Mekâna Ruh Veren Sanat / İç Mimar Ertuğrul Çağrı Korkmaz

33-icmimariİç mimari nedir? Neleri kapsar?
İç mimariyi tarif ederken “iç” kelimesinin getirdiği bir önyargıyı yıkmak zorunda kalıyoruz. İç mimarlık ama sadece iç değil bizim işimiz. Bizim mesleğimizin alanını belirleyen ölçü, iç-dış ayrımı değil. Tıpkı “Amerikan futbolu ama elle oynanıyor” der gibi bir şey bu. Mâlum, ingilizce “foot” kelimesi ayak demektir ama Amerikan futbolu elle oynanır. İç mimarlık da “iç”e hapsedilecek veya içe göre tarifi yapılacak bir meslek değil. Bu yüzden, “İç mimarlar pencereden, dış cepheden, bahçeden anlar mı?” gibi tuhaf sorularla karşılaşabiliyoruz. Bizim işimiz mekânla ve mekânı tanımlamak için de mutlaka altı yönden kapalı bir hacimden bahsetmek zorunda değiliz. Bizimki, mekân donatım ölçeğinde mimarlık yapmak. Mimarlardan ayrıldığımız nokta da burası. Biz 1/20 – 1/1 arası bir ölçekte çalışıyoruz. Buna göre tıpkı salon gibi sokak da bir mekândır ve ancak bu ölçek aralığı içinde ele alınabilecek donatıları vardır. Döşemeli salon koltukları gibi beton banklar da İç mimarlık orkestrasının bir enstrümanıdır aslında. Bu örneği, İç mimarlığı içe hapsedemeyeceğimizin altını çizmek için verdim. Mekân donatıları; mobilyaları, sabit dolapları, yapıya eklenen her türlü ince yapı unsurunu, her nevi döşeme ve kaplama malzemesini, tamamlayıcı süs eşyalarını, cihazları ve tesisatları içine alır. Dolayısıyla bunların hepsi iç mimarlık mesleğinin alanına girer. Ancak iç mimar her donatı unsurunu çok iyi bilemeyebilir. Gerektiğinde meselâ aydınlatma konusunda elektrik mühendisleriyle, ısıtma-soğutma-havalandırma konularında makine mühendisleriyle, ahşap malzemeyle ilgili konularda ağaç işleri endüstri mühendisleriyle, taşıyıcı sistemle ilgili sorunların çözümündeyse inşaat mühendisleriyle vs. ortak çalışmalar yapılması yerine göre bir zorunluluk haline gelebilir.

Mekânın Ruh Bütünlüğü İç Mimarlığın Bel Kemiğidir
Bir mekânı tasarlarken nereden başlıyorsunuz?
Her mekânın kendine has bir havası, büyüsü vardır. Benzetmeyi daha da ileri götürürsek, her mekânın bir ruhu vardır da diyebiliriz. İşte İç mimar o ruhu o mekâna veren sanatçıdır. Mekâna, işlevine uygun bir ruh vermek… Bu başarıldığı zaman ruhuyla ve bedeniyle mekân hayat bulmuş olur. İşte bu işlev ve ruh bütünlüğü İç mimarlığın bel kemiğidir. Diğer ayrıntılar bu bel kemiğine eklenir. Fakat o ruh ve beden uyumu sağlanamazsa, geriye kalan ayrıntılar o mekânı değerli kılmaya yetmez. Çünkü insan bir mekâna ilk girdiğinde bütünü algılar, ayrıntılar daha sonra dikkatini çekmeye başlar. Bu da şu demektir, iç mimar bir mekânı çalışmaya ayrıntılardan başlamaz, bütünde ne görmek istiyorsa önce onu tasarlar. Bütün algısını da o mekânın ruhu ve ana işlevi verir. İç mimar bu yüzden hem bir teknik adamdır, hem de bir sanatçıdır. Verdiği ruhla mekânı insan üzerinde ilk andan itibaren etkili kılarken, sonrasında kullanımıyla da faydalı kılar.

Mekânın Ruhu Özel ve Farklı Olmalı
Peki belkemiği dediğiniz o ruh nasıl tasarlanır? Mekânın ruhu insanı nasıl etkiler? İnsan psikolojisinden mi başlıyorsunuz?
Mekânın ruhu her şeyden önce özel olmalı, farklı olmalı. Çünkü o farklar insanın o mekânı hafızasında ayrı bir yere koymasını ve unutmamasını sağlar. Sıradan bir mekâna kimse kıymet vermez. Mekânın insanlar üzerinde nasıl özel bir etki bırakmasını istiyorsanız ona göre bir fikir geliştirmeniz lâzım. O ruhu verecek öncelikle bir ana fikre ihtiyaç var. Konsept (concept) diyenler de bunu kastediyorlar. Bulduğunuz fikir ne kadar yeni ve çarpıcıysa tasarımınız da ona nisbetle değerli olur. Bu fikri; yeni bir malzeme üzerine, yeni bir teknik buluş üzerine veya bilindik bir kavrama yeni bir yaklaşım getirmek üzerine bina edebilirsiniz. Güncel modaya yeni bir açılım getirmek de bir fikirdir, artık terkedilmiş, unutulmuş klâsik bir tarzı yeniden gündeme getirmek de bir fikirdir. Yeter ki herkesin yaptığının tekrarını yapmayın. Ucu çok açık bir alan bu. Az önce dedik ya, önce bütün tasarlanır, sonra ayrıntılara sıra gelir diye. Ama siz o bütüne bir ayrıntıdan mesela küçücük bir süs eşyasından yola çıkarak da ulaşabilirsiniz tabi ki. Çok farklı yerlerden bir ipucu yakalayabilirsiniz. Dağılmadan hedefinize yani bütüne ulaşırsanız yine diğer ayrıntıları ona ekleyebilirsiniz.
Ve tabi ki mekânlar insan psikolojisini birçok yönden etkiliyor, yönlendiriyor. Meselâ mekânlar için eskiden beri kullanılan ‘kasvetli’ tabiri bunun bir örneğidir, kasvetli mekânlar insana sıkıntı verir. Bunu çeşitlendirmek mümkün. Meselâ bir makam odası tasarlarken makam sahibinin ve misafirin kendilerini nasıl hissetmelerini istiyorsanız mekâna o yönde dokunuşlar yaparsınız. Ezici, rahatsız edici veya rahatlatıcı, güven verici bir mekân oluşturulabilir. Ya da bir mağazaya, dükkâna ilk girildiği anda ucuz veya pahalı, şık veya salaş vb. bir etki versin isteyebilirsiniz ve hepsi mümkün.

Bir Koltuğun Nereye Konacağı Bile Basit Değildir
Peki işlev anlamında nereden başlıyorsunuz?
Meselâ tipik bir sorudur: “Siz iç mimarlar mekânda koltuğun nereye konacağını mı belirliyorsunuz?” Böyle bir soruya birçok meslektaşımız, “Hayır o kadar basit değil” diye cevap vererek mesleğin basite indirgenmesine karşı çıkabilirler ve bir bakıma haklıdırlar. Fakat o basit gibi görünen kararları vermek her zaman göründüğü kadar kolay olmaz. Kolay da olsa zor da olsa aslında bunlar iç mimarinin en temel ve en önemli adımlarıdır ve riske atılmaması gerekir. Bir koltuğun konup konmayacağı, nereye ve nasıl konacağı noktasında yapacağınız bir hata, zincirleme olarak mekândaki birçok ayrıntıya yansır ve o hatanın geri dönüşünü zorlaştırır. Meselâ o koltuğun önünde bir masa vardır, o masada bir bilgisayar vardır, bilgisayar için priz gereklidir, tam üstünde tavanda aydınlatma armatürü vardır, yine tavanda koltuğa uygun bir yerde havalandırma cihazı olabilir, yanında bir pencere ve bir ısıtma peteği, tam karşısında ise bir televizyon olabilir ve bütün bunlar mekânın tesisat altyapısını doğru planlamayı, penceresini ve kapısını doğru yerden açmayı gerektirir. Mekân örgüsü tamamlandıktan sonra o koltuğun yerini değiştirmek tüm projeyi sil baştan ele almayı gerektirebilir. Ve işin ilginç tarafı, bir koltuğun nereye ve nasıl konacağı meselesini hafife alan insanların, o basit gibi görünen kararları yanlış almalarıyla ve bu yüzden büyük zararlara yol açmalarıyla o kadar sık karşılaşıyoruz ki… Hem de küçük değil dev projelerde.

Zıt Renkler Güzel Bir Ahenk Oluşturur
Renk seçimi yaparken hangi faktörleri dikkate alıyorsunuz? Hangi renk gruplarının bir arada kullanılmasını uygun buluyorsunuz?
Renk konusu başlı başına bir uzmanlık alanı fakat yeterince bilinmiyor ve renklerin anlamları konusunda da ortada kafa karıştırıcı bilgiler dolaşıyor. Farklı alanlardan insanlar renklere farklı anlamlar yükleyebiliyor. Fakat bu bilgilerle yola çıkarak bir sonuca gitmek zor. İç mimaride bu bilgileri kullanabilmek için geniş bir bakış açısıyla değerlendirmek ve yorumlamak gerekiyor. Meselâ bir reklâmcı yeşil rengin ucuzluğu çağrıştırdığını söylerken, bir başkası huzur verdiğini söyleyebiliyor. Aynı kaynakta, sarı rengin hem zihni çalıştırdığı, hem kafa karışıklığı yaptığı, hem de iştah açtığı bilgisiyle karşılaşabilirsiniz. Bu gibi bilgilerin her birinde haklılık hissesi olabilir ancak bunların yerine göre özel olarak yorumlanması gerekiyor. Renklerin anlamları ve etkileri hakkında genelleme yapmak yanlış. Birincisi her rengin sonsuz tonu var, ikincisi yan yana geldikleri diğer renklerle beraber etkileri değişebiliyor ve üçüncüsü bunlar her malzemede de farklı durabiliyor. Meselâ bir vücut dili uzmanına bakılırsa iş görüşmesine giderken asla kahverengi giymememiz gerekiyor. Fakat kahverengi bir düz takım elbisenin etkisiyle, kadife bir takımın etkisi aynı değil; bir de kahverengi bir deri ceket ve krem rengi bir kanvas pantolonu düşünün… bunların etkisi nasıl aynı olabilir? Dahası her insanın algısı da bir diğerinden az çok farklı olabilir. Bu yüzden genelleme yapmak yanlış. Yine de bazı renklerin sıcak, bazılarının soğuk, bazılarının uyarıcı, bazılarınınsa yatıştırıcı olduğunu biliyoruz. Renklerin anlamları konusu böyle.
Renklerin birbirleriyle ilişkisine gelince, orada daha sağlam bilgiler var elimizde. Üç ana rengin yani kırmızı, sarı ve mavinin ve bunların ara renklerinin yerleşimini gösteren çok bilindik bir renk çemberi vardır. Buradan birbirine yakın olanları ve zıt olanları kolaylıkla görebilirsiniz. Çemberde karşı karşıya duran renkler zıttır. Zıt renkler, açık ve koyu tonlar bir arada kullanılırsa birbirlerini açarlar, gösterirler. Esasen tezatlar her zaman güzel bir ahenk oluşturur. Ahenk, farklı unsurların beraber güzellik doğurmasıdır. Buna karşılık birbirine yakın ve ortak yönü olan unsurlar ise birlik oluşturur. Kâinatta zıtlıklar ve birlikler iç içedir. Biz de bunlardan yararlanırız. Meselâ tek ceket giydiğiniz zaman pantolonunuzun ona zıt yani ahenkli olması gerekir. Yakın bir renk olmaz. Böylece ilgi çekici bir görüntü elde edersiniz. Ama öyle yerler vardır ki, en güzel ahenkli tek ceket bile bir takım elbisenin yerini tutamaz. Takım elbisenin yani birliğin ayrı bir ağırlığı ve kararlılığı vardır. Ama dedik ya zıtlıklar ve birlikler iç içedir diye. Takım elbisede kravat gibi bir aksesuarla bir ahenk katarsanız daha güzel olur. Tek cekette de bu sefer o aksesuarlar ile birlik katarsanız güzel olur. Zaten kemer ve ayakkabı birliği her zaman vazgeçilmezdir. Mekânları donatmak da giyim gibidir. Yani birlikler ve tezatlar arasında güzel bir denge kurduğunuz zaman o mekân güzel olur. Fazla ahenk ilk anda çarpar ama gözü yorar ve bir süre sonra etkisini kaybeder. Fazla birlik de bir dinginlik taşımakla birlikte sıkıcı ve cansız, donuk durur. Bunları yerine göre ölçüsünde kullanmak gerek.

İlham İçin Çeşitli Vesilelere İhtiyaç Var
Bir iç mimar için yaratıcılık olmazsa olmazlardan. Yaratıcı yönünüzü nasıl canlı tutuyorsunuz?
Çok özel bir şey yaptığımı söyleyemem. Bu konuda hocam Gürkan Kasımhocaoğlu, evine her gün aynı yoldan gitmediğini, hep aynı yere park etmekten sakındığını örnek verirdi. Belki yeni bir şey görür müyüm, yeni bir şey keşfeder miyim diye yani. Hayatın rutinleşmesi bir sanatçı için istenmeyen bir durum. Sanatçı taklitten de tekrardan da kaçınmak zorundadır. Taklit etmek kötüdür ama esinlenebilirsiniz. İlham için çeşitli vesilelere ihtiyaç var. Sanatçıysanız, tasarımcıysanız, sürekli kendinizi beslemeniz, okumanız, yerinizde durmamanız, gezmeniz, bakmanız ve herkesin görmediğini görmeye çalışmanız, özgür ve esnek bir yanınız olması lazım. Ve tekrara düşmemek için kendinizi de yenilemeniz gerekiyor. Değişim kaçınılmaz. Dışınızda cereyan eden yeniliklere de az çok ayak uydurmalısınız. Bunların dışında, aklıma gelen fikirleri kaydederim. Yazarım, çizerim, fotoğraf çekerim, ses kayıt cihazımla kaydederim. Bunlar fikirlerimin unutulup kaybolmasını önlüyor ve beni yeni fikirlere daha da açık ve hazır hale getiriyor.

İç Mimari Modasını Belirleyen Ne?
İç mimarinin bir modası, eğilimi var mı? Son zamanlarda neler revaçta? Müşterilerin istekleri modaya göre değişiyor mu?
Modanın ve eğilimlerin sürekli değiştiği bir gerçek ve bu, aşırıya kaçmamak kaydıyla insanî de bir durum. Yenilik hayatın bir parçası. Üreticiler tarafından bakınca da bu durum kaçınılmaz. Meselâ mobilya sektöründe bir yemek odası takımının vitrinde kalabilme süresi en fazla iki yıl. Üretici hep aynı şeyleri üreterek ayakta kalamaz. Belki şeklini, belki kaplamasını, belki rengini, belki kumaşını ama mutlaka bir şeyleri değiştirerek kendini yenilemesi lazım. O değiştirmezse başkası bunu yapıyor ve müşteri farklı olana meylediyor. Klâsikler her zaman vardır ama onlarda da ufak tefek yenilikler oluyor. Eskiden bir IV. Lui masa genellikle koyu renk bir cila ile boyanırdı ve onda ahşap malzemenin dokusunu görebilirdiniz. Bu koyu renk zemin, hem üzerindeki altın varak süslemeleri iyi gösterirdi hem de açık renk boyanmış bir duvarın önünde mobilyayı gösterirdi. Son yıllarda ise bu tarz mobilyaların çok açık renklerde lake boya ile boyanması yaygınlaştı. İnsanlar on yıl önce olsa yadırgayacakları şeylere bugün rağbet edebiliyorlar veya tam tersi de söz konusu. Değişim bir ihtiyaç. Otomobil tasarımlarında bile bazen sırf değişim olsun diye yapılan zorlama değişiklikleri fark edebiliyorsunuz. Çünkü piyasa onu gerektiriyor. Yeni kasa-eski kasa ayırımı da bir ihtiyaç olabiliyor.
İç mimaride de değişim ve moda böyle. Bir işyeri için 3-10 yılda bir İç mimarisini değiştirmek bu yüzden bir ihtiyaç. Kimse gereksiz yere işyerine masraf yapmayı istemez. Ama rekabet ortamı, meselâ otelleri, mağaza ve restoranları buna zorluyor. Birisi yeni bir malzeme kullanıyor veya bir başkası parlak bir fikir geliştiriyor ve bunlar tutuluyor, başarı getiriyor, sonra bunların kopyalanarak yaygınlaştığını ve harcıâlem hale geldiğini görüyoruz. Böyle böyle yeni fikirler önce yükselip sonra düşüyor. İlk yapıldığında heyecan uyandıran mekânların daha yeniler karşısında bir süre sonra ışıltısı sönüyor. Yeni yatırım yapılmayan mekânların köhneleştiği düşünülüyor ve cazibesi azalıyor.
Bu döngüden haliyle evlerimiz de az çok nasibini alıyor. Bir zamanlar absürt sayılabilecek mobilyalar bugün rahatlıkla evlerimize girebiliyor. Evin diğer eşyaları da bunlara uygun olarak yerlerini yenilere bırakıyor. Gelişigüzel desenli halılar, eflâtun gibi sıra dışı renkli yatak örtüleri, koyu renkli tül perdeler vs. buna hizmetle vitrinleri dolduruyor. Evi karartır zannettiğimiz koyu renk boyalar bugün evlerimizin duvarlarını süslüyor. Uçuk kaçık duvar kâğıtları gençler tarafından tutuluyor. Bir mobilyayla birlikte zincirleme olarak tüm evin iç mimarisi değişebiliyor. Veya aynı etki bir duvar kâğıdından da başlayabiliyor. Kısacası modadan kaçmak mümkün değil.
Değişimde teknolojik gelişmeler de rol oynuyor. Meselâ yeni aydınlatma ampulleri avizelerimizi değiştirmemize sebep oluyor. Yeni mutfak cihazları, yeni tasarımlarıyla beraber giriyor mutfağa ve onlarla beraber mutfak dolapları da değişiyor. Yeni ince ve büyük televizyonlar, yeni dolapları da beraberinde getiriyor vs. Değişim biraz da imkânlarla ilgili. Meselâ bir zamanlar her yerde gördüğümüz yerli meşe kaplamayı artık yeni mobilyalarda görmüyoruz. İnsanlar zaten sıkılmışlardı ama o malzeme artık eskisi kadar kolay tedarik de edilemiyor. Yerli meşe ormanları azaldı çünkü. Onun yerini İtalyan cevizi aldı, kiraz aldı, sapelli aldı, tik aldı, abanoz aldı vs.

Geniş Olsun Ama Ne Kadar Geniş?
Ülkemizde daireler genellikle 90-120 metrekare arasında değişiyor. Sizce evin büyüklüğü tasarımı nasıl etkiliyor?
Geniş ev, geniş mekânlar demek. Ve bizim kültürümüzde de evin geniş olanı makbuldür. Ve geniş mekânları tasarlamak da daha kolaydır. Meselâ 18 m²’lik bir mutfağa tüm işlevleri hem de güzel bir şekilde sığdırabilmek, 30 m²’lik bir mutfağa sığdırmaktan çok daha zordur. İç mimarlıkta işin alanı büyüdükçe fiyat da büyür ama bazı aralıklarda, alan küçüldükçe zahmet ve emek daha da artar. Dar alana çok şey sığdırabilmek hakikaten zor iştir. Yatak odalarında da mobilya takımının sığdırılamaması durumu sık yaşanır ve bu ciddi bir sorundur. Tamam geniş olsun dedik ama ne kadar geniş? Genişliğin fazlası da zarar getirebilir. Belli bir aralıkta da alanın büyümesi mekânın tefrişini git gide zorlaştırabilir. Meselâ bir evde salon çok büyürse ortada anlamsız boşluklar kalmaya başlar ve mekân verimli kullanılamaz hale gelir. Hatta kare şeklindeyse çok radikal müdahaleler olmadıkça o salon adam olmaz. Meselâ 5 x 7 = 35 m² ‘lik bir salon gayet kolayca tefriş edilebilirken, 7 x 7 = 49 m²’lik bir salon tefriş edilemez. Kare salon, koltuk takımı ve yemek masası olmak üzere iki işleve bölünmekte zorluk çıkarır. Koltukları yedi metrelik genişliğe göre yerleştirirseniz insanlar birbirlerine uzak düşerler ve ortada da rahatsız edici bir boşluk kalır. Genellikle, evin toplam kullanım alanının azlığından veya çokluğundan değil de, mimari olarak yanlış tanzim edilmiş olmasından dolayı insanlar şikâyetçi oluyor. Çünkü evi alırken büyüklüğünü bilerek alıyor. Fakat o mekânların aksayan yönlerini içine yerleştikten sonra fark ediyor. Kısacası, odaların ne kadar dar, ne kadar geniş olması gerektiği konusu masa başında rakamlarla oynayarak karar verilemeyecek kadar incelik ve uzmanlık gerektiren bir iştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir