Yerli ve Milli Üretimin Anahtarı Arge / Dr. Serkan Kurt

Öncelikle ARGE, daha sonra milli ARGE tanımına ve önemine değinebilir miyiz?

ARGE, araştırma ve geliştirme kelimelerinin kısaltması şeklindedir. Özellikle endüstrinin olmazsa olmazıdır. ARGE sadece endüstride değil, aslında birçok alanda örneğin eğitim alanında da sıkça karşımıza çıkmaktadır. ARGE, mevcut bir ürün veya sistemin geliştirilmesi, kalitenin artırılması veya mevcutta olmayan bir ürün veya sistemi ortaya koyacak çalışmaları içermektedir. Öncelikle belirtmek isterim. ARGE demek ciddi maliyet demek. ARGE mali risk almaktır. Her ARGE süreci mutlaka başarı ile sonuçlanmaz. Süreci de ancak tecrübelerinize dayalı olarak aşağı yukarı tahmin edersiniz, bütçesi de bu şekildedir. Seri üretim maliyeti 10 TL’lik bir ürün için 1 milyon TL’lik ARGE gerekebilir. ARGE sürecinde bulunacak kişinin de gerekli bilgi ve yeterliliğe sahip olması gerekmektedir. Yeterlilikten kasıt “alanında eğitim almış” demektir. Aslında burada karşımıza çıkan temelde kalifiye insan kavramıdır. Eğitimde en etkili yöntemde usta çırak ilişkisine dayalı eğitimdir.

Milli ARGE kavramı da ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda yürütülen ARGE sürecidir. Yerli bilim insanları ve sermaye kullanılır. Özellikle savunma sanayisinin olmazsa olmazıdır. Karşımıza genelde stratejik ürün geliştirme olarak çıkar. Günümüzde çevremizde yaşanan siyasi kargaşalar milli ARGE bilincinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kavramamızı sağlamıştır. ARGE bir anlamda da kültür meselesidir. Gelişmiş ülkelere baktığınızda gücünü önceden yaptığı ARGE çalışmaları neticesine dayadığı aşikârdır. Bu arada varlıklı olmak, gelişmiş olmak demek değildir. Örneğin Güney Kore, zamanında üniversiteler ile iş birliğine gidip milyarlarca dolarını ARGE’ye yatırarak şu an geldiği konum itibari ile ülke ekonomisine ve bilimsel alt yapısına katkısı çok yüksek olan güzel bir örnektir.

Burada bir örnek vermek istiyorum. Üniversitede mikroişlemciler ile ilgili ders veriyorum. İlk derslerde bir mikroişlemcinin üretim aşamalarına değiniyorum. Öğrencilerin hem ufukları açılsın hem de işin ciddiyetini daha iyi algılasınlar diye. Bir mikroişlemcinin üretimi yaklaşık 1500 aşamadan geçer. Tonunun bile para etmediğini düşündüğünüz kum yığını, gramı 17.000 $ olan bir ürüne dönüşmektedir. İşte bu “katma değer”dir. Sadece maliyet olarak düşünmeyiniz, üretim süresi de önemli. Bu katma değer, silikon vadisi dediğimiz yarı iletken üretim teknolojisine sahip alt yapıya sahip ülkelerin gücüne güç katmakta, teknolojiye yön verme yetisi kazandırmaktadır.

Şu an Baykar Makina firmasının ürettiği İnsansız Hava Araçları (İHA) sayesinde teröre ciddi darbeler vurulmaktadır. Milli ARGE’ye güzel bir örnektir. Bu firma 3-5 yıllık bir firma değildir. 2000’li yıllarda ARGE çalışmalarına başlamıştır. ARGE’ye yaptığı yatırımlar sayesinde bu seviyelere gelebilmeyi başarabilmiştir. ARGE için 5-10 yılda uzun bir süreç değildir aslında. ASELSAN ve TAİ’de bu anlamda ciddi araştırma ve geliştirme yapan milli firmalarımızdandır. Ancak bu firmaların sayısının mevcudun 10 katı olması gücümüze güç katardı.

Ülkemizde doktoralı personel ihtiyacının ARGE’ye katkısını nasıl gözlemliyorsunuz?

Ülkemizde üniversitelerde doktoralı personel yetiştirilmesine ağırlık verilmektedir. Doktoralı kişi bilim adamı unvanını almış ve konusunda uzman, araştırmacı demektir. Doktoralı kişiler öncelikle araştırma merkezleri, üniversiteler ve TÜBİTAK gibi kurumlarda ihtiyaç duyulur. Üniversiteler genel anlamda eğitim kurumu gibi görülse de ARGE konusunda ciddi araştırma yapılan kurumlardır. Doktora yapan bir kişinin çalışabileceği kurumları saydığımızda, aslında içinde bulunduğumuz durumu özetlemiş oluruz. Oysa gelişmiş ülkelere baktığımızda binlerce araştırma merkezine, laboratuvarlara sahipler. Son yıllarda kurulan teknoparkların sayısı artmış ve ARGE daha da desteklenir hale gelmiştir. ARGE kültürü açısından önemli bir yapılanma. Doktoralı personeller için çalışma alanları da genişlemiş görülmektedir. Özellikle TÜBİTAK, desteklediği projelerde doktoralı personeller için belirlediği ücret limitleri piyasaya göre iyi seviyededir.

Artık şöyle bir dünya da yok; bir kişi tek başına ARGE yapsın yok. Multidisipliner çalışmak zorundasınız. Örneğin biyomedikal sektöründe elektronikçi olacak, tıp doktoru olacak, biyolog olacak, mikrobiyolog işin içine girecek, kimyacı işin içine girecek, metalürji mühendisi işin içine girecek, ortak bir çalışmayla ürün ortaya çıkacak. Bizim için şu anda en bakir alanlardan biri biyomedikal. Burada bir atılım yapmaya çalışıyoruz ve multidisipliner çalışılmalı. Avrupa’ya baktığınızda milyon dolarlar, hatta bazı projelerde milyar dolarlar aktarıyorlar. Mesela, Avrupa’da Horizon 2020 Projesi var; faz 1, faz 2, faz 3 aşamaları var. Faz 1’de ilk başta sırf 50 bin euro araştırın diye veriyor; ön araştırmana yani literatür taramana 50 bin euro veriyor. Üretime geçeceğin zaman, üreteceğin zaman faz 2 kapsamında 500 bin euro ile 2,5 milyon euro da öyle destek veriyor, hibe olarak. Evrak işleri daha az. Bizde her harcama kalemini belgelemen gerekli.

Mühendis ile bilim adamı arasındaki farkı özetleyebilir misiniz?

Bilim insanı da mühendis de araştırmacı özellikleri ortaktır. Bilim insanı veya bilim adamı diyelim bir ürün veya sistem geliştireceği zaman maliyet gözetmeksizin amacına odaklanır. Ürün maliyeti ikinci plandadır. Mühendis ise seri üretim odaklı düşünür. Ürünün üretime uygun hale getirilmesi, üretim maliyetlerinin düşürülmesi, kullanıma en uygun hale getirilmesi gibi öncelikleri vardır. İş ilanlarına baktığınızda fabrikalar hep mühendis arar, doktoralı personel arayana pek rastlamazsınız. Araştırma merkezi olan yerler doktoralı personel ihtiyacı için ilan verecektir.

Üniversitelerimizin ve teknoparkların milli ARGE sürecindeki rollerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mühendisler üniversitelerde eğitim alarak bu unvanlara sahip olabilmektedirler. Mühendislikte uygulamalı eğitim çok önemlidir. Yine örneklemek gerekirse teoride bir insana bırakın ayları, yıllarca suya sokmadan yüzmeyi anlatsanız, tüm teknikleri sözlü, resimli anlatsanız bu kişi suya ilk girdiği anda boğulmaya adaydır. Yani yüzmek tecrübe gerektirir. Maalesef bu alanda mühendislik eğitimimizin genel itibariyle zayıf kaldığını gözlemliyoruz ve iş dünyası olarak da sıkıntılarını yaşıyoruz. Laboratuvarların yeterli olduğu düşünülse bile -ki ciddi eksiklikler var- sadece eğitim laboratuvarları değil araştırma laboratuvarlarının da üniversite bünyelerinde daha iyi durumda olması gerekir.

Gel gelelim akademisyenlerin durumu. Yurtdışında bazı ülkelerde akademisyenler iki kategoride görevlendirilirler. Birileri ders anlatmaya yönelik, diğerleri de projeci olarak görevlendirilirler. Projeci akademisyenler araştırma projelerinde öncelikle doktora ve yüksek lisans öğrencilerini görevlendirir. Bütçeleri ve harcamaları da esnektir. Yani aşçıyı mutfakta yetiştirirler, tecrübelerini aktarırlar. Usta çırak ilişkisi yani. ABD’ye baktığımızda savunma projeleri genelde üniversitelere verilir. Yani onlar genel anlamda her şeyi ASELSAN veya TAİ gibi firmalarımız var onlar yapsın demiyorlar. Bizdeki bu oran onlara nispetle çok düşük. Bir de bir projeyi doğrudan bir kurum veya kuruluşa vermiyorlar. Projeyi 3-4 aşamaya bölerler. İlk adımı birden fazla kurum veya kuruluşa verirler. Kim daha verimli olursa ikinci aşama da yeterli seviyede görmediklerini elerler ve kalanlara projenin ikinci aşamasını verir. Sonuç olarak işi gerçekten yapabilecek bellidir. Proje başarıyla gerçekleşir. İlk başta baktığınızda normalde ayrılması gereken bütçenin fazlası ayrılmıştır ama sonuç vardır. Tek bir kurum veya kuruluşa gitse ve ARGE başarısız olsa kayıp çok daha fazladır. Sadece maddi değil zaman kaybı da önemlidir.

Teknoparklarda gözleminize göre hangi sektörler ön planda?

Genel anlamda yazılım alanında faaliyet gösteren firmalar çoğunlukta görülmekte. Personel ve yazılım giderleri dışında ciddi maliyet gerektirmiyor. Yazılım firmaları endüstriyel üreticiler kadar sermaye ihtiyacı duymazlar. Hem süreç onlar için daha kısa. Elimde şu an için mevcut yapılanma hakkında istatistiki bilgi yok. Ama çevremiz genelde bu şekilde yapılanmış.

Endüstriyel ürün geliştirme üzerine faaliyet gösteriyorsanız laboratuvar maliyeti, prototip oluşturma süreci, ürünün test maliyetleri gibi unsurlar yüksek giderli ve ciddi zaman alan kısımlardır. Pratik ile teori arasındaki farkı da tecrübe sahipleri iyi bilir. Bir ürünü sanal ortamda 2 günde veya 1 ayda bile oluşturabilir, her türlü teknik hesaplamalarını yapsanız da ürün olarak ortaya koymak 1 yıl da sürebilir 5 yıl da veya daha fazla da. Üretim kolay olsa alırdık, bir uçağa bakarak belki daha iyisini bile kısa zamanda ortaya koyabilirdik. Ama öyle bir dünya yok. Diğer yönden bakınız, Çin yıllarca taklit ederek işi öğrendi ve tecrübe edindi. Tecrübe edindikten sonra ivmeli olarak sektörde yerini aldı. Zaten birçok ürün göreceksiniz ki doğaya bakarak taklit ile başlamıştır. Ayrıca önemle vurgulamak isterim ki her ürünü taklit edemezsiniz, örneğin şu an bir mikroişlemciyi taklit edip üretemezsiniz.

Sektörün mühendislerden beklentisi ve yeterliliğini değerlendirebilir misiniz?

Yeni mezun mühendislere birçok firma asgari ücret veya biraz üstünü teklif etmektedir. Tabi hoş bir durum değil. Tecrübe isteyen konularda ise yeni mezun biri için pek iş olanağı çıkmaz. Bu da onca hayali olan genç mezun mühendislere ilk hayal kırıklığını yaşatacaktır. Ben de ciddi tecrübeleri olan bir ekiple her zaman çalışmak isterim, ancak ekonomik gücümüz buna yetmedi. Eğitimci ve tecrübemiz olduğu için yeni mezunları yetiştirmek için gayret veriyoruz. Her zaman öncelik insana yatırım olmalı. Her alanda bu böyle olmalı.

Birçok firma da bizden yeni mezun mühendis gençleri istiyorlar. Öncelikle bahsettikleri “Hocam bize dürüst çalışma arkadaşları lazım.” Bunu özellikle belirtmeleri toplum içinde yaşanan ahlaki sıkıntının açığa vurulmasıdır. Burada belirttikleri konu yeni neslin iş beğenme ve işi sahiplenme konusunda sıkıntılı olmalarıdır. Öğrencilik hayatı ile sektör çok farklı. Galiba dizilerde gördükleri olaylardan fazla etkileniyorlar. Ahlaki değerler insana ve topluma yaşadığı her an için her ortamda gereklidir.

TÜBİTAK 1512 kapsamında özellikle genç girişimcilere Teknoparklarda yerler ayrılıyor ve 2 yıl boyunca kuluçka denilen ortamlarda girişimcilere fırsatlar sunmakta. Projenizin sunumunu yapıyorsunuz ve eğer TÜBİTAK onaylarsa teknoparkta bir ofis size tahsis ediliyor. Ofislerde kira desteği sağlanıyor; elektrik, su, internet gibi destekler sağlanıyor. Yeni mezun olan arkadaşlar için çok güzel bir fırsat. 2 yıl kuluçkada kalabiliyorsunuz. 3. yıl uygun görülürse sizi post-kuluçkaya alıyorlar, tabi kira, vs. masraflar artıyor.

Bir de dikkat ediniz yeni mezun olunduğunda bitirdiğiniz üniversitenin etkisi fazla olsa da sektörde tecrübeli eleman ihtiyacı fazladır. Türk Hava Yolları gibi birçok firma işe alım sonrası kendi eğitimleri ile nitelikli personel ihtiyaçlarını gidermeye çalışmaktadır. Yine imkân ve olanaklar karşımıza çıkmakta. Eğer ekonomik anlamda gücün varsa üretebilirsin. Üretemiyorsan bağımlısın demektir. Üretemiyorsan risk altındasın demektir. Ayrıca Türkiye’de ara eleman dediğimiz tekniker ve teknisyen ihtiyacı daha fazladır. Bir üretimde birkaç mühendis yeterli olsa bile onlarca ara eleman gerekecektir. Mühendisi bizler beyaz yakalı gibi düşünsek de aslında mühendis yeri geldiğinde teknisyen ve teknikere yapacakları işi detaylı anlatabilmelidir. Yani lehim atmayı bilmeyen elektronik mühendisleri var diyelim. Lehim atmak mühendisin işi mi gibi düşünülürse kötü bir başlangıç başarısızlığın habercisidir mantığını ortaya koyar. Lehim atmak da aslında basit bir iş değildir, onun da teknikleri var. Zira gördüğünüz en karmaşık cihazlar bile basit şeylerin bileşkesidir. İşe her alanda hâkim olunmalı. Tecrübe bunu gerektirir. Bakınız Alman kültüründe mühendis işçiden önce gelir ve tulumunu giyer.

İyi strateji belirlenmeli. Bakınız, Siemens zamanında gitti, laboratuvarlarını kurdu, kendi PLC’sini üniversitelere ücretsiz verdi ve daha sonra oradan mezun olan gençler Siemens’in kendi yapısına alışkın oldukları için, projelerinde Siemens’in ürünlerini tercih etti ve Siemens amacına ulaşmış oldu. Endüstride bu alanda da çok ciddi bir pay oranı aldı. Samsung’u öne çıkaran şey de Kore’de üniversitelerle işbirliğine gidip ilk başta 1 milyar dolar, hemen sonraki süreçte 4 milyar dolar ARGE yatırımı yapmasıdır. Tabii harcanan meblağ hakkında şu an net bilgim yok ama bahsedilen miktarlar bu, yani ciddi bir ARGE yatırımı yaptı, patent mevzusuna girdi ve şu anda dünyanın en önde gelen yarı iletken ve ürün bazında da üreticilerinden biri hâline geldi.

Sadece teknolojiyi takip eden değil, teknoloji üretebilen bir toplum olmalıyız. Son yıllarda yenilikçi üretime dayalı atılımlar, destekler ve yönlendirmeler yapılsa da hiçbir zaman yeterli görülmemeli, her daim bilim insanlarının olanakları artırılmalı, çocukların hayali bilim adamı olmak olmalıdır. Üreten bir toplum olmaktan başka çıkar yolumuz yok. Elbette ki parasız bilim, ARGE, üretim olmuyor dedik ama “toplumlar parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çökerler” sözü hemen aklımıza geliyor. Zira parasızlığı da getiren ahlaksızlıktır.

Gol Yoksa Küme Düşersin…

Ülkemiz akademik anlamda zengin bir insan gücü kaynağına sahip. Özellikle özel sektör tecrübesi olan akademisyenler Teknoparkların kurulması ile şirket açabilme imkânı bulmuş ve sektörde yerini alabilecek imkânlara kavuşmuştur. Yine de mevcutta akademisyenlerce kurulan şirket oransal olarak çok düşüktür. Ekonomik gelir gücü yine bu anlamda etken rol oynar. Sadece şirketi kurmak değil, onu idame ettirmek ve piyasada tutunabilmek önemlidir. Örneklemek istersek iyi futbol oynuyorum diye ligde kalamazsınız. Gol yoksa küme düşersiniz. Üretime geçmeniz, para kazanmanız yani akar elde etmeniz şart.

Teknoparklarda ilk 2 yıl kuluçka denen ofislerde girişimci arkadaşlara kira, internet gibi imkânları devlet size sunmakta. Örneğin biz de endüstriyel ürünler üzerine çalışıyoruz. ARGE süreçlerimiz uzun soluklu. 2 yıl bizim için çok kısa bir süreç. Bir ürünün geliştirilmesi, testleri, ürün haline getirilmesi, müşteri ortamı oluşturulması en az 5 yıl ister. Al-sat yapsanız daha kazançlı çıkarsınız belki de ama biz bilim insanları bu amaçla bu yola girmedik. Zaten teknoparklarda bu gibi firmalar olmaz, olmamalı.

Akademisyenlerin projeleri genelde TÜBİTAK desteklidir. Bu süreçte en çok sıkıntı, projenin kabul süreci ve kısıtlı bütçesidir. Ayrıca evrak hazırlamak için neredeyse ayrı bir personel çalıştırmanız gerek. Mevcut bütçeler ile de çalıştıracağınız bir doktoralı öğrenciniz ev kirasını ancak ödeyecektir. Şu an ben de bir 1003 TÜBİTAK projesinde araştırmacıyım ve çalışacak doktoralı öğrenciyi çok zor buluyoruz ve hâlâ eksik personelimiz bulunmakta.

Sonuç Olarak…

Sonuç olarak şunu da mutlaka bilmemiz gerek. ARGE tek başına yeterli değildir. Yani ARGE’si bitmiş bir ürünü seri üretime dökemiyorsanız, ihtiyacı karşılayamıyorsanız ciddi kayıp var demektir. Bakınız milli silahımız MPT-76 ARGE’si çok önceden bitirilmesine karşın seri üretime geçilmesi uzun sürdü. ARGE’yi sadece ürün geliştirme olarak düşünmemeliyiz. ARGE bilgi ve tecrübe sahibi, donanımlı insan kaynağı demektir. ARGE diğer ARGE’lere her zaman gebedir. Bu kapsamda insan, ahlak, yatırım, ARGE, üretim, gelecek, bizim anahtar kelimelerimizdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.