Yarın Çok Geç Olabilir! / Yasemin Keskin

Her geçen gün, takvimden bir yaprak daha kopuyor. Saatler akıyor ve vakti geldiğinde, ne bir saniye ileri ne de geri kalmadan bu dünyadan ayrılıyoruz. Her birimize tayin edilmiş bir ömür var. İnsan, doğduğu andan itibaren ölüme doğru yürüyen bir yolcudur. Yaşadığımız her an, aslında ne olacağını bilemediğimiz bir bilinmezliğin içinde geçiyor. Ama asıl soru şu ki bunu gerçekten biliyor gibi yaşıyor muyuz? Yarını yaşayacağımıza dair hiçbir garantimiz yokken, bu bilinç hayatımıza nasıl yansıyor? Aşırılıklarımızı dizginliyor mu, öfkemizi törpülüyor mu, iletişimimize yumuşaklık katıyor mu? Ölümün her an kapımızı çalabileceği gerçeği, bizi düşündürüyor mu gerçekten?
Hayatın en keskin ve en kaçınılmaz gerçeğidir ölüm. Hepimizin başına gelecek olan ama çoğu zaman yok saymaya çalıştığı bir son olsa da ölümle iç içe yaşıyoruz. Her an kendini hatırlatıyor. Sevdiklerimiz ölüyor, en yakınlarımız ayrılıyor bu dünyadan. Her gün bir sürü ölüm haberi alıyoruz. Evet, çok sevdiklerimiz var. Annemiz, babamız, eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız… Onlar da bizimle birlikte zamanın kıyısında yürüyor. Ve belki de bir gün, hiç beklemediğimiz bir anda, içlerinden biri ansızın, sessizce çekip gidecek. Bu gerçeği ne kadar düşünüyoruz? Onlar hep yanımızda olacaklar gibi mi görüyoruz? Hâlbuki zaman gelecek ve belki de zaman onların seslerini, gülümsemelerini, sana “Nasılsın?” demelerini bir hatıraya çevirecek maalesef…
Buna rağmen insanoğlu unutuyor, gaflete düşüyor, umursamıyor gibi bir duyguyla yaşıyor. Kırgınlıklar, gururlar, incitici sözler, affedemeyişler… Tüm bunlar, ölüm gerçeği karşısında ne kadar da küçük kalıyor aslında. İnsanoğlu yaşarken kıymet bilmeyi erteliyor. Yanı başındaki, gözünden sakındığı, çok sevdiği yakınlarına karşı bile sevgi fakiri olabiliyor. Ya da onların varlığına alışıyor ve orada hep olacaklarını zannediyor. Fakat ölüm gelip de aramızdan birini aldığında, zamanında söyleyemediklerimiz ve yapamadıklarımız içimizde bir yara olarak kalabiliyor. Keşkeler içimizi sızlatıyor. İnsanı en çok yakan şeyler de bu iç sesler. “Keşke daha çok vakit geçirseydim.”, “Keşke onu çok sevdiğimi hissettirseydim.”, “Keşke daha nazik olsaydım, kırmasaydım.” gibi. İnsanın vicdanını en çok acıtan, zamanında yapabileceği şeyleri ihmal etmiş olmasıdır. Çünkü artık telafisi yoktur. Yakınlarımıza karşı daha nazik, toleranslı, kesinlikle anlayışlı ve sevgi dolu olmalıyız ve bunu ertelemeden yaşamalıyız. İş güç, günlük telaşlar derken en çok ihmal ettiğimiz şey, en kıymetlilerimiz oluyorsa, onlar için hep daha uygun biz zaman bekliyorsak, hayat bu kadar cömert değil demek istiyorum.
Arayan, soran, yardıma koşan, tebessümü eksik etmeyen; asık suratlılıktan, şikâyet dilinden, bencillikten uzak, etrafına neşe saçan biri olmak istemek ya da olmaya çalışmak ölümü düşündüğümüzde zor olmasa gerek. Çünkü kimseyi üzmeye değmez şu kısacık hayatlarımızda… Affedici, yumuşak huylu ve sevgi dolu olmak “ölüm var” bilinci ile insanı daha duyarlı, daha özenli ve daha dikkatli biri yapmalıdır. O halde ölüm bilincini bir bencilliğe dönüştürebiliriz. Ama bu sadece kendini düşünen değil, “Ben de öleceğim, o halde iyi bir insan olmalıyım.” diye düşünen bir bencillik olsun, ne dersiniz? Böylelikle daha özenli, daha duyarlı, daha dikkatli birine dönüşmez miyiz? Bu hakikati kalbimizin en derin yerine yerleştirirsek, hayatımızın da rengi değişir. Ölüm hem bize hem de sevdiklerimize çok yakın, bunu asla unutmamalıyız. Hayat kısa; şu kısacık ömürlerimizde şükür biriktirelim, iyiliklerimizi çoğaltalım inşaAllah.
Bir gün her şey için geç olmadan, sevdiklerimizin kıymetini şimdi bilelim. Affetmeyi, sarılmayı, ilgilenmeyi, sevmeyi ertelemeyelim. Çünkü zaman; geri sarılmayan bir film gibi durmuyor, beklemiyor. Bu hayatta keşkelerimiz mutlaka olacaktır. Bu cümleler insanidir. Şunu da bilmek ve unutmamak gerekir ki bazen elimizden geleni yapmışızdır, sevmişizdir, ilgilenmişizdir, yanında olmuşuzdur. Belki bir kırgınlık, belki bir ihmal, olur ya insanlık hali… O bir eksiklik, sürekli zihnimizde dönüp durur. Ve şeytan tam da burada devreye girer. Geçmişte yaptığımız güzellikleri unutturur, sadece yapamadığımız bir şeyi gözümüzün önüne getirir durmadan. İnsanız, hata yaparız, bir hatayı büyütüp bütün iyiliklerimizi yok saymak da başka bir hatadır. Pişmanlık içimize kapanmamıza, mutsuz bir yaşama sürüklenmemize sebep oluyorsa, bu şeytanın bir oyunu ve tuzağıdır. Vicdan azabını abarttırarak bu duyguları alır ve vesvese haline getirir. Kendimizi yetersiz hissettirerek pişmanlığımızı, suçluluk hissine dönüştürür. Bu üzüntü yapmamız gerekenlerden alıkoyar ve bizi hayırlı işlerden de uzaklaştırabilir. Buradaki duygu durumumuz ve düşünce yapımız şöyle olmalıdır: Geçmişteki pişmanlıkları bir ibret olarak almalı, fakat onlara takılıp kalmamalıyız. Önemli olan, bugünden itibaren daha dikkatli ve daha merhametli bir şekilde yaşamaya karar vermektir. Geçmişte eksik kaldığımızı düşündüğümüz şeyler ve hatalar telafi edebilmek için bir uyarı niteliği olarak kalmalıdır zihnimizde. Kendimizi gözden geçirmek içindir. Eğer sevdiğimiz birini kaybettiysek, artık yapılabilecek en kıymetli şey şudur: Onun için dua etmek, onun adına hayır yapmak, onun affı için Allah’a yalvarmak. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “İnsan ölünce şu üçü dışında amelleri(nin sevabı) kesilir: Sadaka-i câriye (faydası süregelen hayır), faydalanılan ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyye, 14)
Bir gün keşke dememek için, bugünü iyi değerlendirmek gerekir. Bugün hâlâ varken… Bugün hâlâ hayatta olan sevdiklerimiz varken… Belki bir telefon uzağında, belki aynı çatı altında…
Belki görüşmeyeli uzun zaman oldu… Hayat kısa, zaman sınırlı… Yarın çok geç olmadan bugünün kıymetini bilmek duası ile… Sözlerime son verirken ölümle ilgili bazı ayet ve hadisleri de hatırlatmak istiyorum:
“Her birinize ölüm gelip, ‘Rabbim! Ne olur bana azıcık daha süre tanısan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam!’ diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın.” (Münafikun, 63/10)
“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)
“Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çattığında ‘Ben şimdi tövbe ettim.’ diyenlerle kâfir olarak ölenler için kabul edilecek tövbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa, 4/18)
“Şöyle de: Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir.” ( Cum’a, 62/8)
“Ölümü sıkça hatırlayıp, ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapan kimsedir. İşte gerçek akıllı insanlar onlardır…” (İbn-i Mâce, Zühd, 31)
“Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!” (Buhârî, Rikak 3)
Peygamber (s.a.v) yere birtakım çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle buyurdu:
“Bunlar insanın istek ve arzuları, şu da onun ecelidir. İnsan hayal içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki en yakın ölüm çizgisi karşısına gelivermiş.” (Buhârî, Rikak 4)
“Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, halsiz bırakan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın yakalayan ölümden, gelmesi beklenen şeylerin en fenası deccâlden, belâsı daha büyük ve daha acı olan kıyametten başka bir şey mi gözlüyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd 3)
“Zevkleri bıçak gibi keseni -ölümü- çok hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd 4)
“İnsan, yanı başında doksan dokuz ölüm olduğu hâlde tasvir edilmiştir. Bu ölüm tehlikelerini atlatırsa, ihtiyar olur ve sonunda ölür.” (Tirmizî, Kader, 14)
“Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.” (Deylemi)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir