Yaşam Enerjisi Nasıl Fullenir? / Yaşam Koçu Fırat Çakır

Su ve minerallerin insanın enerjisiyle nasıl bir ilişkisi var?

En çok üstünde durduğumuz konulardan bir tanesi su ve mineraller. Allah kâinatın üçte ikisini sudan yaratmış. İnsan bedeninin üçte ikisini sudan yaratmış. Bitkileri, hayvanların üçte ikisini sudan yaratmış. Yeryüzüne yağmur yağmadığında nasıl topraklar kuruyorsa, bitkiler soluyorsa, hayvanlar telef oluyorsa insan bedenindeki su azalmaya başladığında gözaltlarında morarma, saçta kepeklenme, deride dökülme, bağırsaklarda kuruluk, kabızlık ve bağırsak kuruluğu, böbrek hastalığı, elektrik dengesinin bozulması, enerji düşüklüğü, ağız kuruluğu ve beraberinde yorgunluk, uyku bozukluğu, sindirim problemleri gibi onlarca rahatsızlığı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla en büyük enerji kaynağımız sudur. Yaşayan insanların en büyük yorgunluk nedeni yeterli su tüketmemek.

Sokakta, güneş altında çalışan bir adamla, ofisinde klimalı bir ortamda, masa başında çalışan birinin vücudunun su ihtiyacı aynı değildir. Yoğun antrenman yapan birisiyle evde oturan birinin vücudunun su harcama oranı bir değildir. 100 kiloluk birisiyle 60 kiloluk birinin su harcama oranı aynı değildir. Dolayısıyla herkese “günde üç litre su için” demek yanlıştır. Ama susamadan su içilmeli. Bir de şöyle bir şey var tabi. Ne yazık ki ölü sular tüketiyoruz. Pet şişelerin içinde canlı olmayan sular tüketiyoruz. PH değeri minimum 7-7,5’un üstünde olan sular tüketmemiz, güneşe maruz kalmayan sular tüketmemiz, mümkün olduğu kadar pet şişenin içine girmemiş sular tüketmemiz lazım. Sık sık, azar azar su içmeliyiz. Eğer idrar rengi koyu renge dönmeye başlamışsa belli ki vücutta susuzluk vardır. İdrar rengi şeffaf, açık renkte olmalı. Aynı şey kabızlık yaşayan insanlar için de geçerli. Eğer sık sık kabızlık yaşıyorlarsa belli ki midede ve bağırsaklarda su oranı azalmıştır, su olmadığı için vücut rahat çıkartım gerçekleştiremediği için bağırsaklarda sıkışma yaşıyordur. O yüzden doğru su tüketmeliyiz. Bir kere de bir litreyi diktim içtim, bu doğru değil, yedi sekiz kereye bölerek, vücudun ihtiyacı kadarını yüklemeliyiz vücuda.

Doğru nefes alıp vermenin enerjimize etkisinden bahseder misiniz?

Vücudumuz üç şeye çok ihtiyaç duyuyor. Kan, glikoz ve oksijen. İnsan beynine baktığımızda insan beyni yaklaşık 100 milyar adet nörondan oluşuyor. Vücudumuza giren oksijenin yüzde 25’ini sadece beynimiz kullanıyor. Vücuda giren glikozun yüzde 20’sini beynimiz kullanıyor, vücuttaki toplam kanın da yüzde 15’ini beynimiz kullanıyor. Eğer doğru nefes almayı bilmiyorsanız beynimizin ihtiyacı olan oksijeni karşılayabilme şansımız yok. Organların yenilenmesini, kasların gelişimini, hücrelerin yenilenmesini sağlayan oksijendir. Oksijeni de nefesle alıyoruz. Bir göğüs nefesi dediğimiz nefes var. Bir de diyafram, karın bölgesi nefesi var. Hepimiz doğduğumuzda karın bölgemizden nefes alıyorduk. Ama iki yaşından sonra göğüsten nefes almaya başlıyoruz. Göğüsten alınan nefes toplam nefesin yüzde 33’ünü kaplar. Diyafram nefesi yüzde 66’yı kapsar. Yüzde 33 kapasiteli alınan nefesin bütün bedeni besleyebilme ihtimali yoktur. Dolayısıyla oksijen yoksa yeterli enerji olmayacaktır. Oksijen yoksa sağlık yok zaten. Kas gelişimi, yağ yakışı, organ yenilemesi, hücrenin yenilenmesi yok. O yüzden diyafram nefesini öğrenmek gerekli.

Kıyafetlerimizin rengi bizi nasıl etkiliyor? Kıyafette tercih ettiğimiz renklerin ne gibi anlamları var?

Giymiş olduğumuz ayakkabıların tabanları polyester. Giymiş olduğumuz kıyafetlerin yüzde 75-80’i polyester, yani naylon. Polyester sürtünmeyle bir negatif enerji üretimi yapar. Ama negatif enerji üretebilmesi için vücuttaki var olan pozitif enerjiyi çekmesi lazım. Vücuttaki pozitif enerji negatife çekerek kullanıyor. Polyester kıyafetin diğer özelliği soluk alıp verememesidir. Yani oksijen devir daimini yapmaz. İçine hava girmez, içinden hava çıkmaz. Biz sadece ağzımızdan ve burnumuzdan oksijen almıyoruz ki. Milyarlarca hücremiz var, bu hücrelerden oksijen alıyoruz. Siz bütün vücudunuzu polyesterle kapattığınızda, dar kıyafetler giydiğinizde, kan dolaşımını yavaşlatıp hücreleri kapattığınızda oksijen girmiyor. Oksijen girmemesi demek enerjinin düşmesi demek. Bu yüzden pamuklu kıyafetlerin tercih edilmesi gerekiyor. Pamuklu kıyafetler, likralı olmayan kıyafetler, lastik gibi esnemeyen kıyafetler hem soluk almasına fayda sağlar hem negatif enerji üretmesine engel olur.

Dünyadaki bütün taksilere bakın sarıdır. Çünkü sarı gel-geç rengidir. Yine dünyadaki bütün doktorlara, hemşirelere, eczacılara, sağlık memurlarına bakın beyaz önlük giyerler. Beyaz temizliği temsil eder. “Sana zarar vermeyeceğim.” der. O yüzden savaşlarda beyaz bayrak kaldırılır. Evet, sana zarar vermeyeceğim anlamındadır. Ama aynı doktor, aynı hemşire beyaz önlüğünü çıkartır, ameliyata girerken yeşil önlük giyer. Yeşil güven rengidir. Kırmızı sevgi rengidir. Gittiğiniz lokantalarda kırmızı renkler hâkimdir. “Gel severek yemek ye.” Ama gittiğiniz kafeler hep kahverengidir. “İç kahveni git, oturma, zaman geçirme.” diye kahverengidir. Turuncu motivasyon rengidir. Dolayısıyla giymiş olduğunuz kıyafet bir kere ruh halinizi gösterir. Sabah eliniz hangi renk kıyafete gidiyorsa siz o gün öyle bir ruh haline sahipsiniz. Eliniz lila rengine, mor, gülkurusu gibi renklere gidiyorsa belli ki psikolojik açıdan bir rahatsızlığınız var. Rahatlamaya ihtiyacınız var. Siyahı seven insanlar vardır, siyahı giyerler. Siyah hem kurumsal bir renktir asaleti temsil eder. Kış geldiğinde insanların giydiği kıyafetler genelde kalınlaşır, renkler koyulaşır. Yaz geldiğinde kıyafetlerin rengi açılır ve kumaşlar incelir. Çünkü yaz gelince vücut serotonin hormonu çok fazla ürettiği için renkli kıyafetler giyilir. Ama kışın ne yazık ki hava kapalı olduğu için vücut çok fazla melatonin yani doğa sakinleştirici hormon salgılar ve kişinin elini koyu renk kıyafetlere götürür, kalın kıyafetlere götürür. Gri arada kalmışlığı temsil eden bir renktir.

Mesela sabah kalktınız canınız sıkkın ve moraliniz bozuk. Kırmızı tonlarda bir kıyafet giydiğinizde gün içinde moraliniz düzelir. Çünkü kırmızı sevgi rengidir. Siz farkına varmadan sizin mutlu olmanızı sağlar. Eğer ki bir toplantıya gidecekseniz ve insanları ikna etmeniz, size güvenmelerini sağlamanız gerekiyorsa yeşil ve tonlarını giyersiniz. Eğer eğlence veya benzer şeylerse turuncu ya da fıstık yeşili renkler tercih edersiniz. Onlar sizin motive olmanızı sağlar. Çocukların yatak odalarını kırmızıya boyuyorlar, kırmızıya boyanmış bir oda çocukları agresifleştiriyor. Kırmızı odada çocuk uyuyamaz. Yine turuncu motivasyon rengidir. Çocuk odaya girince kanı kaynıyor, yerinde duramıyor. Ama oda kahve köpüğü rengine boyadığında çocuk mışıl mışıl uyuyor.

Psikolojiyi en iyi dengeleyen, ruhsal sağlığın en iyi hale gelmesini sağlayan 16 yaş çocuklara kadar kahve köpüğü rengidir.

“Enerji vampirleri” kavramını açıklayabilir miyiz? Daha sonra da kişilerle nasıl baş edelim? Enerjimizi nasıl koruyalım?

Enerjinizi deşarj eden insanlara “enerji vampirleri” diyorum. Mesela çok mutlusunuzdur, enerjiksinizdir, her şey yolundadır, birileriyle yan yana gelirsiniz, onlarla ayrıldıktan sonra kendinizi bir kötü, halsiz hissetmeye başlarsınız. Eliniz, kolunuz kalkmaz. “Enerjim düştü. Ne oldu bana ya? Bir şey mi oldu?” dersiniz.

Yan yana geldiğiniz insanlar sizi eğer motive eden, enerjinizi yükselten birileriyse, bunlar enerji deposu insanlardır. Ki öyle insanlar çok olmamakla birlikte vardır. Hep görmek istediğiniz, yan yana geldiğinizde kıpır kıpır olduğunuz, yerinizde duramadığınız insanlar, resmen enerjinizi şarj ederler.

Sizi deşarj edip enerji deponuzu boşaltan, depoya bir delik açıp da sizi düşüren kişi enerji vampiridir. Genelde enerji vampirleri en çok görüştüğümüz kişilerdir. Biz sınırlarımız ihlal edildiği zaman sinirleniriz. Dolayısıyla bizim sınırlarımızı da en çok en yakınlarımız ihlal eder. Çünkü biz onlara sınır koymayız. Enerji vampirleri de böyledir. Dışarıdan birisinin sizin enerjinizi emdiğini hissettiğinizde bu kişilerle, yan yana gelmemeyi seçebilirsiniz. Ama eve gittiğinizde, annesiyle, babasıyla, kardeşiyle, eşiyle benzer problemler yaşıyor. “Bugün ne yaptın? İş bulmadın mı? Faturalar ne olacak?..” düşüncesi bile bir enerji vampiridir. Çünkü nasıl ödeyeceğini düşünememek kişiyi aşağıya düşürür. O yüzden burada şuna dikkat etmemiz lazım. Bizim enerjimizi kim yükseltiyor? Bizim enerjimizi kim aşağıya düşürüyor? Enerjimizi aşağı düşüren herkes enerji vampiridir. Enerjimizi yukarıya çıkartan, bizi gerçekten mutlu eden insanlar da enerji depolayan insanlardır. Bizim yaşam enerjimizi artıran insanlardır.

Ama asıl enerji vampiri insanın kendisidir. Çünkü kişinin bir yaşam amacı yok, sabah kalkıyor diyor ki “Ne yapacağım şimdi? İşim de yok. İş de bulamadım. Okul da bitti. Ne yapacağım ben şimdi?” diyor. “Bitti” en büyük vampirdir. Çünkü yaşam amacı olmayan, onu yataktan çıkartacak bir nedeni olmayan kişi zaten enerji olarak düşüktür. Burada şunun farkına varmak lazım. Enerji vampirleri mi enerjimizi düşürüyor? Yoksa biz bir enerji vampiri miyiz? Eğer biz bir enerji vampiriysek kendimizi düşürdüğümüz gibi hemen birini bulmak isteriz. Enerji almak için gider ona yapışırız. Onun enerjisini çekeriz. “Oh be!” deriz. Biz hep enerji vampirlerini de dışarıda arıyoruz. Ama en büyük enerji vampiri çoğunlukta insanın kendisidir, kendi kendini demotive eder, kendi kendini aşağı çeker. O yüzden enerji vampirini tanımladıktan sonra X kişi ya da kendimiz, sonra ne yapacağımıza, bununla nasıl mücadele edeceğimize karar vermemiz lazım. Buradan üç tane başlık çıkıyor ortaya. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal enerji kavramları. Fiziksel enerji vücut enerjisinin yüksek olmasıdır. Yerinde duramamak, hareketli olmak vücut enerjinizin yüksek olduğuna işaret eder. Bazen diyoruz ya “Kolumu kaldırmaya halim yok.” Şimdi sen kolunu kaldıramazken hayallerinin peşinde koşamazsın. Dolayısıyla hayallerinin peşinden koşabilmen için kolunu kaldırman, yerinden kalkman lazım. Burada beslenmeye, uykuya, dikkat edilmeli. Hayatında egzersiz veya sporun olması bu noktada önemli. Diğer tarafta zihinsel sağlıkta da dikkat etmeniz gereken şeyler var. “Ya başarılı olamazsam? Ya reddedilirsem? Ya sevilmezsem? Ya kaybedersem? Ya gelecekte şöyle bir şey olursa?” Kafamızda oluşturduğumuz olumsuz düşünceler zihinsel enerjimizi düşürecektir. Kafanda olumsuz bir düşünce oluştuysa bu bir tohumdur. Sonra farklı korkular, kaygılarla bu tohumu sular ve gübrelersen bu büyümeye başlar. Bir zaman sonra beyninin tamamını ele geçirir. Sonra korkunun esiri haline gelirsin. Ve zaten enerjin dibe düşer. Seni yataktan kaldıracak olan şey senin zihinsel sağlığının yerinde olmasıdır. “Yapabilirsin, başarabilirsin, sen neler yaptın, sen en mükemmel şekilde yaratılmış bir varlıksın. Sen kâinata halife olarak gönderildin…” Ama o aradığın kuvvetin burada olduğunu bilmen lazım.

Diğer taraf ruhsal sağlık. Günümüzde ne yazık ki panik atak hastaları, depresyon hastaları, psikolojik tedavi gören hastalar, stres, öfke, tükenmişlik sendromu yaşayan insanlar var. Hepsine baktığımızda ruhsal problemler aslında. İnsanlar inanacak bir şey bulamıyorlar. Ne yazık ki manevi duygularından uzaklaştığı için insanlar, tutulacak bir şey bulamadıkları için, ne yapacaklarını bilemediklerinden ruhsal sağlıklarını da kaybediyorlar. Burada ruhsal sağlığı toparlayacak bir şeyler yapmak lazım. Kur’ân okumak, namaz kılmak olabilir. Doğada baş başa kalmak olabilir. Deniz kenarında yürümek, kitap okumak, hobi edinmek olabilir. Ama ruha iyi gelecek şeyler yapmakta fayda var. Ama en önemli nokta, kişinin kendinin farkına varması lazım. Yaşam enerjisi dediğin şey kendi kalbinde atan bir şeydir, seni yataktan çıkartan sebeptir aslında. Sahip olduğun özelliklere bakmaktır. Ellerin var, kolların var, gözlerin var, dilin var, kulağın var, kalbin var, böbreklerin var. Yürüyorsun, hareket ediyorsun, nefes alıyorsun her şeyi yapabilirsin. “Ben hiçbir şey yapamam.” diyen bir adam dünyadaki en büyük enerji vampiridir. Gördüğünüzde kaçmanız lazım.

Peki, enerji vampirlerine karşı ne tavsiye ediyorsunuz?

Dışarıda enerjimizi düşüren insanlarla karşılaşıyoruz. Ama onlardan sonra kendi hayatımıza döndüğümüzde onları orada bırakmalıyız. Enerjisi düşük insanlarla yan yana geldiğimizde, onlarla sohbet edebiliriz ama kendimize oluşturacağımız bir enerji kalkanıyla. Bu düşüncesel olarak da bir kalkan olabilir. Kendi içinizden “Ben enerjiğim. Ben mutluyum. Ben zindeyim…” Siz birisiyle otururken eğer omuzlarınız düşmeye başladı, beliniz bükülmeye başladıysa beyin hemen şunu algılıyor; “Ben mutsuzum.” Ama tek bir hareketle daha dik oturmaya başlayıp kendinizi fiziki olarak toparlayıp, tebessüm etmeye başladığınızda beyin diyor ki “Sıkıntılı bir süreç ama adam tebessüm ediyor.” diyor. “Tebessüm ediyorsa aklında iyi bir şey olması lazım.” diyor. İster istemez aklınıza iyi bir şey getiriyor. O kişilerin yanından ayrılır ayrılmaz 8-10 tane güzel, derin nefes almanız, 1-1,5 bardak su içmeniz, içine biraz limon sıkmanız, vücuda adrenalin ürettirip adrenalini de vücuda serotonin yani mutluluk hormonu üretmesini sağlamanız enerjinizi kendine getirecektir. “Evet ben çok iyiyim.” o kişiyi orada bırakmayı başardığınız an başarılısınız. Ama onun yanında zaten siz çökmeye başladıkça diyor ki “Evet oluyor oluyor oluyor. Tamam, başardın, çökerttin.” diyor ve ayrılıyor yanınızdan. Buna müsaade etmemeniz lazım!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir