuş durumda. Bunların tesis edilebildiği daha alçak katlı evlerde oturan, birbirleriyle ilişki içinde olan insanlar olsa. Bu alternatif bile yarı yarıya mutsuzluk ve depresyon teşhisini düşürebilecek bir şey. İnsanlar o zaman daha farklı, daha mutlu yaşayacaklar. Birbirleriyle alışverişe girecek, orada duygusal hisler içinde gönülden gönüle bir ilişki yaşayacak, daha mutlu hissedecek kendisini. Ama bu olmayınca insanlar yalnızlıklarının, hayatlarının anlamsızlıklarının yarattığı sıkıntıyı o ilaçlarla kapatmaya çalışıyorlar.
Bu ilaçlar sakıncalar içermeseler ve insanların kişiliklerinde sinsi değişiklikler yaratmasa, hipomani, mani gibi hastalıkları tetiklemeseler ben de şikâyet etmeyeceğim. Ama bakıyorsunuz birçok şiddet eyleminin altında bu ilaçlar var. Son zamanlarda özellikle çocuk cinayetlerinde, intiharlarda olduğu gibi.
Mesela bebeğini evde bırakıp giden hanım tedavi gören biri. O hanımda bu ilaçların böyle bir kişilik değişikliği yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Belki o, bu ilaçların etkisiyle ne yaptığını bilemeyecek hale gelmişti. Onu mahkûm edecekler muhtemelen. Ya da Kayseri’de 5 çocuğunu öldürüp intihar eden baba. O da ilaç kullanıyordu. Belki o ilaçların etkisiyle o da ne yapacağını bilemeyecek haldeydi.
Yine dediğim gibi şehrin yapılarını düzenlemek, ekonomik yapıyı düzeltmek, sosyolojik yapıyla ilgili birtakım manipülasyonlar yaparak düzeltilebilecek çözümlerle bunları halledebiliriz.
Belki 1/100’i kadar bir depresyon vakası var bizim teşhis ettiklerimiz arasında. Sadece o grupla ilgili bir araştırma yaparsak ilaçlar çok etkili çıkacaktır. Ama biz 100 katına genişletmişiz. O zaman da ilaçlar etkisiz görünüyor. Aslında kaygıyı kaldırdığı için insanların bu ilaçlara otomatik olarak yönelmesini sağlayabiliyorlar. Örneğin ailesini bırakmış, yaşayabilmek için kendisine yabancı bir şehre gelmiş ya da bir ülkeye gitmiş. Yalnız yaşıyor ama burada belli bir rutini sürdürmek zorunda. Bir işe gitmek ve para kazanmak zorunda. Bu anlamsız gelen hayatı sürdürebilmesi için bu ilaçlar onun işine yarıyor. Çünkü o anlamsızlığın getirdiği sıkıntıyı, huzursuzluğu hissetmiyor. Ama bu insan da gerçekte kendisi gibi mi oluyor? Hayır. Bu ilaçları kullanıp öyle yaşadıkça bir süre sonra farklı bir insan haline geliyor. Maalesef böyle çıkmaz bir durum var ortada.

Antidepresan tam da burada kullanılır diyebileceğiniz vakalar, teşhisler, tanılar var mı?
1950’lerden önce depresyon diye bir hastalık yokken, melankoli, bipolar, manik depresif hastalık teşhisleri vardı. Bunlar kesinlikle ilaçla tedavi edilmesi gereken vakalardır. Ama onların bile sadece antidepresanlarla tedavi edilmesi sakıncalıdır. Örneğin bir manik depresif hastaya sadece antidepresan verirseniz onu daha da manik hale getirirsiniz. O zaman intihar edebilir, birine saldırıp zarar verebilir, parasını çok tutumsuz harcayabilir. Dolayısıyla o tablolarda da antidepresanlar tek başına çok olumlu bir tercih olmayabilir. Ama antidepresan, insanların modern yaşama gayet güzel uyum sağlamasında işe yarıyor.
Modern yaşamda insan ne yapacak? Pek düşünmeden sabah kalkacak, işine gidecek. İşinde kendisi için çok da anlamlı olmayan bir faaliyeti akşama kadar sürdürecek, emirleri sorgulamadan yerine getirecek. İşten çıkacak, yine sorgulamadan akşam bir yere gidecek, yemek yiyecek, alışveriş yapacak. “Başkaları giyiniyor, başkaları kullanıyor, benim de kullanmam gerek.” diye bir şeyler alacak. “Niye kullanmam gerekir?” demeyecek, kendini asla sorgulamayacak.
Tabi bu tür insanların olması bir yerde tüketim ekonomisinin de çok işine yarıyor. Çünkü bu ilaçlar insanı hakikaten tüketime yöneltiyor. Dünya ekonomik sistemi de şu anda tüketim üzerine kurulduğu için böyle uygun bir alışveriş ortamı var. Tüketime yönlendirilen insanların bolca tüketmeleri nedeniyle, gerekli ya da gereksiz birtakım şeyleri üreten insanlar da firmalar da şirketler de kâr ediyorlar tabi. Mesela boşanmalar artıyor. Birtakım araştırmalar antidepresan kullanan kadınların daha çok boşandığını gösteriyor. Boşanmanın artması da herkesin ayrı bir ev kurması ve tüketimin artması demek. Sonuçta tüketim teşvik ediliyor ve ekonominin çarkları da dönüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.